Paylaş
YENİ BİR İTALYAN
İtalyan mutfağını genel olarak çok severiz, Akdeniz ya da Dünya mutfağı olarak kendini tanımlayan birçok restoranın menüsünde İtalyan mutfağına ait yemekler yer alır. Ancak bu sevgiye, ilgiye karşın İstanbul’da özgün İtalyan restoranlarının sayısı sanıldığından çok daha az.
İki ay kadar önce Conrad İstanbul’un içinde açılan Monteverdi Ristorante özlediğimiz zarif, küçük ve şık bir İtalyan lokantası ruhunu yaşatacak gibi görünüyor. Hem yemekleri hem de kapıdan girer girmez insana İtalya’da hissini veren klasik öğelerin ağır bastığı dekorasyonuyla.
Adını geç Rönesans, erken Barok dönemi ünlü İtalyan besteci Claudio Monteverdi’den alan restoranın mutfağının başında Nicole Scandella var.
Menüde ağırlıklı Lombardiya mutfağının yemekleri yer alıyor. Nicole işini aşkla yapan şeflerden, güler yüzüyle masaları dolaşıp sohbet etmesi de yemeklerini anlatması da çok hoş.
Kılıç balığı karpaçyo, karides kokteyl, İtalyan peynirleri ve kürlenmiş ve füme et tabağı, kalamar tava, arancini, mevsim mantarlı taze trüflü pizza, balkabaklı gorgonzola krema, çıtır prosciutttolu risotto ve hiç vazgeçemediğim tiramisu bugüne dek tattığım en iyi örnekler arasındaydı.
Monteverdi’ye iki kez gittim ikisinden de çok mutlu ayrıldım. Ama ikisinde de ana yemeklere yer kalmadı. Çok övgü alan tabaklardan Osso Bucco ve Merluzzo için havaların iyice soğumasını bekliyorum.
Montaverdi’nin barında hazırlanan kokteylleri da en az mutfağı kadar başarılı. Bar şefliğini aynı zamanda miksolojist olan Zeynep Özgüvenç üstlenmiş. Restoranın Someliyesi ise 2024 Sommelier Yarışması Birincisi Türker Serdar Sümer.
YENİ BİR FRANSIZ
Beymen’in içinde, tüllerle ayrılmış bir alandan geçerek girilen Bardot daha ilk anda Fransa’nın dünya sinemasına armağanı Brigitte Bardot’u anımsattığı için bana Fransız restoranı gibi geldi.
Mekân da zaten lüks bir Fransız restoranı gibi tasarlanmış. Kapıdan girdikten sonra bir mağazanın restoranı duygusundan uzaklaşıyor başka bir yerdeymiş gibi hissediyorsunuz.
Bardot’un genel koordinatörlüğünü ünlü şeflerimizden, adı Mehmet Gürs gibi Mikla ile özdeşleşen Cihan Çetinkaya üstlenmiş. Mutfağın başında ise genç şef Fatih Günışık var.
Menüden seçtiğimiz yıllanmış manchego peyniri eşliğinde kurutulmuş İspanyol dana eti, deniz ürünlü risotto, ızgara karides, yumurta ve trüf mantarlı dry aged dana burger ve ardından tattığımız yuzu sufle ile yanında böğürtlen sorbe ile çikolata ganaj tart yaratıcı dokunuşları olan çok lezzetli tabaklardı.
Bu tarz yerler genellikle alışveriş molası verilen öğlen saatlerinde çok yoğun olur. Akşam yemeğinde neredeyse 120 kişilik restoranın tümden dolu olması da sanırım lezzet-kalite- fiyat üçlüsünün uyumunun önemli bir göstergesi...
FARKLI İKİ KÜLTÜR BİR TABAKTA
2004 yılında Londra’da çağdaş Japon Mutfağı’nın temsilcisi olarak açılan, en büyük özelliği restoranın ortasında Robata ızgarası olan Roka’nın dünya genelindeki dokuz şubesinden biri iki yıl önce Galata Port’ta açılmıştı. Kısa sürede İstanbul’un da önde gelen Japon restoranları arasına girdi.
Roka’nın başarısının ardında açılışından itibaren mutfağın başında olan şef Suna Hakyemez’in payı büyük. Bir süre önce Türk ve Japon mutfak kültürlerini bir araya getirmek amacıyla kurgulanan ‘Şef Buluşmaları’ projesinin ilki Maksut Aşkar ile gerçekleştirilmişti. Geçen hafta ise Hakyemez ve ülkemizin bir diğer ünlü şefi İnanç Çelengil birlikte mutfağa girdiler.
Menüde trüflü yuzu sos ile palamut sashimi, ‘bottarga’ ile ton nigiri; yuzulu susam sos ve pankolu ızgara Yedikule marul, dana ilik teriyaki ve çıtır kokoreç, balkabağı sundae, tahinli mochi dondurma gibi iki farklı kültürün önde gelen malzemelerinin ve tekniklerinin başarıyla harmanlandığı tabaklar vardı. Böylesi iş birlikleri farklı mutfakları, farklı tarzları olan şefleri birbirlerine yaklaştırdığı kadar zenginleştiriyor da...
Paylaş