Kutay Ürkmen

Şirketlerdeki psikopat yöneticiler

24 Ocak 2018
Kendilerinden başka kimseyi beğenmiyorlar. Çalışanlarını acımasızca kullanıyorlar.

Akademik literatürde “Psikopat” kelimesinin anlamı; “Ruh veya sinir hastalığına tutulmuş olup, dengesiz hareketler yapan kimse. Karakter yönünden olağandışı, kararsızlık içinde ve topluma karşı olumsuz bir tutum içinde bulunan hasta kişilik. Başkalarına düşmanlık duyguları besleyen kimselere verilen genel ad.” şeklinde ifade edilir.

Eminim bazı okurlarımız, kendi yöneticisinden bir şeyler bulmuştur yukarıdaki satırları okurken. Tüm hayatları, iş arkadaşlarının haklarını gasp edip, hayatlarını zindan etmekle geçen bu tipteki yöneticilerin ortak özelliklerini şöyle sıralıyor uzmanlar: 

Psikolojide anti-sosyal, vicdan duygusu gelişmemiş, empati kuramayan, zarar verici duygulardan kaçınmayan, topluma uyum göstermek için çaba sarf etmeyen kişilere ‘psikopat’ adı veriliyor. Amerikan iş dünyası şu sıralar bu kavramın yeni bir boyutunu ‘kurumsal psikopatlığı’ tartışıyor. Kriminal psikoloji alanında uzman olan Amerikalı Akademisyen Robert F. Hare, 20 maddelik psikopatlık kontrol listesinin yaratıcısı. Hare, toplumun yüzde 1’ini oluşturan psikopatların klinik tedavisinde önemli rol oynayan bu listeyi, yönetim dünyasına yeniden uyarlamış. Hare’e göre basiretsiz ve başarısız yöneticiler, psikopat özellikler taşıyor. Bu iddiaları daha da ileri götüren Hare ‘Psikopatları izlediğimiz gibi CEO’ları izleyerek tedavi edebilseydik, son yıllarda yaşadığımız kurumsal skandalları yaşamazdık’ görüşünü savunuyor.

Psikopat yönetici olarak nitelendirilen yöneticiler, karşısındakilerin duygu ve düşünceleriyle ilgilenmiyor. Vicdan ya da suçluluk duygusu hissetmiyorlar. Hırsları ve onları yönetenlerin çıkarları uğruna herkesi kullanıyorlar. Çalışanlarını onları sevdiklerine, sadakatlerini takdir ettiklerine inandırıyorlar. Ancak bu konularda sürekli yalan söylüyorlar. Katı ve duyarsızlar, çalışanlarıyla adeta oynuyorlar.

Kimi yöneticiler vardır ki, yıllar sonra karşınıza çıktıklarında, minnet ve vefa duygusu ile hatırlarsınız onları ve boyunlarına sarılmak gelir içinizden. Ve kimi yöneticiler de vardır ki; kuru bir selam bile çoktur onlara, görmezden gelip, geçersiniz yanlarından. İnsanların sahip olduğu asıl zenginliğin bu noktada ortaya çıktığını fark edemeyecek kadar zavallı olan bu tipteki psikopat yöneticiler, hayatlarındaki bir çok alanda kendilerini kabul ettirip saygı göremedikleri için bu yola düşmüş olduklarını fark ettiklerinde, iş işten geçmiş olur çoğu zaman. Koltuklarını kaybettiklerinde sudan çıkmış balığa dönmeleri de bu yüzdendir aslına bakacak olursanız.

Öyle tahmin ediyorum ki; bir insan için en büyük ceza, son yolculuğuna uğurlanırken “haklarınızı helal ediyor musunuz?” sorusuna, çok sayıda insanın “hayır helal etmiyorum.” cevabını verecek olduğunu, bu günden biliyor olmaktır. Unutmayın ki; sizin, şirketin bir çalışanı olmaktan daha önce, bir insan olduğunuzu, duygularınızla yaşayan bir değer olduğunuzu göremeyen, haklarınızı gasp edip çoluk çocuğunuzun rızkına el uzatan bu vizyon fakiri zavallılardan alabileceğiniz en etkili intikam ise “Başarılı Olmak” ‘tır.

Sağlıklı günler dileklerimle...

Yazının Devamını Oku

Kocanızı keşfetmek için annesini iyi tanıyın

20 Aralık 2017
Oğlunuza, nezaketi, merhameti, vicdan sahibi olmayı, kibarlığı öğretin.

Kuşkusuz ki bir erkek çocuğun ilk aşkı, annesidir. Çocuğun annesine gösterdiği ilgiyi aşk sanması ve babasına tepki göstermesi ise bu duygu durumunun doğal bir sonucudur. Kadın olsun, erkek olsun, kişilik temellerinin atıldığı 3-6 yaş arası dönem, gelişim psikolojisinde “oidipal dönem” olarak adlandırılır ve insan hayatının en önemli psikolojik evresi olarak kabul edilir. Bireyin yaşamı boyunca taşıyacağı tüm karakteristik yapısı, mizacı ve kişiliği, çok büyük oranda bu dönemde şekillenir.

Erkek çocuğu, bu dönemde annesine “sevgilisi” gibi davranmaya özenir ve annesini babasından kıskanır. Bir taraftan da kendisine rakip olarak gördüğü babasının, bu duyguları nedeniyle ona kızıp, onu cezalandıracağından korkar. Ne zaman ki bu korku, annesine duyduğu ilgiden baskın gelir, işte o andan itibaren, babasına olan sevgisi artar ve erkek çocuk baba modeli ile özdeşleşmeye başlar. Bu dönemin en belirgin özelliklerinden birisi ise, erkek çocukların, annesinin, babasını çok sevdiğini gördüğünde, annesinin sevgisini kazanmak için, babaları gibi olmaya çalışmalarıdır.

Ebeveynlerin ortak hoşgörüsü ile bu dönemi sağlıklı bir biçimde atlatabilmek çocuğun gelişimi açısından oldukça önemlidir. Bu dönemde, bir erkek çocuk annesinin, oğlunun yanında, eşini sıklıkla övmesi ve onu çok sevip, ona çok değer verdiğini ifade etmesi, en doğru ve en sağlıklı tutum olacaktır. 

Anneler ve kız çocuklarının, aynı cinsiyette oldukları için aralarında sıcak ve samimi bir ilişki kurmaları daha kolaydır. Ancak fiziksel, duygusal ve psikolojik olarak kendilerinden çok farklı olan erkek çocukları, çoğu zaman ilişkisel boyutta anneleri zorlar. Ve bu durum, yani anne/oğul arasındaki bu çatışma süreci, binlerce yıldır üzerine kafa yorduğumuz kadın erkek ilişkisinin temelini oluşturur aslına bakacak olursanız.

Maalesef günümüzde ülkemizin bazı bölgelerinde halen devam etmekte olan toplumsal cinsiyet ayrımcılığı, annenin erkek çocuğunu kayırarak ona iyilik ettiğini zannetmesine yol açmaktadır. Erkek çocuğuna verilmeyen her sorumluluk, aslında hem onun sosyal ve duygusal gelişimi, hem de yardımlaşma ruhu için büyük bir dezavantaj oluşturur. Örneğin; doğup büyüdüğü evinde, ev işleri konusunda sorumluluk verilmeyen erkek çocukların, ileride bu işlerin “kadın işi” olduğu konusunda ön yargılı bir erkek olmaları kaçınılmaz olacaktır.

Kadın ile erkek arasında biyolojik ve psikolojik boyutta farklar olduğu, bilinen bir gerçektir. Ancak bu farklılıkları bir handikap yerine bir zenginlik olarak görebilmek ve ilişkileri bu bakış açısıyla şekillendirmek, kişinin bakış açısı ve becerisiyle doğru orantılıdır.

Bir annenin, oğlunu yetiştirirken beslendiği en büyük kaynak, geçmişindeki erkeklerle (babası, ağabeyi, eşi, eski erkek arkadaşı vb.) yaşadığı deneyimler ve bu deneyimlerin, annenin üzerinde bıraktığı, olumlu / olumsuz izlerdir. 1900’lü yılların ortalarına doğru Almanya’da yapılan bir araştırma sonucunda, annelerin erkek bebeklerine, kızlara oranla daha az ve daha kısa cümlelerle konuştuğunu tespit edilmiştir. Oysa ki özellikle erkek çocuklarda öz güven gelişimi için ona ne kadar sevildiğinin, ne kadar harika olduğunun sıkça söylenmesi büyük önem taşımaktadır. Ayrıca unutulmaması gereken bir başka husus ise, erkek çocukların da kızlar gibi şefkate ihtiyacı olduğudur.

Yazının Devamını Oku

Çocuklarda dikkat eksikliği ve okul başarısına etkileri

10 Aralık 2017
Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu sık sık “isteksizlik” ile karıştırılır ancak kişinin ruh hali değil, beyindeki idareyi sağlayan kimyasal maddelerle ilgili bir problemdir.

Dikkat eksikliği, öğrencilerin ders başarısını ve sınav sonuçlarını olumsuz etkileyen en önemli etkenlerin başında gelmektedir. Hemen hemen her anne baba çocuğunun dikkatini derse veremediğinden yakınırken, üçte birine yakını da dikkat eksikliğinin daha ileri boyutlara vardığı ve çocuklarının sınavlarda çok basit hatalar yaparak düşük notlar aldığından şikayet etmektedirler.

Öğrenciler ise hem okulda başarısızlık yaşamakta hem de öğretmenlerini dinlerken dikkatlerini veremedikleri için dersten kopmaktadırlar. Bu durum sürekli olarak aileleri ile problem yaşamalarına neden olmaktadır. Çocuklarının sınavlarda kimsenin bilemediği en zor soruları doğru cevaplarken en basit sorularda hata yaptığını gören aileler onların istediği zaman dikkatini verebileceğini fakat gayret göstermediklerini düşünerek başarısızlıklarından ötürü onlara kızmakta, bu durum karşılıklı kırgınlıklara neden olmaktadır. Birçok aile çocuklarının dikkat eksikliğinden yakınsa da, çok azı bu problemi giderme yoluna gitmektedir. Bu durum, maalesef, hafif düzeyde çok basit ve ilaçsız müdahaleler ile düzelebilecekken, ebeveynlerin ihmali yüzünden ileride çok daha ciddi psikolojik problemlerle karşılaşılmasına neden olmaktadır. Çünkü dikkat eksikliği, çocuğun sadece okul başarısını değil, iş hayatı, evlilik hayatı gibi, hayatındaki bir çok önemli unsuru olumsuz etkilemektedir.

Çocukluk döneminde yaşanan dikkat eksikliği bozukluğunun belirlenmesi genellikle pek kolay değildir. Ailenin, öğretmenin ve çocuğun çevresinde bulunan yetişkinlerin dikkat eksikliği bozukluğu belirtilerinden haberdar olması, çocuğun ilişkilerini ve hareketlerini iyi gözlemlemesi teşhisin konulabilmesi için atılacak ilk adımdır.

1) Okulda veya iş yerinde önemli olan detaylara dikkat etmeme, kolay hatalar yapma, yapılan işin dağınık ve dikkatsiz yapılması.
2) Bir işle uğraşırken diğer insanların ilgisini çekmeyen bir ses veya olay nedeniyle yapılan işin bırakılması.
3) Uzun dönemli konsantrasyon gerektiren işlerde yaşanan başarısızlıklar.
4) Konsantrasyon gerektiren ev ödevleri, kağıt işlerini tamamlamakta zorlanma.

Yazının Devamını Oku

Evlenmek mi, katlanmak mı?

7 Aralık 2017
Eğer siz de evliliğinizde bu sıkıntıları yaşıyorsanız...

Melih Cevdet Anday’a sormuşlar “Evlilik nedir?” diye. Şöyle yanıtlamış üstat: “Eskiden kız tarafının ve oğlan tarafının ailesi bir araya gelir, yeni çiftin kuracağı yuva için beraber hazırlık yapılır, beraberce yeni ev düzülürdü. Tabii o zamanlar evler genelde bahçe içinde müstakil evlerdi. O yüzden buna “evlenmek” denirdi. Şimdi ise yeni evliler, apartman dairelerinde, yüksek bloklarda, yani katlarda oturuyorlar. Bu yüzden artık evlilik “katlanmaktır.”

Özellikle evlli olan okurlarımızın yüzündeki naif tebessümü görür gibiyim. Peki bir eviliğin “problemli” olduğunu söyleyebilmek için temel kriterler nelerdir acaba? Elbette bu sorunun çok net bir yanıtı yoktur. Teşhis, çiftlerin kişilik yapılarına, evlilik sürecinin hangi aşamalardan geçtiğine ve bunun gibi binlerce değişkene göre farklılık gösterebilir. Ancak genel geçerliği olan bazı temel sıkıntıları göz önünde bulundurduğumuzda;

Bir çok çift evliliğe adım atarken, yaşanılan romantik duyguların da etkisiyle, “Bizim birbirimize olan duygularımız o kadar güçlü ki, biz hiçbir sorun yaşamayacağız, her zorluğu yenebiliriz” diye düşünür. Ancak, zaman ilerledikçe çevremizde hiçbir şeyi statik, durağan tutamadığımız gibi, evliliklerde de her şeyi ilk günkü gibi tutabilmek oldukça güçleşir. Hem kadın, hem de erkek cephesinde değişen ihtiyaçlar, kişisel gelişim sürecindeki farklılıklar, arzular, istekler ve umduklarımızın bulunamaması neticesinde çatışmalar kaçınılmaz olur. Eğer bu çatışmalar iyi ve etkili bir biçimde çözümlenemezse, bu durum kronik ve sancılı bir gerilime, öfke patlamalarına neden olabilir ve bir zamanlar eşiniz ve evliliğinizi betimlemek için kullandığınız “ideal” sıfatı, yerini türlü olumsuz tanımlamalara bırakır. Evlilik içinde çok çeşitli varyasyonlarda sorunlar çıkabilmektedir. En tipik olanlarını; iletişim kuramama ve uzlaşmada güçlük, sevgi azlığı, saygı eksikliği, eşlerin depresif düşünce modu, anlaşılamamak, çocuk sorunları, ailelerin evliliğe müdahale ve baskıları, ekonomik problemler vb. şeklinde sıralayabiliriz.

Hayatın diğer kulvarlarında da zorlu mücadeleler vermekte olan eşlerin omuzlarına bir de bu problemler yüklendiğinde, bu durum kişinin kaçınma-yaklaşma anksiyetesi yaşamasına neden olur. Özellikle yukarıda bahsettiğimiz tipte problemler, eşlerde “özgürlüklerin kısıtlanması” şeklinde algılanır ve bu durum kişide içten içe bir öfke ve isyan oluşturur. Eğer eşe duyulan sevgi bu öfke ve isyandan aşağıda kalırsa evlilikte sorunlar baş göstermeye başlar. Bu durumdan kurtulmanın en iyi yolu eşler arası açıklık, doğruluk ve yalınlıktır.

Tüm bu durumlar bazen kendiliğinden çözülebilir ancak bazen de çözümlenemeyen basit sorunlar boşanmaya varacak tatsız tablolarla karşımıza çıkabilmektedir. Eğer bir iletişim sorununu kendiniz çözemeyecekseniz geç kalmadan sorunun çözümü için bir profesyonele başvurmaktan da çekinmemelisiniz. Sağlıklı günler dileklerimle.

Yazının Devamını Oku

Black Friday ve alışveriş bağımlılığı

27 Kasım 2017
Bizim kültürümüze son derece uzak bir bayramın uzantısı olan “Black Friday”in, yani Türkçe karşılığı ile “Kara Cuma”nın Amerika’da her yıl 23 Kasım’da düzenlenen Şükran Günü‘nden sonra gelen ilk cuma günü gerçekleştirilen, tam anlamıyla bir alışveriş çılgınlığı olan organizasyona verilen isim olduğunu biliyor muydunuz?

“Black Friday” ilk başta sadece Amerika’yı kapsayan özel bir gün olsa da, zamanla Kanada ve İngiltere‘nin ardından tüm dünyaya yayılmıştır. Kara Cuma ifadesi ilk kez 1961 yılında Amerika’daki gazetelerde kullanılmıştır. İnsanların izdihamı karşısında yaşanan yaralanma ve ölüm olayları sebebiyle, günün ismi “Kara Cuma” olarak anılmaya başlanır. Son “Black Friday” faciası ise, 2008 yılında Valley-Stream‘in açılış saatinde, içeriye dalan kalabalığın, firmanın bir çalışanını ezerek ölümüne sebep olmaları ile yaşanır ne yazık ki...

Aslında insanoğlunun alışveriş merakı ve özellikle de ucuz ürün alma sevdası, neredeyse paranın icadı kadar eskidir. Bu duruma en yakın örnek ise, geçtiğimiz hafta ülkemizde de boy gösteren “Kara Cuma"nın, bir önceki hafta aynı güne oranla Türk kullanıcıların cebinden % 622’lik bir artış oranında para çıkmasını sağlamış olmasıdır herhalde.

Bunu çok iyi bilen satış ve pazarlama firmaları ise, insanoğlunun bu zaafını çok iyi kullanırlar. Alışveriş genel anlamda, kimisi için ihtiyaçlarını karşılamak, kimisi içinse üzüntü ve sıkıntılıyken kendini daha iyi hissetmek için bir deşarj olma şeklidir. Ancak her şeyin aşırısının zararlı olması gibi, eğer kişi kendini her üzüntülü, kaygılı, stresli ya da bunalmış hissettiğinde normalin üzerinde harcama yapıyor, harcadığı paranın aşırılığı yüzünden sorun yaşıyorsa, kredi kartları yanında olmadan kendini kötü hissediyorsa, para harcadıkça kendini rahatlamış hissediyor ve sonrasında da utanç ve pişmanlık hissediyorsa, alışveriş bağımlılığının sinyallerini veriyor olabilir.

Alışveriş bağımlılığının altında yatan en önemli sebep, kişinin kendisini özel ve değerli hissetmesine ilişkin eksiklik, sorunlarından kaçmak istemesi ve bu gerçekler ile yüzleşmek istememesidir.

Bir kişide “alışveriş bağımlılığı” olduğunu söyleyebilmek için, en önemli unsur, bireyin para harcarken sonuçlarını göz ardı ederek kontrolden çıkması ve bu davranışını kontrol altına almayı başaramıyor olmasıdır. Günümüzde alışveriş bağımlılığının tahmin edilenden çok daha fazla yaygın bir rahatsızlık olduğu tahmin edilse de, pek çok kişinin alışveriş bağımlılığının bir problem olabileceğini düşünmediği için profesyonel yardım almıyor olmasından dolayı tespit edilen vakaların rakamsal olarak gerçeği çok fazla yansıtmadığı bilinmektedir. Bu konuya ilişkin emin olunan tek veri ise, alışveriş bağımlılığının kadınlar arasında erkeklere nazaran daha yaygın olduğu gerçeğidir.

Alışveriş bağımlılığı olan kişilerin dolaplarında, üzerinde hala etiketi duran pek çok kıyafet, hiç giyilmemiş pek çok sayıda ayakkabı ya da hiç kullanılmamış pek çok takı vb. şeylere rastlamak oldukça olasıdır. Alışveriş bağımlılığının bir özelliği de, depresyon, kaygı bozuklukları, kişilik bozuklukları ve diğer bağımlılıklarla (yeme bozuklukları, madde ve alkol bağımlılığı gibi) aynı anda görülebilme ihtimalinin yüksek olmasıdır. Alışveriş bağımlılığının çoğu zaman eşler arasında ciddi problemlere, hatta ayrılıklara sebep olduğu da unutulmaması gereken önemli bir unsurdur.

Alışveriş bağımlılığından kurtulmak için bireysel psikolojik destek oldukça önemlidir. Bunun yanı sıra alınabilecek kişisel önlemleri ise şöyle sıralayabiliriz;

Yazının Devamını Oku

Uzun süreli ilişkilerde cinsel hayat

22 Kasım 2017
Uzun süreli beraberliklerde en çok tartışılan konulardan birisi, cinsel hayatın kalitesi oluyor ister istemez. Birliktelikte ne kadar zaman geçerse geçsin, çiftlerin yaşamında cinselliğe yer vermesinin, ilişkinin her döneminde oldukça önemli olduğunu unutmamak gerekiyor.

ZAMANLA CİNSEL ATEŞİN KAYBOLMASI NORMAL Mİ?

Maalesef bir çok çift tarafından, uzun süren beraberliklerde cinselliğin eski ateşini kaybetmesine doğal gözle bakılıyor. Oysaki bu durumu kanıksamadan önce, beraberliğin süresi ne kadar uzarsa uzasın, sağlıklı bir cinsel hayatın kaybolmasını doğal karşılamamak ve nedenlerini sorgulamak önemli bir gereklilik olarak karşımıza çıkıyor.

Bu aşamada, öncelikle sizde isteksizlik yaratabilecek dış faktörleri gözden geçirmek oldukça önemlidir. Stresli bir iş hayatı veya çeşitli stres kaynaklarının, sizde arzu kaybı yaratabileceğini unutmamanızda fayda vardır. Cinsel isteğin oluştuğu zeminde, fiziksel, psikolojik ve sosyal unsurların etkin olduğunu bilmeniz ve cinsel isteksizliğinizin altında yatan faktörleri bu sac ayağının ışığında değerlendirmeniz oldukça önemlidir.

Hormonsal eksiklikler, sağlık sorunları, kullanılan ilaçlar ile sağlıksız beslenme / hareketsiz bir yaşam, sigara, aşırı alkol ve yoğun stresin vücutta yarattığı tahribat gibi hayat tarzı faktörleri de cinsel hayatı olumsuz etkileyen unsurların başında gelmektedir. Yeni yapılan çalışmalara göre, kişisel geçmiş ve başarılardan tatmin olmayan, eşine güven duymayan, ilişkide sürekli çatışmalar yaşayan, yoğun iş ve finansal stres altında olan kişilerin uzun süreli ilişkilerde cinsel istekte azalma yaşayabildiği tespit edilmiştir. Sosyal anlamda ise çocuk doğumu sonrası yeni ilişki düzeni ve cinsel hayata adapte olmak ile aile yakınlarının sağlık sorunlarının da, uyarılma ve orgazm süreçlerini olumsuz etkileyebildiği, bilinen bir başka gerçektir.

Tüm bunların dışında eğer sadece fiziksel zevkinizi düşünürseniz eşiniz sizden uzaklaşması kaçınılmazdır.

CİNSELLİĞİ "OLDU, BİTTİ” YE GETİRMEYİN

Eşiniz/partnerinizle olan cinsel rutininiz bu anlamda büyük önem taşır. Cinsellikte yenilik arayışına girmemek, belirli bir monotonluğu takip etmek, cinselliği "oldu, bitti” anlayışıyla kabul etmek, cinsellikte kalite aramamak gibi pek çok sorun, cinselliği etkiler.

Bazı çiftler maalesef cinselliğin duygusal yakınlık kısmına özen göstermezler. Oysa yaklaşık 1.200 çift üzerinde yapılan bir çalışma, ilişki kalitesi ve mutluluk için sadece cinsel birlikteliğin değil öpmek, sarılmak ve okşamanın da gerekli olduğunu göstermiştir. Bütün bu faktörlerin yanı sıra, zamanla cinselliği karşılıklı bir zevk aracı olmaktan çıkarıp bir görev haline getirmek de uzun süreli ilişkilerde seksi keyifsiz kılan bir başka unsurdur. Ayrıca, bu sorunların partnerler arasında hiç konuşulmaması da olayları daha içinden çıkılmaz bir hale getirir. Bazen sadece bu sorunları dile getirmek bile çiftin cinselliğini tekrar ateşleyebilir.

PEKİ NE YAPMAK GEREKLİ?

    Öncelikle isteksizliği hemen psikolojik faktörlere bağlamayın. Cinsellik genel vücut sağlığının barometresidir. Devam eden sorunlarda mutlaka organik faktörleri ve yaşam şeklinizi ele almalısınız.Eşinizle konuşmaktan çekinmeyin. Ne hissettiğinizi söylemeniz, partnerinizin ne düşündüğünü öğrenmeniz, iletişim kurmanız, çözüm yolları aramanız çok önemlidir.Cinsel ilişki sıklığınızı düzene koyun. Cinsellikte sayıların değil, kalitenin önemli olduğunu unutmayın.Cinselliğe sizi hem zihnen hem de ruhen hazırlayacak bir hazırlık yapın. Romantik bir akşam yemeği ve daha pek çok hazırlıkla altın geceler yaratabilirsiniz.Cinselliğin ödüllerini arttırın: Cinsellik sizin için stresten kurtulmak, fiziksel bir ihtiyaç veya eşinizle yakın hissetmek anlamına gelebilir. Ne olursa olsun, eğer cinsellik sonlandığında iki taraflı memnunsanız cinsel hayatınız tekrar canlanacaktır.Cinselliği bir yarış olarak görmeyin. Kendi istek ve duyguları ile partnerinin istek ve duygularını tatmin edecek yönde bir cinsellik hedeflemek daha doğrudur.

Tüm bunların dışında bir uzmandan destek almanız da problemlerin çözümü için etkili bir destek olacaktır. 

Maalesef bir çok çift tarafından, uzun süren beraberliklerde cinselliğin eski ateşini kaybetmesine doğal gözle bakılıyor. Oysaki bu durumu kanıksamadan önce, beraberliğin süresi ne kadar uzarsa uzasın, sağlıklı bir cinsel hayatın kaybolmasını doğal karşılamamak ve nedenlerini sorgulamak önemli bir gereklilik olarak karşımıza çıkıyor.

Bu aşamada, öncelikle sizde isteksizlik yaratabilecek dış faktörleri gözden geçirmek oldukça önemlidir. Stresli bir iş hayatı veya çeşitli stres kaynaklarının, sizde arzu kaybı yaratabileceğini unutmamanızda fayda vardır. Cinsel isteğin oluştuğu zeminde, fiziksel, psikolojik ve sosyal unsurların etkin olduğunu bilmeniz ve cinsel isteksizliğinizin altında yatan faktörleri bu sac ayağının ışığında değerlendirmeniz oldukça önemlidir.

Hormonsal eksiklikler, sağlık sorunları, kullanılan ilaçlar ile sağlıksız beslenme / hareketsiz bir yaşam, sigara, aşırı alkol ve yoğun stresin vücutta yarattığı tahribat gibi hayat tarzı faktörleri de cinsel hayatı olumsuz etkileyen unsurların başında gelmektedir. Yeni yapılan çalışmalara göre, kişisel geçmiş ve başarılardan tatmin olmayan, eşine güven duymayan, ilişkide sürekli çatışmalar yaşayan, yoğun iş ve finansal stres altında olan kişilerin uzun süreli ilişkilerde cinsel istekte azalma yaşayabildiği tespit edilmiştir. Sosyal anlamda ise çocuk doğumu sonrası yeni ilişki düzeni ve cinsel hayata adapte olmak ile aile yakınlarının sağlık sorunlarının da, uyarılma ve orgazm süreçlerini olumsuz etkileyebildiği, bilinen bir başka gerçektir.

Tüm bunların dışında eğer sadece fiziksel zevkinizi düşünürseniz eşiniz sizden uzaklaşması kaçınılmazdır.

Eşiniz/partnerinizle olan cinsel rutininiz bu anlamda büyük önem taşır. Cinsellikte yenilik arayışına girmemek, belirli bir monotonluğu takip etmek, cinselliği "oldu, bitti” anlayışıyla kabul etmek, cinsellikte kalite aramamak gibi pek çok sorun, cinselliği etkiler.

Bazı çiftler maalesef cinselliğin duygusal yakınlık kısmına özen göstermezler. Oysa yaklaşık 1.200 çift üzerinde yapılan bir çalışma, ilişki kalitesi ve mutluluk için sadece cinsel birlikteliğin değil öpmek, sarılmak ve okşamanın da gerekli olduğunu göstermiştir. Bütün bu faktörlerin yanı sıra, zamanla cinselliği karşılıklı bir zevk aracı olmaktan çıkarıp bir görev haline getirmek de uzun süreli ilişkilerde seksi keyifsiz kılan bir başka unsurdur. Ayrıca, bu sorunların partnerler arasında hiç konuşulmaması da olayları daha içinden çıkılmaz bir hale getirir. Bazen sadece bu sorunları dile getirmek bile çiftin cinselliğini tekrar ateşleyebilir.

Yazının Devamını Oku

Online terapi hayatımızı kolaylaştırıyor!

15 Kasım 2017
İstanbul’un Çamlıca sırtlarındaki evinde, boğaz manzaralı koltuğundan hiç kalkmadan, 17.170 km. ötede, Yeni Zelanda Wellington’daki torununun gözlerinin içerisine bakarak sohbet edebilen bir anneanne… ABD Seattle’daki bir cerrahın Atlas Okyanusu’nun diğer ucundan kumanda ettiği “Da Vinci” isimli cerrah-robot aracılığı ile Fransa Lyon’daki Edouard Herriot hastanesinde başarılı bir açık kalp ameliyatı geçirerek şifa bulan bir hasta…

Bu satırları, çok değil 20-25 sene önce okumuş olsaydık gülüp geçerdik. Oysa bu gün, çok kısa bir süre önce hayal bile edilemeyecek kadar ütopik olan bu söylemlerin , çağımızda internet sayesinde toplumun hizmetine sunulmuş imkanlar olmasını hayranlıkla izliyoruz. Bu baş döndüren gelişimin temelinde ise, insanın “zaman” kavramına verdiği önemin günden güne artıyor olması yer alıyor sanırım. Bundan 100 yıl öncesine nazaran bu gün, insanoğlunun okuyacağı daha çok kitap, gezeceği daha çok yer, dinleyeceği daha çok müzik, seyredeceği daha çok film, tanıyacağı daha çok kültür, harcayabileceği daha çok para, tadacağı daha çok lezzet ve çözmesi gereken daha çok problem olmasına rağmen belki de “o kadar çok” olmayan tek şeyi; zamanı. 

İşte bu yüzden, aklına getirmek istemese de, bu dünyada sonsuza dek kalamayacağının (en azından) farkında olarak yaşamak zorunda olan insan için, zaman olgusu belki de en önemli değer olarak çıkıyor karşımıza. İşin bu noktasında , çok fazla zaman ayırarak karşılayabileceği ihtiyaçlarını , daha kısa sürede ve daha pratik bir biçimde giderebilmenin yollarını arıyor insan. Online terapi (online psikolojik destek) de tabiri caiz ise “bu derde deva olan” yeniliklerden biri. Batıda 10 yılı aşkın bir süredir oldukça rağbet görerek uygulanmakta olan online terapi, bir terapistle görüşmenin yeni bir yöntemi aslında.

Özellikle günümüzün yoğun yaşam temposunda, ihtiyaç halinde, bir uzmanla yüz yüze görüşebilecek fırsatı bulamayanlar için, online terapi ideal bir destek türü olarak karşımıza çıkıyor. İnternet üzerinden yazışarak (MSN), yine internet üzerinden görüntülü görüşme metoduyla (Live Messenger), telefonda canlı görüşme ile ve hatta e-posta yolu ile bile gerçekleştirilebilen online terapi süreci , mesleki etik kurallara uyulduğu ve konusunda yetkin kişiler tarafından sunulduğu sürece, yetişkin bireyler için (18+) hiç bir sakınca içermeyen bir psikolojik destek alma yöntemi. Geleneksel terapiye nazaran online terapinin bir çok avantajı da var. Bunlardan bir kaçını sıralayacak olursak :

• Kar yolları kapatmışken veya hava sıcaklığı gölgede 45 santigrad derece iken iş yerinizden veya evinizden çıkmadan psikolojik destek alabilirsiniz.

• Online terapi, terapistinizle bir saat geçirmek için, onun üç katı kadar vakti trafikte geçirmek eziyetinden sizi kurtarır.

• Görüşme saatleri çok daha esnektir. İş saatleriniz dışında açık bir muayenehane bulamasanız bile bu yöntemle terapistinize akşam saatlerinde ve hafta sonları da ulaşabilirsiniz.

• Online terapi, terapistinizle bir saat geçirmek için, onun üç katı kadar vakti trafikte geçirmek eziyetinden sizi kurtarır.

• Evden çıkmanıza engel olacak bir ruhsal veya fiziksel engeliniz olsa bile psikolojik destek alabilmenizi sağlar.

Yazının Devamını Oku