‘Aşkın doğası’, bitmesini mi gerektiriyor?

“ÖYLE Bir Geçer Zaman ki” dizisinde Cemile rolü ile parlayan Ayça Bingöl, Elele dergisinin haziran sayısı için yeni imajıyla bir çekim yapmış.

Haberin Devamı

Hoş, çekici bir genç kadın ama eski imajının ne olduğunu doğrusunu isterseniz bilemediğim için yeni imajı konusunda bir fikir yürütmem doğru olmaz.
Dergide Bingöl ile yapılmış bir de söyleşi var, “Evlilik aşkı öldürüyor mu” diye sorulmuş, verdiği yanıt dikkatimi çekti, şöyle diyor:
“O duygunun aynı şiddette uzun yıllar devam edebileceğini düşünmüyorum. Bu, aşkın doğasına aykırı bir durum.” Ayça Hanım’ın biyografik geçmişini de bilmiyorum, ama fotoğraflarından anladığım, çok uzun bir hayat tecrübesine sahip olamayacak kadar genç olduğu.
Öyle olduğu için de bu fikre bir önyargı nedeniyle sahip olduğunu düşündüm. Hayli yaygın bir önyargı bu.
Mesela Stendhal, “Evlilik aşkın mezarıdır” demiş. Hiç evlenmeyen bir insan, bunu nasıl söyleyebilmiş derseniz, yine aynı yanıtı veririm: Önyargı!
Hem âşık olup hem de evlenmeyi başarabilen Tolstoy onun tam tersini söylüyor çünkü: “Evliliğe kutsallık veren aşktır” demiş ki, elbette bu cümle bir deneyime işaret ediyor olmalı.
Üslubuna hayranlık duyduğum Ahmet Rasim de “Birbirleriyle hiç evlenmemesi lazım gelen kişiler âşıklardır” diye yazmıştı.
Danimarkalı filozof Kirkegaard da onunla aynı fikirdeydi, bu nedenle delicesine âşık olduğu Regine Olsen’den ayrılmaya karar vermişti.
Şöyle diyordu: “Evlilik gerçekten aşk değildir ve bu nedenle de iki kişinin tek bir ruh değil, tek bir ten oldukları durumdur.”
Bu yazıyı önceki akşamki fırtınada yırtılmış bir yelkenin tamirini beklerken, teknenin güvertesinde yazmıyor olsaydım, böyle yüzlerce “kotasyon” bulup çıkarabilirdim.
Ama gerek yok, anafikri anlamış bulunuyoruz: İnsanların büyük bölümü, evliliğin aşkı bitirdiğine inanıyor!
Bense farklı düşünüyorum!
Evet, her güzel şeyin olduğu gibi aşkın da sonu gelebilir ama bunun sorumlusu evlilik kurumu değil, o aşkın taraflarıdır, hepsi bu. Aşkın tarafları, evlilik birliği içinde olmasalar da, kendi egolarından kaynaklanan hatalara düşerlerse o aşk biter. Murathan Mungan, “Aşkın Cep Defteri” (Metis Yayınları) isimli kitabında şöyle yazmıştı: “Ben diye başlayan aşk şarkılarının neredeyse tamamında ‘karşı taraf’ suçlu ya da hatalıdır. Herkes duygularını o şarkılarla dile getirdiğine ve o şarkıdaki hakkı yenmiş sevgilinin kendisi olduğuna inandığına göre, bu karşı taraf kim oluyor? Peki, onun şarkısı hangisi?”
İşte mesele budur! İster evli ol, ister evlenmeden aynı evde yaşa, ister herkes kendi evinde yaşasın, âşıklar “kendi haklarının yenildiğine” inanmaya başladıklarında iş biter, fiş gider!
Bütün mesele, insanın egosunu yenip kendisini aşkına adamasıyla ilgilidir. Özen göstermek gerekir, ilişkiyi derinleştirmek için saatlerce havadan sudan bahsedebilmeyi gerektirir, ortak şeylere gülmeyi öğrenmeyi gerektirir, kendinle dalga geçmeyi bilmeyi gerektirir. Bir fedakârlıkta bulunduğunu aklına bile getirmeden, âşık olduğun kişiyi mutlu edeceğini düşündüğün şeyi, hesapsızca yapabilmeyi de kapsar. Evlilik dediğimiz kurum, içine kimi alırsa alsın, ister âşık olsunlar ve severek evlensinler, ister birbirlerini bir kere kızı ailesinden isterken görmüş olsunlar, “alışkanlık” yaratan bir kurumdur. Çiftler, bu tuzağa düşmemeyi başarabilirlerse, evlilik de sürer gider, aşkın bitmesine neden olduğu da görülmemiştir. Fransız düşünür ve yazar Gorz, 82 yaşındaki eşini öldürdükten sonra intihar etmişti.
Gorz’un 58 yıllık eşi Dorine, uzun süren ölümcül bir hastalığa yakalanmıştı. Onun daha fazla acı çekmesine gönlü razı olmayan Gorz, eşini öldürmekten başka bir çare bulamadı.
Onsuz yaşayacağı hayatın anlamsız olacağını düşündüğü için kendisini öldürmekten de çekinmedi.
Bu olaydan hemen önce, Gorz, Dorine’e, ona olan aşkını anlattığı oldukça uzun mektup yazmıştı.
Bu mektup, “D’ye mektup: Bir aşkın hikâyesi” ismiyle bir kitap olarak da yayımlandı, daha önce bu köşede söz etmiştim.
Mektupta şöyle bir bölüm var: “Yakında 82 yaşında olacaksın. Boyun 6 santim kısaldı ve 45 kiloya kadar düştün. Ancak hâlâ güzelsin, zarifsin ve arzulanıyorsun. Birlikte yaşadığımız 58 yıl geride kaldı ve ben seni her zamankinden daha çok seviyorum. İçimde, göğsümün kovuğunda, sadece senin sıcak bedeninin benimkine dokunmasıyla doldurulabilecek, yiyip bitirici bir boşluk taşıyorum.”
58 yıl süren bir evlilik ve bitmeyen bir aşk! Birbirlerine âşık olur olmaz evlenmediklerini de tahmin edebileceğimize göre, aşkın ömrü, evlilikten de uzun olmuş. Onsuz yaşamaktansa, hayatından da vazgeçmeyi göze aldıracak bir aşk!
Böyle bir hayatı yaşayabilmekten daha tatmin edici bir şey olabilir mi?

Haberin Devamı

Biraz da gülelim

Haberin Devamı

TABİİ, konu evlilikten açılınca biraz gülmemizde de sakınca yok.
İşte, bir arkadaşımın yıllar önce yazıp bana yolladığı “uzun süreli bir evlilik için sihirli reçete”:
1– Haftada iki kere, güzel bir restorana gideriz, biraz şarap, biraz güzel yiyecek...
Salı günleri o gider, cumaları ben!
2– Ayrı yataklarda yatarız, onunki İzmir’de, benimki İstanbul’da.
3– Karımı her yere götürürüm ama her seferinde dönüş yolunu bulur.
4– Her zaman el ele tutuşuruz. Eğer elini bırakırsam, hemen alışverişe başlar.

Yazarın Tüm Yazıları