Lal…

Lal Șahbaz Kalender… Baştan aşağı kırmızı giydiği için lakabı; “lal”… Yakut kırmızısı, içi dışı, kan kırmızısı, Hüseyin kırmızısı, canı başı Hakk yoluna koymuşların, aşk ateşine yanmışların, cümle rengine boyanmışların kırmızısı… Lal!

Haberin Devamı

Geçtiğimiz perşembeyi cumaya bağlayan gece (yani bize göre mübarek cuma gecesi, ki günü geceden alırız), huzuru kıpkırmızı kana boyandı.. Aşıklar, lal oldu. Kalender, sustu! Kırklar meclisinden birinin bir yeri kanasa, hepsinin entarisi birden kan lekesi olurdu. O gece, o meclis kırmızıya doydu.

İblis fısıldıyordu, gök ile yer birbirine karıştığından beri sesi daha duyulur olmuştu, hele de duymak isteyenlere… Bu kez gönüllüsü İȘİD(DAEȘ) militanı bir kadın; Dergahta kendini patlattı. Fakir bu yazıyı yazarken, 100’e yakın can kaybımız, 200 civarı da yaralı olduğu bildiriliyordu.

Pakistan’ın Sindh eyaletinin Sehvan beldesinde, Allah dostu bir Sufi büyüğünün türbesi önünde; Çocuklar, kadınlar, yaşlı, genç, her inançtan insanlar, sığınmışlar farkların kaybolduğu bir mübarek beldeye, kendilerince ibadet ediyorlar. Jhulelal! Jhulelal! Davullar zurnalarla Hakk’a yürüdüler…

Haberin Devamı

Dost onları yanına aldı, en güvenli yere, çilelerin bittiği yere. İnşaallah bu, “Șeb-i Arus”tur mümin canlara.. Lakin bu düğün gecesinde, gelin de damat da kıpkırmızı, lal. Ve biz de şahidiz; Ya Zülcelal, dileriz bu kanlar olsun sana helal!

Böyle mi anılacaktın bu kez ey “Șahbaz Kalender”; ey -rahmetli “Nusret Fatih Ali Han”ın meşhur ettiği “Dam adam mast Qalandar” ilahisindeki(qawali)- “Her dem mest Kalender”? Ki “dem”, “nefes, kıvam, zaman, koku, içki” demenin yanında “kan” da demekti… Biz kalender olamadık demek ki, bize biraz güç geldi.. “Bu Kalenderilik atını herkes koşturamaz. Bu yokluk tavlasını herkes oynayamaz. Er gerek ki candan geçsin de senin aşkını can edinsin” (Hakim Senai)…

Neredeyse 800 yıl evvel Dünya üzerinde yürümüştü. Lakabı; Șahbaz… “Șahin” dediler, asil ruhundan ötürü. Hem Seyyid’dir, Hz.Peygamber(sav) soyundan(hani bırak evladını, sulbünü, can parçasını, saçının, sakalının bir teli üzerine titrediğimiz), atası Hz. İmam Cafer-i Sadık, babası Pir Seyyid Hasan Kabiruddin, annesi prensesti. Asıl adı; Seyyid Muhammed Osman Mervandi(1177-1275).

Maneviyata eğilimi küçük yaştan itibaren kendini göstermişti. 7 yaşında Kuran’ı ezbere biliyordu. Kısa zamanda alim oldu. Farsça, Arapça, Türkçe, Sanskrit konuştuğu diller arasındaydı. Șairdi. Esas önemlisi; ömrü boyunca aşkı, barışı, İslam’ı vaaz edecekti, gönül diliyle..

Haberin Devamı

Ve Mervandi Hazretleri bir manevi işaretle Hint coğrafyasına seyahate çıktı. Rivayete göre Tarik-i Sühreverdiye’den irşad olunmuştu. Yol arkadaşları; Sühreverdiye’den Bahauddin Zekeriya Hazretleri, Çeştiye’den Baba Ferid Ganjshakar ve Seyyid Buhari Hazretleri, ki onlara “Çar Yar(Dört Sevgili/Dost)” dediler. Hint/Pakistan alt kıtasının büyük oranda Müslüman olmasına vesiledirler.

Günü geldiğinde Hazret bugünkü Pakistan’ın Sehvan beldesine yerleşti, orada dergahını kurdu. Hak Teala lütfetti! Șahtı, Șahbaz oldu… Tasarruf sahibi, kerameti boldu. Halk ona hoşgörüsü, fukara dostu olmaklığı, cesaretle bozuk düzene karşı durabilmekliği, bağımsızılık özelliği, manevi mertebesinin yüceliğinden dolayı “Kalender” dedi, meşrebi buydu; Hz.Ali(ra) meşrepli… Lâl Șahbaz Kalender!

Haberin Devamı

Herkesi kucakladı. Öyle sevildi ki, mesela Hindu’lar onu su tanrıları “Varuna”nın reenkarnasyonu olarak kutsal kabul etmişlerdir. “Ehli Beyt” sevgisinden ötürü Șiiler onu kendilerinden sayar. Öte yandan gerek eğitimi, eserleri, gerek “Osman” ilk-ismi bizi “Ehli Sünnet” olduğuna inandırır.. Hazret ise adeta bizi bu farklılıkların ötesinde bir yere davet etmektedir; insanlığa.. Çünkü o bir Kalender Sufi’dir, Hakk aşığıdır, adamdır. Ayrılığa değil, birliğe davetkar, şeytandan taraf değil…

1356 yapım tarihli türbesinde (ki şöyle yazar üzerinde; “Hayderiyim, Kalenderim, Mestim, Ali Murtaza’nın bendesiyim, tüm rindlerin{sufilerin/evliyanın} başıyım, çünkü Yezdan{Allah} aslanının yolunda, köpeğiyim”) o zamandan bu güne Hindu, Müslüman, Yahudi, Hıristiyan, Sünni, Șii, beraber ibadet eder, zaman geçirir. İster zikir çeker, dua eder, ister aşka gelir raks eder, ister meditasyon yapar. Birbirini rahatsız etmeden, hoşgörü içinde ne istiyorsa yapar, ya da yapmaz; kimsenin kimseye musallat olacağı yer değildir ve bu özelliğiyle yalnız o bölgenin değil, tüm Pakistan’ın, hepimizin özlem duyduğu sevgi, barış atmosferini yansıtır.

Haberin Devamı

Böyle bir yere kim saldırır? Saldırdılar! Kalbimizi hedef almaktalar. Nasıl ki taktik savaşta köprüleri imha etmekle düşman, aramızdaki irtibatı koparmak, güçlerimizi bölmek ister, onun için bizi birleştiren değerlere saldırıyorlar.

Bakıyorum bazı yabancı haber kanalları da hemen “Șiilere saldırı” başlıkları atıyorlar, güya İȘİD’i de “Sünni”liğin temsilcisi olarak ima ediyorlar, ve Pakistan da ağırlıklı Sünni ya. Halbuki bizden iyi biliyorlar!

Pakistan’da uzun zamandır olmayan olaylar var; son birkaç hafta içinde 5 saldırı, senelerdir görülmeyen kayıplar… Pakistan; İran’la Hindistan arasında, Afganistan’la komşu, yukarıda da Çin… Anlaşılan şimdi tekrar oraları kaşıyorlar. Allah düşmanı, İslam düşmanı, insan düşmanı işbirlikçi örgütleri eliyle. Birileri… Belli ki din, mezhep çatışmaları çıkartmak maksatları, öfke ve nefreti körüklemek. Sonra da bakarsın “ne kızıyorsunuz yabaniler” derler.. Ve bizim iyiliğimiz için, bizi adam etmek isterler. Aman! Demek orası zayıf karnımız. Öyleyse hemen önlem almalıyız! Zira biz kardeşiz… Acilen, şeytanlaşanlara karşı safları sıkılaştırmalıyız.

Haberin Devamı

Lal Șahbaz Kalender türbesinin türbedarları, oradaki “hizmetkaran, dervişan, kalenderan”dan canlı kurtulanlar, ne birilerinin ibadet biçimlerini beğenmemesine, göz dağı vermek istemesine, ne de hükümetin tüm uyarılara rağmen yeterli önlem almamasına küsecek değillerdi elbet, 800 yıllık adet, madem bu yolun düsturu herşeyi Hakk’tan bilmek ve kıyamet gelse de, yine de elindeki fidanı dikmek, düşmanlık edenlere inat, bize ibret, her zamanki önlemlerini yeniden canlandırdılar, daha yerdeki kanlar dahi kurumadan ertesi sabah 3 gibi başladı vurmaya nakkareler.. Hakk, Hakk, Hakk!

Yaşanan krizin ardından kalbi yeniden atıyor türbenin şimdi, nöbete devam; gökyüzüne yükseliyor salavatlar, haykırışlar, “La ilahe illallah”, “Julelal”, “Haq Ali, Haq”, “Lebbeyk Ya Hüseyin”, “Meded Ya Allah”… Biliyorlar, inanıyorlar; Bu yolda bir sünnet, ölmek de var; inşaallah geçilecek sınavlar, boşuna değil hiçbir şey ve her işte mutlaka bir hayır var…

Vaktiyle Hazreti Lal Șahbaz Kalender’den hediye gelen lal yüzük taşıma bakıyorum da, sanki daha kırmızı bu gece, sanki içinde kıpırtılar, hayal meyal bir türbe.. Dinliyorum gözyaşlarıyla, sessizce… Buradaki Sufi ritüelinin adı “Dhamal”… Aşk ateşten gömlek, lal! Ya Selam, aşıklarının, şehitlerin yüzü suyu hürmetine, dileriz senden; “Cemal”… Ah, Nur’ül Ayn, Nur-u Cemal…

“Civanmerd derviş zamana emreder, der ki: ‘Sen Hakk’ın kuluna tabi olmalısın’. (Ey zemane) benim hengamelerime sen dayanamazsın, (eğer istersen) imanlı bir erin gözünden sıvışıver, kaç. Benim gemiye, kaptana ihtiyacım yok. Eğer sen coşkun akan ırmak dahi olsan suyunun sathını alçaltmalısın. Senin sihrini bozan benim tekbirim değil mi idi? Eğer cesaretiniz varsa iddiamı reddedin. Kalender, güneş, ay ve yıldızlardan hesap sorar. O zemane üzerinde bir binicidir, altında binek değil.” (Muhammed İkbal-i Lahori) Huu

Yazarın Tüm Yazıları