Sıfır beden

Fransa Ulusal Meclisi, çok zayıf mankenlerin çalışmasına yasak getiren yasayı kabul etti. Kadın bedeni, kilo ve güzellik arasındaki tarihi ilişki, bir kez daha gündemde.

Haberin Devamı

MODANIN BELİRLEDİĞİ BEDEN


Takvimler 1850’li yılları gösterirken İngiliz Charles Frederick Worth, sanat eseri gibi tasarladığı “haute couture” kıyafetleri, canlı mankenlere giydirip onları izleyiciler önünde dolaştırma, yani defile fikrini geliştiriyordu. Kullandığı ilk model ise karısıydı. Worth’un tasarladığı bele takılan bir kafes üstüne giyilen gösterişli kıyafetler, Avrupa sosyetesinde trend haline almıştı. “Krinolin (crinoline)” adı verilen bu kafes modası, kadınla erkeğin birbirine ne kadar yaklaşabileceğine dair sınırları da belirliyordu adeta. “Kuğu gibi süzülen” kadınlar erişilmez bir kafesin ardına gizlenirken, beller korselerle olabildiğince inceltiliyordu.

Sıfır beden

Haberin Devamı


Worth 1877’de, kadınları “kafeslemekten” vazgeçip, çizgileri günümüze dek ulaşan (düğün kıyafeti, mezuniyet elbisesi gibi) Hemline türü tasarımlara yöneldi. Ne var ki korse baskısı öyle hemen ortada kalkmadı. “İnce belli” olmak uğruna genç yaştan itibaren kullanılan korseler, yıllar içinde ciddi deformasyonlara yol açıyordu.

Üst sınıflarda “yemek iştahı” ile “cinsel iştah” arasında kurulan simgesel bağ, genç kadınların sofrada gırtlağına hakim olmalarını kaçınılmaz kılıyordu. Aynı yıllarda, modaya yön veren İngiltere ve Fransa’dan iki hekim, adı yeni konulan bir hastalıkla ilgili makaleler yayınladı: Anorexia Nervosa, yani “sinirsel iştah eksikliği”.

1890’lara gelindiğindeyse elbiseler, kadınların bedenlerine giderek daha fazla oturuyordu. Avrupa’nın seçkin kadınları üzerindeki kıyafetler adım adım hafiflemeye başlamıştı. Bu “bedensel devrim” karşısında Emile Zola, 1899’da şöyle yazmıştı: “Güzellik düşüncesi değişiyor. Güzelliği kısır bir sadelikte, dar böğürlü, uzun ince endamlarda arıyorsunuz”.


KENDİSİ MODA OLAN BEDEN


20.Yüzyıl’dan itibaren kıyafetler iyice hafiflerken, etekler santim santim kısalacak, kadın bacağı görünür hale gelecektir. 1920’lerin sonlarına doğru giysiler kadına şekil vermek yerine kadın vücudunun şeklini alıyordu. Beden, doğrudan temel moda unsuruydu artık. Alman fizyologların uzunca süredir “ideal” beden ölçüleri üzerine yaptığı çalışmalar, 1930’larda faşist Almanya’da doruğa çıkacak; sağlıklı ve diri “arî ırk”ın kadın bedeni, kıyafetlerden arındırılmış biçimiyle yansıtılacaktı.

Haberin Devamı

Sıfır beden

(1941, Reichsbildstelle der HJ, Deutsches Bundesarchiv)


Sağlıklı olmaktan ziyade çekiciliği öne çıkaran, 1950’lerin ikonu Marilyn Monroe’nun dolgun vücudu da giydiği kıyafetlerden daha öndeydi. 1960’larda ise kadın hakları hareketi hız kazanırken, kadın bedeninin “kadınsı” kıvrımları adeta silinecek; İngiliz model Twiggy’nin bedeninde ikonlaşan neredeyse anoreksik, oğlansı-çocuksu kadınlar öne çıkacaktı.

1980’lerde ise zayıflığın yanına 1930’ların gözde kavramı eklendi: Atletik sağlık. Bu dönemde Jane Fonda, Raquel Welch gibi kadınsı ama sportif bedenler revaçtaydı. Aerobik, fitness salonları ve diyet ürünler tam da bu yıllarda yükselişe geçti. İncil’de yer alan “bedenin senin tapınağındır” ifadesi, bambaşka bir anlama bürünüyor; güzellik baskısı “kiloyla” ölçülüyordu. Güzel kadın, hem “fit” hem de “zayıf” olmalıydı. 90’lı yılların gözde modelleri arasında Twiggy’nin yeni versiyonu sayılabilecek Kate Moss da vardı. Moss, bir sonraki kuşağın beden standardıydı adeta.

Haberin Devamı

Tüketim kültürünün bu şartlamalarına entellektüel ve feminist tepkiler gecikmedi. Naomi Wolf, 1992’de çok satanlar listesine giren kitabında, üniversite kampüslerindeki genç kadınların “zihinleri gayet iyi beslenirken, (zayıflık uğruna) bedenleri kendini tüketiyor” diyor; moda dergilerindeki mankenlerin ABD normlarından %23 daha zayıf olduğunu söylüyordu! Susan Bordo’ya göreyse güzellik baskısı, kadınlar üzerinde “Dayanılmaz Bir Ağırlık” oluşturuyor ve anoreksiyayı tetikliyordu.

Ne var ki bu ‘entel-dantel’ çıkışlar, kitlesel düzeyde pek bir şey değiştirmedi. TV dizilerindeki oyunculardan podyumdaki mankenlere kadar ‘daha ince beden’ arayışı ikibinli yıllarda “sıfır beden” kavramıyla zirve yaptı. ABD’de estetik kaygılara bağlı, tehlikeli düzeyde iştah sorunu yaşayan 40 yaş altı kadınların sayısı 3 milyona ulaştı.

Haberin Devamı


KENDİNDEN KAÇAN BEDEN


Elbette sıfır beden sadece estetikle veya ‘ekranda güzel görünmek’le ilgili bir mesele değil. Hatta çekicilikle de doğrudan ilgili değil. (Yapılan araştırmalar erkeklerin ‘zayıf’ kadınları sanıldığı kadar çekici bulmadığını ortaya koyuyor.) Sorunun büyümesinde kitle iletişiminin rolü yadsınamaz. Ancak bazı araştırmacılara göre “incecik” olmak arzusunun ardında, ideal bir form arayışından ziyade “genç kız gibi incecik olma” özlemi var. Diğer bir deyişle asıl baskı unsuru, “genç kalmak, taze kalmak” ve “yaşlanmamak”. Son yıllarda sıkça karşılaştığımız “teenager” (ergen) görünümlü modellerin yer aldığı kozmetik ve moda reklamları bunun bir yansıması değil mi?

Haberin Devamı

Fransız model Isabelle Caro’nun 2010 yılında anoreksiya nedeniyle ölümü, sıfır beden, zayıflama ve güzellik baskısının zararlarını Avrupa’da gündeme taşıyan etkenlerden biri oldu. Fransa’da vücut-kitle endeksi normların altında kalan modellere getirilen yasak işte bu tarihsel sürecin sonucu. Hal böyleyken “büyük beden” mankenlerin daha fazla tanınmasına; Christina Hendricks, Kat Dennings gibi “bol kıvrımlı” oyuncuların öne çıkmasına şaşırmamak gerek.


MERAKLISINA
- “Kadınların Tarihi”, George Duby – Michelle Perot (ed.), 2005 (1991), (çev. Ahmet Fethi).
- “Victorian Litterature and The Anorexic Body”, Anna Krugovoy Silver, 2006.
- “The Cult of Health and Beauty in Germany, A Social History 1890-1930”, Michael Hau, 2003.
- “The Beauty Myth, How Images of Beauty Are Used Against Women”, Naomi Wolf, 1992.
- “Unbearable Weight, Feminism, Western Culture, and The Body”, 1993.

Yazarın Tüm Yazıları