* İlber Ortaylı ve Celal Şengör’le yaptığınız Teke Tek Özel’ler son zamanların en ses getiren televizyonculuk olaylarındandı. Ne oldu da birdenbire yayından kaldırıldı?
- Vallahi ben de anlamadım İzzet. Bana söylenen gerekçenin de gerçek gerekçe olduğunu zannetmiyorum. Kanal yönetiminin de programı sevdiğini ve beğendiğini bildiğimden benim için sürpriz olsa da Türkiye’nin halini göz önüne alırsan, bu karara çok da şaşırmadım diyebilirim.
* Üzgün müsünüz peki?
- Bu kadar da olsa devam etmemize memnunum. En azından güzel bir şeylerin hâlâ yapılabileceğini gösterdik ama bu programın yayından kalkmasının sırrının, o rektör yardımcısının meşhur sözlerinde gizli olduğunu da düşünmüyor değilim.
SAĞ OLSUN FLASH TV, “BUYRUN KAPIMIZ SİZE AÇIK” DEDİ
Önce ekmekler bozuldu, sonra her şey... Çünkü yeryüzünde savaş vardı. İnsanlar sebebini bilmeden, düşünmeden ölüyor, öldürülüyorlardı. Savaş kelimesi dünyanın her yerinde en çok kullanılan söz olmuştu. Radyolarda marşlar, nutuklar şaşkın insan sürülerinin üzerine savruluyor, gazeteler korkuyla okunuyordu.
Tramvaylar, vapurlar sabahları, akşamları tıklım tıklım, daima aceleci, sinirli, telaşlı bir kalabalığını şehrin bir ucundan öteki ucuna taşıyıp duruyorlardı.”
Oktay Akbal’ın 1946’da kaleme aldığı bu sözler aradan onca yıl geçmesine rağmen maalesef hâlâ geçerliliğini koruyor.
Akbal mı çok ileri görüşlüydü yoksa insanoğlu mu tarihten hiç ders çıkarmayıp hep hırslarına ve açgözlülüğüne yenik düştü!
EKMEK VAR AMA PAYLAŞACAK VİCDAN TÜKENDİ
Bundan yetmiş sene önce sanki tam da bu günleri anlatmış büyük usta... Oysa biliyoruz ki dünyada hepimize yetecek kadar ekmek var, su var... Ama bunları paylaşacak ruh ve vicdanı tükettik...
◊ Kafiyelerin sihirbazı, romantik şarkıların efendisi Selami Şahin, küçüklüğünden beri mi böyle şiir gibi konuşup her lafa espri veya manalı birkaç sözle cevap verirdi?
- Esprisini, manasını falan bilmem ama 6 yaşına kadar Türkçe bile konuşamıyordum. (Gülüyor)
◊ Hayırdır abi, o niye?
- Antakya’nın Yoncakaya Köyü’nde doğmuşum. Hoş o zamanlar adı Cındarlı’ydı. Anacığım Mısırlı, eh malum bizim oralar da Suriye hududuna çok yakın olduğundan evde Arapça konuşulurdu. Ben Türkçeyi ancak ilkokula başlayınca öğrenebildim.
◊ Ve başladın söz yazmaya...
- (Gülüyor) Daha dur ne sözü, adımızı zor yazıyorduk. Radyo çaldığında içinde birileri var zannederdim. Fakat öğretmenlerim hep “Sesin çok güzel, şarkıcı olacaksın” derlerdi. Aslına bakarsan daha o günlerde kafaya koymuştum müzisyen olmayı.
◊ Ailede de var mıydı müzikle ilgilenen?
Allah birdir Peygamber Hak
Rabb’ül Alemin’dir mutlak
Senlik benlik nedir bırak
Söyleyin geldi sırası
Kürdü, Türkü ne Çerkezi
Hep Adem’in oğlu kızı
Beraberce şehit gazi
Ey sinsi!
Ey alçak!
Kadın, çoluk, çocuk demeden sokakları kana bulayıp masumları katleden şerefsiz! Duyuyor musun sesimi!
Hangi bedel karşılığında, kimlere sattın vicdanını!
Yok mu senin evladın, kardeşin, anan! Yok mu arkandan ağlayacak bir tane dostun, akraban!
Lanet olsun sana da, hizmet ettiğin efendilerine de!
Lanet olsun seni sokaklara süren o karanlık ellere!
◊ Mahalledeki bütün çocuklar polis olmak isterken siz özel güvenlik olmayı mı hayal ediyordunuz?
- Uğur Kısa: (Gülüyor) Ben zaten 10 yıla yakın bir süre emniyet mensubuydum, senelerce de Teşvikiye Karakolu’nun amirliğini yaptım. Ortağım Ahmet’in bilgi işlem şirketi de emniyetin GBT sorgulama sistemleri üzerinde çalışıyordu. Tanışmamız bu vesileyle oldu.
- Ahmet İşcen: Babam Oktay İşcen, yedi yıl boyunca Bonn Büyükelçisi’ydi. Almanya dışında Yugoslavya ve Hindistan’da da aynı vazifeyi üstlendi. Diplomat bir aile olarak ülke ülke dolaştık ve o yıllarda başımıza bela olan Asala teröründen biz de çok çektik. Haliyle küçük yaşlardan beri devletle ve polisle hep iç içe oldum. O nedenle de bu mesleği yapanlara büyük saygı besledim.
◊ Desene korunan taraftan koruyan tarafa transfer oldun...
- Ahmet İşcen: Aynen öyle. Almanlar güvenlik konusunda işini en iyi icra eden milletlerin başında gelir. Küçücük yaşta korunan taraf olarak bunu görme fırsatım oldu. Ardından ABD’de okuduğum dönemde eğitim ve seminerlere katıldım. Ve gördüm ki “yakın korumalık” fedai mantığından çok öte teknikler gerektiriyor.
◊ Yakın koruma diye tarif edilen şeyin bar kapılarında gördüğümüz ızbandut gibi adamlardan farkı ne; anlatsana biraz...
- Ahmet İşcen: Yakın korumanın temel prensibi, kendisinden sorumlu olduğu kişiyi, her türlü tehlikeden uzak tutmak ve o ortamdan kaçırmaktır.
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil, bütün iş Tahir’le Zühre olabilmekte yani yürekte...”
Ah be Yalçın Küçük! Ne gerek vardı şimdi bunu yapmaya? Milletin özel hayatını ve yatak odasını dikizlemenin trend olduğu şu ahlak fukarası günlerde, Nazım’ın mahremini açmak yakıştı mı sana?
Neymiş efendim...
Nazım ölüm döşeğindeyken karısı Vera Tulyakova yan odada ‘bir hoyrat vücutla sabahı deniyor’muş. Yani sözün özü Vera, büyük şairi hasta yatağındayken yan odada aldatmış!
Sağ olun sayenizde öğrendik, şad olduk Yalçın Bey!
NE İŞİN VAR SENİN NAZIM’IN YATAK ODASINDA SAYIN KÜÇÜK
◊ Hanımlar beyler, ellerinizdeki telefonları bırakırsanız muhabbete başlayabiliriz...
- Gonca Vuslateri: Ay İzzet bir dakika şu fotoyu repost yapıp bırakıyorum.
- Seray Sever: Sevgilim Dubai’de, onunla FaceTime yapıp hemen geliyorum...
- Kenan Erçetingöz: Okan’ın elinde telefon yok, onunla konuşsana!
◊ Okan hayırdır senin yok mu sosyal medyada “acil” bir işin?
- Okan Bayülgen: Mümkün olsa elime bile almam telefonu. Geçen sene altı ay hiç kullanmadım inanır mısın? Tek kelimeyle müthişti o günler. Fakat sonradan çocuğum olduğu için mecburen tekrar yanımda taşımaya başladım.
Geçen hafta sosyal medya ve gazetelerin gündeminde en fazla yer alan konulardan biri Fatoş Güney’in, üvey kızı Elif’in açtığı davadan beraat etmesiydi. Fransa’da yaşayan Elif Güney Pütün, 1974’te kurulan Güney Filmcilik A.Ş.’de hisse sahibi olduğunu, ancak şirketin yönetim kurulu başkanı Fatoş Güney’in genel kurul toplantılarında haberi olmadan kendisi adına imza attığını iddia etmiş, üvey annesi hakkında “resmi belgede sahtecilik” gerekçesiyle suç duyurusunda bulunmuştu. İşte o davadan beraat eden Fatoş Güney’in konuyla ilgili anlattıkları...
YÜKSEKLERDE HİÇ GÖZÜM OLMADI
Tüm yaşantım boyunca kirlenmemeye dikkat ettim. Bana sunulan dünya nimetlerini kullanıp bir yerlere gelmeyi ya da önemli birisi olmayı asla kendime amaç edinmedim. Bu yüzden de hep özgür oldum. Siyasete yanaşmamaya, kimseye kulluk etmemeye, boyun eğmemeye ve kimsenin hakkını çiğnememeye, dürüst ve namuslu olmaya, birtakım değerleri koruyup kollamaya özen gösterdim. Ne şan şöhrette, ne para pulda ne de yükseklerde gözüm vardı.
“Depremler oluyor beynimde,
Dışarıda siren sesi var,
Her yanımda susmuş insanlar,
İçimde ölen biri var...”
İş güç tatsız, haberler tatsız, dünya tatsız ve maalesef ülke tatsız... Sıkıntı bu kadar ağır olunca şehir üstüme üstüme gelmeye başladı. Ya birilerinin kalbini kıracak ya da bu diyardan uzaklaşacaktım.
Ve derken kendimi sabahın ilk ışıklarında Kordon’da yürürken buldum... Başlangıçta buraların yumuşak havası iyi geldi gelmesine de ne beynimdeki sirenler susuyordu, ne de içimdeki çocuğun çığlıkları... Anladım İzmir de kesmeyecekti beni.
Ruhumun, şimdiki zamandan uzaklaşacağı bir yolculuğa ihtiyacı vardı... Evreka! Sonunda doğru istikameti bulmuştum; Efes’ti.
Hazır son albümü “Emel ile Yeniden” de piyasaya çıkmışken bir araya geldik bu kitap gibi kadınla. Birlikte geçmişten bugüne sanat dünyasında bir “ufuk turu” attık ve kahkaha dolu saatler yaşadık. Umarım bir nebze olsa sizin de pazar gününüze keyif katarız efendim.
◊ Yıl 1990... Karlar Düşer’le beraber nur topu gibi bir de Emel düştü hayatımızın orta yerine...
- Öyle bir konuşuyorsun ki sanki kötü yola düşmüşüm! (Kahkahalar)
◊ Dakika bir gol bir! Kızım böyle giderse gülmekten bitiremeyiz biz bu röportajı...
- İstiyorsan çok da iyi ağlatabilirim.
◊ Yok yok sen böyle devam et...
Elbette magazin gündeminin başlıklarında da hep birlikte bir ufuk turu attık. Biz birlikte şahane saatler yaşadık. Umarım okurken sizler de aynı keyfi alırsınız...
◊ Bugünlerde rejim yapmaya üşenen zayıflamak için mide ameliyatına koşuyor... Ne düşünüyorsunuz bu konu hakkında? Mide küçültme operasyonlarını sağlıklı buluyor musunuz?
- Gonca: Yahu her isteyene de yapmıyordur herhalde doktorlar. İlla ki belirli şartlar, kriterler vardır!
◊ Mutlaka vardır tabii ama her yaptıranın da gerçekten son çaresi bu mu Allah aşkına? Haydi diyelim vücut sağlığına kavuştu, peki ya hastaların ruh sağlığı ne hale geliyor?
- Gonca: O konuda bir şey diyemem ama canının çektiğini yiyememek adamın sinirini hoplatır hatta zıvanadan çıkartır...
Günlerdir Birhan Keskin’in bu nefis dizelerini nedenini bilmeden mırıldanıp duruyordum. Sonunda anladım vaziyeti! Evde oturmuş zap yaparken gördüğüm Kelebek’in yeni reklamı yaratmıştı hassas bünyemdeki bu lirik yansımayı. Yaşlanıyor muydum ne...
Heyhat, her zamanki gibi kendi koordinatlarımı yine yanlış yorumlamıştım!
Bir yanda ‘Türkiye’nin en büyük magazincisi’, öte yanda şarkılarıyla, kitabıyla zirveden inmeyen Gülben, diğer tarafta ‘gece hayatının şövalyesi’ ve ‘moda dünyasının guruları’ vardı.
Gazetenin mutfağındaki bu ‘amansız rekabetten’ geri kalmamak adına, reklamı izlediğim gece vurdum kendimi şehrin sokaklarına.
Asmalı’da başlayan tur, Aksaray’ın arka sokaklarındaki pavyonlarda bitmişti.
KÜÇÜK YAŞA Kİ BAŞKALARINA YER KALSIN!
Bana göre zor a dostlar. Onu ne kadar çok sevdiğimi nasıl anlıyorum biliyor musunuz? Beni sürekli çileden çıkarmasına rağmen hayatımda onsuz bir an bile düşünemiyorum. Ara sıra ana-oğul ilişkimiz Stockholm sendromunun en iyi örneklerinden biri gibi görünse de Allah onu başımdan eksik etmesin... Peki benim ‘deli saraylı’ kimi zaman olmayan saçımı başımı bana nasıl mı yoldurtuyor?..
Bir kere o tamamıyla kendi doğrularıyla yaşıyor. Sadece onun okuduğu kitap, seyrettiği program, gittiği doktor, sevdiği insanlar en iyi, bunun dışındaki her şey fasa fiso!
“Anne tansiyonum yükseldi” derim; cevabı hazırdır; “Kim uyduruyor bunları? Doktorlar tüccar olmuş! Sende tansiyon olsa onlar değil ben bilirim...”
Bizimkinin kafası Ortaçağ engizisyon papazları gibi çalışır. Onlar da yıllarca İncil’de yer almadığı için, Amerika kıtasının varlığını kabul etmemişlerdi...
Nasıl denk getiriyor bilmiyorum ama toplantıların en kritik yerinde telefonumu çaldırır.
Muhabbet ettiğim insanların hikayelerinin içine normalde dahil olmamaya gayret ederim. Sadece dinleyip, anlattıklarını yansıtmaya çalışırım. Ama Rümeysa’da böyle olmadı. Onun öyküsünde kendimi kaybettim ve ilk defa bir röportaj sırasında gözyaşlarımı tutamadım. Dün piyasaya çıkan single’ı ‘Yansın İstanbul’la Rümeysa adeta sevdiğini elinden alan koca şehre meydan okuyor...
Yolun açık olsun Rümeysa!
EVLENMEYE SEKİZ GÜN KALA KAYBETTİ NİŞANLISINI
Müthiş bir trajedi var Rümeysa’nın geçmişinde. Her cümlesinde, her bakışında, her zerresinde hissediyor insan yaşadığı o derin acıyı. Düğününe sadece sekiz gün kala, üstelik tanıştıkları yer olan Anadolu Kavağı’nda, elim bir helikopter kazasında kaybetmiş Murat’ını Rümeysa. Henüz otuzundaydı Murat. Terfi bekliyor, başkomiser olmak için gün sayıyordu. Damatlığı da hazırdı.
Nikah için 29 Mayıs’a, Kadıköy Evlendirme Dairesi’ne gün almışlardı. Ama kader bu mutluluğa izin vermedi. Haber bültenlerinde o zamanın İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın’a söylediği sözler manşetteydi: “Müdürüm ne olur yeni helikopterler alın. Murat, ‘hep eski helikopterlere biniyoruz’ derdi. 1969 yılından kalmaymış bu helikopter. Yenilerini alın ki, başka Murat’lar ölmesin...”
Törene nişanlısının, damatlığıyla gelmişti Rümeysa. Gözyaşları içinde sarıldı sevdiğinin tabutuna... “Damatlığını giyemedi ama cennette düğünümüzü yapacağız. Melekler nedimelerimiz, şahitlerimiz olsun. Ben tek kanatla nasıl uçacağım Murat’ım?
Kelebek ekibi de bu haftanın başında sunumundan içeriğine yepyeni bir gazete hazırladı. Vallahi bu takımın bir parçasıyım diye söylemiyorum, ortaya çok da güzel bir iş çıktı. Ve fakat hâl böyle olunca benim için de yeni bir şeyler yapmak farz oldu.
Sözün özü, yıllardır tanıdığım, kendim dahil ‘dört benzemez’i aynı masanın etrafında topladım. Gıybetin dibine vuran bir moderatör olarak attım ortaya kıtırları, üç akıllı çıkarmaya çalıştı. Buyrun size magazinin 3.5 Silahşörü Atos, Portos, Aramis, Dartanyan’dan gündeme dair inciler... Sürç-i lisan ettiysek affola efendim.
İzzet Çapa: Kenan sen küçüklüğünden beri kahvaltıda ananas suyu içersin zaten değil mi?
Seray Sever: Sade ananas suyu olsa iyi, içine bir de limonla kaya tuzu koydurttu. “Haydi bir tane de ben içeyim” dedim, baktım bizimki cebinden şişesini çıkartıp başladı bardağa bir şeyler damlatmaya. Yok efendim fazla alkalikmiş de, o yüzden bunu içmesi gerekiyormuş da falan filan.
Kenan Erçetingöz: Hayır asidikmişim, alkalik olmak için yapıyorum bunları.
İzzet Çapa: Vay be, piyasa seni yıllardır asabi bilirdi, meğer alkalikmişsin...
Etrafımdaki goygoyu çok, icraatı kifayetsiz kalabalıktan uzaklaşıp “Yeter bu kuru gürültü, biraz kafanı dinle be İzzet! Hiç olmazsa bu geceyi kendine ayır” dedim. Bir yanım Boğaz’ın janjanlı mekanlarına doğru seyirtirken, öte yandan içimdeki hayta her zamanki gibi yine rahat bırakmadı beni... Kalbimle beynim arasındaki iktidar mücadelesinin sonunda, bir baktım ki Asmalımescit’teyim.
1 - Şehrin ve Gecenin Öteki Yüzü
Şehrin bu müstesna köşesi bir sokak partisi havasındaydı. Hanımlar alımlı, beyler zarifti. İnsanlar, ülkenin başka hiçbir yerinde görmenin mümkün olmadığı mütebessim bir ifadeyle dolaşıyorlardı. Ama beynimdeki şeytan, “Bu sahte tebessümlere kanma” diye dürtüp duruyordu beni. Sonunda midemin gurultusu, kafamdaki kalabalığın sesini susturdu.
Ayaklarım beni efsane mekan Yakup’un kapısına getirmişti. Bir köşede her zamanki gibi memleketi kurtaran gazeteciler, hemen yanında Beyoğlu’nun tadını çıkaran coşkulu turistler ve aralarına serpiştirilmiş Sevgililer Günü’nü bir gece önceden kutlayan çiftler vardı.
Ne boş masa, ne de bende bu pozitif atmosfere katılacak hal vardı... Tam arkamı dönüp gitmeye karar vermiştim ki, “İzzet abi, İzzet abi” diye bir ses duydum.
* Yahu senin kendi tiyatron vardı, ne o sattın mı yoksa?
- Hâlâ var İzzet, niye geçmiş zamanda konuşuyorsun ki anlamadım?
* Ne bileyim, AVM’lerden çıkmıyorsun da son günlerde...
- Maalesef İstanbul’da artık eskisi gibi fazla tiyatro binası yok. Ne yazık, yerlerine yenileri de yapılmıyor. Biz de bari olanlar ayakta dursun diye uğraşıp duruyoruz işte. Ama bunun yanında yüzleşmemiz gereken bir gerçek daha var; o da seyircilerin alışveriş merkezlerinin içindeki tiyatroları tercih ediyor olmaları... Ee onlar da haklı aslında, düşünsene park yeri sorunu yok, metroyla veya metrobüsle hooop AVM’desin. Bu artık çok önemli bir özellik çünkü İstanbul o kadar büyüdü ki, resmen bir yerden diğerine gitmek Haçlı Seferi’ne çıkmak gibi bir şey! Ee hâl böyle olunca da, biz tiyatro olarak seyircinin ayağına gidiyoruz.
* Peki senin için zor olmuyor mu “bedevi” tiyatroculuk?
- Vallahi tek eksiğim var, o da kendime ait bir kulis! Geçenlerde “Tiyatroda proje bazında en çok istediğin şey nedir?” diye sordular, hiç düşünmeden “Bana ait bir soyunma odası” diye cevap verdim. Çünkü soyunma odası dediğin yer, oyuncunun mabedidir. Gidersin, aynaya bakarsın, akşamki performans için kendini hazırlarsın... Oysa benim böyle bir imkanım yok çünkü her gün başka bir tiyatroda oynuyorum. Bugün CKM’deyim, yarın Trump’ta, öbür gün Şişli’de, daha sonra Pendik’te, hemen akabinde Bostancı’da, ardından Samsun’da, Adana’da derken sürekli dolanıp duruyorum. Sadece ben değil, bütün tiyatrolar İstanbul içinde geziyorlar.
Bize ve ülkemize duyduğu hayranlığı, “Britanya’da turistlerin gidebileceği topu topu 10 tane yer sayabilirsiniz ama Türkiye’de binlercesi var” sözleriyle son derece içten bir şekilde ifade ediyor Birleşik Krallık İstanbul Başkonsolosu Leigh Turner... Açıkçası biraz asık yüzlü, hafiften İngiliz kibrine sahip ve mesafeli birini beklerken, karşımda gayet neşeli, dost canlısı ve sıfır kompleks bir adam buldum. Eğer bir 007 James Bond numarası çekip beni kandırmadıysa, Turner gerçekten de bizden biri gibi olmuş. Bakalım anlattıklarını okuduktan sonra sizler ne hissedeceksiniz?
*Röportajı hangi dilde yapacağımıza siz karar verin. Benim İngilizcemle sizin Türkçeniz yarışır...
- Haydi gel Türkçe konuşalım ki bana da pratik olsun.
*Valla hiç de pratiğe ihtiyacınız varmış gibi gelmedi bana, maşallah şakır şakır konuşuyorsunuz...
- Orası tartışılır ama yine de biz Türkçe devam edelim.
*Her başkonsolos tayin edildiği ülkenin dilini öğrenmiyordur herhalde...
Kanalın programı TT olmuş, yöneticisi ölü taklidi yapıyor
Vay anasına sayın seyirciler! Annemden başladılar, yedi sülalemle devam ettiler...
Ne kıskançlığım kaldı, ne de Acun’dan para koparıp, program yapma peşinde olduğum. Yok tutarsızmışım da dikkat çekme derdindeymişim falan filan...
Efendim yukarıdaki ifadeler geçen hafta 3 Adam’ı komik bulmadığımı yazdığım için bana sosyal medyada ‘dijital mahalle baskısı’ uygulamaya çalışan bazı fanlara ve çoğunlukla ‘fan kılığına bürünmüş’ paralı troll’cüklere ait...
Nasıl olurmuş da, ben 3 Adam’la zamanında röportaj yapıp sonra da onları eleştirirmişim?
BÜTÜN FAN’LAR SÖZLEŞİP AYNI ANDA MI TWEET ATTI?
Şimdi burada ifade özgürlüğünden, insanların eleştiriye açık olması gerektiğinden falan bahsedeceğimi sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Ne kadar öyle görünse de konumuzun bununla uzaktan yakından hiçbir alakası yok.
Çünkü bence, ‘İzzetÇapa TutarsızOlma’ kelimelerinin TT olmasının arkasında, bazı kanal yöneticileri ve onların parayla tutulmuş saz arkadaşları var.
Nasıl olduysa ‘samimi’ saldırı tweet’lerinin yüzde doksanı saat tam 13:15’te gelmeye başladı. Eğer programın bütün hayranları aralarında sözleşip, aynı anda yazıyı okuyup yine aynı anda tweet atmak için bir araya gelmedilerse, ister istemez insan bu işin içinde bir bit yeniği arıyor.
Aksini iddia ediyorsanız, aynı dakikalarda binlerce tweet’in nasıl geldiğini açıklamak sorumluluğu da sizin omuzlarınızda... Çünkü o tweet’lerde kanalınızın adı da geçiyor!
YOKSA İŞTE BENİM STİLİM’İN TEKRARINI MI İZLİYORDUNUZ?
Yok böyle ‘senkronize dijital linç’ diyorum ve devam ediyorum...
Sosyal medya ‘mahallesi’ iyice kızışınca TV8’in Genel Müdürü arkadaşım Aslı Çini’ye mesaj attım. “Aaa konu ne?” diye troll’cüklerin tweet’leri kadar ‘inandırıcı’ bir soru sordu bana. Koskoca kanalın en tepe yöneticisi, güya durumdan bihaberdi.
Haydi diyelim kendisi çok meşgul, tesadüf bu ya TV8’in sosyal medyasını yöneten Oktay Bey de yanındaymış, fakat ne hikmetse o da konu hakkında ‘ölü taklidi’ yapıyordu.
Yahu kanalınızla ilgili bir olay iyi-kötü dünya çapında trending topic olurken, yoksa siz hâlâ ofiste İşte Benim Stilim’in tekrarlarını mı seyrediyorsunuz?
BU İŞE BİR ‘DESTUR’ DİYECEK YÖNETİCİ ARANIYOR
Acun aslında senin için üzülüyorum ben... İşine bu kadar ilgisiz yöneticilere nasıl güvenip kanalı emanet ederek ta Dominik’lere gidiyorsun aa arkadaşım! Gözün hiç mi arkada kalmıyor?
Her yazdığımı herkes beğenecek diye bir saplantım falan yok peşin peşin söyleyeyim ama beğenmeyenler algoritmaların esiri paralı askerler olunca, onların iplerini ellerinde tutanlar da bir ‘destur’ desinler artık!
Elbette gerçek fanlara bir sözüm yok fakat işin ‘aslı’nı da gözardı etmemek lazım. O çok keyifli sohbetlerimiz sırasında siyasi trolleri her fırsatta eleştiren Aslı arkadaşım, kendi trollerinin hayranı mı olmuş yoksa?
Aaah ah, çok özlüyorum trollerin sadece şans getirdiğine inanılan, renkli diken saçlı ufak oyuncaklar oldukları günleri...
Sosyal medya ekibiniz kırmızı alarmda olsun
Yarın bir gün Yılmaz Morgül’lü “Survivor” için ‘Helal olsun’ diye bir yazı yazsam ‘Bak adam korktu, yağ çekiyor’ düşüncesine kapılıp avuçlarınızı mı ovuşturacaksınız?
Ya da yakında başlayacağınız ”O Ses Çocuklar”da küçücük çocuklara yaşlarına uygun şarkılar yerine ‘İsyan’ı ya da ‘Kum Gibi’yi okutursanız, onlara makyaj yapıp ‘yetişkinler’ gibi giydirirseniz ve hepsinden önemlisi pedagogların danışmanlığı olmadan onlara acımasız eleştiriler yöneltirseniz bilin ki Acun’u çok sevsem de sizi ilk yerden yere vuracak kişi yine ben olacağım.
Söylemedi demeyin ve sakın ha bu yarışmanın dünyada pek çok örneği var bahanesinin arkasına saklanmayın! Eğer öyle bir fikriniz varsa da sosyal medya ‘ekibiniz’ şimdiden kırmızı alarma geçsin!
Haydi kalın sağlıcakla! Hepinizin gözlerinizden öpüyorum.
İmza: İzzet
Asmalarda üzüm yosmalarda gözüm
Şimdi sırada deniz aşırı bir piyasa dedikodusu var... Hoş, iş artık dedikoduluktan çıkıp ‘temelleri atılmış’ bir haber haline çoktan gelmiş ama neyse...
Doors Group altıncı ayın ortalarına doğru Londra’da iki yeni mekan birden açıyor! Türk meyhanesiyle ocakbaşı ‘karması’ bir konsepti olan bu restoranların biri Marylebone’da diğeriyse Covent Garden’da faaliyete geçecek.
İki şubeli bu mekanın ismi ise genç, güzel, alımlı, fettan kadın anlamına gelen ‘Yosma’.
Bu ismi daha önce İstanbul’daki The Marmara’nın üstünde yer alan Refika için düşünüp sonradan vazgeçmişler.
Anlaşılan İngilizlere ocakbaşında demlenmeyi öğretirken, yurdumuza geldiklerinde bayıldıkları Türk mezelerini de ayaklarına kadar götürecekler.
Yıllardır bir türlü Türk mutfağını yurtdışına açamadık diye dövünme dönemi belki de artık sona eriyor.
Duyduğuma göre restoranlar nisan ayı gibi açılacakken, ruhsatları İngiliz bürokrasisine takılmış ve açılış yaza ertelenmiş. Neyse efendim dilerim, Yosma tüm cazibesini kullanıp İngilizleri baştan çıkarır!
Müjde Ar: “LGBTİ’nin ‘Sapan Atan Teyzesi’ olmak istiyorum!”
Bir seneyi aşkın süredir gayet güzel işlere imza atan G Zone, şubat sayısında çıtayı iyice yükseltmiş.
Bilmeyenler için eşcinsel yaşam ve kültür dergisi G Zone’dan biraz bahsedeyim. Dergi; gerek yazarları, gerekse de işlediği konularla aslında herkesin okumaktan zevk alabileceği sayfalarla dolu...
Bugüne kadar Sezen Aksu’dan Demet Akalın’a, İsmail Acar’dan, Mabel Matiz’e kadar pek çok ünlü ismi konuşturmayı başaran G Zone’un şubat sayısında yine medyaya karşı ‘sessizliğiyle’ tanınan bir isim ‘gönlünü açmış’.
Kim mi?
BİR BÖLÜMÜ AŞAĞIDA GERİSİ PERŞEMBE İNTERNETTE
7 Şubat’ta doğup 17 Şubat’ta aramızdan ayrılan Aysel Gürel’e ithaf edilen bu özel sayının ‘onur konuğu’ Müjde Ar!
Yıllardır tüm ısrarlarıma rağmen, röportaj teklifimi her seferinde kibarca reddeden Müjde’yi ikna eden gençleri kıskanmadım desem yalan olur!
Çünkü Müjde kendisi ve hepimizin Aysel’i hakkında gerçekten de müthiş samimi açıklamalar yapmış.
Ben de bazılarını burada sizlerle paylaşmaktan kendimi alıkoyamadım.
Röportajın tamamı perşembe günü yayınlanmadan önce buyrun bendenizden size noktasına, virgülüne dokunmadan tadımlık inciler...
ANNEM AŞAĞILANAN HER ŞEYE TOPTAN KARŞIYDI
“Annem için kategorize etmek diye bir şey yoktu. Zaten seçtiği iş de, yaptığı iş de bütün insanlığa aitti. Bir de asla sahte yüzü yoktu, neyse oydu hangi ortamda olursa olsun... Ve toplum tarafından aşağılanan insanların; gay, fahişe, şöyle ya da böyle; hepsinin yanındaydı ve aşağılayıcı her şeye toptan karşıydı.”
DELİ AYSEL’İN KIZLARI DAMGASI YEDİK TOPLUMDAN
“Herkes herkesi onaylayamaz elbette. Bu nedenle toplumun bazı kesimlerinden “Deli Aysel’in kızları” damgasını yedik açıkçası ama bundan asla rahatsız olmadım, kendime de ‘Deli Aysel’in kızıyım’ diyorum ben.”
OYUNCUNUN BİRİKİMİNİ GÖSTERECEĞİ MECRA YOK
“Oyuncu dediğin televizyonda dizi çeker oldu. Kendi birikimini, kendi geçmişini, hayatını, biriktirdiklerini ortaya çıkarabilecekleri bir platform da kalmadı. Belki öyle oyuncular var ama bunu gösterebilecekleri mecra yok artık.”
HERKES RECEP İVEDİK GİBİ OYNAMAYA BAŞLADI
“Popüler kültür, eğlence şekil değiştiriyor. Sabahtan akşama yarışma programı izleyen bir toplum haline geldik. Sinema da aynı şekilde şekillendirildi. Bunu ‘komedi filmleri çekilmesin’ şeklinde söylemiyorum, onlar da olsun elbette ama 100 film çekilip 100’ü de birbirine benziyorsa ve herkes Recep İvedik gibi oynamaya başlamışsa, burada çok ciddi bir sorun var demektir.”
BEN ASLINDA EVLİLİK KARŞITI BİR İNSANIM
“Valla kim, kimle evlenmek istiyorsa evlensin. Ben aslında evlilik karşıtı bir insanım. İkinci eşimle de on yıl sonra yeğenimin tazyikiyle evlendim. İmzayı bir tarafa bırakacak olursak, evlilikte işin özü kiminle yaşamak istediğinizdir. Ahmet Mehmet’le mi yaşar, Mehmet Süheyla ile mi yaşar, kim kiminle isterse yaşar.”
BİR GÖZÜM YÜZDE 30 GÖRÜYOR KORKUYORUM
“Türkiye’deki hareketlerin içinde pek görünmedim ama yurtdışında her gördüğüm harekete atladım. Burada polisin yaklaşımı beni korkutuyor. Zaten bir gözüm yüzde otuz görüyor, diğerinin de başına bir şey gelmesin diye çıkmıyorum. Yoksa ben de LGBTİ hareketinin ‘sapan atan teyzesi’ olmak istiyorum aslında.”
Helal olsun Okan, işte yayıncılık bu!
Okan Bayülgen, cumartesi gecesi Star’da yayınlanan programında canlı yayınların en büyük kabuslarından biriyle karşı karşıya kaldı.
Seyircilerin arasından fırlayan bir genç kız, üstünü açarak protesto yapmaya kalkıştı. Ancak Okan, anında duruma müdahale ederek, kızı karga tulumba dışarı attırmak ya da yayını kesip reklama gitmek yerine müthiş bir soğukkanlılık ve olgunlukla yayına devam etti.
Bu benim Türk televizyonlarındaki canlı yayın kazalarında gördüğüm en usta işi tavırdı!
Yılların televizyoncusu, kızı karşısına oturtup önüne diz çöküp büyük bir sükunet içinde şunları söyledi;
“Bak bir eylem yapmak istiyorsun, gayet iyi anlıyorum. Çünkü hem benim, hem de Beyazıt Öztürk’ün programı bu konuda kullanılabilir alanlar. Fakat onun da benim de bununla başa çıkabilmemiz lazım.
İnsanlar hangi konuda konuşmak istiyorlarsa konuşmalarından yanayım. Soyunmak mı istiyorsun, bence evet!
Sesini mi yükseltmek istiyorsun, bence evet! Slogan mı atmak istiyorsun, bence evet! Ama ben çalıştığım televizyon kanalını ve bu eylemi yaptıktan sonra seni, başına gelecek olanlardan korumak zorundayım.”
Reklamlardan sonra da aynen şöyle devam etti sözlerine Okan: “Biraz önce burada eylem yapmak isteyen genç kızımızın kim olduğunu maalesef bilmiyoruz. Ve kendisi de geçti, çekti gitti... Nasıl bulacağız onu, herhalde bulamayız da... Ne yapalım! Zaten bir şey de yapmadı. Ben ona sarıldım, o bana sarıldı. Böylece barış görüntüleri verdik Türkiye’ye!”
Sahip olduğu derin kültürel altyapı, böylesi bıçak sırtı bir meseleden bile tereyağından kıl çeker gibi çıkmasına neden oldu Okan’ın! Helal olsun onun bu olgun kriz yönetimine ve canlı yayın yapan herkese de örnek olsun. Hatta bana sorarsanız üniversitelerin iletişim bölümlerinde ders olarak okutulsun!
Dipnot: Gecenin ilerleyen saatlerinde sosyal medyada olayın yansımalarını takip ederken, gördüm ki bazı sivri zekalılar bunu Okan’ın planladığını iddia etmişler. Bu arkadaşlara işi gücü bırakıp senaryo yazmalarını tavsiye ederim. Gerçekten de komplo teorileri ülkesi olup çıktık vesselam!
Haber Yorumlarını Göster
Haber Yorumlarını Gizle