Sevişme sahnelerinde asla oynamam

Deli dolu bir çocukluk yaşamış. Bir gün mahalle kavgasında, ertesi gün maçta... Kafasını yarmış yatılı verildiği yuvadaki salıncakta. Çocukluk hayali F16 pilotu olmakmış ama babasından vize çıkmamış. Otobüs durağında tesadüfen karşılaştığı bir kız vesilesiyle hayatı değişmiş, tiyatro sahnesiyle tanışmış. İşi okulunda öğreneyim demiş, konservatuvara yazılmış. Yıllarca tozunu yutmuş sahnelerin. Sonra kısa dönem sabah şekerliği, ardından da dizi macerası gelmiş. Şimdilerde reytingleri “Paramparça” ediyor. Huzurlarınızda deli dolu, hiperaktif, eğlenceli ve tevazuyu hiç elinden bırakmayan, geldiği yeri asla unutmayan yetenekli bir adam; Erkan Petekkaya...

Haberin Devamı

2014 yılında tam 75 tane dizinin yayından kaldırıldığından haberin var mı?
- Yapma ya, 75 olmuş mu?

Vallahi duyunca ben de inanamadım ama olmuş!
- Vay anasını!

Senin tuzun kuru tabii, “Paramparça” sapasağlam yerinde duruyor...
- Çok şükür iyi gidiyor...

Nazardan korkmuyor musun?

- Evrende iyi ve kötü enerjilerin olduğuna inanıyorum. Ve bu kötü enerjilerin gelip benim üzerime yapışabileceğinin farkındayım. Ayrıca batıl inançlarım da fazlasıyla vardır.

Bu kötü enerjiler sana “yapışmasın” diye neler yapıyorsun?

- Ara sıra kurşun döktürüyorum. Üzerimde de sürekli dua taşırım.

“Muskasız çıkmam abi” diyorsun yani...

- Dizi çekimleri sırasında takamıyorum tabii ama dediğim gibi mutlaka bir şekilde üzerimde taşırım. Taşların enerjisine de inanıyorum. Mesela şu parmağımdaki özel bir yüzüktür.

Frodo’nun yüzüğü mü yoksa?

- (Gülüyor) Geç dalganı sen bakalım. Evimin bazı köşelerinde de özel taşlar ve dualar bulundururum. Uzun lafın kısası bunlar beni rahatlatıyor.

Sanki biraz takıntı haline gelmiş bu durum sende...

- Vallahi ne dersen de ben kendimi bildim bileli böyleyim. Küçükken “Terliği ters bırakma, baban ölür” falan derlerdi ya, acayip sinirim bozulurdu. Bugün bile setteki kostüm odasında ters duran bir ayakkabı veya evde ters bir terlik olsun, hemen gider düzeltirim. Halbuki bunun çocukları terbiye etmek için uydurulmuş, anlamsız bir yöntem olduğunun farkındayım ama nafile. Eskiden biliyorsun kapının önünde ayakkabılar çıkarılır ve orada bırakılırdı. Ben çocukken 5 katlı bir apartmanda oturuyorduk. İnanır mısın apartmanın her katında ne kadar ters dönmüş ayakkabı terlik varsa hepsini düzelte düzelte aşağıya inerdim. Sırf bu yüzden bakkala ekmek almaya gidip gelmem bir saat sürerdi (kahkahalar).

BEN ALNIMI YARINCA ANNEMLE BABAM BARIŞTI


Terlik düzeltmek dışında nasıl bir çocukluktu seninkisi?
- Haylazın tekiydim ne olsun (gülüyor). Babam Diyarbakırlı, annem ise Ankara Kalecikli. Ben Elazığ’da doğmuşum ama kütüğüm Diyarbakır’da. 6 yaşımdan beri de İstanbul’da yaşıyorum.

Yahu çocukluğun nasıldı diye sordum sen bana kütüğünü anlatıyorsun...

- (Gülüyor) Yolun en başından başlayalım istedim.

Öyle olsun bakalım, dök o halde şecereni ortaya...
- Babam musiki ve edebiyat tutkunu, çok iyi şarkı söyleyen, aklından kötülük geçirebilme yeteneği olmayan, kırılgan, entelektüel bir devlet memuruydu. Hâlâ kız kardeşimle birlikte “Niye bu kadar iyi niyetlisin?” diye kızarız babama.

Bu kadar iyi niyetli, kırılgan bir adam neden seni küçücük yaşta yatılı olarak yuvaya verdi peki?
- Her evlilikte olduğu gibi annemle babam da zor bir dönemden geçtiler ve 8 ay ayrı kaldılar. Bu esnada halalarım falan bana bakmaya kalktı ama beceremediler. Çünkü dediğim gibi inanılmaz haylaz bir çocuktum. Babam da ne yapsın yuvaya vermiş beni. Birkaç ay orada kaldım ama babam her akşam gelir, beni uyutmadan yanımdan ayrılmazdı.

Tam “problem çocuktun” desene...

- Sorma hem de nasıl. Fakat yine bir haylazlığım yüzünden hem eve geri döndüm hem de annemle babam barıştı.

Yumurcak filmleri gibi...

- Ya aslında bir şey yapmadım, sadece ufak bir kaza atlattım. Yuvadayken yüzüme salıncak çarptı ve alnım yarıldı. En yakın yer orası diye beni apar topar Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne götürdüler, orada alnıma dikiş attılar. Acaba o gün dikiş atılırken bana bir şey bulaştı mı diye düşünmeden edemiyorum (gülüyor).

Sen bırak makarayı da annenle baban nasıl barıştı onu anlat!

- Tamam abi kızma! Babam gelip oğlunu o halde görünce çıkardı beni yuvadan. Artık içinden neler geçirdiyse o gece trene atlayıp Ankara’ya gittik, annemi de aldık geldik. İşte şu alnımda hâlâ duran iz, annemle babamın yeniden bir araya gelmesinin nedenidir.

Yuvada altı ay geçirmek sende travmaya sebep olmadı mı?

- Ben olumsuz bile olsa bulunduğum yerin şartlarında mutlu olmaya çalışan bir adamım.

Yahu şimdi öyle bir adam olabilirsin ama o zaman çocuktun...
- Demek ki adam gibi çocukmuşum (gülüyor). Çok kötü bir ortam olmadığı sürece yaşadıklarımdan bir ders çıkarmayı, eğlenmeyi, bir şeyler öğrenmeyi çocukluğumdan beri kendime görev edindim.

Haberin Devamı

Sevişme sahnelerinde asla oynamam

Haberin Devamı


Ayağımı gazdan çekmek için ailemin fotoğraflarını hız göstergesine yapıştırdım

Büyüyünce ne olmak istiyordu bu küçük psikopat?
- F16 pilotu olmak istiyordum. Aslına bakarsan hâlâ da çok isterim. Dünyada binlerce doktor, oyuncu, gazeteci, işletmeci var ama F16 kullanan adam sayısı çok az. Fakat babam “Aklım havalarda yaşayamam” dedi ve izin vermedi pilot olmama.

Hız merakın vardı yani...

- Kısa bir süre öncesine kadar var olan bir meraktı o benim için. Eskiden süratli araba kullanmaya da bayılırdım. Fakat bir gün çok büyük bir kaza tehlikesi atlattım ve tövbe ettim. Annemin, babamın, kız kardeşimin üçlü fotoğrafını alıp, hız göstergesinde 140’ın üzerine yapıştırdım. Babamın kafasıyla göz göze gelince ayağımı gazdan çekiyordum (gülüyor).

Pilot olma hayallerin suya düştü... Ya sonra?

- Sonra konsolos olmak istedim. Baktım o da kısmetimde yok, oyuncu oldum.

Doğru seçim mi yapmışsın bari?
- Oyunculuk hayatımın çok önemli bir parçası ama açıkçası müzisyen olmayı tercih ederdim. Öğrenciyken yastıklara vurarak bateri çalar gibi yapıyordum. Sonra ilk kazandığım parayla kendime gerçek bir davul aldım, hâlâ da amatör olarak çalıyorum.

Haberin Devamı

SOKAK KAVGALARINDASUSTALIYLA ÇOK HAŞIR NEŞİR OLDUM

Biraz erken olgunlaştın galiba...
- Olgun muydum bilemiyorum ama evin delisi olduğum kesindi. Sokağı çok seviyordum. 8 yaşından beri sokaklardayım. Oyuncakçılıktan tezgahtarlığa, şöminecilikten bahçıvanlığa, bidonla su satmaya kadar yapmadığım iş kalmadı diyebilirim. O zaman Almanya’dan gelenler akrabalarına uzaktan kumandalı arabalar getirirlerdi ya... Ondan vardı birkaç arkadaşımda. Benim yok diye çok üzülüyordum. Kalktım, bu arabaların üretimini yapan, eve yakın bir fabrikada çıraklığa başladım.

Evdekiler ne diyordu bu girişimci ruhuna?

- Babamdan sakladım bir süre, çünkü duysa asla izin vermezdi. Fakat birkaç ay sonra kendi ellerimle yaptığım tam 20 tane kumandalı arabam oldu (gülüyor). İş hayatına böyle atıldım diyebilirim.

Değişen pek bir şey yok anlaşılan, oyunculuğun yanı sıra organik pazar ve kasaplar kralı olma yolundasın...
- Yok canım sen de abartma. Zaten organik pazarı devrettim. Kasap ve et işim devam ediyor. Onun yanına da 3-4 gün önce Mestet adında bir kebapçı açtım.

Güzel et kesebiliyor musun?

- Yok abi ben o işi yapamam, bıçaklarla aram hiç iyi değildir.

Bıçak fobin mi var yoksa?

- Fobi falan değil de gençliğimizde sokak kavgalarında sustalıyla da, bıçakla da çok haşır neşir olduk. Artık akıllandım, hiçbir şekilde yanlarına bile yaklaşmıyorum.

Yanlış anlama ama ruhunda biraz serserilik var gibi...
- Öyleydim ama uslandım. Fakat eskiden görsen yerimde duramazdım, günde en fazla 2-3 saat uyurdum.

Haberin Devamı


Kadının biri Facebook'ta eşimmiş gibi hesap açtı

Başarısızlığın yanında başarı da korkutmuyor mu seni? Ne de olsa geldiğin konumu korumak zorundasın...
- İşin en zor tarafı da bu zaten. Mesela 16 reyting aldık. Bu sefer de 17’yi yakalamak için ne yapacağız diye debeleniyorsun. Parayı da, başarıyı da elde edebilirsin, önemli olan onu korumak.

Söylendiği kadar para kazanıyor musunuz gerçekten?

- Şimdi yukarıda Allah var, kazanmıyoruz dersem yalan söylemiş olurum.

Neyse dönelim sana, aptallık derecesinde vefalı olduğun konusunda bir şehir efsanesi var.

- (Gülüyor) Öyleyim. Fakat artık daha seçiciyim bu konuda, çünkü yardımseverliğimin çoğu kez suistimal edildiğine şahit oldum. Ben zor durumdayken aramayan adam şimdi sürekli telefonumu çaldırıp bir şeyler istiyor. Eskiden hiçbirine hayır diyemezdim, artık akıllandım. Sadece gerçekten ihtiyacı olanlara ve adam kullanmayanlara kapım açık.

Çok fazla kadın hayranın var...
- Hayranlarımın başımın üstünde yeri var ama arada bazen bazı rahatsız insanlar da çıkmıyor değil. Kadının biri Facebook’ta benim eşimmiş gibi davranan bir profil açmış. “Erkan eve geldi, çok yorgundu, en sevdiği çorbayı yaptım” gibi iletiler yazıyor.

Eşin kızmıyor mu böyle şeylere?
- Gülüyor o da, ne yapsın?

Kıskanç değil midir?

- Eskiden biraz kıskançtı ama artık o kadar değil. Evlilik zaten karşılıklı bir şeyler öğrenmek demek. Eşim çok akıllı bir kadındır. Karım ömürlük karımdır, ondan asla ayrılmam.

Fazla iddialı bir cümle değil mi?

- Evet ama gerçekten öyle hissediyorum. Allah kısmet etsin de tüm ömrümü onunla geçireyim. Tabii ki ikimizin de farklı farklı yontulması gereken huylarımız vardı. Evliliğimiz boyunca da birbirimizi törpülüyoruz, beraber daha güzel yaşamanın yollarını buluyoruz.

Kötü huylarından biri de alkoldü...
- Eskiden gerçekten çok içiyordum ama kesinlikle alkolik değildim. Peki ben dedikleri kadar çok içiyordum da o dizilerde kim oynuyordu? Fakat öyle günler geldi ki akşam altı olunca daralıyordum, sadece içki beni rahatlatıyordu. Bu sinyaller yoğunlaşınca doğru doktora gittim. 7 gece hastanede kaldım.

Artık içmiyor musun?

- Şimdi üç duble içip kalkıyorum, eskiden şişeyi bitirmeden kalkmazdım.

Tedavi süreci zor muydu?

- Önce neden içtiğimi ortaya çıkarmak için 3 bine yakın soru cevapladım. Sonra beyin haritamı çıkardılar. İradem, kişiliğim hepsi yüzde 100 sağlam çıktı.

Neden içiyormuşsun o zaman?

- Beyindeki duygusal kısmım çok hassasmış. Çocukken acayip zedelenmiş. Doktor “Küçükken havale geçirdin mi?” diye sordu. “Nasıl bildi lan” dedim içimden. Gerçekten üç kere havale geçirmiştim. Bir keresinde dişlerim kitlenmiş, nefes alamayınca babam kaşıkla ağzımı açmıştı. Bir keresinde ise kendimde olmadığım için yanan mangalın üzerine oturmuşum. Meğer geçirdiğim bu nöbetler duygu merkezime zarar vermiş.

Haberin Devamı


Bize Hacker'larınki gibi beyinler lazım

Hâlâ hiperaktif bir adamsın...
- Eh biraz öyle tabii. Okan’ın programında görmedin mi? Şarkı söyledim, İrem Derici’ye davul çaldım...

O programdaki performansından çok sebep olduğun polemiği hatırlıyorum maalesef...

- Ya evet öyle bir durum oldu.

Senin gibi halkın içinden gelen bir adama yakışmadı söylediğin...

- Söylediklerim yanlış anlaşıldı. Ne benim köyde çalışan bir çiftçiden, ne de Obama’nın benden bir farkı var. Bu dediğim hepimiz için geçerli. Doğada çok adaletli dağıtılmış iki şey var, onlar da mutluluk ve mutsuzluk. Herkes aynı derecede mutlu ve mutsuz. Sabah kahvaltıda sen de peynir ekmek yiyorsun, en nihayetinde Obama da aynı şeyi yiyor. Varsın havyar olmayıversin. Canın onu da çok çekerse yakala balığı, çıkar yumurtalarını (gülüyor). Bu benim hayata bakışım, herkesi eşit tutarım, kimseyi üstün veya aşağı görmem. O arkadaş bana dava açtı ama ben kazandım; Türkiye Cumhuriyeti mahkemeleri beni haklı gördü. Ne bileyim, belki de adam ünlü olmak istiyordu...

Sosyal medya “mahkemesinde” de yargılandın ama...
- O Twitter çok fena bir şey zaten, bir ara kapattım ama yeniden açtım. “Ne seninle ne de sensiz” durumları yaşıyorum sosyal medyayla.

Hack’lenen ünlüler kervanına da katıldın bir ara?

- Evet ama sonra geri aldım hesabımı. Bir yandan bu hacker’lar gibi beyinlerin olması gerektiğini düşünüyorum. Böyle akıllı insanlar, o beyinlerini ülkelerinin faydası için kullansa ne iyi olur. Biz küçükken evde soba yaktık diye gururlanıyorduk, neredeyse çocuk yaştaki adamlar CIA’in bilgisayarlarına sızıyor. Zekalarını da takdir etmek lazım.

Olsun, hiçbiri senin gibi soba yakamaz ama...

- Vallahi mütevazı olamayacağım, tek kibritle soba yakabilirim. Tabii artık şömine yakıyoruz (kahkahalar). Bir de avizeleri temizletirlerdi bana küçükken ama o işten hiç hazzetmem. Bugün bile nefret ederim avize görmekten. Bak sana ne anlatacağım, o zamanki aklımla sarkan kristalleri çok değerli sanıyordum, bir gün kopardım üç-beş tane, götürdüm bunları satmaya.

Alıcı bulabildin mi bari?

- Ne alıcısı, “Yürü git lan” dediler (gülüyor).

Afacan Dennis mübarek...
- Karşı mahalleye kavgaya giderdik arkadaşlarla. Dangır dungur girerdik birbirimize. Yenilen yenilirdi. El sıkışır, sonra gider mahalle maçı yapardık. Hepimizde hafif bir psikopatlık vardı (gülüyor).


Otobüs durağında tanıştığım kız sayesinde oyuncu oldum

Gelelim konsolos adayının birdenbire oyuncu olma hikayesine...
- Her şey tamamen tesadüf eseri gerçekleşti. Otobüs durağında bir kızla tanıştım.

“Yolda bir kız gördüm ve hayatım değişti” deme bana!

- Evet, aynen öyle oldu abi. Bir kız gördüm otobüs durağında, o da amatör tiyatro yapıyormuş. Ben de üniversiteye hazırlanıyordum. Amacım Ankara Siyasal’a girmekti. Neyse kalktım bu kızın provasına gittim. O gün de oyunculardan biri rahatsızlanmış ve gelememiş. Bana “Gelmeyen kişinin bölümünü sen okur musun?” dediler. Ulan ben hayatımda hiç yüksek sesle şiir bile okumamışım. “Yapamam” diye cevap verdim.

Fırsat ayağına gelmiş, tepme Erkan!

- (Gülüyor) Zaten sonunda beni ikna ettiler ve sahneye çıktım. O anda hissettiklerimi tarif etmem imkansız. Sanki hayatımda bir şey eksikti de o dakika tamamlanmış gibiydi. Kafaya taktım oyuncu olmayı. Dershaneyi de anında bıraktım.

Evdekiler ne dedi bu işe?
- Haberleri yoktu ki. Dershaneye gidiyorum diye çıkıp Moda’daki Bomonti Çay Bahçesi’nde tiyatro kitapları okuyordum. Bir gün Kadıköy-Beşiktaş vapurunda yanımdaki adamın gazetesine göz atıyordum ki karşımda “Anadolu Üniversitesi Konservatuvarı ilk öğrencilerini alacak” diye tam sayfa bir ilan.

Ayıp değil mi elalemin gazetesine musallat olmak?
- (Gülüyor) İyi ki de olmuşum. Bizimkilere arkadaşımda kalacağım diye yalan söyleyip Eskişehir’e gittim. Üniversiteyi dolaştım, asistanlarla konuştum, müfredatlarını öğrendim ve o hırsla sınava girip konservatuvarı kazandım.

Sevişme sahnelerinde asla oynamam

OYUN SIRASINDA TİYATRO BOMBALANDI


Sonunda muradına erdin!

- Devlet Tiyatrosu’nda çalışmaya başladım. 12 sene bilfiil emek verdim.

Bayağı bayağı oyuncu oldu bizim “kibritçi çocuk”...

- (Gülüyor) Erdal Beşikçioğlu, Bülent Emin Yarar’la aynı dönemdeydik. Bizi Diyarbakır’a göreve gönderdiler. Normalde beşinci yılın dolunca İstanbul’a geliyorsun. Fakat benim tayinim bir türlü gelmedi. Bizi gönderdikleri dönem de çok pis bir dönemdi maalesef. 93 yılından bahsediyorum. Bölgede olağanüstü hâl vardı, hatta oyun sırasında tiyatro bile bombalandı.

Bu ortamda seyirci geliyor muydu tiyatroya?
- Diyarbakır Devlet Tiyatrosu o dönemde Türkiye’nin en yüksek gişesini yapan tiyatroydu. Diyarbakır seyircisi çok iyi seyircidir. Emeğinin karşılığını aldığını hissettirir oyuncuya. Büyükşehirlerin seyircisi ketumdur, fazla alkışlamazlar bile.

Neden ayrıldın Devlet Tiyatroları’ndan?
- “Beyaz Gelincik” zamanı istifa ettim. Çünkü baktım artık, oyunlarda fazla oynamıyorum, senede bir ay gidip yönetmen yardımcılığı yapıyorum, bir yandan da dizi çekimleri falan... Kendime yeni bir yön çizmeye karar verdim.


Sabah şekerliği bana göre değilmiş

Bir ara “Sabah Şekeri” bile oldun...
- Mecburen oldum, televizyon piyasasına bir şekilde girmem gerekiyordu. Diyarbakır’da yaşayıp İstanbul’daki piyasanın içinde yer edinmek çok zordu. “Sabah Şekerleri”nden teklif gelince hemen kabul ettim ama beceremedim. Anladım ki bende şekerlik bir hâl yok. Şimdi izleyemiyorum bile o görüntüleri. Fakat dile kolay 70 canlı program yapmışız Ceyda Düvenci ile. Hemen akabinde tiyatroya döndüm.

Tiyatro senin can simidin anlaşılan...

- Devlet Tiyatrosu’nda kadrolu olduğum için bir şekilde maaşım yatıyordu, evde yumurtayı kıracak parayı kazanıyordum. Birçok oyuncu arkadaşım hiç istemedikleri projelerde sırf evinin kirasını ödeyebilmek için çalışmak zorunda kaldı. Ben tiyatro sayesinde seçici olabildim.

Tutmayan dizin de yok maşallah...
- Aşağı yukarı yok.

Dizilerin ilk bölümden sonra bile kalktığı bir dönemdeyiz...
- Artık bir diziyi tutturmak o kadar zor ki. Eskiden senaryoya baktığımızda başarılı olup olmayacağının kokusunu hemen alırdık. Şimdi hiçbir şekilde alamıyorsun o kokuyu.

Sanırım seyirciyi “kandırmak” kolay değil artık...

- Bilinçlendi Türk seyircisi. Bütün dünyadaki diziler, filmler artık bir bilgisayarın tuşu kadar uzak herkese. Belki teknik olarak eleştiremese bile kötü çekilmiş bir sahneyi ilk bakışta anlayabiliyor halkımız.

Düşünsene Kıvanç’ın dizisi bile yayından kaldırıldı...

- Bir oyuncu için ne kadar kötü bir söylem bu. Ne demek “Kıvanç’ın dizisi”? Başarının veya başarısızlığın tamamını tek bir kişiye yüklemek çok yanlış. Orada kocaman bir ekip çalışması var. Rusyalara bile gittiler o karda kışta.

Peki sence niye tutmadı dizi?

- Bizim Türkiye’deki kadınların en çok gıcık olduğu şeylerden biri Rus kadınlarıdır. Yani sen şimdi Rusya’yı sokarsan işin içine kaybedersin abi. Pek çok Türk kadınını yaralı olduğu taraftan vurmaman gerek.

Ali Kaptan da pek öyle kadınların hayalini süsleyen cinsten bir adam değildi...

- Fakat o kadar çok Cemile ve Ali Kaptan var ki memlekette, dizi o yüzden tuttu.


Meslek disiplinim hakkında konuşanın alnını karışlarım

Tiyatro yaptın, dizilerde bu kadar başarılısın. Neden hiç sinemayı düşünmedin?
- İlk filmimi çektim. 6 Mart’ta vizyona girecek Allah kısmet ederse. Adı “Yeni Dünya”. Anadolu’dan İstanbul’a taşınan bir ailenin yaşadıklarını anlatıyor. Hikayede göç teması öne çıkarken, down sendromluların yaşadıkları zorluklara dikkat çekiliyor. Bu Caner Erzincan’ın ikinci filmi... Filmin dikkat çeken oyuncusu ise yönetmen Erzincan’ın down sendromlu kardeşi Soner... O dünyayı gerçekten çok iyi bildiği için bu filmi kabul ettim.

Kadir Abi’nin yerini doldurmak zor desen de bir Kadir İnanır havası var sende...

- Zor değil imkansız yerini doldurmak.

Fakat yürüyüşünle, kabadayı tavrınla senin gibi başka jön yok piyasada...
- İzzet artık jön diye bir şey yok aslında. Şimdi oyuncular var, ekip var... Mesela eskiden bir filme Kadir İnanır’ı, Türkan Şoray’ı koyardın, ondan sonra ver çayıra mevlam kayıra. Artık bizim yaptığımız işte benim kadar bize çay getiren arkadaşın da önemi var.

Türkan Şoray demişken, senin de Türkan Şoray kuralların varmış...

- Evet var, sevişme sahnelerinde asla oynamam.

Bize oyuncu verilen her rolü oynar diye öğrettiler...

- Sinemada buna karşı değilim, çünkü parasını veriyorsun, bir tercih yapıp seyrediyorsun o görüntüleri. Ama Anadolu’nun bir köyünde bir aile açmış televizyonu izlerken, birden bire birileri öpüşmeye başlıyor. Oralarda bunlar çok ayıp şeyler. Ben bile izlerken irrite oluyorum. Sevgiyi, aşkı öpüşmeden de, başka türlü de anlatabilirsin.

Nurgül Yeşilçay ile çalışmak zor mu?

- Çok iyi bir partner. Deli dolu ama inanılmaz iyi bir oyuncu.

Sette karavanına gidip uyuduğun için diğer oyuncular çıldırıyormuş. Doğru mu?

- Hepsi yalan bu haberlerin... Böyle bir şey asla yok. Kimse meslek disiplinim hakkında konuşamaz, konuşanın da alnını karışlarım.

Yazarın Tüm Yazıları