Osmanlı'da eve teslim

Salgının etkileri nedeniyle son dönemde ‘online market alışverişi’ 3 katına çıktı! Üstelik bunların yüzde 45’i ilk defa sipariş verenler. Aslında evden alışveriş çok eski bir alışkanlık. Osmanlı ramazanlarında da sıklıkla ‘kapıdan alışveriş’ yapılırdı.

Haberin Devamı

SİZ alışverişe gitmeseniz de alışveriş size gelir... Sudan süte, çiçekten diş fırçasına kadar tüm ihtiyaçlarınız kapınızda! Hayır, günümüzün online alışveriş sitelerinden söz etmiyoruz. Osmanlı devrinde evlerin pek çok ihtiyacı, kapı kapı dolaşan seyyar satıcılar tarafından karşılanırdı. Sütçüler gibi bazıları mahalleden aynı saatlerde geçerken, arada bir geçenler nidalarıyla cumbalarında oturanların dikkatini çekmeye çalışırdı. Eski zamanların bu ‘mobil’ satıcıları, otomobillerin gelişine kadar sokakların en canlı, en sesli unsurlarıydı. Nitekim Ahmet Hamdi Tanpınar’a göre “Eski İstanbul mahallelerinde bu sesler bütün bir günü baştan başa idare eder, saatlerin rengini verirdi.”

Osmanlıda eve teslim

Haberin Devamı

BİZ ADRESİNİZE GETİRİRİZ

Osmanlı topraklarında kadınların evden çıkmaları yasak değildi. Hatta gravürler ve eski fotoğraflar bize kadınların çarşıya, pazara gittiğini, dükkânlardan bizzat seçerek alışveriş yaptığını gösteriyor. Ancak kadınların sosyal hareketliliği günümüze kıyasla çok sınırlıydı. Evin ve çocukların bakımını üstlenen şehirli kadının “asıl yeri” eviydi. Hal böyle olunca da satıcıların kadınların ayağına, eve gitmesi elbette çok daha pratikti. “Kapıya teslim” düzeni, sadece evde kalmayla ilgili değildi tabii. Tekerlekli alışveriş arabalarının, poşetlerin olmadığı bir düzende, çarşıdan pazardan alınan ürünlerin eve taşınması da bir meseleydi.

EVLERE SU SİPARİŞİ

“Eve sipariş” düzeninin en temel kalemi suydu. Sakalar, evlere kırbalarla su taşırdı. Mahalle halkının çeşmelerden su almasına mâni olmaması için saka esnafının ayrı su kaynakları bulunurdu. Evliya Çelebi’ye göre İstanbul’da atlı ve yaya olarak 8 bin 400 civarında saka vardı. Bu iş kolu, İstanbul’da II. Abdülhamid zamanında Hamidiye sularının Galata, Beyoğlu ve Yıldız civarına getirilmesiyle gözden düştü. Ancak kentlerde temiz suya erişimin zorlaşması, yakın geçmişte sakalığın canlanmasını sağladı. Tabii bu defa kırbalarla değil, damacanalarla; atlarla değil, kamyonetlerle; çığırarak değil, telefondan, internetten siparişle.

Haberin Devamı

RAMAZANDA ARTAN TALEP

Eski ramazanlarda önceden toplu alışveriş yapılır, satın alınan bu yüklü miktardaki erzak, hamallar, küfeciler tarafından eve taşınırdı. Tabii ramazanın hangi mevsime denk geldiği bazı “kapıya teslim” ürünler için belirleyiciydi. Örneğin “Boooozaaaa!” kış mevsiminin ürünüydü. Sıcaklardaysa eski devirlerin “donmuş gıdası” olan kar/buz, dağlardan evlere getirilir, iftar sofralarının yıldızı şerbetlere eşlik ederdi. Taze mevsim sebzelerini, meyvelerini ise gezgin manavlar taşırdı. Eski zamanların diş fırçası olan misvaktan tutun da aynalara, çocuk oyuncaklarına kadar hemen her türlü ürün, yine kapıdan satılırdı. Tabii tam tersi bir alışveriş de söz konusuydu: Eskiciler evlerde kullanılmayan eşyaları alırdı.

Haberin Devamı

CİĞERCİ OLAN KADI

En zorlu seyyar işlerden biri, ciğercilikti. Kediler-köpekler, sinekler ciğercinin peşinden ayrılmaz, dolayısıyla bu “düşük” bir meslek olarak görülürdü. Bu mesleği icra edenlerden biri çok meşhur olmuş, ismi günümüze kadar ulaşmıştır. 16. yüzyılda Bursa’daki bir kadı, karşılaştığı olaylar sonucunda tasavvuf yoluna girmeye karar verir. Kendini yetiştirmesi için talepte bulunduğu Muhyiddin Üftade ise “Gidin kadı efendi! Sizin şöhret, mal, makam debdebesi içinde bir hayatınız var. Bu kapı ise, yokluk kapısıdır” diyerek onu geri çevirir. Ancak kadı efendi talebinde ısrar edince Üftade ona ‘giydiği gösterişli kaftanını çıkarmadan bir süre sokaklarda ciğer satmasını’ şart koşar. Kadı, kibrinin kırılıp nefsinin (egosunun) terbiye edilmesi için verilen bu zorlu görevi, Bursa halkının alaylarına rağmen yerine getirir. Halk, sırtındaki şaşalı kaftanıyla ciğercilik yapan ‘kadı’nın delirdiğini düşünmektedir. Ancak zamanla “kalbi tamir olan” bu eski kadı, Aziz Mahmud Hüdayi adıyla tanınacak, yaşantısı, öğütleri ve şiirleriyle hem halkın hem de padişahların sevgisini, saygısını kazanacaktır. “Fani devlet gerekmez/Dürlü ziynet gerekmez/Haksız cennet gerekmez/Bana Allah’ım gerek” gibi Türkçe şiirleriyle, Yunus Emre’nin kolay anlaşılan tarzını canlandırmıştır. Ramazan aylarında “Nûr ile doldu yine kevn ü mekân/Geldi hoş lutf ile şehr-i Ramazân” eseri sıkça okunan Aziz Mahmud Hüdayi’nin 1628’de defnedildiği Üsküdar’daki türbesi, Eyüp Sultan’dan sonra İstanbul’un ramazanda en fazla ziyaret edilen mekânlarındandır.

Haberin Devamı

Bir ayet

“KAZANDIKLARINIZIN iyilerinden ve rızık olarak yerden size çıkardıklarımızdan hayra harcayın. Size verilse, gözünüzü yummadan alamayacağınız kötü malı, hayır diye vermeye kalkışmayın.” (Ra’d, 13/4)

Bir hadis

“KESİNLİKLE hiç kimse kendi el emeğinden daha hayırlı bir yemek yememiştir.”
(Buhârî, Büyû’, 15)

Ramazan sözlüğü : İmsak

Oruçlunun belli bir zaman içinde kendini bazı şeylerden alıkoyması (DİA).

Yazarın Tüm Yazıları