Eğer:
- Arama kurtarma çalışmalarındaki kasıtlı ihmallere,
- Kaza sonrası saatlerce 112 ve 155 ile cep telefonuyla konuşan İsmail Güneş’in cep telefonuna ait baz istasyonu bilgilerinden yola çıkılarak olay yerinin yaklaşık olarak belirlenmesine rağmen arama kurtarma çalışmalarının tam tersi yönde kilometrelerce uzaklarda yapılmış olmasına,
- FETÖ’cü istihbaratçıların, “Yazıcıoğlu bulundu, getiriliyor” şeklindeki not ile arama kurtarma çalışmalarını kesintiye uğratmasına,
- Gazeteci
Terör örgütü PKK ile kırsal alan ile şehir yapılanmasına karşı yürütülen silahlı mücadele yanında siyasi ve toplumsal mücadele de sonuçlarını gösteriyor.
2014 yılında PKK’ya katılan sayısı 5 bin 558 iken, 2015 yılında 3 bin 884 oldu. PKK’nın saldırıları ile Açılım Süreci’nin bitmesinin ardından terör örgütüyle etkili mücadele, örgüte katılım rakamlarını iki haneliye çevirdi. 2017 yılında PKK’ya katılım 161, 2018’de 136, 2019’da 130, 2020 ise 53’te kaldı. Bu yılın ilk üç ayında ise PKK’ya katılım 12 olarak gerçekleşti.
15 BİN AİLE İLE GÖRÜŞME
PKK ile mücadelede; operasyonlarla yönetim kadrosunun etkisiz hale getirilmesi yanında, örgüt tabanına karşı da ikna yöntemi kullanılıyor.
Güvenlik birimlerinin toplam 15 bin 500 dolayında aile ile görüşerek yaptığı ikna çalışmaları sonucunda 2016’da 49, 2017’de 135, 2018’de 165, 2019’da 273, 2020’de ekim ayı itibarıyla 210 olmak üzere 2016’dan bugüne kadar toplam 832 teröristin örgütten koparak devlete teslim olması sağlandı. 2021 yılının ilk üç ayında da 45 kişi ikna yoluyla Türkiye’ye döndü.
TESLİM OLAN 939 KİŞİNİN İFADESİ İNCELENDİ
Emniyet Genel Müdürlüğü Terörle Mücadele Dairesi, 2016-2020 yıllarında ikna yöntemiyle getirilenler yanında, teslim olan 939 PKK/KCK terör örgütü mensubunun ifadelerinden yola çıkarak bir analiz raporu hazırladı.
Darbe girişiminin üzerinden dört buçuk yıl geçti ve 55 ilde gerçekleşen kalkışma ile ilgili 289 darbe davası açıldı. Bunlardan 287’si tamamlandı. Geriye yalnızca 145 sanığın yargılandığı iki dava kaldı.
Darbe davalarından en önemlisi önceki gün Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından tamamlandı. Fetullahçı Terör Örgütü mensuplarının 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sırasında TRT’de zorla darbe bildirisi okutulmasını içeren Muhafız Alayı davasında, mahkeme heyeti 497 sanık hakkındaki hükmünü açıkladı.
Böylece Ankara’da görülen 56’ıncı ve son darbe davası da karara bağlanmış oldu. Darbe girişimi davalarının 56’sı Ankara’da, 56’sı İstanbul’da, 177’si ise diğer illerde açılmıştı.
FETÖ’CÜLERDEN TEHDİTLER!
Davalar, son derece şeffaf, açık ve evrensel hukuk kurallarına uygun yürütüldü.
Öyle ki, FETÖ’cü sanıklar savunmalarını istedikleri gibi yaptı, karar sonrası mahkeme heyetlerini, şehit yakınlarını ve gazileri tehdit etti. Buna karşın darbe girişiminden doğrudan mağdur olanlar ve mahkemeler hukuk kurallarından ayrılmadı.
Bunu, davalarda çıkan kararlardan da görmek mümkün. Belki bazılarına itiraz edebiliriz ama mahkeme heyetleri, önüne gelen sanıklara toptancı yaklaşmadı.
İşte bunun somut örneği:
YAZILI VE SÖZLÜ TALEPLERİMİZ OLDU
Cumhurbaşkanı Erdoğan ile babanızın ölüm yıldönümünde bir görüşme gerçekleştirdiniz. Sanırım ilk kez görüşme oldu. Neden ve nasıl gerçekleşti?
Biliyorsunuz, 12 yıllık bir suikast sürecimiz var. Yargıda kapıları aşındırdığımız bir adalet arayışımız var. Ben de bu yolların birçoğunu tükettiğimizi düşünerek 12 yıl sonra Cumhurbaşkanımızla bir görüşme gerçekleştirmek istedim. Bu görüşmemizde sözlü ve yazılı taleplerimiz oldu. Somut delillere dayanarak 12 yıllık süreci bir özet olarak anlattım. Bu bilgilendirme ışığında da taleplerimizi sıraladım.
Hukuki konulara gireceğim ama önce Cumhurbaşkanı Erdoğan, Muhsin Yazıcıoğlu ile ilgili özel bir anısını paylaştı mı?
Muhsin başkanla olan muhabbetinden söz etti, başsağlığı dileklerini iletti. Ama ben suikast konusunun dışına çıkmamaya gayret ettim. Görüşme zaten genellikle beni dinlemeye yönelikti.
DOSYANIN HER YERİNDEN FETÖ ÇIKIYOR
En çok hangi konu üzerinde durdunuz görüşmede?
SİLİVRİ’YE MEKTUP GÖNDERDİ
2011 yılında tutuklandığımda Silivri’ye faks yoluyla mesaj gönderenlerden birisi de Şeniz Dervişoğlu isimli organize suç örgütü lideriydi.
2010 yılında kaleme aldığım, “Kırmızı Cuma - Doğan Kitap” kitabımda; Trabzon merkezli faaliyet gösteren Dervişoğlu grubunun, FETÖ’cü istihbaratçıların gözetiminde 5 Şubat 2006 tarihinde işlenen Rahip Santoro cinayetiyle, 19 Ocak 2007 günü işlenen Hrant Dink cinayeti arasındaki en önemli bağlantı olduğunu delilleriyle yazmıştım.
Dervişoğlu da tutuklu olduğu cezaevinden bana gönderdiği faksta, kitabımda kendisini suçladığımı ama bugün benim terör örgütü üyesi olarak tutuklandığımı hatırlatarak aklı sıra kinaye yapıyordu.
“Dink cinayeti ve İstihbarat Yalanları” kitabını yazalı 13 yıl, “Kırmızı Cuma” kitabını yazalı 11 yıl geçti. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi, 26 Mart günü, benim yıllar önce yazdığım gibi Dink cinayeti arkasında devletin en üst düzeyinde görev yapan istihbaratçılar ve diğer devlet görevlileri ile FETÖ’cü gazeteciler olduğunu karara bağladı. FETÖ üyesi istihbaratçılar; Dink cinayetine, örgütün amaç ve hedefleri doğrultusunda yön vermişlerdi. O amaç ise Hrant Dink öldürüldükten altı ay sonra başlatacakları Ergenekon kumpasıydı.
SANTORO’NIN ÖLDÜRÜLMESİ, DİNK CİNAYETİNİN PROVASIDIR
2010 yılında kaleme aldığım
Aradan geçen yıllar içinde bunlara ek olarak TSK içinde 22 bin 386 subay ve astsubay tespit edilerek ihraç edildi.
Yani darbe girişimine katılanların dört katı daha ortaya çıkarılarak haklarında hukuki işlem yapıldı ve tamamına yakını ihraç edildi. Peki TSK içindeki bu kadar büyük FETÖ’cü nasıl tespit edildi? Cevabı herkes biliyor; ”Ankesörlü hat” olarak bilinen sabit hat incelemeleriyle.
YÜZDE 40’I İTİRAFÇI OLDU
Haklarında işlem yapılanların yaklaşık yüzde 40’ı da FETÖ ile ilişkisini itiraf ederek etkin pişmanlıktan yararlandı.
Oluşturulan nefret iklimini, 2006 yılından itibaren İstihbarat Dairesi Başkanlığı içinde kurdukları “C5” isimli illegal büroda takip eden FETÖ üyesi istihbaratçılar; öldürülmesinden 6 ay sonra 12 Haziran 2007’de başlatacakları “Ergenekon kumpası” için Hrant Dink’i av olarak kullandı.
Trabzon’da, tıpkı Rahip Santoro cinayetindeki gibi, 18 yaşından küçük katile işletilecek cinayet en ince detayına göre planlanmıştı. Rahip Santoro cinayeti, Malatya Zirve Yayınevi katliamı, Danıştay cinayeti gibi Dink cinayeti de FETÖ’cü istihbaratçıların gözü önünde işlenmiş, hepsi de kumpas için kullanılmıştı. Bunlar içinde dünyada en fazla tepki gösterileni Dink cinayeti olmuştu. Bu cinayetle kumpasın alt yapısı artık hazırdı.
Planı da Trabzon Emniyet’ine yardımcı istihbarat elemanı olarak kaydedilen Erhan Tuncel aracılığıyla yürüttüler. Tuncel, Yasin Hayal ve katil Ogün Samast’ı yönlendiriyor, tüm bunlar FETÖ’cü istihbaratçıların gözü önünde gerçekleşiyordu.
BAŞINDA BERE, CEBİNDE TABANCA VE TÜRK BAYRAĞIKatilin Trabzon’dan yola çıkışından bile haberdardılar. Başında, cinayeti işlerken bile çıkarmadığı beyaz beresi vardı, cebine tabanca ve bir de Türk bayrağı konmuştu.
Plana göre, cinayetten sonra kaçmayacak, olay yerinde Türk bayrağını açıp, slogan atacaktı.
Mafya ve organize suç örgütleri ile mücadelede önemli bir yaklaşım.
Son zamanlarda yapılan operasyonlarla gündeme gelen organize suç örgütleri ile mücadelede devletin nerede durduğu oldukça net anlatılmış oldu: Kendini devletin yerine koymaya kalkan kim varsa çökülecek.
ÇAKICI İLE GÜNDEME GELDİ
Daha önce Cumhurbaşkanı Erdoğan ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’ye hakaret mektuplarıyla gündeme gelen ve en bilinen organize suç örgütü lideri Alaatin Çakıcı, son zamanlarda CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’na yönelik tehdit ve hakaretleriyle gündemdeydi.
Bunun üzerine, Alaatin Çakıcı hakkında 2004 yılında yazdığım “Kod Adı Atilla” kitabını son gelişmeleri de ekleyerek yeniden basmak gündeme geldi. Elbette yeraltı dünyasının son durumunun tablosunu çıkarmak gerekti. Kitabımda, Türkiye’de faaliyet gösteren tüm bu yapıların listesine yer verdim. Bazı verileri burada paylaşmak istiyorum.
ULUSAL, BÖLGESEL, YEREL GRUPLAR
Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Dairesi ve adli kayıtlar üzerinden yapılan incelemeye göre, Türkiye’de “
HDP yönetiminin 53 kişinin katledildiği Kobani olaylarındaki rolü yanında, HDP milletvekillerinin ve belediye başkanlarının, meclis üyelerinin, parti yöneticilerinin işledikleri suçlar tek tek anlatılmış. Buna karşın kimileri, HDP’nin kapatılmasına karşı çıkarken, bunu demokrasi ve hukuk kavramlarıyla savunuyor. “HDP siyasi parti, suçu ne?” diye soruyorlar. Onlar için iddianamede 600 ile 603’üncü sayfada sıralanan suçları özetledim. Buyurun okuyun:
1) HDP milletvekilleri Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığının, birliğinin, bütünlüğünün sembolü olan TBMM’de bölücübaşı ve PKK lehine slogan attılar, sözde gerilla marşını okudular.
2) Yasa dışı gösteri ve terör örgütü propagandası yapan şahısların gözaltına alınmalarını engellemek için araya girip polislerle tartışarak şüphelinin kaçmasına olanak sağladılar.
3) Terör örgütü üyelerinin yakalanmasını önlemek amacıyla operasyon bölgelerinde toplanıp canlı kalkan oldular, operasyonları engelleyerek teröristlerin kaçmasını sağladılar.
4) Terör örgütünün dağ kadrosunda yer alanlar oldu.
5) PKK–KCK silahlı terör örgütlerine yakın duran ailelerden veya şahıslardan terör örgütü adına para temin ettiler, toplanan paralar ile terör örgütü adına faaliyet yürüten mensupların aileleri ile terör suçlarından tutuklu-hükümlü örgüt üyelerinin ailelerine yardım edip, mahkeme masraflarını karşıladılar.
6) Parti üyelerinin yerel ve genel seçimler öncesi bölge halkı üzerinde HDP’ye oy vermeleri yönünde baskı oluşturdular, yapılan baskılara direnen vatandaşları kırsalda faaliyet gösteren terör örgütü mensuplarına şikâyet ettiler, bazı vatandaşlar kırsalda kurulan sözde adalet komisyonu adlı mahkemede cezalandırılmaları için götürüldüler.
7) Belediye başkan adayları PKK/KCK terör örgütü tarafından belirlendi. Seçildikten sonra iş ve işlemleri terör örgütü mensuplarınca yönetildi ve denetlendi.
18 Ekim 2012 tarihinde de HDP’nin kuruluş dilekçesi İçişleri Bakanlığı’na verildi. Selahattin Demirtaş, HDP’nin kuruluşunu televizyonda şöyle anlattı: “Bizim başarımız, HDP’nin başarısı ki kendisinin, sayın Öcalan’ın çok önemsediği bir projedir. Kendisinin özellikle son 20 yılını adadığı bir projedir.”
Bu sözü sözler söylemez kapatılması gereken HDP için nihayet geri sayım başladı. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, HDP’nin kapatılması için iddianameyi hazırladı ve Anayasa Mahkemesi’ne gönderdi. İddianamede, HDP’nin kapatılmasına yetecek deliller fazlasıyla mevcut.
600 dolayında isim hakkında siyasi yasak istenen iddianamede, bu kişilerin terörist PKK ile olan ilişkileri anlatılmış.
TERÖRÜN OKSİJENİ SİYASETÇİLER
1984 yılında Şemdinli ve Eruh baskınlarıyla Türkiye gündemine yerleşen PKK terör örgütü, 1990’larla birlikte siyasi alanda varlığını göstermeye başladı.
PKK bir yandan Türk-Kürt demeden, kadın, çocuk, bebekleri dahi katlederken, 5 binden fazla asker, korucu, polis şehit etti.
Tüm bu süreçte, PKK güdümünde kurulan partiler terörist PKK’nin siyasi alandaki sözcülüğünü yaptı, PKK’nın yok olma aşamasına geldiği anlarda ona “oksijen” sağladı.
Sürecin başından itibaren yöneticisi, PKK elebaşı
Türkiye’nin tepkisi üzerine Barzani yönetimi, hatıra pulunun taslak olduğunu söylese de vermek istediği mesaj dünyaya ulaştı.
PARTİ DUYMAZDAN GELİYOR
Türkiye’de de konu etraflıca tartışıldı. Ben en çok terörist PKK’nın sözcüsü HDP’nin ne diyeceğini merak ediyordum. HDP Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş, “Onu Barzani vermiş, Barzani’ye sorun bence. Bize sormayın. Sonuçta tarihte bu tip haritalar var. Zamana zaman yansıyor da. Buna dair, dediğim gibi bu haritayı Papa’ya veren muhatabına sormak lazım. Bu bizim tartıştığımız bir mesele değil açıkçası” dedi.
Ama durum hiç de onun söylediği gibi değil. O pulun ne anlama geldiğini, PKK’ya yakın Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı ve HDP milletvekili Berdan Öztürk, Barzani yönetiminin yayın organı Rûdaw isimli internet sitesine açıkladı.
BARZANİ’NİN KANALINA KONUŞTU
Bir süre önce AKP’ye oy veren öğretmenlere “Ben o öğretmene öğretmen demem”, çiftçilere “Eğer ilk seçimde siz hâlâ gidip AK Parti’ye oy verirseniz iki elim yakanızdadır”, esnafa “İnsan biraz aklını kullanır”, AKP seçmenine “Sen hâlâ gidip çoluk çocuğunun rızkını Saray’a kiralıyorsan ben insanlığını sorgularım arkadaş” demişti.
Bu da bir parti stratejisidir, çok fazla bir şey denilemez.
Ancak geçen hafta yine “makarna” kelimesi geçen bir konuşma yapınca iki satır yazmak şart oldu. Çünkü yoksullara dağıtılan “makarna” artık siyasi hayatımızda önemli simge haline geldi.
Kılıçdaroğlu, konuşmasında Türkiye’deki AKP iktidarının yoksullukla mücadele etmediğini belirtirken şu ifadeleri kullandı:
“Aile destekleri sigortasını, 1974 yılında Türkiye Cumhuriyet Devleti parlamentoda, Uluslararası Çalışma Örgütü’nün 102 sayılı sözleşmesini kabul ederek, aile destekleri sigortasının getirilmesini taahhüt etmiştir. Bu yasayı çıkarmıyorlar. Neden? Yoksulluğu yönetmek ve yoksulların oylarını almak için... Onlara ‘Bak sana bir paket yardım yaptım, sana şu paketi verdim, sana makarna verdim, sana şunu verdim. Sen de bana oyunu ver’ demek için...”
Yani iktidarın stratejisini “Al makarnayı, ver oyu” şeklinde özetleyiverdi.
KENDİLERİNE SORMALILAR
Tacize uğrayan kadın, taciz eden erkek.
Tecavüze uğrayan kadın, tecavüz eden erkek.
Hakarete uğrayan kadın, hakaret eden erkek.
İşkence edilen kadın, işkence eden erkek.
Dövülen kadın, döven erkek.
Samsun’da bu alçaklardan birisi önceki gün sokak ortasında, 5 yaşındaki çocuğunun gözü önünde boşandığı eşini öldüresiye darp etti.
O alçak tutuklandı ama zihniyeti serbest, aramızda elini kolunu sallaya sallaya dolaşıyor. Zaten kısa süre sonra kendisi de tahliye edilir, o alçağı serbestçe aramızda gezinirken görürüz. Tıpkı çocuğunun önünde eşini tabancayla vuran, bıçaklayan, bıçakla boğazını kesen, kaynar suyla vücudunu yakıp, “Öldürürüm seni, birkaç ay yatar çıkarım nasıl olsa” diyen alçaklar gibi.
O ALÇAK YALNIZ DEĞİL
“İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana Amerika Birleşik Devletleri;
- Başka ülkelerde demokratik yollardan başa gelen 50’den fazla hükümeti devirmeye çalışmıştır.
- En az 30 ülkede demokratik seçimlere büyük çapta müdahale etmiştir.
- 50’den fazla yabancı lideri öldürmeye çalışmıştır.
- 30’dan fazla ülke halkının üstüne bomba yağdırmıştır.
- 20 ülkede halkçı ya da ulusalcı hareketleri bastırmaya çalışmıştır.
Toplam olarak, 1945’ten beri Amerika Birleşik Devletleri 71 ülkede saydığım eylemlerin birini ya da birkaçını gerçekleştirmiş, bunun sonucunda milyonlarca insanın yaşamını yitirmesine, milyonlarcasının acı ve çaresizlik içinde kıvranmasına ve binlerce kişinin işkence görmesine sebep olmuştur. Son zamanlarda dünyada olup bitenleri izleyen ve çağdaş tarih hakkında bir miktar bilgisi olan herkes büyük bir olasılıkla ABD dış politikasından nefret etmektedir.”
Peki kan lekesini en iyi ne çıkarıyor? Onu da geçen hafta gördük. En iyi beyazlatıcı, dünyanın süper gücü, yani “süper beyazlatıcı” Beyaz Saray.
Gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın ölüm emrini veren Suudi Veliaht Prensi Bin Selman’ın elindeki “kanı” yayınladığı bir istihbarat raporuyla aklayıverdi.
CİNAYET ONAYI PRENS’TEN
2 Ekim 2018’de Suudi Arabistan’ın İstanbul Konsolosluğu’na giren ve orada Veliaht Prens Bin Selman’ın gönderdiği 15 kişilik infaz ekibi tarafından vahşice katledilen Cemal Kaşıkçı cinayetiyle ilgili Amerikan Ulusal İstihbarat Dairesi tarafından yayınlanan rapor, herkesin bildiği bir gerçeği bir kez daha dile getirdi. Raporda Bin Selman şu cümlelerle suçlandı:
“Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın, Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı’yı yakalamak veya öldürmek için İstanbul, Türkiye’de bir operasyonu onayladığı değerlendirmesinde bulunuyoruz. Bu değerlendirmeyi, Veliaht Prens’in Krallık’taki karar verme üzerindeki kontrolüne, önemli bir danışmanın ve Muhammed bin Selman’ın güvenlik ekibinin üyelerinin operasyona doğrudan katılımına ve Veliaht Prens’in yurtdışındaki muhalifleri susturmak için şiddet içeren tedbirler kullanmayı desteklemesine dayandırıyoruz.”
Bu raporun yayınlanmasından hemen sonra Beyaz Saray, dünyanın gözünün içine baka baka vahşi katliam emrini veren Bin Selman’ı aklamaya girişti.
İSİMLERİ SİLDİ
Türkiye ise bu cinayeti aydınlatma çabası ile “tarih yazan ülke” olarak anılacaktır.
2 Ekim 2018 günü girdiği Suudi Arabistan’ın İstanbul Konsolosluğu’nda, Prens Bin Selman’ın Suudi Arabistan’dan gönderdiği infaz ekibi tarafından öldürüldükten sonra vücudu parçalara ayrılan gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayetiyle ilgili ABD yönetiminin yıllardır elinde tutuğu istihbarat raporu nihayet açıklandı.
CIA BAŞKANI İSTANBUL’A GELDİ
CIA Başkanı Gina Haspel İstanbul’a geldikten sonra hazırlanan ve Trump yönetimi tarafından sümenaltı edilen rapor, Biden yönetimi tarafından önceki gün yayınlandı. Raporda, Bin Selman’ın sorumluluğu şöyle anlatıldı:
“Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın, Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı’yı yakalamak veya öldürmek için İstanbul, Türkiye’de bir operasyonu onayladığı değerlendirmesinde bulunuyoruz.
Bu değerlendirmeyi, Veliaht Prens’in Krallık’taki karar verme üzerindeki kontrolüne, önemli bir danışmanın ve Muhammed bin Selman’ın güvenlik ekibinin üyelerinin operasyona doğrudan katılımına ve Veliaht Prens’in yurtdışındaki muhalifleri susturmak için şiddet içeren tedbirler kullanmayı desteklemesine dayandırıyoruz.
2017’den beri, Veliaht Prens, Krallığın güvenlik ve istihbarat örgütleri üzerinde mutlak kontrole sahipti ve bu da Suudi yetkililerin Veliaht Prens’in izni olmadan bu tür bir operasyonu gerçekleştirme ihtimalini oldukça düşük
“Fetullahçı Terör Örgütü’nün Türk Silahlı Kuvvetlerimiz içerisine sızmış ve halen deşifre edilemeyen mensuplarının sayıca darbe girişimine katılanlara oranla daha fazla olduğu, menfur darbe girişmişinde kullanılmayan hücrelerin mevcudiyetinin ve bu yönüyle terör örgütünün Devletimizin Anayasal düzeni ve bekası açısından halen en büyük tehlikeyi ihtiva eden terör örgütü konumunda bulunuyor.”
Bu cümlelere açıklamasında yer veren sıradan bir kurum değil, son zamanlarda yaptığı FETÖ operasyonlarıyla gündeme gelen İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı.
İzmir’de, 19 Kasım 2019’dan bu yana Türk Silahlı Kuvvetleri içerisindeki FETÖ mensuplarına yönelik gerçekleştirilen 14 operasyonda, 1529’u muvazzaf toplam 1966 kişi gözaltına alındı. Önceki gün de bunlara bir yenisi eklendi: 103’ü muvazzaf, 134 asker ile 14’ü darbe girişimi sonrası ilişikleri kesilen askeri okul öğrencisi olmak üzere toplam 148 kişi hakkında 46 ili kapsayan geniş bir operasyon yapıldı.
Bu rakamlar halen etkili bir mücadele verilen FETÖ tehlikesinin ne kadar yakın olduğunu gösteriyor.
Ve asıl önemlisi, ülkeyi yönetenlerin, siyasetçilerin, yurttaşların İzmir Cumhuriyet Savcılığı’nın açıklamasındaki şu cümle karşısında uykularının kaçması gerekir:
“FETÖ, Devletimizin Anayasal düzeni ve bekası açısından halen en büyük tehlikeyi ihtiva eden terör örgütü konumunda...”
DÜNYADA ÖRNEĞİ YOK
Türkiye, birçok cephede çok çeşitli terör örgütleriyle mücadele ediyor. Bunların arasında PKK, DEAŞ başı çekiyor. Ancak bu örgütlerin ortak yanı devletin dışında olmaları.
CNN Türk baskınında söylediğimi tekrar edeyim: Burası bizim evimiz
15 Temmuz gecesi saat 21.00 civarında Fetullahçı Terör Örgütü üyeleri askeri darbe girişimine başladıktan bir süre sonra halkı karşılarında buldular. O gece herkesin merak ettiği Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın nerede olduğu, yaşayıp yaşamadığıydı.
Hatta Amerikan medyası Erdoğan’ın yurtdışına kaçtığı yalanını yayarken, ‘gölge CIA’ denilen Stratfor isimli kuruluş uçuş haritasını yayınlıyordu. Firari FETÖ üyeleri yurtiçinden buldukları destekçileriyle bir yandan bu yalanları büyüterek yayarken, darbeye direnen halka “Sokağa çıkmayın” diyorlardı.
16 Temmuz sabaha karşı 03.00’de başlayacak olmasına karşın, planın sızdığını düşünüp 15 Temmuz akşamı saat 21.00’e çekilmesinden dolayı yaşanan karmaşa ve halkın direnişi karşısında irtibatı aksayan darbeciler gibi halk da Erdoğan’ın nerede olduğunu merak ediyordu. Darbeciler açısından girişimin başarısı, “Erdoğan’ın derdest edilmesi ya da öldürülmesine” bağlıydı.
Erdoğan’ın hayatta olup olmaması, sokakta darbeye direnen halk için de çok önemliydi.
Nihayet, Erdoğan 16 Temmuz gecesi saat 00.24’te bir gazetecinin elindeki telefondan görüntülü olarak Türkiye’ye hitap etti. Halka “Darbeye direnin” çağrısı yaptı. Darbe girişiminin başarısızlığa uğradığı an, o konuşma anıydı.
Darbeye direnişi halk açısından zafere dönüştüren o gazeteci, CNN Türk Ankara Temsilcisi Hande Fırat’tır. O görüntülerin yayınlandığı televizyon kanalı CNN Türk’tür. FETÖ’cü askerler CNN Türk ekranında Erdoğan’ın konuşmasını duyar duymaz içine asker doldurdukları helikopterleri Bağcılar’daki merkeze yolladılar.
CNN TÜRK’E FETÖ BASKINI
Amaçları kanalı basıp yayını kesmekti. Ve o gün o kanal daimi izleyicileri tarafından değil, CNN Türk izleyicisi olmayan hatta CNN Türk ve o günkü sahibinden nefret eden Bağcılar ve Gaziosmanpaşa civarında oturanlar tarafından kurtarıldı. O geceyi orada yaşamış ve bunları gözleriyle görmüş, kulaklarıyla duymuş birisi olarak söylüyorum. CNN Türk’ün o geceki yayını Türk demokrasi tarihindeki yerini aldı. Hatta CHP Genel Başkanı’nın darbe gecesini geçirdiği evde CNN Türk yayınını izlediği daha sonra basına yansıdı.
15 Temmuz’dan beri CNN Türk, özellikle Amerika’da yaşayan FETÖ’cülerin hedefinde. Yalnız dezenformasyon yapmıyorlar, aynı zamanda CNN adının sahibi Amerikalı şirkete de şikâyet ediyorlar. Bunlara CHP’nin Amerika’daki temsilcisi de eşlik ediyor. Başvurular yapıp isim hakkının geri alınması için uğraşıyorlar.
Bu girişimlerin bugüne ait olduğunu düşünmeyin, iki-üç yıl öncesinden söz ediyorum. CNN Türk’ün o dönemdeki yöneticileri de şikâyetler üzerine Amerikalılarla görüştüler, yalanlara karşı açıklamalar getirerek 2018 yılında geri çekilmek istenen CNN logosunu tutmayı başardılar.
Bugünlerde CNN Türk yeniden bu kez boykot ile hedefte. Benim için hiç şaşırtıcı değil. Konuyla ilgili görüşmeleri CHP Genel Başkan Yardımcısı Tuncay Özkan yönetiyor. Yerel seçim öncesi CHP’ye haksızlık yapıldığı gerekçesiyle özür dilenmesi isteniyor. Amacına ulaşamayınca da parti yönetimi boykot kararı alıyor.
Hiçbir parti üyesinin CNN Türk kanalına çıkmamasını, CHP’li seçmenden de izlememesini istiyor.
Gerekçe ise ilginç: CHP’ye tuzak kuruluyormuş.
Peki, televizyondaki programlara katılan CHP’liler bunu sezemedi mi?
CNN Türk kanalına hangi CHP’li konuklar katılıyorsa, diğer televizyonlara da hemen hemen aynı konuklar katılıyor. Konular da birbirine benzer. Konular aynı olunca, sorular ve sorulara verilen cevaplar bile çoğu zaman aynı.
Peki tuzak bunun neresinde?
Bir parti yönetimi, üyeleri böyle bir karar alıp uygulayabilir. Peki seçmeni de olsa halka bunu nasıl önerebiliyor? Öncekiler gibi AKP, MHP, HDP yöneticileri de basınla kavga etti, hatta bazıları tavır aldı ama seçmeni boykota katan bir örneği hatırlamıyorum.
Dert başka, izini Amerika’da aramak gerekiyor.
CNN Türk 15 Temmuz’dan beri ikinci büyük saldırı ile karşı karşıya ama o gece darbecilere söylediğimi şimdikilere de tekrar edeyim: “Burası bizim evimiz...”
BAŞKASINA BOYKOT VAR MI?
CHP yönetiminin aldığı boykot kararı ile ilgili CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu şunları söylüyor: “Biz CNN Türk’ün yayın politikasına müdahale etmiyoruz ki. Sadece ‘Biz sizin televizyonlarınıza çıkmayacağız’ diyoruz. ‘İzlemeyin’ diyoruz, şunun için diyoruz, biz kendi partililerimize diyoruz. Onun dışındaki insanlar izleyebilirler. CNN Türk de A Haber gibi olmaya başladı. Bu kanalın CHP’ye yönelik verdiği haberlerin hiçbirisi doğru değil, bunlara inanmayın. Dolayısıyla ‘Seyretmeseniz de olur’ diyoruz.”
Tüm bunlar yaşanırken, İBB Başkanı İmamoğlu, CNN Türk’te belediye çalışmalarını daha iyi anlatmak için kendi çıkmak istediği programı boykot kararı sonrası iptal ediyor. Madem böyle bir yayıncılık var, İBB Başkanı neden CNN Türk’te bir programa çıkmayı talep ediyor?
Ama CHP seçmeninin asıl sorması gereken soru şu: “İktidara yakın birçok kanal, birçok gazete var. Hatta CHP’ye yönelik çok ağır yayınlar yapıyorlar. Onlara yönelik böyle bir boykot kararı aldılar mı?”
Ben cevap vereyim: Hayır. Neden? Dediğim gibi, dert başka...