Seçmenin ezici çoğunluğu ne istiyor?

SAYIN Başbakan, kısa bir açık mektubum var. Çok vaktinizi almayacağı için okumanızı dilerim.

Haberin Devamı

Sayın Başbakan, size oy versin ya da vermesin seçmenlerin ezici çoğunluğunun aslında bir tek dileği var: Huzurlu bir ülkede yaşamak.

Normal demokrasilerde vatandaşlar seçimlerde oylarını kullanırlar, görevlerini yerine getirirler ve günlük hayatlarını sürdürmeye devam ederler.
Bizde de öyle. Oylarımızı kullandık, milletvekillerini seçip Meclis’e gönderdik, artık onlardan ve yürütmenin başı olarak sizlerden beklediğimiz en önemli şey budur.
Size oy versin ya da vermesin, seçmenlerin ezici çoğunluğu hayatlarına devletin karışmasından hoşlanmıyor.
Çocuklarını nasıl yetiştireceklerine, nasıl yaşayacaklarına, hayat biçimlerine kendileri karar vermek istiyorlar.
Size oy vermiş olsak da olmasak da istiyoruz ki insan olmaktan kaynaklanan temel haklarımız korunsun, devlet bu hakların kullanımına müdahale etmesin.
Size oy versin ya da vermesin seçmenlerin ezici çoğunluğu öngörülebilir bir ülkede yaşamak istiyor.
Bunun yolu adil bir hukuk düzeninin varlığından geçer.
Adil hukuk düzeni, gerçekten bağımsız ve tarafsız yargının varlığı ile ilgilidir.
Bağımsız ve tarafsız yargı, biz sıradan vatandaşların tek güvencesidir.
Aslında lafı uzatmaya da gerek yok: Seçmenlerin ezici çoğunluğu, hangi partiye oy vermiş olursa olsun esasen “muasır medeniyet” seviyesinde yaşamak istiyor.
İngiltere’de, Almanya’da, Fransa’da, İsveç’te kısacası medeni ülkelerde insanlar hangi haklara sahiplerse, bizler de onu istiyoruz.
Seçimden sonra toplumun bir bölümünde oluşan “yenilgi” duygusunu küçümsemeyin.
Şunu düşünün: Neden bizim ülkemizdeki seçimlerden sonra vatandaşların bir bölümü böyle hissediyor da medeni ülkelerdeki seçimlerden sonra kimse böyle bir duygu yaşamıyor?
Yanıtını kolaylıkla bulacağınız bir soru bu.
Bu vesileyle seçim başarınızı kutlarım.

 

Haberin Devamı


Partili de değilim partici de!


TROLLERİN yolladığı mesajlara göre seçimi kaybetmişim.
Oysa ben bu seçimde aday olduğumu hiç hatırlamadığım gibi, seçime giren partilerden hiçbirinin üyesi ya da taraftarı da değilim.
Daha da ötesi benim siyasi görüşlerime uygun bir siyasi parti de zaten yok.
Yeri geldiğinde hepsini eleştirebiliyorum, hiçbirinden ödül, iltifat vs. beklemiyorum. Bir tür “yalnız kurt” sayılırım bu konuda.
Trollere bakılırsa artık bu işi de bırakmalıymışım.
Neden? Çünkü seçim kazanan partinin politikalarını eleştirmişim.
Böyle yaptığım için halkı tanımıyormuşum, ya değişmeliymişim ya da çekip gitmeliymişim.
Yani böyle bir ülkede mi yaşayacağız: Herkes, seçimi kim kazanırsa onun düdüğünü çalacak, onun taraftarı olacak, onu alkışlayacak, her yaptığını beğenecek, eleştirmeyi aklından bile geçirmeyecek.
Kusura bakmayın ama bana uymaz.
Herkesin aynı fikri savunduğu bir ülkenin çok sıkıcı olduğunu düşünürüm zaten.
Aykırı fikirlere sahibim diye faşist diktatörlüklerdeki muhalifler gibi “yeraltına” gidecek de değilim!
Birey olarak temel insan haklarım var, vatandaş olarak haklarımı güvence altına alan Anayasa, kanunlar ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi.
Benim gazeteci olarak çizgim belli: İnsan haklarını savunurum, en geniş anlamıyla demokrasiden yanayım, adil bir hukuk düzeni isterim, kamu yönetiminin vatandaşların amiri değil, memuru olduğunu düşünürüm.
İktidarda olsun ya da muhalefette, hangi siyasi parti bu sınırımın dışında bir hareket ya da söylem geliştiriyorsa onu eleştiririm. Haksızlıklara ve hukukun çiğnenmesine göz yumamam. “Bana dokunmayan bin yaşasın” demem.
Liderinin adının ne olduğu, partinin rengi, adı, beni ilgilendirmez.
Bir gazetecinin fikirlerini beğenmeyenlere önerim, onun yazılarını okumamaktır.
Kimsenin okumadığı bir yazara da zaten Hürriyet gibi “satmak ve okunmak” isteyen bir gazetede yazı yazdırmazlar.
Havuzlardan beslenen gazeteler ile Hürriyet’i karıştırmamak gerek!

 

Haberin Devamı


Saygı!

 

HUZURLU bir toplumda yaşamanın birinci kuralı, herkesin birbirinin varlığına, haklarına ve hukukuna saygılı olmasıdır.
Bazıları bunu “hoşgörü” kavramı ile açıklıyor ama bu kavramda nobran bir yön de var.
Hoşgörü kavramı “Benden farklısın ama ben o kadar yüce gönüllüyüm ki sana tahammül ediyorum” gibi bir anlam da içeriyor.
Çağdaş dünyada “hoşgörü” yerine “varlığını, farklılığını kabul ediyorum ve buna saygı duyuyorum” anlamında bir kavram kullanılıyor.
“Hoşgörü” yerine “saygı”yı kullanmaya alışırsak, kafa karışıklığımızı da gideririz diye düşündüm.

Yazarın Tüm Yazıları