Nazım’ın yatak odası ve Virginia Woolf’un bekareti!

Yalçın Küçük gibi ciddi bir bilim adamı Tenkit adını verdiği son kitabında Nazım’ın hayatını BBG evine çeviriyorsa, İthaki gibi önemli bir yayınevi Virginia Woolf’un ‘Kendine Ait Bir Oda’sının girişine yazarla ilgili saçma sapan bir biyografi koyuyorsa çıkıp kimse “magazinciler belden aşağıya vuruyor” demesin bu memlekette!

Haberin Devamı

Nazım’ın yatak odası ve Virginia Woolf’un bekareti

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil, bütün iş Tahir’le Zühre olabilmekte yani yürekte...”

Ah be Yalçın Küçük! Ne gerek vardı şimdi bunu yapmaya? Milletin özel hayatını ve yatak odasını dikizlemenin trend olduğu şu ahlak fukarası günlerde, Nazım’ın mahremini açmak yakıştı mı sana?
Neymiş efendim...
Nazım ölüm döşeğindeyken karısı Vera Tulyakova yan odada ‘bir hoyrat vücutla sabahı deniyor’muş. Yani sözün özü Vera, büyük şairi hasta yatağındayken yan odada aldatmış!
Sağ olun sayenizde öğrendik, şad olduk Yalçın Bey!

 

Haberin Devamı

NE İŞİN VAR SENİN NAZIM’IN YATAK ODASINDA SAYIN KÜÇÜK

Nazım’ın yatak odası ve Virginia Woolf’un bekareti

Memleketin yarısını Yahudi dönmesi diye yaftaladığınız o akıllara ziyan bilimsel çalışmalarınıza, şimdi de yepyeni bir magazinel boyut kattınız...
Yalçın Küçük gibi ciddi bir bilim adamı Tenkit adını verdiği son kitabında Nazım’ın hayatını BBG evine çeviriyorsa, İthaki gibi önemli bir yayınevi Virginia Woolf’un ‘Kendine Ait Bir Oda’sının girişine yazarla ilgili saçma sapan bir biyografi koyuyorsa çıkıp kimse “magazinciler belden aşağıya vuruyor” demesin bu memlekette!
Oğuz Atay’dan Orhan Pamuk’a, Haldun Taner’den Sait Faik’e kadar birçok üstadı tarzıyla etkileyen bu muazzam kadını şu cümlelerle sunmayı layık görmüş yayınevi:
“Küçük yaşta yazarlığa, 59 yaşında mezarlığa adım attı. Dalgalarla sörf yapıp, nehir bile denemeyecek bir kaşık suda boğuldu. Bilinç akışı mı, nehrin akışı mı? Odalarda ışıksızdı. Paranoyaklığı zaten Shakespeare’in olmayan kız kardeşi üzerine saatlerce konuşmasından belliydi. Geri gelir mi? Gelirse gelsin, kim korkar bakire kurttan? Bkz. Nicole Kidman.”
Üzülerek ve utanarak alıntıladım bu mizah kılığındaki seksist, sakil cümleleri... Duydum ki özür dilemişler, ne fayda! Bunu yazanlara “yuh” diyeceğim ama o bile kifayetsiz.
“Tren, öpsün seni Zeki Müren”, “Buna kim inanır? Kadir İnanır” banalliğindeki, ilkokul seviyeli söylemleri ülkenin entelektüellerinin de dillerine pelesenk olmaya başladıysa vay halimize!
Sonra birileri dönüp “Sen de başımıza yazar mı kesildin İzzet?” dediğinde, onlara içimden “Annem beni hâlâ genelevde piyanist sanıyor, merak etmeyin” diye haykırmak geliyor!
Eğer yayıncılık, yazarlık, entelektüellik, aydınlık buysa ben almayayım size kalsın efendiler...

Haberin Devamı

Nazım’ın yatak odası ve Virginia Woolf’un bekareti

 

Çetin Altan’dan yediğim okkalı fırçanın hikayesi


Hafta içi bir vesileyle Ankara’ya gitmem icap etti. Oldum olası sıkılmışımdır uçak yolculuklarından, hele ki istikamet Ankara’ysa...
Daralmamak için, sevgilimin “Bu senin başucu kitabın” dediği Çetin Altan’ın ‘Bir Avuç Gökyüzü’sünü attım çantama.
Uçağın lastikleri yerden havalandığında, ben çoktan büyük yazarın satırları arasında kendi gençliğime doğru bir yolculuğa çıkmıştım bile...
Lisenin son yıllarında ‘İmece’ adlı bir okul gazetemiz vardı.
İlk röportajımızı İstanbul’un efsane belediye başkanlarından rahmetli Aytekin Kotil ile yapmıştık. Derken büyük gün gelip çatmıştı; Çetin Altan’la söyleşecektik. Milliyet’teki odasının kapısında dizlerimiz titreyerek bizi içeri kabul etmesini bekliyorduk.
Mesleğin efsane ismi, röportaja başlamadan bizi üç ayrı kitabından, beş soruluk ayaküstü bir sınava tabi tuttu.
O dönem zaten hiçbirimizin elinden ‘Bir Avuç Gökyüzü’, ‘Viski’ ve ‘Onlar Uyanırken’ düşmezdi.
Bu yüzden ilk sınavı başarıyla atlattık.
Tam “Oh be yırttık” dediğimiz anda, asıl soruyu patlattı üstat:
“Söyleyin bakalım delikanlılar, bu solcu kelimesi nereden çıkmış?”
Afallayıp kalmıştık... Hepimiz Marx’ı, Engels’i, Huberman’i az buçuk bilirdik ama soru çalışmadığımız yerden gelmişti.
Nutkumuz tutulmuş o biçare halimizi görünce, meşhur kahkahalarından birini attı. Ve o gün bugündür zihnimden çıkmayan hikayeyi anlatmaya başladı.
İlerici- gerici, sağ-sol, aydın-cahil tanımlarının birbirine karıştığı şu gri günlerde onun sözlerini, bir kez daha hatırlayalım istedim.
“XVI. Louis vergilerin artırılması için görüş alışverişinde bulunmak istemişti. Kral, toplantıda aristokratları sağına, din adamlarını karşısına, halk temsilcilerini ise sol tarafına oturtmuştu.
Halktan gelen temsilciler, üç gün sürecek sınıflar meclisinin sürekli toplanmasını talep etmiş ve imparatorluk döneminde köklü bir değişiklik sayılan bu istek, Fransız Devrimi’nin de ilk adımı olmuştu.
İşte dünya siyaset literatürüne ‘solculuk’ kavramı böyle girmiştir. Artık sol yumruklarınızı havaya her kaldırdığınızda bu anlattıklarım gelsin aklınıza.”
O unutulmaz iki saatte hayata, siyasete ve insana dair müthiş şeyler öğrenmiştik. Ayrılırken yine kocaman bir kahkaha atıp, “Bir daha sağınızı solunuzu öğrenmeden kimseyle röportaja gitmeyin sıpalar!” diye fırçaladı bizi...
Mekanın cennet olsun büyük usta.

 

Haberin Devamı

Tarkan’ın ‘Ahde Vefa’sını  dinlerken “Ah be” dediklerim

 Nazım’ın yatak odası ve Virginia Woolf’un bekareti

Uzun zamandır benim de beklediğim bir albümdü!
Tarkan sahnede seslendirdiği alaturka şarkılarla ağızlarımıza bir parmak bal çalmıştı çoktan.
Cuma günü çıkar çıkmaz da iTunes’tan albümü indirdim. Bütün şarkıları da uzun bir yürüyüş sırasında sindire sindire dinledim!
Olmuş mu?
Hem de ‘fevkaladenin fevkinde’ olmuş!
“Benim sesim var” deyip de göstermek için saçma sapan çıkışlar yapmadan, daha çok satsın diye küçük gırtlak oyunlarına girmeden, son derece yalın bir altyapı üzerine, sakin sakin, ‘ustalığını’ sergileyecek şekilde öylesine okumuş ki, helal olsun dememek mümkün değil!
Satar mı?
Hem de deliler gibi!
Albüm çıkmadan 100 binin üzerinde sipariş almış ve daha ilk saatlerde bütün listelerin zirvesine oturmuştu bile.
Sebebi basit çünkü hepimiz Tarkan’ı çok özledik...
İyi hoş da...
Peki tüm bunlar yeterli mi?
Madem öyle şimdi gelelim zurnanın zırt dediği yere...
“Dile kolay, altı yıllık ‘albüm orucunu’ bozmak için bu projeyi mi bekledin” demezler mi adama?
Ortalığı yerinden oynatacak süper bir pop albümle geri döndükten sonra, ‘Ahde Vefa’yı çıkarsan daha güzel olmaz mıydı?
Bunca yıl sonra bize Eski Tarkan’ı geri verecek yeni bir hit bulamadın mı,
Neden ‘okeye dönen’ küllenmiş yıldızlar gibi Türk sanat müziğini, ‘köprüden önce son çıkış’ olarak gördün?
Milli marş haline gelmiş bu alaturka repertuvarla çıkmak, kolaya kaçmak değildir de nedir?
Bülent Hanım, Sacit Aslan ile Erol Köse’nin programında Sezar’ın hakkını Sezar’a teslim etti.
Onun engin müzik bilgisinin yanında ahkam kesmek hadsizlik olur elbette ama bu şarkıları biz zaten Zeki Müren’den Müzeyyen Senar’a kadar birçok efsaneden döndürüp döndürüp dinlemedik mi?
Sen bu albümle Türk sanat müziğine ne kattın?
Haydi diyelim “Bir de bu şarkıları benden dinleyin” diye düşünen bir milyonuncu şarkıcı oldun, o zaman neden Tarkan’ca bir şeyler eklemedin?
Etrafındakiler sana “Gençlere alaturka şarkıları sevdirirsin bu albümle” gibi köhne bir akıl mı verdi?
Bu yolu 20 sene önce Muazzez Ersoy’un 12 albümlük Nostalji serisiyle çiğneyip geçtiğini hatırlamıyor musun?
Yoksa ‘Her yolculuk başladığı yerde biter’ mottosuyla Çınarcık günlerine dönmek miydi niyetin?
Ne yani bu o döneminin ‘Ahde Vefası’ mı?
Vallahi kusura bakma Tarkan ama ‘Ahde Vefa’ olsa olsa seni sevenlerin ve ‘Megastar’ olduğun yılları hatırlayıp bu albümü alanların sana göstereceği vefa olabilir ancak!
Ah be güzel kardeşim, keşke ‘Megastar Tarkan’ adını yemeye sen dahil kimseye izin vermeseydin!
Ben yapmak için yapılmış, müzikal olarak usta işi ama gönül telime dokunmayacak, hissiyattan noksan bu albümü naçizane pas geçiyor ve eski Tarkan’ı bekleme hakkımı kullanıyorum!
Dipnot: Zevkler ve renkler tartışılmaz...

 

 

Yazarın Tüm Yazıları