Kubilay Qb Tunçer

Tiyatro festivali başlıyor

4 Ağustos 2013
Maalesef burada değil, İskoçya’da. Dünyanın en büyük, en kapsamlı ve en önemli tiyatro festivali her yaz başkent Edinburgh’da gerçekleşir. 2 Ağustos’ta başlıyorlar, 26’sına kadar yüzlerce oyun sergilenecek.

Çoğunluğu Britanya’dan olmak üzere dünyanın hemen her yerinden kumpanyalar sayısız temsiller verecek. Birkaç yüz bin tiyatro seyircisi her yıl olduğu gibi yine Edinburgh’a akın edecek. Fransa’da da bilindiği gibi Avignon Festivali var. O da müthiştir ama Edinburgh bambaşka.
Keşke imkân olsa da tiyatro öğrencileri, sevdalıları görebilse. Koskoca bir şehir bütünüyle bir tiyatro sahnesine dönüşüyor. Yıllar önce Edinburgh Tiyatro Festivali’ne katıldım. Buradaki bir oyunumuzu aldık götürdük, keyifle oynadık. Büyük bir deneyimdi. Başarılı da olduk. Çok başarılı işler yapan sayısız tiyatro topluluğu var Türkiye’de. Bu festivale katılmanın, dünyada boy göstermenin yollarını bulmalarını dilerim.
Edinburgh Tiyatro Festivali’nin ikili bir yapısı var. Bir resmi festival vardır, bir de Fringe adı verilen serbest festival. Asıl heyecan Fringe’dedir. Fringe saçak demek Türkçede. Ama boynuz kulağı geçmiştir. Resmi festivalin esamisi okunmaz. 1947 yılında resmi festivale davet edilmeyen 8 kumpanya gelir ve “biz yine de oynayacağız” derler. Seyirci de bu korsan oluşuma ilgi gösterir. 1958’de korsanlık artık bir geleneğe dönüşmüştür ve Fringe kurumsallaşır. Festivalin en heyecan verici tarafı şudur: Ortalığı organize eden bir festival komitesi vardır ama kimse kimseye karışmaz. İsteyen herkes gelip oynayabilir. Yeter ki oynayacak bir yer bulsun. Tiyatro yapılabilecek her yer tıklım tıklım doluyor her sene. Salonlar, okullar, barlar... Aklınıza gelebilecek her yer tiyatro mekânı olur. Kumpanyalar ve oyuncular kendilerini gösterebilmek için her yolu denerler. Seyirci boldur ama temsil sayısı o kadar yüksektir ki bazen 10-15 kişiye oynamak bile lüks olabilir. Tiyatrocular Edinburgh atmosferinde olmak için, seyirciler festival coşkusu için gelirler. Ama çok önemli bir şey daha olur: Dünyanın en önemli yapımcıları, ajansları, artist menajerleri de Edinburgh’a akın eder. Para edecek oyunları keşfetmek, meşhur olacak oyuncuları herkesten önce yakalamak için birbirleriyle yarışırlar. İskoçya bizden zengin ve büyük bir ülke değil. Festival dışındaki tiyatro hayatının bizimle yarışacak bir hali de yok. Buna rağmen koskoca İstanbul’da tiyatro festivalini iki senede bir yapabiliyoruz. İstanbul’da bir Fringe festivali yapsak, bütün dünya buraya da akın etse fena mı olur? Her türlü imkânımız da var. Varlık içinde darlık çekiyoruz. Koca yaz geçiyor, tiyatroda yaprak kımıldamıyor. Gel de üzülme...

Yazının Devamını Oku

Sokak tiyatrosu

14 Temmuz 2013
Çeşitli meydanlarda polisin asayiş için yerleştirdiği mobese gözetleme kameraları malum.

İcat edildiğinde İngiltere’de filan tepkiler olmuş, “Bu, özel hayatımıza bir saldırıdır” diyen göstericiler gürültüler koparmıştı. Tiyatro tarihimizin en heyecan verici oluşumlarından birine işte bu kameralar vesile oldu. 10 yıl kadar önce ‘Nobese Oyuncuları’ diye bir kumpanya çıktı. İnatla bütün mobese kameralarının önünde sokak tiyatrosu yaptılar. Hem eylem hem tiyatronun müthiş imkânlarının zekice paylaşılması... Masadaki polisler de sokaktaki insanlarla birlikte bu barışçıl ve kıvrak oyunları zevkle seyrettiler.

Sokak tiyatrosu politik olacak diye bir kural yok. Ama tarihte çoğunlukla böyle olmuş. Gezi olaylarıyla birlikte çeşitli protestolara tanık oluyoruz. Duran adamlar, su savaşları gibi eylemler bir yönüyle tiyatral işler. Bunlar bize, ülkemizde az gördüğümüz ‘happening’leri çağrıştırıyor. Sokak tiyatrosunun özgün ve serbest formlarından biri olan ‘happening’ler (Ben Türkçede ‘sokaktaoldubitti’ diyorum) hem yaratıcı hem de şoke edici olmayı hedefler. Sokaktaki insana kısa zamanda bir mesaj verir, belli bir konuda farkındalık yaratır ya da sanatsal anlamda şehrin rutini dışında bir bakış ve neşe sunarlar. Bir de ajit-prop oyunlar vardır. Bunlar da yine sahnelerden, tiyatro binalarından çıkıp halkın içinde gerçekleşir ve biraz ajitasyon, biraz propaganda yaparak politik bir duruş sergiler.

Mesela 12 Eylül öncesinde gecekonduları dolaşıp ideolojik tiyatro yapan efsane isimlerin başında Erkan Yücel geliyordu. Bildiğimiz anlamda tiyatronun sınırlarını zorlayan, meddahtan commedia dell’arte çizgisine uzanan ve sonsuz özgürlükte bir form olan sokak tiyatrosu ne yazık ki hak ettiği ilgiyle karşılaşmıyor. Sağdan soldan çeşitli protestolarda bayraklar, kuklalar yakılırken bu tür etkinliklerin sokak tiyatrosunun iyice sulanmış formları olduğu gözden kaçıyor. Sokak, tiyatrocuların yadırganmadan, itilip kakılmadan yaratıcılıklarını sergileyebileceği bir mekân olmalı. Sokak tiyatrosu bize hayatın tiyatro, tiyatronun hayat olduğunu gösterir. Salon tiyatrosuna alternatiftir ve uzmanlık gerektirir. Sokak tiyatrosu sıradan bir protesto ya da eylem değil, dört başı mamur bir tiyatro formudur. Efsanevi Amerikan sokak tiyatrosu kumpanyalarından birinin adı pek manidardır: ‘Bread and Puppet Theatre’, yani ‘Ekmek ve Kukla Tiyatrosu’. Sokaklarımız gerginlik, öfke ve sıradanlıkla değil tiyatroyla, müzikle dolsun. Çetin şartlara rağmen tiyatro sanatçılarının sokağı yeniden keşfetmesi, halkın da sahip çıkması lazım. Tiyatroda barışmayı beceremezsek hiç beceremeyiz.

Yazının Devamını Oku

Özel tiyatrolarda seyirci rekoru kimde?

30 Haziran 2013
Ülkemizde tiyatro izleyicisi sayısı her yıl artıyor. Geçen yazımda genel bir döküm vermiş ve bu yıl nüfusumuzun en az %10’u kadar tiyatro bileti satıldığını belirtmiştim.

Sanatsal düzey açısından ciddi sorunlarımız olduğu düşüncesindeyim ama seyirci ve oyun sayısındaki artış gerçekten umut verici. Kapatılmaması için her türlü çabayı göstermemiz gereken Devlet Tiyatrosu iki milyon seyirciyle şampiyon. Peki özel tiyatroların seyirci şampiyonu kim?

Çemberlitaş’taki salona ilk kez 15 yıl önce gittim. Burada oynasak nasıl olur filan diye düşünüyordum ama gözüm korkmuştu. 900 kişilik bir tiyatroyu doldurmak kolay iş değil. Bu zor işi Fırat Kültür Merkezi Tiyatrosu (FKM) başardı. Hem de ne başarı.
2001’de ‘Bu Vatan Kimin’ adlı bir oyun yaptılar. O günden beri çeşitli prodüksiyonlarla kapalı gişe oynuyorlar. Yurtiçinde ve dışında turnelerle ayak basmadıkları yer kalmadı. Çocuk oyunları ve kursları da var. Her yıl yüz binlerce seyirciye ulaşıyorlar. Servet Aktosun’un yönettiği ve değerli bir oyuncu kadrosuna sahip olan bu muhafazakâr kumpanya seyirci yarışında açık ara farkla şampiyon.

Yıllardır süren ‘tiyatroda muhafazakârlık’ tartışmaları son zamanlarda yine gündeme geldi. Hükümetin Şehir ve Devlet Tiyatroları hakkındaki kararları ve sert söylemi, Gezi olaylarıyla birleşince sanatseverlerin tepkileri haklı olarak doruğa çıktı.

Süpermarketlerini, mobilyacı dükkânlarını bile ayırma raddesine gelen toplum kesimlerine, benzer bir ayrımın tiyatro üzerinden dayatılmasından endişe duyuyorum. FKM geniş bir spektrumda oyunlar yapan gayet iyi bir topluluk. Muhafazakâr ve İslami bir söylemde kendi metinlerini üretiyorlar. Görünen o ki, seyircileri de çoğunlukla bu tür oyunları seviyor, bu söylemin dışındaki diğer kumpanyaları pek takip etmiyor. FKM’nin ilanlarını diğer tiyatroların tanıtıldığı mecralarda göremiyoruz. Tiyatro ödüllerinde de FKM’nin adının geçtiğine rastlamadım. Özetle iki taraflı bir ‘öteki’ durumu var. Her türlü ötekileştirmeye karşı biri olarak FKM örneğini oldukça manidar buluyorum. Bence FKM ifade özgürlüğü ve tiyatro adına bir zenginliktir. Bazen biraz didaktik ve eski model olabiliyorlar ama kalburüstü prodüksiyonları var. Çizgilerini koruyarak toplumun her kesimine ulaşmayı hedeflemeleri gerekir. Her kesimden izleyici de FKM’yi yok saymamalı, takip etmeli. Aslolan tiyatrodur. Kapalı devre kültür olmaz; hele bu devirde hiç olmaz.

Yazının Devamını Oku

Türk tiyatrosu altın çağında mı?

23 Haziran 2013
Geçen yıl ülkede 42 milyon sinema bileti satılmış. AVM’ler ve salonlar arttıkça sayı yükselmiş. Peki, tiyatroda durum ne? Şaşırtıcı gelebilir. İstatistikler, tiyatronun popülerliğinin arttığını gösteriyor. Toplam izleyici sayısını kestirmek güç ama 6-7 milyon civarında olduğunu tahmin ediyoruz. Yani nüfusumuzun yüzde 10’u gibi. Kaba hesapla, tiyatroya futbol maçından çok daha fazla insan gitmiş. Devlet Tiyatroları ülke genelinde iki milyon bilet satmış. İstanbul Şehir Tiyatroları 500 binlerde. Koltuk sayısı artmasına rağmen seyirci sayısı biraz azalmış. Üstelik bu iki dev kurum, hep söylediğim gibi, çok da verimli çalışmıyor. Sahnelerini 7-8 ay açık tutuyor. Ama nicelik olarak müthiş performans. İstanbul’da kendi salonu olan onlarca özel tiyatro var. Alternatif tiyatroların ve kendi salonu olmayan kumpanyaların sayısı birkaç yüzden fazla. Ülke genelinde irili ufaklı sayısız şehir tiyatrosu, belediye tiyatrosu var. Seyirci sayıları hiç az değil. Mesela, nispeten küçük bir yer olmasına rağmen Manisa yılda 70-80 bin seyirciye ulaşıyormuş. Kocaeli, Eskişehir, Bursa... say sayabildiğin kadar. Türkiye’de doğru dürüst tiyatro salonu olmayan kasabalar, hatta il merkezleri var ama çocuk tiyatrosunun olmadığı yer nerdeyse yok. Çocuk tiyatroları kendi başına dev bir sistem. Salonlarda ve okullarda oynuyorlar. Milyonlarca çocuk izliyor. Üniversite tiyatroları, festivaller, yaz etkinlikleri, turneler, yurtdışından gelen müzikaller filan da hesap edilince sayısal olarak hiç de hafife alınmayacak tiyatro hayatımız olduğu açık. Son yıllarda muhafazakâr tiyatroların sayısında da artış oldu. Tiyatro adına bir zenginlik olarak gördüğüm bu kumpanyalar genelde din motifleriyle bezeli oyunlar yapıyor, çoğunlukla belediyelerin kültür merkezlerinde oynanıyor ve çok sayıda seyirciyle buluşuyorlar. Özetle, Türk tiyatrosu altın bir çağın eşiğinde. Çeşit çeşit aşağılamalarla, baskıyla, zorluklarla karşılaşan, maddi anlamda gün yüzü göremeyen binlerce tiyatrocu müthiş bir dinamizmle çalışmayı sürdürüyor. İçerik, estetik, sanatsal düzey tabii ki tartışılmalıdır ama rakamlar açık ve net. Bu, sosyolojik bir olaydır. Medya buna nasıl seyirci kalır, anlamanın imkânı yok.
Yazının Devamını Oku

Operadaki hayalet AKM

16 Haziran 2013
Taksim Meydanı’ndaki Atatürk Kültür Merkezi (AKM) gündeme damgasını vurdu.

Gezi olaylarının önemli bir parçası haline geldi. Başbakan’ın binayı yıkma konusundaki kararlı tavrı birçok haklı tepkiyi beraberinde getirdi. AKM’ye bayraklar, posterler asıldı, sonra polis tarafından söküldü. Bu arada bir iki gün işgal edildi. Geçen iki hafta içinde basında sayısız fotoğrafı yayımlandı; dünyanın en meşhur binalarından biri haline geldi. Binlerce temsile ev sahipliği yapmış, milyonlarca seyirci ağırlamış ve sanat hayatımızda muhteşem bir iz bırakmış olan AKM aslında talihsiz bir binadır. Meş’um bir hayaletin etkisindeymişçesine başı beladan bir türlü kurtulmamıştır.

AKM karaya vurmuş hurda bir gemi gibi bomboş duruyor 5 senedir. Asıl acı olan şey, 1946’dan bugüne servetini onlarca kat arttırmayı başarmış Türkiye’nin, AKM’yle aşık atacak başka bir bina dikmeyi hâlâ becerememiş olmasıdır.

Siyasetçilerin sanatla uğraşmadığı dönem hatırlamıyorum ama şimdiki durum çok ciddi. AKM opera, bale, tiyatro ve konserlere ev sahipliği yapar, festival seyircilerini ağırlardı. 30 sene içinde her yönetim eserlerin içeriğiyle, biçimiyle bir şekilde uğraştı. Fırsatını bulan bütün iktidarlar sanat eleştirmeni kesildi. Sanatçıyı özgür bırakalım, sanatı destekleyelim ama karışmayalım diyen pek çıkmadı. AKM bir bina olmaktan çıktı, iç içe geçmiş siyasi mücadelelerin simgesel arenasına dönüştürüldü. Bina binadır. Aslolan içinde kurulan hayattır. Hükümet sanat kurumlarının kapısına kilit vuracağını söyledi. Artık AKM yıkılmış, yıkılmamış, yenisi yapılmış, yapılmamış ne fark eder. İş içerikte. Sanatçıyı susturup küstürdükten sonra, inşaatlar yapılmasına yapılır ama o suskun salonlar maalesef hayaletlere kalır. Seyirciye yazık değil mi!

Yazının Devamını Oku

Sert gündem ve tiyatro

9 Haziran 2013
Sistemi karamizahla eleştiren ‘Mi minör’ adlı oyun hakkında şöyle yazmıştım:

“Pinima diye bir ülke var ve burada dondurmayı külahta yemek yasak. Piyanoda Chopin çalmak yasak. Hatta piyanonun bazı tuşlarını kullanmak bile yasak. Yoksulluktan bahsetmek yasak. Yasakları yermek yasak. Postalı kadife kaplı güçler vardır. Başkan vardır. Ulu başkan her şeyin başıdır. Düşünüp düşünüp yeni yasaklar icat eder. Tek derdi halkını tehlikelere karşı korumaktır. ‘Mi minör’ işte böyle bir akıl tutulması ülkesinin hikâyesini anlatmaya, hiciv yoluyla bir baskıcı devlet eleştiririsi sunmaya çalışıyor. Devletin özellikle medyayı kullanarak gerçekleri nasıl saptırdığını vurguluyor. Baskının nasıl kurulduğunu, baskıya nasıl boyun eğildiğini, toplumun nasıl rıza gösterdiğini inceliyor. Seyirciye, aman seyirci kalma diyen, sosyal medyayı da zekice kullanıp onu her anlamda oyunun içine katan bir kurgu var.”



Şimdi ülke olarak çok çetin günler yaşıyoruz. Keşke gerek olmasaydı ama M. Ali Alabora’nın menfur başkanı başarıyla canlandırdığı bu oyundaki hayali Pinima ülkesini hatırlıyoruz. Sosyal medyayı da kullanarak!
Yaşadığımız hadiselerle birlikte oluşan haklı tepkilerin ortak paydası, özgürlüklere dokunulması, yaşam biçimine müdahale edilmesi. Tepkiler veren halk, yine haklı olarak hükümetin Devlet Tiyatroları’nı, operayı, baleyi, senfoniyi, koroları kapatma kararını da bu bağlamda değerlendirdi, bir kırmızı çizgi olarak tanımladı. Bu kurumlar güçlendirilmeli, kesinlikle kapatılmamalıdır.
Siz bu yazıyı okuyuncaya kadar neler olur, toplumsal dinamikler nasıl değişir, bu hızda tahmin etmek güç. Ben bu yasanın artık kolayca uygulanabileceğini sanmıyorum. Yine de koşullar ne olursa olsun eskisinden çok daha büyük bir şevkle sanatı korumak zorundayız. Toplumu oluşturan katmanların en önemli ortak paydalarından biri sanattır.

Yazının Devamını Oku

Devlet sanattan çekiliyor olan seyirciye oluyor

2 Haziran 2013
Bir yasa teklifi var.

Sanat kurumlarını kapatma kararı almışlar.
Artık Devlet Tiyatrosu olmayacak. Opera, bale, senfoni, korolar yok.
Bunlar milyonlarca izleyicisi olan köklü kurumlar. Ülkenin dört bir yanında yıllardır hizmet veren, dünyada bir yeri ve ağırlığı olan dev yapılar. Bu yapılar topyekün ortadan kaldırılıyor.
Sanatçılar ya emekli edilecek ya da il kültür müdürlüğünde memur olacaklar. Öte taraftan bir üst kurul oluşturuluyor. Sanatçılar proje hazırlayıp bu kuruldan belli oranlarda maddi yardım alacaklar. Kurulun üyelerini hükümet atayacak. Yardım kriterlerini başbakan belirleyecek. Kısacası ülkemizin kültür hayatında radikal bir değişiklik olacak.

Nasıl bir siyasi hesap yapmışlardır bilemem ama bu iş yanlış bir iş. Orman yakmak gibi. Kimseye faydası yok. Hükümetin hanesine çok olumsuz bir puan olarak yazılır. Çünkü bu değişiklik halkı mağdur eder. İzleyicileri, sanatseverleri üzer. Bu haliyle yasalaşırsa hayat damarlarımızdan biri hakikaten kopar.
Kapatmaya hiç gerek yok. Yenilenmeleri gerekir. Yıllar içinde biraz hantallaşmış, verimsizleşmiş, çokça yıpranmışlar. Cumhuriyetin erken yıllarının kültür ideolojisinin ürünleri. Bunlar doğru. Marifet, çağın gereklerine, halkın beklentilerine yanıt verecek şekilde yeniden yapılandırmakta. Hükümetimiz toplumu ilgilendiren birçok alanda bu güce ve dinamizme sahip olduğunu iddia etmiyor mu? İsterse sanat kurumlarını da pekâlâ yenileyebilir. Bir süre sonra bunlar ayakları üzerinde durur, özerkleşir, devlet de isterse yönetimden elini çeker. Bizim de özellikle Anadolu’da güzel ve kaliteli oyunları, gösterileri, konserleri makul fiyatlarla izleme imkânımız böylelikle devam eder.

Yazının Devamını Oku

Yaşama sevinci veren oyun Yaşamaya Dair

26 Mayıs 2013
Genco Erkal’ın dededen kalma bir hanı varmış Eminönü’nde.

Orayı tiyatro yaptı. Nâzım Hikmet’in Bursa Cezaevi’nden Mektupları’nı harmanlayıp bu incelikli ve etkileyici oyunu sahneledi. Gökteki yıldızlarla sahnedeki yıldızların usulca yer değiştirip durduğu büyülü bir geceydi.
‘Yaşamaya Dair’ müzikli bir gösteri. Genco Erkal, Nâzım Hikmet. Şairin nefesi. Tülay Günal’la birlikte oynuyorlar. Şarkıları söylüyor; şairin sesinin yankısı olan, mektuplarını okuyan, çetin ve karanlık hapishane günlerinde ışık veren kadını, karısını simgeliyor. Çok etkileyici bir performans. Şarkı söylemek başka, dramatik bir anlam yaratmak başka. Tülay Günal bunu hakkıyla yapıyor.
Han, eski ve unutulmuş bir yer. Bu oyun için daha mükemmel bir mekân olamazmış. Mahalle, sokak, bina, dışarıdan gelen sesler, oyuncular, müzisyenler, seyirciler hep birlikte bir atmosfer oluşturuyor. Genco Erkal’ın rehberliğinde total bir tiyatro âlemine girmiş oluyoruz. Şiirleri çoğumuz biliriz, Genco Erkal’dan da yıllar içinde pek çok kez dinlemişizdir. Ama gördüğümüz şey bambaşka.
Çok ince bir dramaturjisi var. Duygularımızı milim milim yönetti. Gerçekten güçlü bir oyun. Nâzım Hikmet’i sevmeyenler bile şiirinin kuvvetini kabul eder. Beni onun şiirinde en çok, birbirinin içine hınzırca geçmiş duyguların ahenkle yarattığı sürprizler ilgilendirmiştir. Genco Erkal şiir denen şeyi çok iyi anlamış bir büyük sanatçı; sanat hayatı boyunca dizelerin dramatik potansiyelini en yukarılara taşımayı hep başardı. Gerçek tiyatro bunu yapar. Bu adam tam 55 yıldır gerçek tiyatro yapıyor. Dinçliği ders gibi. Nâzım Hikmet’in “Öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin” dizeleri Genco Erkal’ı izleyince insanı başka türlü çarpıyor. Büyük tiyatro bilgini Metin And arkadaşımdı. Ülkemizde tiyatro yapmanın zorluklarından ne zaman dem vursak “Evet ama yapan da yapıyor” derdi. 55 senede şunlar oldu: Bir sürü hükümet, başbakan, cumhurbaşkanı, kültür bakanı, müsteşar, kanun değişti. Darbeler, muhtıralar oldu. Berlin Duvarı yıkıldı, 11 Eylül geçti, içerde dışarda kaç tane savaş yaşandı. Her türlü baskı, zulüm ve zorluklar yaşandı, yaşanıyor. Tiyatronun zorlukları bitmedi. Ama yapan da yapıyor. 55 yıldır kapalı gişe. Ödenekli tiyatrolar niye beş ay kapalı diye soruyorum hâlâ. Ama değerli yöneticiler lütfedip seyircinin bu haklı sorusuna yanıt bile vermiyor. Kimi tiyatrocu dostlarımız çeşitli zorluklardan, gündelik siyasetten bahsedip “Aman üzerimize gelme”, diyorlar. Hayat böyledir. Kimi 55 sene hiç durmadan çalışmayı, kimi de senede beş ay perde kapatmayı kendine layık görür. Tarih de herkesin layıkını verir. Bu kimseye benzemeyen ve kendisinin karikatürüne dönüşmemeyi becermiş, lezzetli, enerjik, sahnede ne eksik ne fazla yapan, dimdik, yek ve yiğit adamı oyuncu olarak örnek almayan neredeyse yoktur. Azmini ve çalışkanlığını da örnek alınız.

Yazının Devamını Oku