Bir kadının 40 yaşından önce adet kanamalarının sonlanması erken menopoz olarak değerlendirilir. Herhangi bir nedenle iki yumurtalığın alınması, birtakım otoimmun hastalıklar, kanser tedavisinde alınan kemoterapi ve radyoterapi, sigara kullanımı, stres erken menopoza yol açan sebepler arasındadır. Erken menopozda ilk belirti daha sık aralıklarla adet olmaktır. Adetin 22 günden daha sık görülmesi yumurtalık rezervinin azaldığına işaret eder. Yumurtalık rezervinin azaldığını tespit ettiğimiz ve anne olmak isteyen hastalar için vakit kaybetmeden tüp bebek tedavisi öneririz. Evli olmayan ve kısa bir süre içerisinde gebelik düşünmeyen hastalarımızı ise yumurta dondurma uygulamasına yönlendiririz.
ÖSTROJEN HORMONUNUN ÜRETİLMESİNİ ENGELLEYEN TÜM FAKTÖRLER ERKEN MENOPOZA NEDEN OLABİLİR
Kadınlar dünyaya geldiğinde yumurtalıklarında bulunan yumurta sayısı bellidir. Bu yumurtalar döllenmediği sürece aylık adet denilen dönemlerde birer birer atılır. Menopoz dönemine gelindiğinde yumurtalıklarda bulunan yumurta miktarı iyice azalır ve buna bağlı olarak vücutta üretilen östrojen hormonu da azalır. Bu süreç devam ettikçe östrojen üretimi durur ve yumurtalar oldukça küçülür. Bu durumun sonucunda adet döngüleri kesilir ve kadınların üreme yeteneği ortadan kalkar. Bu dönem menopoz olarak adlandırılır.
Çeşitli sebeplerle bir kadının 40 yaşından önce adet kanamalarının sonlanması ise erken menopoz olarak adlandırılır. Östrojen hormonu vücutta üreme döngüsünü kontrol eder. Yumurtalıklara zarar veren veya östrojen hormonunun üretilmesini engelleyen etkenler erken menopoza neden olabilir. Erken menopoz belirtileri değişkenlik gösterebilir ancak ilk belirti sık aralıklarla adet olmak denilebilir. Normal koşullarda kadınlar 28 günde bir adet olmaktadır, adetin 22 günden daha sık görülmesi genellikle yumurtalık rezervinin azaldığına işaret eder.
Buna ek olarak vücudun üst kısmına yayılan ani sıcak basmaları ortaya çıkabilir. Bu belirtilerin görülmesinin temel nedeni östrojen seviyesinin azalmasıdır. Bu belirtilerin yanında vajinal kuruluk, mesane kontrolünün zayıflaması, ani duygusal değişiklikler, cildin kuruması, uyku düzeninin bozulması, cinsel isteğin azalması ve gözlerde kuruluk ortaya çıkabilir.
AĞRI, KANAMA VE BAŞ DÖNMESİ GİBİ BELİRTİLER HAFİFE ALINMAMALI
Kadın yumurtalığında olgunlaşan yumurta fallop tüplerine inerek rahme doğru ilerler. Fallop tüplerinde yumurtanın canlı kalacağı süre 24 saattir. Bu süre zarfında sperm hücresi ile döllenme sağlanırsa embriyo meydana gelir ve döllenen yumurta rahme doğu ilerlemeye başlar. Döllenmiş yumurta, herhangi bir nedenden ötürü rahme ulaşmazsa fallop tüplerinde kalarak dış gebeliğe sebep olur. Dış gebelik genellikle fallop tüplerinde, yumurtalıklarda, karın içinde ve rahim ağzında görülür. Rahim dışındaki diğer organlar embriyonun gelişimi için uygun olmadığından gebeliğin bir an önce sonlandırılması gerekir.
Dış gebelik erken dönemde normal gebelikle aynı şekilde belirtiler gösterdiğinden hastalar tarafından fark edilmesi zordur. Bulantı, kusma, adetin kesilmesi, memelerde hassasiyet gibi normal gebelikte de olabilecek belirtiler yaşanır ancak ağrı ve kanama şikayetleri var ise mutlaka dikkate alınmalıdır. Anne adayı özellikle yatış pozisyonunda omuz ve boyun ağrısı hissediyorsa derhal doktora başvurması gerekir. Oluşan ağrının sebebi iç kanamaya bağlı olabileceğinden bu semptomlar hafife alınmamalıdır.
Dış gebelik varlığında kırmızı ya da kahverengi renkte vajinal kanama görülebilir. Kanamanın şiddeti adet döneminde olduğundan daha az veya daha fazla olabilir. Hatta lekelenme oluşumu dahi dış gebelik belirtileri arasında yer alır. Fallop tüplerinde gelişen embriyonun oluşturduğu basınç ile bu kanallar yırtılabilir. Bunun sonucunda meydana gelen iç kanama hayati risk oluşturabilir. Kan kaybına bağlı olarak baş dönmesi, bayılma, güçsüzlük ve terleme görülebilir. Bu belirtilerin varlığında acil olarak en yakın sağlık kuruluşuna başvurulması gerekir.
TÜPLERLE İLGİLİ YAPILAN CERRAHİ İŞLEMLER DIŞ GEBELİK RİSKİNİ ARTIRABİLİR
Dış gebeliğin oluşumunda pek çok farklı faktör rol oynar. Dış gebelik yaşayıp hamile kalanlar kadınlar tekrar dış gebelik görülmesi açısından risk altındadır. Cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar fallop tüplerinde ve yakınındaki organlarda iltihaplanmaya sebep olarak dış gebelik görülme ihtimalini artırabilir. Tüplerde meydana gelen bir sorunu düzeltmek amacıyla yapılan cerrahi işlemler de dış gebelik riskini artırabilir.
İLERİ YAŞ HAMİLELERDE EN BÜYÜK TEHLİKE DÜŞÜK RİSKİDİR
40 yaş sonrasında yaşanan hamileliklerde hem anne hem de bebek açısından çeşitli sağlık problemleriyle karşılaşılabilir. Evlilik kararının geciktirilmesi, kariyer gibi sebeplerle çocuk fikrinin ilerleyen yıllar için planlanması söz konusuysa ya da yıllarca tedavi görülmesine rağmen pozitif sonuca 40 lı yaşlarda ulaşılmışsa gebelik sürecinin uzman doktorlar tarafından dikkatli bir şekilde takip edilmesinde fayda vardır. İleri yaş hamileliklerinde karşılaşılan en önemli risk düşük yaşanma ihtimalidir. İlerleyen yaşla birlikte miyom, şeker hastalığı ve hipertansiyon gibi hastalıklar hamilelik sürecinde düşük riskine yol açar. Bu nedenle 40 yaşından sonra hamile kalan kadınların sağlıklarına çok dikkat etmesi gerekir.
Anne adaylarına kalsiyum, folik asit, demir, D vitamini içeren besinlerden bolca tüketmesi, dengeli beslenmesi, alkol ve sigara gibi alışkanlıklardan uzak durması, kilo alımına dikkat etmesi ve yürüyüş gibi fiziksel aktiviteleri yapması önerilir. 40’lı yaşlarda hamile kalan kadınların dikkat etmesi gereken noktalardan biri de strestir. Bu yaşlarda yaşanabilecek stres, doğum riskleri açısından olumsuz sonuçlar doğurabilir ve erken doğum sürecini hızlandırabilir. Bu yüzden 40 yaş üstündeki anne adaylarının daima sakin, huzurlu ve pozitif kalmaya gayret etmesi gerekir.
TARAMA TESTLERİ BEBEĞİN FİZİKSEL VE ZİHİNSEL SAĞLIĞI HAKKINDA BİLGİ VERİR
40 yaş üstü gebeliklerde yapılan testler, bebeğin sağlıklı olup olmadığını ve herhangi bir düşük ya da erken doğum riski bulunup bulunmadığını ortaya koyar. İleri yaş hamileliklerinde yaşanabilecek riskler arasında down sendromu ihtimali de bulunur. Down sendromu, kromozomal bir bozukluktur ve tüm hamileliklerde oluşabilir. 20’li yaşlarda gerçekleşen gebeliklerde down sendromu ihtimali ortalama 1/1441 iken bu ihtimal 35 yaş sonrasında hızla artar. 40’lı yaşlarda gerçekleşen hamileliklerin 1/84’ünde down sendromu gözlemlenir. Bu nedenle 40 yaşından sonra hamile kalan kadınların gebeliğin erken evrelerinde tarama testleri yaptırması ve olası down sendromunu erkenden öğrenmesi önerilir.
Bebeğin fiziksel bir anomaliye sahip olup olmadığını araştıran tarama testleri, down sendromu ve zihinsel engellilik gibi sorunların tespit edilmesine de yardımcı olur. Bu amaçla 11-14 hafta arasında ikili test, 16-18 hafta arasında üçlü test, dörtlü test gibi tarama testleri yapılabilir. 40 yaş üstü gebeliklerde kromozomal anomali riski yüksek olduğu için annenin kolundan alınan kan ile anne kanına karışan bebeğe ait serbest DNA parçaları incelenebilir. Bu süreçte uygulanan testler, anne karnındaki bebeğin genetik dokusunun incelenmesini de sağlar. Bu amaçla koryon villus örneklemesi ve amniyosentez girişimsel testler de yapılabilir. Ayrıca 20-23 hafta arasında detaylı ultrasonografi incelemesi ile sakatlık ve risk taraması da yapılır. Bu incelemeler, bebeğin fiziksel gelişiminin detaylı bir şekilde analiz edilmesine yardımcı olur. Olası bir düşük ya da erken doğum riskinin tespit edilmesi durumunda gerekli tedbirler alınır ve gebeliğin sağlıklı bir şekilde devam etmesi sağlanır.
İLERİ YAŞ TÜP BEBEK TEDAVİLERİNDE GENETİK İNCELEME MUTLAKA YAPILMALI
STRESİ YÖNETEBİLMEK İÇİN ÇİFTLER BİRBİRLERİNE KARŞI ANLAYIŞLI OLMALI
Stres, belirli bir biyolojik tepkiyi tetikleyen unsurdur ve yoğun stres vücuttaki bazı hormonlarda dalgalanma yaratır. Stres ile stresin beraberinde getirdiği düzensiz beslenmeye bağlı fazla kilo kadınlarda adet düzensizliklerine ve yumurtlama problemine sebep olabilir. Erkek kısırlığı ve stres arasında da bir bağlantı bulunmaktadır. Erkeklerin yaşadığı uzun süreli stres, testosteron üzerinde güçlü olumsuz etkileri olan kortizol seviyesini yükseltir. Kortizol yükseldiğinde ise testosteron seviyesi düşüşe geçer. Stresi yönetebilmek adına çiftler bu ortak mücadele için birbirlerini dinlemeli ve anlayışlı olmalıdır. Ayrıca ezgersiz yapmak ve ruhu dinlendirmek adına yoga ve meditasyon gibi aktivitelere başlamak stresi hafifletmeye yardımcı olacak seçenekler arasındadır.
BAŞARISIZLIK KORKUSUYLA YÜZLEŞİLMELİ
Tüp bebek tedavisi yüksek bir başarı oranına sahip olmasına rağmen süreç her çift için aynı işlemez. Bu dönemde stresi yönetmek ve her adımda sakin kalmak oldukça önemlidir. Tüp bebek tedavisi gören birçok çift için başarılı olamayacakları düşüncesi stresin önemli bir kaynağıdır. Bu oldukça doğaldır, özellikle kısırlıkla mücadele eden çiftler için tüp bebek tedavisi yıllardır hayalini kurdukları aile için gerçek bir şansı temsil etmektedir.
Tedaviye başlayacak çiftlerin öncelikle başarısızlık korkusuyla yüzleşmesi gerekir. Başarısızlık ihtimaline odaklanıp endişelenmek yerine hamileliğe doğru başlattıkları yolculukta verdikleri çabayı ve hayallerine bir adım daha yaklaşmanının mutluluğunu yaşasınlar. Ayrıca ailelerinde ya da yakın çevrelerinde daha önce kısırlıkla mücadele etmeyen çiftler varsa bu durum kendilerini yalnız hissetmelerine neden olabilir. Çocuk sahibi olamama probleminin günümüzde çok yaygın bir sorun olduğunu bilip, sayısız çiftin anne-baba olabilmek için tüp bebek tedavisine başvurduğunu düşünerek yalnızlık duygusundan uzaklaşmalıdırlar.
AİLE BÜYÜKLERİ BASKI KURMAK YERİNE TEDAVİ SÜRECİNDE ÇOCUKLARINA DESTEK OLMALI
ARTAN ŞEKER DÜZEYİ ANNE VE BEBEK SAĞLIĞI ÜZERİNDE TEHDİT OLUŞTURABİLİR
Diyabet, kandaki şeker düzeyini dengeleyen insülin hormonunun eksikliği veya yeterince salgılanmasına rağmen vücutta kullanılamaması sonucu oluşan kronik bir hastalıktır. Diyabetin farklı tipleri vardır ve daha önceden diyabet teşhisi almamış olan bazı hastalarda gebelik sürecinde diyabet gelişebilir. Gestasyonel diyabet olarak adlandırılan bu durum mutlaka takip ve tedavi gerektirir. Aksi takdirde yüksek kan şekeri bebeğin ve annenin sağlığı üzerinde ciddi tehditler oluşturabilir.
Gebeliğin 5. ve 6. haftalarında yoğunlaşan nörolojik gelişim açısından yüksek kan şekeri büyük bir risk oluşturur. Şeker hastalığı, gebeliğin ilerleyen evrelerinde annedeki yüksek kan şekerinin bebeğe de ulaşması nedeniyle bebekte aşırı büyümeye yol açabilir. Özellikle gebeliğin 24. haftasından sonra kan şekeri regülasyonu düzgün yapılmadığı taktirde amniyotik sıvı normal sınırların üstüne çıkabilir ve bu durum erken doğumun tetiklenmesine neden olabilir.
Ailesinde diyabet hastalığı öyküsü bulunanlar, 35 yaşın üzerindeki kadınlar, daha önceden 4 kilogramın üzerinde bir bebek dünyaya getirmiş olanlar ve kilolu bireyler gestasyonel diyabet açısından daha yüksek risk taşır. Susuzluk veya çok su içme isteği, çok fazla yemek yeme ihtiyacı hissetmek, sık idrara çıkma, sürekli yorgunluk ve kilo kaybı gebelikte şeker hastalığını işaret eden belirtiler arasında yer almaktadır. Diyabet teşhisi almış olan hastalar hekimi tarafından önerilen tedaviye harfiyen uyum sağlamalı, diyabet ilaçlarını veya insülin iğnelerini düzenli olarak kullanmalıdır. Bu tedavi ilkelerine hassasiyet gösteren bireylerde kan şekeri kontrol altına alınarak hastalığın gebelik sürecini olumsuz etkileme riski ortadan kaldırılır.
FAZLA KİLO İNSÜLİN DİRENCİNİ TETİKLER
Hastalığın yol açtığı komplikasyonların çok büyük bir kısmı kan glikoz seviyesinin olması gereken aralığın üzerinde seyretmesine bağlı olarak gelişir. Diyabet hastalarında diyete önem vermek sağlığın korunması ve komplikasyonların önlenmesi açısından çok önemlidir. Vücuttaki kilolar arttıkça hormon dengesi de buna bağlı olarak bozulmakta ve vücut insüline karşı direnç göstermektedir. Obezite ve diyabet birbiriyle iç içe değerlendirilir ve artan kilolar beraberinde insülin direncini tetiklemektedir. Obezite sorunu ile beraber gebe kalan hastalarda özellikle düşük riskinde ciddi artış dikkat çekmektedir. Bu sebeple risk faktörlerini en aza indirgemek için anne adayının beslenme şekline çok dikkat etmesi, gerekli görüldüğü durumlarda bir beslenme uzmanından yardım alması çok önemlidir. Ayrıca diyabeti olan anne adaylarının günlük fiziksel aktivite yapmaları da önerilir. Düzenli egzersiz sayesinde insülin direncinin azaltılması, kan şekerinin düşürülmesi ve vücut ağırlığının azaltılması sağlanabilir.
ŞEKER HASTALIĞI TÜP BEBEK TEDAVİSİNİ NASIL ETKİLER?
FİZİKSEL VE HORMONAL BİRÇOK FAKTÖR ADET DÖNGÜSÜNÜ BOZABİLİR
Kişinin hiç adet kanaması görmemiş olması primer amenore olarak tanımlanır. Daha önce adet kanaması görmüş olmasına rağmen 3 ay boyunca art arda adet kanaması görülmemesi durumuna ise sekonder amenore denir. Hiç adet görmemek; kromozom ve hormonal bozukluklar, doğumsal anomaliler, üreme organlarında görülen gelişim bozuklukları gibi nedenlerden dolayı oluşur. Sekonder amenoreye sebep olabilecek faktörler ise depresyon, kemoterapi, steroid, kortizon kullanımı, doğum kontrol ilaçları, aşırı egzersiz, ani kilo değişimleri, dengesiz beslenme, tiroit ve hipofiz bezi hastalıkları, hormonal bozukluklar, kanser, polikistik over sendromu, rahim hasarları, psikolojik travmalar ve stres olarak sıralanabilir.
Beyinden hormon salınımını engelleyen her türlü durum adet döngüsünün bozulmasına neden olabilir. Doğumsal olarak beyinden hormonların salınmaması, hipofiz bezimizden salgılanan prolaktin hormonunun gereğinden fazla salınmasına neden olan adenonmlar, uyku düzeninin tamamen ortadan kalkmasına neden olan rahatsızlıklar, aşırı kilo kaybına neden olan yeme bozuklukları ve metabolizmamızı etkileyen her tür endokrinolojik rahatsızlık adet düzensizliğine yol açabilir.
ADET GÖRMEYİ ENGELLEYEN PROBLEM TESPİT EDİLMELİ
Kadınlarda adetin düzenli şekilde devam etmesi için beyinden hipofiz bezine bir uyarı yapılır ve FSH ile LH adlı iki hormon üretilerek kana geçirilir.Hipofiz bezinde üretilen bu hormonlar yumurtalıklarda folikül gelişimini uyarır ve yumurtlamanın gerçekleştirilmesini sağlar. Yumurtalıklarda gelişen foliküller östrojen ve progesteron hormanlarını üretir, bu hormonlar ise rahim iç tabakasının gebeliğe hazır hale gelecek şekilde kalınlaşmasını sağlar. Yumurtlamanın gerçekleşmesinin ardından gebelik oluşmamış ise yumurtalıklardaki progesteron hormonu salgısı durdurulur ve bu hormonun düzeyindeki ani düşüş adet kanamasını başlatır.
Rahim iç tabakasındaki dökülmeyle başlayan kanama ile birlikte vücut yeni bir adet döngüsüne başlar. Bu mekanizma içerisinde yer alan herhangi bir hormon, salgı bezi veya organa ilişkin bozukluk adet döngüsünde değişikliklere veya bozulmalara yol açabilir. Adet olmak yumurtlamanın bir sonucudur. Mekanizmanın doğru şekilde çalışmaması yumurtalıkların uyarılamamasına, dolayısıyla da yumurtlamanın gerçekleşmemesine neden olur. Yumurtlama olmamasının sonucu olarak da adet döngüsü gerçekleşmez. Düzensiz adet olma ya da adet görmeme şikayeti ile başvuran hastalarda atacağımız ilk adım ultrason ile muayene olur.
Ultrasonda yumurtalıkların ve rahmin durumuna bakmak gerekir. Ardından laboratuvar testleri ve radyolojik görüntüleme tetkikleri ile adet düzeninin kesilmesine neden olan etken saptanır. Yapılan hormon testlerinin sonuçlarıyla birlikte nasıl bir yol izleyeceğimiz şekillenmeye başlar. Adet kanaması oluşumuna engel olan etkenin saptanmasının ardından, ilaçlı ya da cerrahi yöntemler ile mevcut problem giderilir. FSH olarak adlandırdığımız hormon testinin sonucu çok düşükse beyinden salınması gereken hormonları dışarıdan iğnelerle takviye ederiz. Özellikle menopoz sürecine yaklaşılmış durumlarda başlıca adet düzensizliği sebebi yumurtlama eksikliğidir. Bu tür hastalarda mutlaka yumurtlamanın düzenlenmesi ve adet düzensizliğini giderecek tedaviler uygulanmalıdır.
ADET GÖRMEYEN KADINLAR TÜP BEBEK TEDAVİSİYLE GEBELİK ELDE EDEBİLİR Mİ?
ŞEHİR DIŞINDA OLAN HASTALAR GÜNLÜK GİDİŞ-DÖNÜŞLERLE TEDAVİSİNİ PLANLAYABİLİR
Tüp bebek tedavisi bir adetin başından itibaren sayacak olursak toplam 15-18 gün arasında sürmektedir. Bazı çiftler için tedavi öncesinde tüp bebek tedavisine hazırlık ilaçları başlanabilir. Bu da kullanılan protokole göre değişim gösterebilir. Tedavi başladıktan sonra hastanın ilk 3-4 günde bir ilaçlara verdiği yanıtı görmek için kontrole gelmesi gerekir. Şehir dışından gelerek tedavi olmak isteyen hastalarımızı tedavi öncesi bir kez mutlaka görmek isteriz ve ön değerlendirme yapabileceğimiz birtakım tetkikler talep ederiz. Tedaviye başladığımız aşamada ise 10-12 günlük yumurta geliştirme tedavisinin ardından yumurtalar toplanır. Hemen transfer yapılacaksa 5 gün sonrasında da transfer işlemini gerçekleştiririz. Embriyoları dondurup daha sonraki bir zaman diliminde transfer edeceksek hastamız yaşadığı şehre dönüş yapabilir, sonrasında günlük gidiş-dönüşlerle ara kontrollerini yaptırabilir. Embriyo transferi sonrası ise memleketlerine dönmeden önce 1 gün istirahat etmeleri önerilir.
ADET DÖNEMİNİN İLK GÜNLERİ TEDAVİYE BAŞLANIR
Tedaviye başlamak isteyen çifte ilk görüşmede çocuk sahibi olmaya engel olan problemler anlatılır ve yapılacak testler konusunda detaylı bilgi verilir. Kliniğe gelirken çiftlerden o zamana kadar yapılmış olan tüm tetkikleri, varsa rahim filmi, geçirilmiş operasyonlara ya da önceki tüp bebek tedavilerine ait raporları beraberinde getirmeleri istenir. Ayrıca çiftlerde herhangi bir kronik hastalık varsa bunlarla ilgili rapor ve bilgilerin de doktora ulaştırılması gerekir. Anne adayı adetin ikinci ya da üçüncü günü muayeneye gelir ve ultrasonda yumurtalıkların durumu değerlendirilir. Hastanın durumuna göre o gün içinde hormon değerlerine de bakılabilir. Sonuçlara göre, hastanın yumurtalıklarının uyarılarak çok sayıda yumurta gelişimini sağlamak amacıyla bazı hormon ilaçları verilir. Kullanılacak hormon iğneleri ile yumurtalıklar düzenli bir şekilde uyarılır ve çok sayıda yumurta gelişimi sağlanır.
Yaklaşık 8-10 gün süren hormon iğnelerinin kullanımının ardından çatlatma iğnesi uygulanır. Çatlatma iğnesinden yaklaşık 34-36 saat sonra yumurtalar, genel anestezi altında kısa süreli bir cerrahi işlem ile vajinal yoldan toplanır. Erkek hastadan alınan sperm laboratuvara iletilir ve burada gerekli işlemlerin ardından dölleme işlemine geçilir. Yumurtalar, uygun olan seçilmiş spermlerle döllenerek embriyo gelişimi için gözlem altına alınır. Transfer işlemi ise embriyo sayısına, gelişimine, yaşa, çiftin geçmiş deneme sayılarına ve diğer pek çok parametreye göre yumurta toplama işlemi sonrası 2 ila 6. günler arasında gerçekleştirilmektedir. Transfer işleminden 11 gün sonra ise anne adayına gebelik testi uygulanarak tedavi süreci sonlandırılır.
EMBRİYO DONDURMA YÖNTEMİ UYGULANIYORSA TEDAVİNİN SEYRİNDE FARKLILIKLAR OLABİLİR
Tüp bebek tedavisi sırasında kullanılan hormonların/ilaçların, belirli oranda rahim iç zarını olumsuz olarak etkileyebildiği görülmüştür. Bu durum kişiden kişiye ve kullanılan ilaç miktarına bağlı olarak değişkenlik gösterir. Bu olumsuzluğu ortadan kaldırabilmek için embriyolar dondurularak ilaç etkisinin ortadan kalkması beklenir. Rahim doğal yapısına kavuştuğunda, embriyolar çözülerek transfer işlemi gerçekleştirilir. Bu duruma ek olarak tüp bebek tedavisi sürecinde endometrium kalınlığı yetersiz izlendiğinde, polip tespit edildiğinde ya da transfere yakın zamanda kırılma kanaması olduğunda embriyolar dondurularak daha sonra transfer edilebilir.
Ayrıca Polikistik Over Sendromu olan hastalarda, eğer yumurtalıklar tedaviye aşırı cevap vermişse oluşan tüm embriyolar daha sonra transfer edilmek üzere dondurulabilir. Tedavi kapsamı içinde bu saydığımız durumlarla karşılaşılıyorsa ve embriyo dondurularak ilerleyen bir zaman diliminde transfer edilme kararı alınıyorsa tedavi sürecinin seyrinde farklılıklar yaşanabilir.
ADET DÖNEMİNDEKİ ŞİDDETLİ AĞRILAR DİKKATE ALINMALI
Çikolata kistlerinin en sık görülen belirtileri adetten önce ve adet esnasında görülen ağrı, cinsel temas sırasında ve sonrasında görülen ağrı, kısırlık, düzensiz veya fazla miktarda kanamalardır. Diğer belirtiler ise yorgunluk, adet sırasında ağrılı bağırsak hareketleri, sırtın alt tarafına yayılan ağrı, adet sırasında ishal veya kabızlık ve diğer bağırsak rahatsızlıkları olarak sıralanabilir. Çikolata kistleri yumurtlama fonksiyonunun bozulması ve tüplerin tıkanması gibi etkilerle kısırlık oluşturabilir. Hamile kalamama şikayetiyle başvuran kişilerin bir kısmında çikolata kisti olduğu gözlemlenir. Bu hastalık döllenmiş yumurtanın tutunmasını zorlaştırdığı gibi tüpleri tıkayarak spermin yumurtaya ulaşmasını da engelleyebilir. Bu yüzden tüp bebek tedavisi öncesinde çikolata kisti ile ilgili bir sorun olup olmadığına mutlaka bakılması gerekir.
LAPAROSKOPİ İLE KESİN TANI KONULUR
Hastanın şikayetlerinden çikolata kisti şüphesi duyulması ya da hastada kısırlık sorunu olması durumunda tanı amaçlı laparoskopi yapılabilir. Böylece hastada lezyon ve yapışıklıklar varsa bunlar rahatlıkla incelenebilir. Laparoskopi öncesi, vajinal ultrasonografi de tanı için yardımcı olabilir. Ultrason ile büyük olan çikolata kistleri görülebilir. Hastadan alınan hikaye ve görüntüleme teknikleriyle tanısı konabilen çikolata kistlerinde kalıtsal ve çevresel faktörler hastalığın gelişimini etkilemektedir.
Çikolata kisti tanısının konulması için hastalık odaklarının görülmesi ve dokudan alınan parçaya patolojik inceleme yapılması gerekmektedir. Bunun için hastaya laparoskopik cerrahi yapılması önerilir. Laparoskopi, genel anestezi altında göbek deliği yakınından açılan küçük bir kesi yoluyla karın içine girilerek yapılır. Böylelikle rahmin dışında konumlanmış dokuların yeri, kapsamı ve büyüklüğü hakkında bilgi elde edilebilir. Gerekli görülürse daha ileri testler için doku örneği alınabilir. Laparoskopik cerrahi ile hem kesin tanı konulabilir hem de tedavi uygulanabilir.
ÇİKOLATA KİSTİ OLAN HER HASTA AMELİYAT EDİLMEZ
Çikolata kistinin tedavisi hastanın yaşına, gebelik isteğine ve bulguların ciddiyetine göre değişiklik gösterir. Erken teşhis çikolata kisti olan kadınların anne olma ihtimali açısından da büyük önem taşır. Çikolata kisti olan hastalarda ilk seçeneğimiz medikal tedavilerdir. Her çikolata kistinin ameliyat edilmemesi gerekir çünkü bu kistler ameliyat edildiği takdirde hastanın yumurtalık rezervi azalabilmektedir. Eğer çikolata kisti ileri seviyelerdeyse ve cerrahi müdahaleyle iyileşme saptanamamışsa hasta, tüp bebek tedavisi ile bebek sahibi olabilir.
Çikolata kisti tedavisinde laparoskopik ya da klasik yöntemle yapılan cerrahi ile lezyonların çıkartılması veya yok edilmesi mümkündür. Bu nedenle çikolata kistlerinde genel bir yaklaşım vardır. 3 cm’nin altında olan kistlerin ameliyat edilmesi önerilmez. 3-5 cm arasındaki kistlerde ameliyat yaklaşımı olabilir. Bu noktada hastanın şikayetleri önemlidir; iyi bir değerlendirme yapılması gerekir, gerçek anlamda ihtiyaç duyulduğu takdirde ameliyat kararı verilebilir.