Özel okulların, karmaşayı yönetme biçimlerinde su yüzüne çıkan farklarının oldukça değişken olduğunu görmekteyiz. Kimi okulların 7- 8 varan online ders sistemi ve üzerine üç saat daha evde soruların verilmesi, kimi okulların makul orandaki ders sistemleri ile birlikte ödev ve projelendirme sistemlerinin tek başına başarıyı yakalayabileceğinden bahsetmek ise oldukça zor.
Birçok özel okulun ilk hedefinin akademik başarı çabası, yeni dönemde yerini, yeni nesil becerilere, hobi, sanat ve spor dalları ile okulun iç içe geçerek yeni hayat rutini oluşturmasına, teknolojinin 7'den 70'e herkesin öğrenmesi gereken elzem bir kavram olduğunun bilincine, insan ilişkilerinin yeniden düzenlenerek okul-aile iletişim hattının ayrı bir başlık altında ele alınması gerektiğine ve en önemlisi, yıllardır olması gereken aktif ebeveyn katılımının önemine bıraktı.
Ekonomi ve üretim ağırlıklı olarak iş dünyasının, değişkenlik, muğlaklık, belirsizlik ve karmaşıklık kelimelerinin baş harflerinden oluşan KOMB (V.U.C.A) kavramı, sektörün bir parçası haline getirilerek, şirketler ve yöneticiler tarafından kriz eylem planı ile zorlu durumlara karşı ön hazırlık niteliği taşımaktadır. Eğitimde VUCA kavramının gerekliliği, önleyici ve kriz durumlarına yönelik bir eylem planı ihtiyacını bir kez daha hissetmekteyiz.
Bu denli karmaşanın yanında ne yazık ki eşitsizlik de beraberinde gelmekte, bu eşitsizliğin olumsuz izlerini gelecek iki sene içerisinde öğrencilerimizde görecek olmak ise üzücü bir biçimde uykularımızı kaçırmakta ve bu alanda uygulamada neler yapılabilir düşüncesi ile paydaşlarla sürekli çalışmalarımız devam etmektedir. Devlet okullarının öğretmen insiyatifindeki online derslerinin verimsizliği, yeni okumaya geçen çocukların okuma ve yazmalarındaki gerilemeler, sınav sürecinde olup en verimli geçmesi gereken zamanlarında online eğitimin yetersizliği ile birlikte öğretmenleri tarafından destek göremeyen binlerce çocuk, yeni döneme öğrenme kayıpları ve disiplin eksiklikleri ile başlamanın verdiği üzücü bir tablo...
Eğitim liderleri, yöneticileri ve öğretmenleri olarak telafi etmemiz gereken kayıp bir zaman var. Özel okul yöneticilerinin yıllardır süren rekabetlerinin bu dönemde iş birliğine dayalı çözümler üretmek adına fikir birliğine giderek öğretmenleri her yönden desteklemeli ve ebeveynlere eğitim içerisinde aktif bir rol alacak şeklide yeni dönemi düzenlemelidir. Geçmişin getirdiği olumsuz ebeveyn okul ve öğretmen ilişkisinin artık yıkılması ve yeni bir ilişki modelinin geliştirilmesi gereken bir devrim sürecinin içindeyiz.
Öğrencisi olan her ebeveyn, çocuğunun eğitim hayatı boyunca okul ve öğretmen ile bir ortaklığa girmiş durumdadır. Bu ortaklığın yegane normu ise iş birliği içerisinde hareket etmektir. Fakat, ağırlıklı olarak bizde olan ve süre gelen durum, ebeveynin çocuğunun eğitim yükünün tamamını okulun ve öğretmenin sırtına yüklemesi ve çocuğun herhangi bir sorunu karşısında sorumluluğu karşı tarafa yükleyerek, suçlama içerisinde girmesidir. Özellikle özel okullarda sıkça rastlanan bu durum, ne yazık ki ebeveyn eğitimlerinin, aile seminer ve atölyelerinin genel hatalarının “çocuk merkezli” olmasından kaynaklanmasıdır.
İster özel ister devlet okulu olsun yapılan işin hesap verilebilirlik ve şeffaflık politikası süreklilik arz ettiği sürece, eğitim kalitesinin veli iş birliğinden ve kutsal bir görev yapan öğretmenlerin kendilerini kuruma ait hissedecek bir politika ile harmanlanması gerektiğini ön görmekteyim.
Ebeveynlerin, eğitimde aktif katılım sağlamaları, öğretmen ile olan pozitif ortaklıkları, çocukların öğrenim başarılarına doğrudan olumlu etki etmektedir. Online eğitimin gerçekleştirildiği günümüz şartlarında, ebeveynlerin çocukları ile ev ödevlerini yapmaları, birlikte rutin oluşturarak organize olmaları hem öz disiplin oluşturma hem akademik ve duygusal gelişime destek hem de aile bağlarındaki güçlenmeleri beraberinde getirecektir.
Howard Gardner’ın Çoklu Zeka Kuramı’na göre, bireyin zekasını gösteren birçok beceri ve yön vardır. Bu, herkes için tek bir zeka tipi olmadığı anlamına gelir. Gardner 9 zeka türünden bahseder. Bunlar; uzamsal zeka, kinestetik zeka, müzikal zeka, sözel zeka, içsel zeka, sosyal zeka, matematiksel zeka, doğasal zeka ve varoluşsal zekadır. Çocukların ise bu zeka türlerini, sosyallik ve iletişim becerisiyle, deneyimledikleriyle, problem çözme teknikleriyle, öğrenip hayatlarına katabildikleri nice farklı tutumlar ile hem gözlemleyebiliyor hem de de test teknikleri ile destekleyebiliyoruz.
Bazen ebeveynler, okuldan gelen ödevler için çocuklarına yardımcı olmak isterler, bunun için çocuklarını karşılarına alır, kendilerinin anlayacağı tarzda çocuklarına aktarmaya çalışırlar. Fakat bazı ebeveynler için bu başarısızlık ile sonuçlanır, çocuklar açısından ise tam bir işkencedir çünkü onun öğrenme tarzı ile ebeveynin öğretme tarzı zıtlık oluşturabilmektedir. Okulda konuya tam olarak hakim olamamış olan çocuk, ev ortamından da destek alamayınca kendini yetersiz hisseder, derslere ve okula karşı soğuyabilir. Aile içi huzursuzluklar başlayabileceği gibi, ailede zayıf ilişki bağlarına bile sebep olabilmektedir.
Okullarımızda nasıl ki, önleyici rehberlik çalışmalarına yer veriliyorsa, ev içinde de bu tip durumların yaşanmaması adına önleyici bir ebeveynlik çalışmasına başlamak için tam sırası. Okullarımızın açılmasına kısa bir zaman kala, özellikle online eğitim sürecinde üzerimize düşen görev ve sorumlulukları da hesaba katarsak, öğretim adına öğrenmemiz gereken birçok konu mevcut.
Her ebeveyn çocuğunun yeteneklerini, ilgi alanlarını, hoşlandıklarını veya sevmediklerini bilir. Bazı çocuklar müzik ve dans ile çok ilgili iken kimisi kitaplarla, kimisi doğa ile daha fazla ilgili olabilir. Çocuğunuzun öğrenme stilini keşfetmenin onu etiketlemek olmadığını söylemek isterim. Çünkü kimi zaman öğretmenler dahi bu hataya düşmekte, çocuk hangi alanda ağırlığı varsa yalnızca o alana yönelik çalışma yapılmakta ve diğer zeka becerileri görmezlikten gelinmekte yahut geliştirilmemektedir.
Ebeveyn olarak çocuklarınızın hangi zeka alanında güçlü olduğunu biliyorsanız, ilgi alanları yönünde etkinlik planlayabilir ve öğrenme sürecindeki güçlüklerine de destek verebilirsiniz. Çocuğunuzu tanıyor olmanız, kişisel öğrenme yeteneğine saygı duyuyor olmanız, yakın zamanda içinde bulunacağımız akademik dönemi en faydalı biçimde geçirmemize olanak sağlayacak ve çocuğunuz ile aranızdaki güveni pekiştirecektir. Bireysel öğrenme stilini keşfeden ve bunun farkındalığını yakalayan bir çocuk hayatı boyunca öğrenme yolcuğunda kendine güven sahibi ve kendini tanıyan bir birey olacaktır.
Çocuğunuzun hangi zeka türünde daha baskın olduğunu öğrenmek için sizlere hazırladığım listeyi gözden geçirebilir aynı zamanda okul rehber öğretmeninizden çocuğunuz için çoklu zeka envanteri uygulamasını ve ardından detaylı raporunu isteyebilirsiniz.
Ebeveynler olarak sizlere yardımcı olacak bu listeyi gözden geçirin ve çocuklarınızı tanımladığınız kısma + işaretini koyun. Çocuklarımız tek bir alanda olduğu gibi birçok alanda baskın özellik gösterebilir. Baskın alanları kullanarak diğer alanları desteklemek ve geliştirmek için okul rehberlik servisi ile iletişime geçmekten lütfen çekinmeyin.
Dilbilimsel-sözel zeka türü için;
Kendilerini alışık olmadıkları bir dijital eğitim döngüsünün içinde bulan aileler ve öğretmenler, eğitimin kalitesinin düşeceğine, çocukların öz disiplin sağlayamayacağına, öğretmenlerin harmanlanmış ve seyreltilmiş öğrenim modeline yeteri kadar hakim olamadıklarına kadar birçok soru akıllarını kurcalıyor. Bunun yanında üstün potansiyelli çocukların seyreltilmiş müfredat ile karşı karşıya kalması, yeterli desteği göremeyen tanılı çocukların akademik ve sosyal gelişimlerinin nasıl geliştirileceği ise yeni nesil çözümler gerektiren bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bilindiği üzere okulların çevrimiçi eğitim ile başlaması ardından kademeli olarak, öncelikli seçili sınıflar ile yüz yüze eğitim modeline geçilmesi, ardından ara sınıfların yarı yarıya bir sayı ile eğitime başlaması önümüzdeki en olası senaryoyu oluşturmaktadır. Mart ayı itibariyle okullarından kopan öğrencilerin geçen onca zaman içerisindeki öğrenme kayıpları, EBA ve öğrencilerin kendi öğretmenleri ile gerçekleştireceği dersler sayesinde telafi edilebileceği yönünde.
Senaryonun bu şekilde olması ihtimali, Mart ayında yaşanan sorunların sonbaharda okulların açılması ile tekrardan gündeme geleceğine ihtimal vermemize sebep oluyor. Nedeni ise; başta yeterli altyapıya sahip olamayan aileler (internet olsa dahi, maddi olarak güçsüzlük), öğrencilerin öz disiplinlerindeki eksiklikler, ebeveynlerin bu süreçte nasıl hareket edeceğini bilememesi, aile içi huzursuzluklar, çocukların ve ailelerin kaygı sorunları ve korkuları, kalabalık sınıflardan dolayı online eğitimde yeterli disiplin ve istikrarın sağlanamaması, çevrimiçi öğretim esnasında sınıf kontrolünün sağlanamaması gibi durumlar olarak karşımıza çıkmaktadır.
Fakat diğer yandan özellikle, özel okullarda güçlü teknolojik alt yapı desteği, her öğrenciye ulaşabilme imkanı, öğretmenin az sayıdaki öğrenciler ile etkin sınıf kontrolü, öğrencinin derse katılımlarında destekleyici tutum, istikrar, geri bildirimler ve disiplin politikaları, gelecek dönem için ve belirli bir kesim için umut vericidir.
Her iki durumda da üzerinde sıklıkla durduğum bir konu var ki, o da ebeveynlerin bu süreci nasıl takip edecekleri konusunda yeterli bilgi ve beceri ile donatılmaları gerektiğidir. İnternet sayfalarında bolca hizmet içi öğretmen eğitimlerine tanık olurken, ne yazık ki sıkça iş birliği içerisinde bulunacakları ve en büyük destekçileri olacak olan aileler, bilgilendirilme sürecinin gerisinde kalmaktadır. Üzerine ise, eğitim uzmanlarının yenilikçi ve çözüm üretici olmayan, eleştirel tavırları aileleri bir hayli tedirginliğe itmektedir.
Ünlü İran şairi Sadi’nin de dediği gibi, “İki şey ruhumuzu karartır, biri konuşacakken susmak, diğeri susacakken konuşmak.” Bu söz, gündemimizdeki sorunları ve tedirginlikleri görmezden gelerek, aileler ve öğretmenler ile empati kuramayan, kültürel etkinin öneminin farkına varamayan eğitim uzmanları için hatırlatıcı olmalıdır.
Biz öğretmenler her mecrada eğitimin temeli dediğimiz, ilk mentörler dediğimiz ailelerin yanında, destekleyici ve yol gösterici bireyler olmakla sorumluyuz. Öğretmenler şu sıralar çevrimiçi eğitim planlaması ile meşgulken, aileler ise okula dönüş yolunda çocukları için atacakları adımlar konusunda sayısız senaryolar ile uğraşmakta. Ailelere bu sistem içerisinde nasıl davranacaklarını, çocuklarının akademik ve öz disiplin sorunları ile nasıl başa çıkacaklarını ayrıntılı ve uygulamalı bir biçimde anlatmak öncelikli tutumlarımızdan biri olmalıdır.
Öğrenme kayıplarının bir hayli yaşandığı pandemi sürecindeki eğitim boşluğunda, aileler online eğitim sisteminde çocuklarına nasıl yardımcı olabilir ve evde öğrenmeyi nasıl destekleyebilirler?
Çalışma düzeni pandemi sürecinin başından itibaren sekteye uğramayan, görevine devam eden ebeveynlerin çocukları, çalışan aile fertlerinin azimlerine ve aileye olan sadakatine, bağlılığına öz güvenine tanık olmuş oldular. Aynı zamanda aile sorumluluğunun ne demek olduğu, bu zorlu süreçte aile olmanın değerini, geçimi sağlamak adına korkuları ile birlikte evden çıkan ve aynı korku ile eve gelen anne babalarının kıymetini, emeklerini, çocuklar bir kez daha gördüler.
Yardımcı ile büyümeyen, tüm sorumluluğu tek başına göğüslemeye çalışan ev hanımı anneler için durum biraz daha zorlayıcı bir haldeydi. Evin sorumluluğu haricinde, çocukların akademik ve disiplin yükünü de üstlendiler. Uzaktan eğitim ile başlayan çaba, anneleri dijital platformlara bir nebze olsun adım attırmış oldu. Fakat, okullar arası eğitim uçurumlarında; bazı öğretmenlerin e-öğretime katılmamasını, bazılarının birkaç ders sonra bırakmasını, bazılarının sabah 8.30'da disiplinli bir biçimde derslerinin ve öğrencilerinin sorumluluğunu alarak son güne kadar devam etmesini gözlemledik.
Bu eşitsizlik durumunda, özellikle okula yeni başlayan ilkokul kademesi öğrencileri ve sınav öğrencileri en olumsuz biçimde etkilenen kesim oldu. Süreci kendi lehine çevirebilen öğrencilerde ise; iki durum gözle görülür bir biçimde fark yaratmalarına sebep oldu. Bu durumlardan ilki; ebeveyn desteği, ikincisi ise çocuğun öz disipliniydi.
Zorlu süreci el ele atlatan, birlikte çaba gösteren, çocuk açısından anne babaya yardım, ev işlerine yardım, anne ve baba açısından ise akademik ve sosyal, duygusal ve davranışsal gelişimi destekleyici tutumlar aile içi dinamiklerin güçlenmesine ve hayat boyu kalıcı bağlılığın temellerinin atılmasına vesile oldu. Bu ailelerin özelliklerine bakıldığında, gözle görülür biçimde dikkat çeken nokta; anne baba olarak çocuklarının küçük yaşlardan itibaren öz disiplin becerilerini geliştirmeye yönelik tutumları ve çabalamalarıydı.
E-öğretimden yeteri kadar faydalanamayan, eşit olamayan eğitim sürecinden geçerek sınavlarda başarı sağlayan, ilkokul kademesinde edinmesi gereken akademik kazanımları sene sonunda misli ile edinen ve hatta üzerine koyan çocuklar nasıl başardılar? Kitap okumak için ödüllerle motive edilen çocukların, pandemi sürecinde kitap okumaya başlaması, kendini ve yeteneklerini keşfederek ilgi alanlarının çoğalması, el becerilerine ek olarak mutfak deneyimi kazanması gibi farklı edinimler nasıl oluştu, bunları güdüleyen ne idi?
Çocukların kendi kendini yönetebilme, geliştirebilme, kendini fark edebilme gibi önemli detayların altında yatan sebep aile tarafından kazandırılan öz disiplindir.
Öz disiplin ve organizasyon becerisi neden önemlidir, çocuğa ne kazandırır?
Öz disiplin, bireysel amaçlara yönelik uzun vadeli planlamalar yapmayı ve bu plan doğrultusundan bugünden çalışmayı gerektirir. Yapılması gereken bir işi ertelemek ve ertelememek arasındaki ince çizgide karar verici olan, sahip olduğumuz öz disiplin mekanizmasıdır. Bu becerimiz ne kadar yüksek olursa, başarıya ulaşmamız o denli kaçınılmaz olur.
Pandemi kararı ile okullara ara verildiğinde, öğretmenlerin çevrimiçi eğitimlere devam edip etmediği, her öğrencinin derslere katılıp katılmadığı, özel okullar ve devlet okulları arasındaki eşitsizlikler, çocukların gelişim ve öğrenim süreçlerinde edinmeleri gereken kazanımlara sahip olup olamadıkları gibi birçok konu ve soru işaretleri ile dönemi bitirmişken, yeni eğitim ve öğretim yılının gelmesi ile birlikte ailelerin tedirgin duygu durumlarına bir de belirsizlik eklendi.
Yıllardır dünya genelinde çalışılan, zaman zaman ülkemizde de denenen ancak pandemi süreci ile birlikte gündeme hiç düşmemek üzere gelen blended-learning (harmanlanmış) eğitim modeli ile hibrit eğitime geçiş planı bizleri yeni ve belki de kalıcı bir eğitim dünyasına sürüklüyor.
“Okul” kavramına bakışımıza yeni bir boyut kazandıran bu sistem, kalabalık sınıflarda öğretmeninin ensesini izleyerek ders anlamaya çalışan çocukların yaşadıklarına ve eğitimin dört duvardan ibaret olması gerektiği inancına doğal başkaldırı niteliğindedir.
Değişen bu durum, özellikle alfa nesli çocukların, öğrenme süreçlerindeki sorumluluklarına bireysellik katmaktadır. Artık her çocuk kişisel öğreniminden ve disiplininden büyük ölçüde sorumlu olacakken, bizlerin de bu konuda aile ile nasıl iş birliği yapacağımıza dair daha fazla kafa yormamız gerekmektedir.
Okulların bunca zaman kapalı kalması, çocuklar için ciddi öğrenme kayıplarına, öz disiplin sorunlarının oluşmasına, gittikçe artan sosyal medya kullanımına ve işlevsiz oyunlarla daha fazla vakit geçirmek gibi birçok istendik olmayan durumlara sebebiyet vermiştir. Ailelerin ve öğrencilerin büyük bir kısmında akademik anlamda ev çalışmaları durmuş, çocukların, konsol oyunları ve internet kullanımları bazı ailelerde kontrolden çıkmış durumda. Bu durum yanında uyku ve beslenme düzenindeki negatif değişimleri de beraberinde getirmiştir.
Özel okullar ve devlet okulları arasındaki süreci yönetme ve öğrenci kazanımlarına göz attığımızda ne yazık ki eşitsiz dağılımı görmekteyiz. Madalyonun korkutan yüzü ise, çocuklarda akademik olarak atılamayan bazı temellerin, başarısızlık olarak dönüp dönmeyeceği değil, başarısızlık korkusunun bir ömür boyu kalıcı olup olmamasıdır.
Uzun süren okul boşluğu ile anaokulu ve ilkokulun ilk yıllarındaki çocukların, sosyal, duygusal ve benlik gelişimleri de zarar görmektedir. Hibrit eğitim, bu çocukların, sosyal etkileşim, iletişim, grup içinde davranışlar, duygusal beceriler, farklı bakış açılarına sahip olabilme, sorgulama, sorumluluk alabilme gibi yetkinliklerine de bir nebze olsun katkı sağlayacaktır.
Yayınlanan bir derlemeye göre, karantinada kalan çocukların ve ailelerinin travma sonrası stres düzeylerinin, karantinaya alınmamış olanlardan dört kat fazla olduğu tespit edilmiştir. Okul süreci boyunca çocuklar ile düzenli görüşmeler yapan, gelişimlerini yakından takip ederek aileler ile sürekli iş birliği içerisinde hareket eden okul rehberlik ve psikolojik destek biriminin, okullar açıldıktan sonraki eylem planı, gündemimize almamız gereken en önemli detaylardan bir tanesidir.
Değerler eğitimi, insan yaşamının ilk yıllarında ailede, ardından arkadaş çevresi, okul ve iş hayatı olarak informal biçimde, deneyimsel öğrenmeye bağlı olarak, plansız bir şekilde gerçekleşir. Yaşamın ilk yıllarında atılan temeller, ailenin kültürüne, inancına, yaşam şartlarına ve eğitimine göre şekillenir. Eğer ailede sınır boyutta dahi benmerkezcilik, farklı kültürlere saygı duymama veya aşırı mükemmeliyetçi tutumlar söz konusu ise, çocuğun bu bilinçle büyüyerek bulunduğu ortamlarda istenmeyen ve dışlanan kişi olması kaçınılmazdır. Benzer örneği, diğer inanış ve davranışlar için de düşünebiliriz.
Dünyanın neredeyse her yerinde bu tip istendik olmayan durumlara karşı mücadele edildiği aşikar olmakla birlikte, hedonist bir neslin azımsanamayacak kadar mevcut olduğunu da söylemek isterim. Oysaki, tüm insanlığın aynı dili konuşabildiği alandır “evrensel etik değerler” ve şu zamanlarda en çok ihtiyacımız olan.
Ailede başlayan bu eğitimin faydalı olduğu kadar, negatif yanları ve boşlukları hakkında birkaç söz edebilirim. Aşırılığın her boyutu, hoşgörünün üstünü kapatacak kadar zararlıdır. Bu noktada okulların erken müdahalesi (Etkin veli eğitimleri, yapılandırılmış ev çalışmaları, evrensel değerler için planlanan aile katılımlı çalışmalar vb.) değerler eğitiminin formal ve non-formal biçimde yapılandırılıp hayata geçirilmesini elzem kılmaktadır. Bu eğitimin, yalnızca ve tek başına okulun sorumluluğunda olduğunu söylemek yanlış olacağı gibi yalnızca aile sorumluluğunda olduğunu savunmak da bir o kadar hatalıdır.
Aksi durumları göz önünde bulundurup, çevremize dikkatli ve meraklı gözlerle baktığımızda karşılaştığımız tablo pek de iç açıcı değildir. Örnek vermek gerekirse; bir çocuğun yoğun ve baskıcı bir düşünce sistemi veya aile tutumları ile büyütüldüğünü düşünelim, kendi aklı ile düşünmeye başlayana kadar kendi gibi olmayanlara bakış açısını tahmin edebilirsiniz sanırım.
Ülkemiz, coğrafyamız, kültürümüz ve insanımız bakımından en şanslı konumda olduğumuzu gönül rahatlığı ile söyleyebiliriz. İnsanlığın, karma medeniyetlerin doğuşu ve varlıklarını özgürce sürdürebildikleri, hoşgörü ve sevgi kavramlarına bakış açıları ile dünyaya örnek teşkil eden bir neslin devamıyız.
Üzülerek söylemek gerekirse, günümüzde yolunda gitmeyen bazı durumlar var. Bu durumlar Milli Eğitim Bakanlığımızın gözünden kaçmamış olacak ki, erken eylem planı ile tüm okullarımızda uygulanmasını gerekli kılan bir eğitim gündeme geldi. Bu eğitim “Değerler Eğitimi” olarak maddeleri ve kazanımları ile eğitimcilere on yıl öncesinden sunulmaya başlandı. Bu eğitime başlanmasından bu yana yetişen bir nesil, en fazla on yıldır değerler eğitimi kapsamındaki uygulamalar ile tanıştı.
O halde neden çocuklarımızdan ve gençlerimizden bahsederken hoşgörü, empati, saygı, adalet, iyilik gibi kavramlarındaki eksikliklerden söz edilebiliyor? Resmi yazıda yalnızca etik değerlerin kazandırılmasından değil, topluma faydalı projeler üretme, estetik duygu ve yaratıcılık becerilerini geliştirme, üretkenlik ve sosyal ekonomiye katkıda bulunmak gibi kazanımlara da yer verilmişken, neden on yıl içerisinde bu kazanımlar ile dünyanın her yerinde ses getiremediğimizi biz eğitimciler olarak düşünmemizin vakti gelmedi mi?
Nerede yanlış yapıyoruz, ne yapmamız gerekir?
Zeka kavramı ile ilgili birçok tanım yıllardır yapılmakta ve bizler de bu tanımların birisini alıp, felsefemizi bu yolda kurgulayarak süreci başlatmak, çocuklarımızın gelişimlerini desteklemek için kullanmak zorundayız. Zekanın bize göre tanımı ise, öğrencilerin hayatın içinde karşılaşacakları, (Ev, okul, sosyal hayat veya iş ortamında) sorunlara yönelik olumlu yönde empati temelli yararlı sonuçlar doğuran eylemleri gerçekleştirmeleridir. Bunun için ihtiyaçları olan en temel olgu ise zekalarıdır.
Tek bir zeka alanın ölçülmesinden kaynaklı yaşanan zorluklarla hepimiz yılladır mücadele etmekteyiz. Bunun yerine aşağıda bahsi geçen alanların, bütün insanlarda bulunduğunu göz önüne alarak mümkün olduğunca daha fazla zeka alanının kullanılmasını destekleyerek, farklı çözüm yolları üretmemiz gerekmektedir. Bu durum, geleceğin meslekleri açısından yeni yüzyılda çok önemli bir rol oynamaktadır.
Gardner çoklu zeka kuramını; Mantıksal/matematiksel, dilsel, müzikal, mekansal, bedensel/kinestetik, doğalcı, kişiler arası, intrapersonel (içsel) olarak 8 farklı türde tanımlar. Ayrıca, manevi zeka, varoluşçu zeka, ahlaki zeka gibi türleri aday zeka olarak belirtir. Bir kısım, varoluşsal zekayı 9. zeka türü olarak da değerlendirmektedir.
Fakat bir yanılgı, zeka türlerinin öğrenme stilleri ile aynı anlamda düşünülmesidir. Öğrenme stili bir kimsenin verilen göreve yaklaşım tarzını betimler. Bahsedilen zeka türleri hepimizde farklı yetenek düzeylerinde bulunmaktadır.
Okullarda ve ev ortamında Blended Learning modeline, çoklu zeka kuramı nasıl destek olabilir?
Bu yöntem ile bilgiyi sunmanın farklı kategorilerinde olanak sağladığını söyleyebiliriz. Her çocuğun öğrenebileceği öğretim yaklaşımlarının yanı sıra, öğrenciyi tanımlamada bugün daha fazla bilgiye ve içeriğe sahibiz. Öğrencilerin merak ve ilgi alanlarını keşfetmelerine yardımcı olmak ve evdeki gelişimini desteklemek adına, çocuğunuza okul rehber öğretmenlerince uygulanan envanter sonucunu detaylı bir rapor şeklinde isteyebilir ve sizi bilgilendirmesini talep edebilirsiniz.
Günümüzde klasik öğretim modelinden hızla uzaklaştığımızı, çevrim içi ve bireysel öğrenimin önem kazandığını göz önünde bulundurduğumuzda, çoklu zeka kuramından yararlanılarak Blended Learning modeline entegre etmemizin kaçınılmaz olduğu kanaatindeyim. Bu sayede tek bir uyarandan bilgi sahibi olmak yerine çoklu uyaranlar içeren ve farklı zeka alanlarını harekete geçiren öğrencilerin, öğretilen derslerden ziyade öğrenimin çeşitli materyallerdeki özgünlüğü ve kişiselleşmeye doğru bir yönelme olduğunu görmesi, “Artık anlaşılıyorum” kanaatine varması açısından önem arz ederek çoklu zeka modelini daha işlevsel kılacaktır.
Çocuklar bu zeka türlerinin bazılarında güçlü veya zayıf yönlere sahip olmakla birlikte hepsinden bir parçaya sahiptir. Çocuklara öğretim yapılırken veya harmanlanmış öğrenme metodu uygulanırken güçlü yanların desteklenmesi ile birlikte, zayıf yanların bu destek ile güçlendirilmesi adeta klasik öğretim modeline bir başkaldırıdır.
Peki felsefe kazanımlarının, bumerang ile bağlantısı nedir? Çocuklar, felsefe etkinliğine başlamadan önce konuya dair net veya net olmayan bazı fikirlere sahiptir. Şimdi, kendimizi bir etkinlik içerisinde ve sahip olunan fikirlerin evrensel ahlak yasalarından erdem çerçevesinde baktığımızda olumsuz olduğunu ve etkinlik boyunca eğitmenin her koşulda tarafsız ve yönlendirici olmadığını da varsayalım. Felsefe çalışması başladığında tüm öğrencilerin fikirlerini bir bumerang gibi savurduğunu hayal edelim. Bumerang, bazı öğrencilere değişmiş biçimde gelecek, bazılarına hiç gelmeyecek ya da olduğu gibi gelecek. Eğer bumerang değişmiş biçimde geliyorsa, çocuk o konudaki fikrini değiştirmiştir, doğru yönelim gerçekleşmiştir, geri dönmüyorsa, sahip olduğu fikirlerin hatalarını fark etmiş, yeni bumerangını inşa etmektedir, eğer ki ve en önemlisi bumerang olduğu gibi dönüyorsa uygulama sonuçsuz ve işlevsiz kalmış olacaktır. (Bu metafor, felsefe çalışmasının konusunun olumsuz kavram üzerinden değerlendirilmesi neticesinde oluşturulmuştur.)
Çağımızın çocuklarında hedonizm temelli davranışların artışı, ebeveynler ve eğitimciler olarak dikkatimizi çekmektedir. Çocukların benmerkezci yaklaşımdan uzaklaştırılması ve etik değer bilincinin acil olarak okullar tarafından sisteme alınması gerektiği akademik başarı hedeflerinin önüne geçmez ise gelecek nesil manevi anlamda kayıplar ile büyüyecektir. Erken çocukluk, anaokulu ve ilkokul eğitim yöneticileri başta olmak üzere, okul idarecilerinin evrensel insan hakları beyannamesini temel alan yaklaşımlar ile ders müfredatlarına yeni bir boyut kazandırmalarının gerekliliği artık kaçınılmaz olmuştur.
Okul öncesi eğitim kurumlarında ve ilkokullarda öğrenciler, öğretmenlerine saygılı, ödevlerinde sorumluluk sahibi, arkadaşları arasında hoşgörülü ve empatik tutum sergilerken, ortaokul döneminde hazcı tutum sergilemesinin, öfke dolu olmasının, aile, arkadaş ve okul üçgeninde sorumluluklarının ve etik değerlerinin yavaş yavaş silikleşmeye başlamasının sebebini yalnızca “ergenlik” sürecinde mi aramalıyız?
İstisnai durumları göz ardı ederek söylemeliyim ki, “etik değer çöküşleri” sistematik olarak yaşanmaktadır. Bu yüzdendir ki, değerler eğitimi son 10 yıldır okullarımızda uygulanmaya başlandı. Fakat, program çerçevesi ve işleyişi okullarda değişiklik göstermektedir. Bu da istenilen sonuçlarla, mevcut durum arasındaki mesafeyi açmıştır.
Etik bilincin çıkış noktası olan felsefe, eğitimin ilk kademelerinde müfredata harmanlanmış biçimde kazanım ve öğretim odaklı, öğretmen, öğrenciye evrensel ahlak yasaları doğrultusunda yönlendirici ve yol gösterici şekilde eklenmelidir. Bu öğretim biçimi hepimizin bildiği Sokrates’ten gelmektedir. Sınıf içerisinde gerçekleşecek olan felsefe çalışmaları için kazanımlar, hedefler ve müşavirlik hizmetleri eğitim döneminin başında belirlenmelidir. Program belirlenirken göz önüne alınması gereken hususlar şunlardır;
I. Öğrencinin bilgi ve yeterlilik düzeyinin tespiti,