Dünya denen sahnede

“Bir sahne ki milyarla oyun var üzerinde!/Bir sahne ki her perdesi tertîb-i meşiyyet!/(...)Bir sahne demek âleme pek doğrudur, elbet;/Ancak, görülen vak’aların hepsi hakikat”.

Haberin Devamı

Dünya denen sahnede

“İstiklal Marşı şairi” Mehmet Âkif Ersoy, bir şiirinde dünyayı, üzerinde milyarlarca oyun oynanan dev bir sahneye benzetir. “Sahne düzenlemesi”, takdir-i ilahînin eseridir. Ne var ki Âkif’e göre, bu “sahnede” yaşanan dramlara insanların gafleti yol açmaktadır... İnsan, kendi tercihlerinin sonuçları üzerinde düşünmelidir... Ayrıca dünyada olup biten her şeyi topyekûn kadercilikle açıklayan “cebrî” düşünceye saplanmamak gerekir...

Dünya denen sahnede

KADER AĞLARINI ÖRÜNCE

Haberin Devamı

Peki nedir Âkif’in andığı bu “cebriyye” düşüncesi? Bunu tarif etmeden önce Müslümanlık tarihinden çok daha geriye uzanmalıyız... Yunan mitolojisinde “Moira”lar adıyla bilinen üç tanrısal kadın vardır. Bunların işi, iplik eğirmek ve yaşayan herkes için bu iplerden bir parça kesmektir. Paylaştırılan bu ipler, her ölümlünün belirlenmiş hayat çizgisinin ve kaderinin simgesidir. Keza antik tragedyalarda insanlar, tüm açık uyarılara rağmen “acımasız kaderin ördüğü ağlar”dan kaçamaz ve “trajik” bir şekilde felakete, sonlarına sürüklenirler. En yiğit kahramanlar bile kendilerine “biçilen” rolün dışına çıkamazlar.

TRAJEDİDEN TAZİYEYE

İslam kültüründe tiyatro ve tragedyanın en yakın akrabalarından biri “taziye” adıyla bilinen gösterilerdir. Şiî toplulukların sahnelediği bu gösterilerin ana konusu, Kerbela Faciası’dır. Kerbela, aynı zamanda “kader” konusundaki tartışmalarla doğrudan ilişkilidir.

Dünya denen sahnede

Hz. Peygamber’in torunu Hz. Hüseyin’i ailesiyle birlikte Kerbela’da acımasızca şehit eden Emevî idarecileri, gelen tepkiler karşısında onu “Allah’ın öldürdüğünü” iddia ediyorlardı! Kendilerini Müslümanların başına Allah getirmemiş miydi? Dolayısıyla onların kararlarına karşı çıkmak, Allah’ın yazdığı kadere karşı çıkmak demekti!

*

Haberin Devamı

Emevîler bu otokrat anlayışı, çarpık bir yorumla “Cebriyye” düşüncesine dayandırıyorlardı. Çünkü bu düşünceye göre “insanlar sadece edilgendir; kendilerine has bir iradeleri, dolayısıyla kendi eylemleri üzerinde gerçek etkileri yoktur”. İşte bu anlayışın köklerine antik Yunan veya Pers gibi pek çok İslam öncesi kültürde, destanlarda, tragedyalarda rastlamak mümkündür.

YAZAN VE YÖNETEN

Elbette Emevîlerin “sorumluluğu Allah’a yükleyip” kendilerini temize çıkarmayı amaçlayan bu “kaderci” tutumları, tepkiyle karşılandı. Örneğin dönemin en saygın isimlerinden Hasan-ı Basri, bu dayatmacı anlayışı açıkça reddetti: Allah, Kuran’da peygamberine bile “De ki, eğer [doğrudan, haktan] saparsam, kendi nefsim zararına sapmış olurum” (Sebe, 50) diye seslenirken, insanlar kişisel sorumluluktan nasıl kaçabilirler? “Şüphesiz, Allah çirkin işleri emretmez. Siz bilmediğiniz şeyleri Allah’ın üzerine mi atıyorsunuz?” (Araf, 28). “Dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin” (Kehf, 29) diyen Allah, doğruyla yanlış, iyiyle kötü arasındaki tercih hakkını insanlara vermiştir.

Haberin Devamı

Dünya denen sahnede

Hasan-ı Basri’den yaklaşık 1200 yıl sonra yazan Mehmet Âkif de insanların kader kavramını çarpıtarak kişisel sorumluluktan kaçmaya çalışmasını eleştirmiştir: “Kader ferâiz-i imâna dahil... Âmennâ ... / Fakat yok onda senin sapmış olduğun ma’nâ”. Yani kadere inanmakla, kaderciliğe sığınmak aynı şey değildir. Âkif’in bu konuda verdiği örneklerden biri de Hz. Ömer’le ilgilidir. Hz. Ömer, veba salgınının yayılıp “kırmızı” aşamaya geldiğini öğrenince Şam’a gitmekten vazgeçer. Kendisine “Ya Ömer, Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?” diye soranlara şu meşhur cevabı verir: “Evet, Allah’ın kaderinden yine Allah’ın kaderine kaçıyorum”.

SAHNEYE YAKIŞMAK

Sanılanın aksine İslam’da kişinin eylemleri “acımasız kaderin kaçınılmaz, trajik sonucu” olarak tanımlanmaz: İnsan talep ettiğine yönelir ve iyiye yönelme ümidi son nefese kadar vardır. Ayrıca herkes gücü nispetindeki fiillerinden sorumludur.

*

Haberin Devamı

Bu anlayışa göre... İnsanlar, dünyada dekor veya çizgi film kahramanları değil, çıkarıldığı sahneye ruhunu yansıtıp yorumunu katabilen; tercihleri doğrultusunda repliklerini seçebilen; hatta “öne geçmek veya geri[de] kalmak isteyen” (Müdessir, 37) oyunculardır.

*

Rolümüz ister büyük, ister küçük olsun... İster uzun, ister kısa... İster göz önünde, ister kenarda... Önemli olan, “hayat oyunundaki” sahnemizin hakkını layıkıyla verebilmek. Perde kapanıncaya dek.

 

Yazarın Tüm Yazıları