M. Berk Karaoğlu

Çocuğuma zeka ve gelişim testi yaptırmalı mıyım?

8 Kasım 2019
Son dönemlerde çocukların gelişimini değerlendirmek ve zekalarını ölçmek için anaokullarında ve çeşitli eğitim ve sağlık kurumlarında birçok teste başvuruluyor. Kimi aileler bu testleri yaptırmak istiyor, kimileriyse istemiyor. Peki bu testler gerçekten gerekli mi? Test sonuçları bize kesin bir sonuç gösterir mi? Hangi testi ne zaman uygulamalıyız? gibi bir çok sorunun geldiğini duyar gibiyiz.

Öncelikle bu testler çocuğun zekası ya da gelişimi hakkında bizlere kesin bulgular sağlamaz. Ancak bu testler sonucunda elde edilen bulgular çocukların gelecek yaşantılarını, eğitim hayatlarını yönlendirmede bizlere ışık tutabilecek niteliktedir.

0-6 yaş aralığındaki dönem çocukların gelişimi için çok önemli ve kritik bir dönemdir. Genelde bu yaşlardaki çocuklarda gelişim testleri yapılabilir. Bu anlamda yapılabilecek bir çok gelişim testi bulunmaktadır. Gelişim testleri çocukların gelişimini birçok açıdan inceler; sosyal beceri, ince motor, kaba motor, dil gelişimi ve toplam gelişim olarak. Testlerin sonucunda çocuğun yaşına uygun olan gelişimsel özellikleri taşıyıp taşımadığı incelenir.

5-6 yaş aralığında çocuk sahibi olan annelerin ortak endişesi olan ‘Çocuğum okula hazır mı?’ sorusunun yanıtı içinse bu yaş aralığındaki çocuklara okul olgunluğu testleri yapılabilir. Bu testler çocuğun okula hazır olup olmadığı, okula başlamayla gelecek olan sorumluluk, ödev ve kurallara hazır olup olmadığı ve ayak uydurup uyduramayacağını inceleyen bir testtir. Bu testten alınan sonuca göre aileler çocukları için daha sağlıklı ve sağlam bir eğitim hayatı rotası çizebilir, daha bilinçli birer ebeveyn olabilirler.

Zeka ve dikkat testleri ise 6-16 yaş arası çocuklara uygulanabilir. Zeka testleri çocukların zihinsel performansını değerlendirmek ve zihinsel gelişimini incelemek için uygulanabilir. Bu amaçla kullanılabilecek birçok farklı test olmakla beraber merkezimizde uyguladığımız testler bireyin zihinsel gelişimini sözel ve performans olarak incelemektedir. Bu testler de çok kapsamlı bireysel testlerdir. Bunun yanı sıra bazı anneler bizlere şu sorunla gelebiliyorlar; ’Çocuğumun dikkati çok dağınık, söylediğim hiçbir şeyi iki dakika sonra hatırlamıyor, beni düzgün dinlemiyor bile!’. Bu durumlarda ise çocuklara dikkat ve algı testleri yapılabilir. Bu testler çocuğun odaklanma, konsantre olma biçimini inceler. Herhangi bir dikkat eksikliği sorunu olup olmadığını değerlendirir. Bu testlerden alınan sonuca göre çocuğa dikkat ve konsantrasyon ile ilgili ev ödevleri verilebilir, eğitim hayatı planlaması, ders çalışma biçimi düzenlemeleri yapılabilir.

Sonuç olarak, bu testlerin genel faydasının endişeli anne babaların akıllarındaki soru işaretlerini yok etmek, onlara rehber olmak, yönlendirmek,daha bilinçli ebeveynler haline gelmelerini sağlamak ve çocukların sosyal ve eğitim hayatını daha verimli hale getirmek diyebiliriz.

Bahsettiğimiz tüm bu alanlardaki testler için söylememiz gereken en önemli şey ise çocuğunuza uygulayacağınız testin bilimsel anlamda geçerli, güvenilir ve kabul edilmiş olmasıdır. Bilimsel anlamda geçerli ve güvenli olmayan testlere itibar etmemeli ve çocuğunuzun hayatını onlara göre yönlendirmemelisiniz.

Yazının Devamını Oku

Panik ataklarım çocuğumu etkiler mi?

23 Ekim 2019
Korku her insan için olağan bir duygudur ancak bazı durumlarda bu duygu beklenmedik bir anda, ortada bir sebep yokken ve çok yüksek seviyelerde ortaya çıkabilir ve kişinin günlük hayatını olumsuz etkileyebilir. Genellikle ‘panik atak’ olarak bilinen bu durum bir korku atağıdır. Bu korku atakları panik bozukluğunun en önemli belirtilerinden biridir.

Korku atağı yaşayan bireyler genelde bu durumun yeniden yaşanmasından korktukları için sonraki yaşantılarında kendilerine bu atağı yeniden yaşatma ihtimali olan durum, kişi ya da mekanlardan uzak durmak isterler. Ancak bu kısır döngü o anlardan korktukça daha çok tetiklenir ve artık durdurulamaz bir hal alabilir. Panik atakların kişinin hayatında sürekli hale gelmesiyle, bu panik ataklardan oluşan rahatsızlığa panik bozukluk adı verilir.

Panik atak esnasında yaşanan başlıca durumlar; nefes darlığı, terleme, mide bulantısı, göz kararması, baş dönmesi, el ve ayakta karıncalanma, titreme, kalp çarpıntısı vb. Bu belirtilerden bir tanesini yaşıyor olmanız panik bozukluğunuz olduğunu göstermez. Ancak vücudunuzun bir uyarısı olabilir. Bu noktada bir ruh sağlığı uzmanından destek almak gerekebilir.

Genelde yaşanan panik ataklara kesin ve tek bir neden bulunamamakla birlikte, stres altında bir yaşam süren kişilerin panik atak yaşaması çok daha olası olarak görülmektedir. Aynı zamanda genetik açıdan endişelenmeye daha yatkın olan kişilerin de panik atak geçirmesi daha olasıdır.

Bu sorunun cevabına dolaylı bile olsa evet cevabını verebiliriz. Çünkü bir anksiyete bozukluğu olan panik bozukluk stres faktörleriyle, kaygıyla tetiklendiğinden aynı şekilde bu kaygı durumlarını da çevremize bulaştırabildiğimiz için haliyle model alma yoluyla öğrenen çocuklarımıza da bu sıkıntılar yansıyabilir.

Özellikle duygusal anlamda dalgalanmalar yaşanan hamilelik dönemi kadınlar için çok önemlidir. Bu dönem birçok hormonal değişikliği beraberinde getirir. Anneler bir yandan bu dönem içerisinde kendilerini keşfetmeye çalışırken bir yandan da kendilerini bir anda bir çok sorunun içinde bulurlar. ‘Bebeğim sağlıklı büyüyecek mi?’ , ‘Bu dönemde hayatımda ne gibi değişiklikler olacak?’, ‘Bebekten sonra hayatım nasıl değişecek?’ gibi. Tabii ki çok fazla stres, endişe ve bilinmezlik panik atakları tetikleyecektir. Genetik zeminin yanısıra yapılan bazı araştırmalar sonucunda bebeğin anne karnında da anılar biriktirdiği sonucuna ulaşılmıştır. Yani hamilelik sürecinde yaşanan panik ataklar bebeği etkileyebilir. Hamilelik sırasında annenin yaşadığı panik atakların çocuğun sonraki yaşamını etkileyebileceği gibi annenin doğumdan sonra panik atak yaşaması da çocuğu etkileyebilir.

Çocukların öğrenme süreci ilk olarak ailede anne babayı gözlemleyerek başlar. Bu sebeple annenin panik ataklarına şahit olan bir çocuk istemeden sorunlarla baş etmek için kendine benzer bir mekanizma oluşturabilir. Ayrıca bu tür çocuklar sonraki yaşamlarında fazla endişeli de olabilirler. İleride belki panik bozukluk olmasa bile kaygı bozukluğunun diğer türleri olan obsesif - kompulsif bozukluk, fobi vs. Gibi rahatsızlıklarla karşı karşıya kalabilirler. Çocuklukta ise kaygı bozuklukları genellikle alta kaçırma, tırnak yeme, kardeş kıskançlığı gibi davranışsal problemlerle görülebilir.

Genellikle çocuklarınızın yaşadığı ruhsal sıkıntılarda anne ,baba veya bakım verenler olarak çok fazla payımız olduğunu düşünmeyiz. Ancak merkezimize gelen birçok çocuk danışanımızda görülmüştür ki eğer çocukta bir problem varsa annede, babada, bakıcıda veya diğer bakım veren kişilerde (anneanne, babaanne) birtakım sıkıntılar olmaktadır. Bu sıkıntılar çevresel sıkıntılar veya aile içi boşanma, stres faktörleri, maddi, ilişkisel vb. Gibi problemler olabilmektedir. O açıdan psikolojik destek almaya giderken ilgili ruh sağlığı uzmanına ailecek gidilmesi ve bütüncül bakış açısıyla bakılması önerilmektedir. 

Yazının Devamını Oku

Aldatılma travması için EMDR terapisi

4 Ekim 2019
“Sonsuz bir güvenle başladığım ilişkide başka birinin izlerini gördüm. Kendimden kattığım her şey bana büyük bir hayal kırıklığı olarak geri döndü. Artık ne birine güvenebilirim ne de sevilebilirim gibi hissediyorum. Nedenler ararken bulduğum cevaplar beni hiç mutlu etmiyor. Tüm bu kırgınlık üzerine tekrar güvenmem mümkün olabilir mi?”

Aldatıldığımızı öğrendiğimizde zihnimizde dönüp duran düşünceler, hissettiğimiz yalnızlık duyguları hemen hemen benzerdir. Bazılarımız bu durumun üstesinden daha kolay gelebilir. Bazılarımız içinse kendimize ve yaşantımıza yönelik olumsuz duygu ve düşüncelerimiz başa çıkamayacağımız kadar yoğun olabilir. Yaşadığımız güçlükler neler olabilir ve bu güçlükler karşısında ne yapabiliriz, bunlardan bahsedelim.

İlişkilerimizde yaşadığımız bizi en çok sarsan durumlardan biri olan aldatılma bizim için çok büyük bir travma olabilmektedir. Eğer daha önceki ilişkilerimizde de bu durumla yüzleşmek zorunda kaldıysak duygularımızı daha uç noktalarda yaşayabilir ve baş etmede zorlanabiliriz. Aldatıldığımızı öğrendikten sonra aynı anda hissettiğimiz olumlu ve olumsuz duyguların karmaşası ve belirsizliği bizi çok fazla etkileyebilir.

Hayatımızdaki insanı severken aynı zamanda ona karşı öfke duyabiliriz. Hissettiğimiz tüm bu öfke ve suçlama davranışlarımız bizi aldatan kişiye ya da aldatıldığımız kişiye yönelik olabileceği gibi kendimize yönelik de olabilir. Aldatıldığımız için kendimizi suçlayabilir ve yetersiz hissedebiliriz. Eğer kendimizi kıyaslamaya başlarsak kendimize olan güvenimize, saygımıza ve kendimize duyduğumuz sevgiye zarar verebiliriz. Geçmişte yaşadığımız kötü anılar tetiklenebilir ve geçmiş güvensizliklerimiz ortaya çıkabilir.

Hissedeceğimiz tüm olumsuz duygu ve düşünceler katı bir şekilde zihnimizde yer edinebilirler ve hayatımızın her alanında bizi kötü bir şekilde etkileyebilirler. Anlamakta zorlandığımız hislerimiz ve bundan sonrasına dair vereceğimiz kararların belirsiz olması bizi içinden çıkması güç bir duruma itebilir. Sürekli olarak yön değiştiren bu olumsuz duygu ve düşüncelerimizi göz önüne alırsak bu noktada destek almamız gerekebilir.

Aldatmanın yaşandığı ilişkilerde hem çift hem de bireysel olarak travmaya yönelik EMDR Terapisi çok etkili olabilmektedir. EMDR Terapisinde sürekli zihnimizde dönüp duran “Bunu tekrar yaşayabilirim.”, “Ben sevilmiyorum.”, “Kimseye güvenmemeliyim.” gibi oluşturduğumuz negatif kognisyonları (olumsuz düşünceleri) duyarsızlaştırmak ve olumsuz düşünceleri olumluları ile değiştirmek amaçlanmaktadır. Bu noktada terapiyle ilgili “Unutmak ve affetmek istemiyorum.” ya da “Anılarımın silinmesini istemiyorum.” gibi yanılgılara düşebiliriz. Ancak EMDR terapisinde bunların hiçbiri söz konusu değildir. Kendimize yönelik olumsuz duygu ve düşüncelerimizi duyarsızlaştırıp yerine olumlu düşünce sistemlerini koyarak hayatımıza yönelik kararlarımızı daha sağlıklı ele almamız ve hayatımıza yeni bir bakış açısıyla bakmamız asıl hedeftir. Desteğe ihtiyaç duyduğumuz böyle dönemlerde aşamalı ilerleyen bir süreç sonrasında geleceğe çok daha olumlu ve umutla bakabiliriz.

Yazının Devamını Oku

Çocuğum okula gideceği zaman benden ayrılamıyor!

17 Eylül 2019
‘Çocuğum okula gideceği, benden ayrılacağı durumlarda ağlama krizleri geçiriyor, ayrılmamak için ortalığı birbirine katıyor.’ diyorsanız çocuğunuzda ayrılma anksiyetesi(kaygısı) bozukluğu ve/veya okul fobisi olabilir!

Elbette her çocuk bakım veren (genelde anne) kişiden uzaklaşma, ayrılma söz konusu olduğunda mutsuzluk, endişe, huzursuzluk, kızgınlık gibi duygular hissederek ağlama, bağırma, küsme gibi bazı tepkiler gösterebilir. Çünkü doğduğu andan itibaren, bakıma ve ilgiye en çok muhtaç olduğu zamanda anneyle çok güçlü bir bağ kurmuştur ve ilgiyi anneden görmüştür. Ancak bu tepkiler aşırıya  dikkatli olmalı ve hemen bir uzmana danışmalısınız.

Toplumsal yapının ve yaşam şartlarının giderek değişmesiyle oluşan ailede her iki ebeveynin de çalışması çok sık olarak rastlanan bir durum olduğundan çocuklarımızı genelde kreş, anaokulu, bakımevi gibi kurumlara sonrasında da ilkokula yazdırıyoruz. Çocukların ilk okul günü ebeveynlerinden ayrılmak istememesi çok normal bir durumdur. Çünkü çocuk konfor alanının dışına çıkacak, yeni bir ortam deneyimleyecek ve yeni kişilerle tanışacaktır. Ayrıca aylarca veya yıllarca birlikte olduğu anneden ayrılmak zaten zor iken bir de bu kaygıları taşımaktadır. Ancak çocuğunuz sizden ayrılacağında ağlama krizlerine giriyorsa, titreme, karın ağrısı gibi abartılı tepkiler veriyorsa ve bu davranışlar bir süre sonra hafiflemiyor ya da geçmiyorsa bu durum çocuğunuzun okul fobisi olduğunu ve/veya ayrılma anksiyetesi sorunu yaşıyor olabileceğini gösterir.

Çocuğunuzda okul fobisi oluştuysa genelde pazar akşamı ya da pazartesi sabahı çocuğunuzda karın ağrısı, mide bulantısı, ağlama krizleri gibi belirtiler gözlemleyebilirsiniz. Bu problemlerin çözümü için hiçbir şey yapılmaması ilerde çocuğun bağımsızlığını kazanamaması ve sürekli ebeveynlere bağlı olmasına, özgüven eksikliği yaşamasına, özgürleşememesine sebep olabilir. Bu durum da bireyin sosyal, eğitim ve iş hayatını olumsuz etkileyecek, sağlıklı ve mutlu bir hayat sürmesine engel olabilecektir.

• Burada ebeveynlerin davranışları önemlidir. Çocuktan ayrılmak gerektiğinde gizlice yanından ayrılmamalısınız çünkü bu davranış çocuğu hayal kırıklığına uğratacak, güven problemi yaşamasına sebep olacaktır ve daha çok kaygılanmasına yol açacaktır.

• Ayrılmak gerektiğinde çocuğunuzla konuşmalı, bunun sebeplerini anlatmalı ve kararlı bir tavır edinmelisiniz.

• Çocukla sürekli konuşmak, vakit geçirmek, yanından ayrıldığında onun hayatına olan ilginizin ve bağınızın ortadan kalkmadığı göstermek de burada önemlidir. Bu şekilde çocuğun kaygılarını azaltıp sevginiz ve ilginizin eksilmediği konusunda tatmin olmasını sağlayabilirsiniz.

• Çocuğu koruyup kollamak adına çok fazla sıkmamak, kısıtlamamak da önemlidir. Çünkü bu davranış çocuğunuzun bu duruma alışmasına ve hayatı boyunca alıştığı koşulların devam edeceğini beklemesine, bunun sonucunda da ebeveynlerine bağlı bir yetişkin haline gelmesine, yeni ve özerk bir hayat kuramamasına, özgüven problemi yaşamasına sebep olabilir.

• Ebeveynlerine bağlı bir birey yetiştirmek istemiyorsanız aynı zamanda çocuğunuza sorumluluklar vermelisiniz. Kendi başına yapabileceği işlerin sorumluluğunu almaya çalışması, onlarla meşgul olması, çocuğa ebeveynlerinden bağımsız hareket edebildiğini bir şeyler başarabildiğini gösterir. Bu da çocuğun ayrılmaya karşı olan fazla duyarlılığının törpülenmesinde yardımcı olabilir.

Yazının Devamını Oku

Çocuğunuzun kişiliğini takıntılarınız oluşturmasın

5 Eylül 2019
İstenmeyen düşüncelerin, fikirlerin ve dürtülerin hayatı olumsuz yönde etkilemesi ve günlük yaşantının aksatması beraberinde kendine ve çevresine ciddi problemler geliştirebilmektedir.

Genel olarak, istenmeyen düşüncelerin akıldan çıkamaması obsesyon (takıntı) ve bu istenmeyen düşüncelerin getirdiği huzursuzluğu yatıştırmak için yapılan rutin davranışlar (kompülsiyon) kişide Obsesif Kompülsif Bozukluk (OKB) yaratmaktdır. OKB sanılanın aksine toplumda sık görülür ve erkeklerde daha erken yaşta başladığı bilinmektedir fakat kadınlarda görülme olasılığı daha sıktır. Bunun yanında, okul öncesi çağdaki çocuklarda da kendini gösterebilmektedir.

OKB nedenleri arasında; genetik faktörler, çocukluk dönemi travmaları, bazı kişilik özelikleri ( mükemmeliyetçilik, katı kuralların olması, vb.) gösterilmektedir.

• Mikrop bulaşmasından aşırı derecede korkmak ve buna bağlı aşırı derecede temizlik yapmak
• Eşyaların sıralı ve simetrik bir düzende tutmak
• Kendi veya başkasını rahatsız edebilecek agresif veya korkutucu düşünceler
• İşleri belirli sayılarda yapmak ve yaparken içinden saymak
• Belirli kelime ve cümleleri tekrarlama

Yazının Devamını Oku

Buzdağının görünen kısmı: Anoreksiya

19 Ağustos 2019
Tarih boyunca değişim gösteren dayatılmış güzellik algısı, günümüzde ergen gençler, özellikle genç kızlar için hayatı zorlaştırıyor. Vücut ve topluma kabul ettirilmiş güzellik algısı kendi arasında savaş verirken, bedelini ödeyenler çocuklarımız oluyor.

“Anoreksiya Nervoza” ciddi sonuçlara sebep olan bir yeme bozukluğudur, gereken tedavi sağlanamadığı takdirde intihar ve ölümle sonuçlanabilir. Özellikle kadınlarda görülen bu yeme bozukluğu hayatı tümüyle kabusa döndürebilir. Anoreksiya, “Zayıfladığın için güzel gözüküyorsun” dedikten hemen sonra “Ama hala yeterince zayıf değilsin” diye kulağınıza fısıldadığı gibi, sizi etrafınızdaki sosyal ilişkilerinizden de uzaklaştırır. Çünkü etrafınız size yardım eli uzatırken, Anoreksiya sizi kendi elleriyle ölüme sürüklemek ister.

Ruhsal sıkıntılar arasında en fazla ölüme götürebilen bozukluklar arasında sayılan Anoreksiya Nervoza bozukluğu, ciddi bir psikolojik ve psikiyatrik destek ve yakın takip sürecine gereksinim duymaktadır. Genetik, psikolojik ve çevresel birçok sebebi vardır ve beraberinde diğer psikolojik rahatsızlıkları getirebilir.

Başlıkta da belirtildiği üzere, Anoreksiya Nervoza adlı yeme bozukluğu birçok psikodinamik öğeyi barındırmaktadır. Buzdağını bilinç olarak düşündüğümüzde, buzdağının görünmeyen kısmı yani bilinçdışında kalan noktalara, psikoterapi sürecinde çok fazla ağırlık vermeliyiz.

Anoreksiya Nervoza bozukluğunda ebeveynlerin çocuklarına özellikle doğduktan ergenliğin sonlarına kadar olan tutumlarına çok dikkat edilmesi gerekir. Bu noktada da görülmektedir ki genellikle onay vermeyen ya da aşırı katı tutumlu anne ve babaların çocuklarında bu tarz bozukluklar görülebilmektedir. Bunun yanında, kendisini bir ebeveyni ile özleştiren gencimiz kendini özdeşleştirdiği ebeveyni diğer ebeveyn ile çatışma içinde olduğunda, kendi bedenini protesto amacı ile kullandığı görülmektedir.

Ebeveynlerin dışında kardeşler ile olan tutum da çok önemlidir, kardeşi ile geçimsizliği ve inatlaşma halinde olan gençlerde yememe görülmektedir. Bazen sadece psikodinamik değil çevresel faktörlerin veya istemediğimiz ama zorla içinde kaldığımız ilişkiler de bizi anoreksiyaya sürükleyebilir.

Özellikle çocuğunuzda veya etrafınızdaki insanlarda aşağıdaki belirtiler gözlemleniyorsa en kısa sürede destek alınması gerektiğini hatırlayınız, hatırlatınız.

• Kalori hesaplama

Yazının Devamını Oku

Aile problemlerinde EMDR'nin yeri nedir?

29 Temmuz 2019
Aile, bireyin kişiliğinde başlıca rol oynayan unsurlardan biri olmakla beraber aile içinde yaşanan problemler bireyi çıkmaza sürükleyebilmektedir. Bunlar; aldatma, aldatılma, boşanma, taciz, psikolojik veya fiziksel şiddet, şehir değişiklikleri, kayıplar, vb. olarak bireyin kendi ve aile içi psikolojisinde problem yaratacak unsurlar olarak görülebilmektedir.

EMDR terapisi bu gibi aile içinde yaşanmış bilinçli veya bilinçdışı gelişen problemlere neredeyse kökten çözüm niteliği taşımaktadır. 1987 yılında Francine Shapiro tarafından geliştirilen ve bir çok bireye uygulanmasıyla olumlu sonuçlar doğuran terapi yöntemi, göz hareketlerinin duyarsızlaştırılması ve yeniden işlenmesi şeklinde çalışır.

Terapi sürecince bireye yeterli açıklama ve güven verildikten sonra, süreç başlar ve burada amaç beynin her iki yarımküresinin birbiri ile etkileşimini sağlamak, probleme neden olan anı veya anıları gün yüzüne çıkarmaktır.

Setler halinde ilerleyen EMDR terapisinde, setler arasında olabilecekleri bir rüya mantığı gibi düşünebiliriz. Nasıl ki rüyada saniyeler içinde kafamızda oluşan imajın oluşturduğu duygu ve düşünce ile uyanıyorsak, EMDR da bunu normal hayatta kişinin farkında olduğu bir süreçte sistematik olarak yapılmasını amaçlar.

Bilinmelidir ki, EMDR bir beyin yıkama yöntemi değildir, hipnoz değildir, EMDR yapılan kişinin bilinci seanslarda her daim açıktır.Yapılan birçok araştırma ve kontroller sonucunda EMDR terapisi almış bireylerde, travma sonrası stres belirtileri gözle görülür bir şekilde azalmış hatta yok olmuştur. Psikolojik sorunlar ile bağlantılı olan semptomlarda ( kaygı, duygu durum bozuklukları vb.) azalma sağladığı görülmüştür.

Aile içi problemlerde aldatılma yaşayan kişide değersizlik, önemsizlik inançları güçlendiği gibi terk edilme kaygıları yaşanır bunlar düzeltilemediği takdirde aile bireyleri sağlıklı olarak ilerleyemez ve aile bütünlüğü sağlanamaz. Aynı nokta boşanma süreci için de geçerlidir, boşanma durumunda ebeveynlerin sağlıklı olması veya çocukların bu kaybı, travmayı atlatabilmesi için EMDR uygun bir terapi yöntemidir. Terapi sonrası bireyler, çocuklukta veya günümüzde yaşadığı problemlerin negatif etkilerinden sıyrılmış, kendilerine daha çok güvenen, dünya ile barışık, etrafına daha pozitif açı ile bakabilen bireyler olduğu bilinmektedir. Bilinmelidir ki EMDR ile yapılan terapi sonucu birey kendine rahatsızlık veren ve günlük yaşantısını aksatan anıyı tamamen unutmaz ancak beyin anının verdiği rahatsız duygu ve düşünceleri aktif tutmayı bırakır, kişi bu kötü anıyı kabullenebilmekte ve yaşantısına olumlu yönde bakarak ilerleyebilmektedir. 

Yazının Devamını Oku

Ya siyah ya beyaz

10 Temmuz 2019
Sev ya da terk et, hep ya da hiç, çok ya da az... Zıtlıkların oluşturduğu bir bütüne eş duygular ama arası yok, hayatınızdaki sınırlarda gri renge yer yok.

Hayatı ya siyah ya beyaz yaşayan, uçlarda yaşam süren ama bunların arkasında bir çok neden barındıran sınırda kişilik bozukluğu, anlam veremediğiniz davranışları olan ama bu bozukluk ile savaşan yakınlarınız olabilir.

Sınırda kişilik bozukluğu (borderline) toplumda sık rastlanılmasına rağmen, gelişimini tamamlamamış bireylerde tanı konulamamaktadır ancak bilinmesi gerekir ki bu bozukluğun kökleri bebeklik döneminden itibaren ebeveynlerin tutumuyla da doğru orantılı olarak gelişebilmektedir. Kadınlarda erkeklere kıyasla daha fazla görüldüğü bilinmektedir, bireylerin hayatların hareketli görünmesinden ziyade, boşluk duygusunun seyrettiği ve iletişim halinde olunan insanlar ile çatışmaktan kaçınarak uyumlu bir tutum içinde geçirmeye gayret göstermektedirler.

• Bireyin kendisini yoğun bir boşlukta hissetmesi
• Gerçek veya gerçek dışı bir terk edilmeden kaçınılması, buna yoğun bir çaba gösterilmesi
• Kimlik karmaşası ( benlik anlayışında belirgin oranda tutarsızlık)
• Duygu durumda aşırı reaksiyona bağlı sürekli değişken bir hal
• Gergin ve tutarsız ilişkiler (diğer bireyi göklere çıkardıktan sonra yerin dibine vurmak)

Yazının Devamını Oku