“Kırmızı Kalem”in Başkenti’nde “köşe yazıları...”

BAZI anekdotlar hiç eskimiyor!

Haberin Devamı

                   

Aksine, “şerbetleniyor”, kıymetleniyor, daha bir anlam kazanıyor...
Anlamı derinleşiyor, derinliği demleniyor; o derinlikte kök salıyor, tutunuyor, yeniden filizleniyor...
Ama giderek, “toplumun yontulmayan kalınlıkları” için daha da bir acı veren taam halini alıyor.
(1980’lerden bir alıntı o zaman...)

“...Büyük bir ressamın atölyesinde yetişen öğrencisi, eğitimini tamamlar.
Usta, öğrencisini uğurlarken, yaptığı resimlerden birini, şehrin en kalabalık meydanında sergilemesini ve tablonun yanına da bir “kırmızı kalem” bırakmasını, “sokaktaki adam”dan, “beğenmedikleri yerlere çarpı koymaları”nı rica eden bir yazı iliştirmesini ister.
Genç ressam, söyleneni yapar.
Birkaç gün sonra resme bakmaya gittiğinde, her tarafının çarpılar içinde olduğunu görür; üzülerek...

Haberin Devamı

Ustası, üzülmemesini, aynı resmi “bildiği gibi” tekrar yapmasını, yeni resmi, aynı meydana bırakmasını, fakat bu kez resmin yanına, çeşitli renklerde boya ve birkaç fırça koymasını, ama bu sefer, insanlardan, “beğenmedikleri yerleri düzeltmelerini” rica eden bir yazı iliştirmesini ister.
Öğrenci, bu kez de söyleneni yapar.
Birkaç gün sonra, resmine hiç dokunulmadığını görerek, sevinçle koşar ustasının yanına.

Ünlü ressamın son çıkarımı, “son ders” niteliğindedir:
“...İlkinde insanlara fırsat verildiğinde, ne kadar acımasız bir eleştiri sağanağı ile karşılaşabileceğini gördün.
Hayatında, hiç resim yapmamış insanlar bile, gelip senin resmini karaladı.
İkincisinde, onlardan yapıcı olmalarını istedin.
‘Yapıcı olmak, eğitim, birikim ve farkındalık gerektirir.’
Hiç kimse, düzeltmeye cesaret edemedi.
Emeğinin karşılığını, senin ne yaptığından haberi olmayan insanlardan alamazsın.
Sakın, emeğini kıymetini bilmeyenlere sunma ve bu ‘cahiller’ ile tartışma...”

Hürriyet’in “son arabuluculuk üfleyici”si Faruk Bildirici, “son üç yazımı yayımlamadılar” taşlamasının ardından kaleme aldığı “Ayrılık Zamanı” başlığını taşıyan “son yazısı”nda, “...Ben hep gazetecilik, sessizlerin sesi, mağdurların savunucusu, kamu yararının yılmaz bekçisi olsun, bağımsızlığından ödün vermesin, çıkar gruplarına aracılık etmesin, gerçekleri deforme etmeden aktaran, her konuya ve herkese eleştirel yaklaşan bir güç olsun istedim. Ben hep gazetecilik kazansın istedim... / ...Bugün olmamış olabilir ama yarın mutlaka...” diyordu ya, üstüne birkaç cümle daha eklemiş, “şerbetlenmiş” söyledikleri:

Haberin Devamı

“...Gerçekler ve haber denilen şey asla bitmeyecek. Gazetecilik ölmeyecek! Teslim mi olacaktım? / ...Asıl üzüldüğüm, genç arkadaşlarımın yapılanları gazetecilik sanmaları. ‘Gazeteci soru sormaz’a ikna olmuş durumdalar...”

Haydi gençler böyle (diyelim, bir an için...) “elinde kırmızı kalemle dolaşan, yaşını başını almış ‘modası geçmişler’e ne demeli?”

Yazarın Tüm Yazıları