Çözüm: Baktığımız “şey”leri değiştirmek

Bir haftalık aradan sonra tekrar merhaba muhterem Habitus okuru. İşte yeniden birlikteyiz.

Haberin Devamı

Bu 80’ler modeli açılıştan sonra hemen konuya giriyorum.
Her gün düzenli olarak zehirlenirken, ara vermeden çalışmak zor.
Zehirlenmek kelimesinin pek çok manası var Türkiye’de. Terörle, gelen kahredici haberlerle, adaletsizlikle yoğrulan, kaosun içinde yuvarlanıp duran bir toplumuz. Bir taraftan çamur deryası gibi akan yalan “habercilik”, bir yanda durmaksızın kısıtlanan hareket alanları... Bilgiden, bilimden, bilgi toplumu olmaktan uzaklaşmamız, cehaletin, dar görüşlülüğün neredeyse yüceltilecek, övünülecek hale gelmesi...
Öte yandan başka bir önemli nokta: Hava kirliliğinin kabul edilebilir sınırların çok üzerinde olduğu bir şehirde solumak...
Tüm bunlar toplanınca ortaya çıkan durum açık: Hem fiziksel, hem ruhsal anlamda durmaksızın zehirlendiğimiz bir ortamda yaşıyoruz.
Dolayısıyla bir yerde tükendiğini hissediyorsun. Bana da bu oldu. Tahmin ediyorum, bana olan şey pek çok kişinin sorunu...
“Zehir” içinde yaşarken çalışmak, üretmek, mutlu olmak, geleceğe umutla bakmak; hatta günlük hayatın sıradan, olağan ritüellerini yapmak için bile sebep bulamamak gayet mümkün... Dolayısıyla yorgunluk, yılgınlık hali kaçınılmaz oluyor.
Peki ne olacak? Bir kere dünyaya geliyoruz, ömrümüzü çamur içinde debelenerek mi geçireceğiz? Ruhumuz bataklıkta debeleniyor ve öyle bir kıstırılmışlık hali içindeyiz ki, oradan çıkacak bir sebep bulamıyoruz.
Oysa evrenin çalışma prensibine aykırı davranıp, farklı sonuçlar beklemek delilik ve bunu fark etmek gerekiyor.
Ben değil sadece, çoğumuz böyle yaşıyoruz. Aynı alışkanlıkları sürdürerek farklı, iyi-farklı sonuçlar bekliyoruz.
Bunlar neler? Nasıl aykırı davranıyoruz evrenin çalışma prensibine?
Biraz da kültürümüzden, dünyanın ve içinde yaşadığımız bölgenin “ölüm” kelimesini ağzımızdan düşürmemize müsaade etmeyen yapısından kaynaklanıyor bu: Her şeyin en kötüsünü düşünüyoruz. Kendimizi kötüye hazırlıyoruz, iyi bir şey olduğunda “ekstradan” sevinmeyi bekliyoruz.
Kötü, karamsar, umutsuz bir bakışla, bu yönde yaptığımız seçimlerimizin esareti altında yaşıyoruz ve bunu “tükenme” sınırına gelene kadar fark etmiyoruz. Kanıksıyoruz bu umutsuz-ümitsiz, her şeyin en kötüsünü düşünen ve mıknatıs gibi mutsuzluk çektiğimiz halimizi.
“Bu koşullarda ya ne olacak bre Habitus” dediğinizi duyar gibiyim. Haklısınız. Karamsar olmak, hayatımızın doğal bir sonucu elbette. Çirkin şehirlerde yaşayarak, çirkin siyasete, şiddete, ölüme, yalan haberciliğe maruz kalarak... Sokakta ve trafikte birbirine saygısız insanların çirkinliklerine, küfürlerine, kavgalarına bakarak “çiçek gibi” bir insana dönüşemezsiniz. Dönüşemeyiz.
Ne oluyor biliyor musunuz? Eğer kendinizi besleyecek, rahatlatacak, iyi hissettirecek, hayata ve kendinize güzel bakmanızı sağlayacak alışkanlıklar edinmediğinizde... Veya boş vaktinizin çoğunu kötü haberleri okuyarak geçirdiğinizde... Sosyal medya “en büyük oyalanma aracı” haline geldiğinde...
O dışarıda gördükleriniz, okuduklarınız, o “internet haber dili”, başkalarının sözleri, umutsuzlukları, çaresizlikleri “Senin de başına iyi bir şey gelmeyecek” diye fısıldayıp duran bir iç sese dönüşüyor. Aynaya baktığınızda aklınızdan kendinize dair daha ziyade olumsuz hisler geçiyor... Tam anlamıyla baktığınız şeye dönüşüyorsunuz.
İşte, bunun önüne geçmek gerekiyor. Sabah endişeyle kalkan, gün boyunca dört bir koldan strese maruz kalan, akşam açtığı televizyonda da stresten başka bir şey bulamayan, gece yatağa sinir topu halinde giren insanlara dönüştük.
Kendimizi neye maruz bıraktıysak, ona dönüştük.
Çözüm? Baktığımız “şey”leri değiştirmek. Peki nasıl?
Ben ancak kendi çözümümü paylaşabilirim, o da herkese uymaz elbette. Bambaşka hayatlar, bambaşka düzenler, bambaşka karakterler, ruhlar... Herkes kendi çözümünü üretmeli, yoksa toplum olarak iyileşmek hakikaten mümkün değil.
Ben düzenli olarak kendimi maruz bıraktıklarıma ara verdim. Neler bunlar? Mesela her sabah gözümü açtığım gibi “Bugün ne kötülükler olmuş, kesin aşırı mutsuz olacağım” hissiyle sosyal medyaya, haberlere sarılmak... Bu doğrultuda kendimi ufacık bir kutuya hapsedip oradan çıkamayacağıma dair inanç geliştirmek...
Her zaman o “kutu”dan çıkmayı başaramıyorum ama usanmadan her gün deneyeceğim. Size de tavsiye ederim.

Yazarın Tüm Yazıları