Paylaş
Ama oturup biraz konuşunca görüyorsunuz ki bundan çok daha fazlası. Sufi’lerden dersler almış, Aborjinler’le günler geceler geçirmiş, Nepal’e kadar gitmiş. “İçindeki şifacıyı” 12 yaşında keşfetmiş. Elleriyle vücutlara, sözleriyle kalplere dokunarak şifa dağıtıyor. Üstelik bunu aslında hepimizin yapabileceğini iddia ediyor. Aşkın gerçek, geriye kalan her şeyinse illüzyon olduğunu ve zamanı geldiğinde aşkın tüm dünyayı istila edeceğini iddia ediyor. Metin Hara, mutsuzluk-umutsuzluk-yalnızlık üçgeninde kıvranan modern çağ insanına, yürek ısıtan şeyler anlatıyor. Ben keyifle dinledim, size de tavsiye ederim...
* Harry Potter gibi çocuksun maşallah, elinde bir tek sihirli değneğin eksik...
- Star Wars’taki Jedi’leri andırdığımı bile söyleyenler oldu ama Harry Potter’ı ilk kez senden duyuyorum (kahkahalar). Biraz çocuksu olduğum için genelde beni Küçük Prens ve Peter Pan’a benzetirler. Neyse ki adımın önüne gelen sıfatları çok da umursayan bir tip değilim. Bir tek “şifacı” kelimesinden uzak durmaya gayret ediyorum, çünkü Türkiye’de o sözcük bambaşka şeyler çağrıştırıyor.
* Harry Potter’ı bile kabul ediyorsun da şifacı olmak mı zoruna gidiyor?
- (Gülüyor) Tabii ki hayır! Ama Metin Hara denilince insanların aklına “elini hastaların ağrıyan yerlerine koyup, anında iyileştiren bir Superman” görüntüsünün gelmesini kesinlikle istemiyorum. Sonuçta önce Üsküdar Amerikan Koleji’nde, ardından da Çapa Tıp Fakültesi’nde eğitim görmüş bir tıp insanıyım. Elimde mucizevi bir güç de yok!
“POZİTİF DÜŞÜN, POZİTİF YAŞA” BİR ZIRVADIR!
* Hadi ya, doğaüstü güçlerin yok mu gerçekten? Seni tanımak için o kadar yolu boşu boşuna mı geldim yani?
- Cevabım seni tatmin etmeyecek biliyorum ama bilim haricinde elimde hiçbir olağanüstü şey yok (gülüyor). Öyle “pozitif düşün, pozitif yaşa”, “evrene ne gönderirsen o sana geri gelir” gibi zırvalara da hiç inanmıyorum. İş sadece pozitif düşünceye kalsaydı, önce hastanelerde umudunu kaybetmeden yıllarca bekleyen insanların hastalıkları tedavi edilirdi. Ben bunlar yerine insanların bedenleriyle ilgili üzerlerine düşenleri nasıl yapabileceklerini göstermeyi tercih ettim.
* “Ye, Sev, Dua Et”teki gibi bir içsel yolculuk da mı yok?
- Tabii ki yok (gülüyor). Yaptığım işin içsel yolculuğu kapsayan bir yanı olsa da, iş yine bilimde bitiyor. “İnsanagüven”i de bu yüzden kurdum ve iyileşemeyenler için ücret iade garantisi verdim.
HÂLÂ EVİ VE ARABASI OLMAYAN BİR ADAMIM
* Peki ama aynı eğitimi almış binlerce kişi var. Seni onlardan ayıran özellik ne o zaman? Pazarlaması iyi bir ürün haline gelmen mi?
- İster inan ister inanma ama pazarlamadan hiç anlamam. Hâlâ evi ve arabası olmayan bir adamım. Herhalde dediğin gibi bir pazarlama dehası olsaydım, şu anda farklı bir hayat yaşıyor olurdum. İnsanların daha mutlu olmasını sağlamak için, bugüne kadar yeri geldiğinde bir kahve parasına seminerler verdim. Tam tersine, işin içinde pazarlama değil de samimiyet olduğundan bana güven duyulduğuna inanıyorum.
* Ama duyduğum kadarıyla söylediklerine “tam olarak güvenmeyen” doktorlar da varmış...
- 15 senedir bu işi yapıyorum ve hiçbir hekim grubuyla karşı karşıya gelmedim. Ne negatif bir söylem duydum ne de hukuki anlamda bir sorun yaşadım. Bunun yanında Türkiye’nin en büyük hastane gruplarıyla ortak projelerimiz var. Herhalde yanlış bir şey yapsam iş bu noktalara gelmezdi. O yüzden korktuğum ya da çekindiğim hiçbir şey yok. Karşıma çıkan herkese istediği cevabı vermeye de hazırım.
BENİ HZ. YUŞA TÜRBESİ ZANNEDENLER VAR
* Atara atar, gidere gider diyorsun... Peki daha çok hangi sorunu yaşayan insanlar kapını aşındırıyor?
- Sadece kansere yakalanmış kişilere yardımcı oluyorum gibi bir algı olsa da aslında bana mutluluğu arayan ve yaşamını değiştirmek isteyen herkes gelebilir. Çünkü biz Amerikan tarzında olduğu gibi sadece iş, aşk ya da ilişkilerle ilgili değil; hayatın geneli üzerine seminer ve terapiler yapıyoruz. Tabii bu zaman alan bir gelişim süreci... Bu yüzden de iki ay ömrü kalmış bir kanser hastasına yapabileceğim bir şey maalesef ki olamıyor. Bazen insanlar beni Yuşa Türbesi zannedip mucize bekliyor ama dediğim gibi benim doğaüstü güçlerim yok.
* O zaman sıradan güçlerinle insanlara neler yapıp, onları nasıl tedavi ettiğini anlatsan da öğrensek artık...
- Ben genel olarak olaya şöyle bakıyorum; hastalık yoktur, hasta vardır! Bu yüzden de her insana yaklaşımım farklılık gösteriyor. Mesela seninle caddede gezerek terapi yaparım, bir diğeriyleyse yere bağdaş kurup ağlayarak konuşurum. Kim kendini nasıl iyi hissediyorsa tedavi yöntemim de ona göre şekil değiştiriyor. Sanıldığı gibi insanları karşıma alıp kendi hayat hikayemi ya da dertlerimi anlatarak, onları daha da aşağıya çekmem. Acıdan çok kısa bahsedip, “Bunun üstesinden beraber gelelim” diyorum. Kısacası var olan bir sistemin kalıp şeklinde satıldığı bir eğitim vermiyorum. Öyle olsaydı insanlar bir sene sonrasındaki seminerim için sıraya girmezdi.
BİLİMİN İÇİNE RUHUN ÜFLENMESİ GEREKİYOR
* Ama kitaplarında anlattığın bazı şeyleri dünyada senden önce söyleyen insanlar da var... Hiç kimseden feyz almadın mı?
- Hayır, çünkü ben kimsede olmayan ve insanların ihtiyaçlarından yola çıkarak geliştirdiğim bir sistem yarattım. Bu farklılığı gören doktordan avukata, mühendisten ev hanımına kadar da pek çok kişi denemek için bize geliyor.
* Nasıl yani, doktorlara da mı ders veriyorsun?
- Evet verdim, ne var ki bunda?
* Doktorlara doktorluk mu yapıyorsun yani?
- Asla böyle bir tanımlama yapmam. İnsanları tedavi etmeye çalışan biri olarak bilgilerimizi paylaşıp, daha iyiye ulaşmaya çalışıyoruz hepsi bu... Hekimlere bilgi bazında ders verecek bir donanıma tabii ki sahip değilim. Ben sadece onlara yoğun iş temposunda insanlara nasıl dokunulabileceğini anlatıyorum. Çünkü bilimin içine ruhun üflenmesi gerektiğine inanıyorum.
AŞKIN İSTİLASI TÜM DÜNYAYA YAYILACAK
* Her saniye bir insanın bir başkasını aldattığı, yalan söylediği, kandırdığı bir dünyada neden bir akademi kurup adını da “İnsanagüven” koydun? Tezat sanatını mı icra etmek istedin?
- Tabii ki hayır! Ne olursa olsun insanlara güvenmekten vazgeçmememiz gerektiğini ve bunun sürdürülebilir bir sistem olduğunu anlatmaya çalıştığım için buradayım. İlk zamanlarda çok zorlansam da kazandığım her kuruşu buraya harcadım. Elimizden geldiğince de hayatın her alanında yardımlaşmaya devam ediyoruz. Üç tane ormanımız var, kanserli çocukların tedavisine destek oluyoruz, 1000 tane de yunus evlat edindik...
* Bir yandan bu kadar iyilik yapmaya çalışırken, eğitimler için parası yetmeyenleri kapı dışarı etmiyorsun herhalde...
- Olur mu öyle şey? Hatta insanlara yaklaşımımızda bir değişikliğe sebebiyet verilmesin diye bana bile kimlerin burslu olduğu söylenmez. Benim için insanların hayatlarına ne kadar dokunduğum, kazandığım paradan çok daha önemli. Mesela evimin en güzel yerinde, hapishaneden çıkan bir kadının suluboyayla yapıp hediye ettiği portrem var. Kadın “Bana devlet bile sahip çıkmadı, sizin sayenizde hayata tutundum” diye defalarca teşekkür ederek getirdi. Bir insan daha ne ister!
* Gencecik adamsın, hayattan daha bir sürü şey isteyebilirsin! Doğru söyle; yoksa zengin olursan bu özelliklerini kaybedersin diye mi korkuyorsun?
- Tam tersine zengin olursam çok daha fazlasını yapacağıma eminim. Yoksa benim sosyetik bir okulda okurkenki hayatım da, Burgazada’da ailemle geçirdiğim günler de hiç kötü değildi. Bir yandan da oyunculuk yapıyordum. Onu bile seçtiğim yol nedeniyle ödül almama rağmen bıraktım. Anlayacağın şan, şöhret ya da parayla satın alınabilecek biri değilim. Öyle olsa sekiz sene önce akademinin yarısı için teklif edilen 1 milyon doları düşünmeden kabul ederdim. Ama benim yaptığım şey ticaret değil.
* Demek ki Ferrari’sinden değil ama oyunculuk hayallerinden vazgeçen bilgesin sen...
- (Gülüyor) Zaten oyunculuğu aileme destek olmak için yapıyordum. Şu an birçok diziden teklif geliyor ama hayır diyorum. Hatta hayatımı film yapmak isteyenler bile oldu. Ama henüz hedefimin ancak yüzde 3’ünü gerçekleştirebildim. Aşkın istilası tüm dünyaya yayılacak ve büyük bir değişiklik yaratacak, buna inanıyorum! İlk kez lidersiz ve bütün dinleri kapsayan, sosyoekonomik ayrıştırma yapmayan, evrensel mantaliteyle hareket eden bir sistem kurulmuş olacak.
YENİDEN DOĞABİLMEK İÇİN İNTİHAR ETTİM
* Çaktırmadan tarikat kurma hayalleri kuruyor olabilir misin?
- Kesinlikle hayır! Zaten öyle bir şey istesek de olmaz, çünkü bizde biat kültürü yok. Onun yerine saygı üzerine kurulu bir sistemimiz var. Aşkın istilasında hep lidersiz bir akım yaratmaya çalıştım. Mesela akademide bana ait hiçbir şey yok. Seminer salonları, bahçeler, her şey insanlar kullansın diye yapıldı. Buranın ilk kuralı şu; içeriye adım atan herkes sıfatını dışarıda bırakır.
* Sıfatını kapıda bırakmasını istediğin bu insanlar, anlattıklarının çoğunu kitabında bulabilecekken neden seminerlere gelsin?
- Bak işte bu konuda çok haklısın! Seminerlerdeki her şeyi, hatta esprileri bile kitapta bulabilirsin. Bu yüzden bana “aptal” diyenler de oldu. Ama ben yeniden doğabilmek için bile bile intihar ettim. Çünkü her şeyin paylaştıkça arttığına inanan biriyim. Beni farklı kılan sadece tekniklerim ya da eğitimim de değil, edep bilmem! Sufi eğitimi de aldım, Aborjinler’le de zaman geçirdim, Nepal’e de gittim. O nedenle “rızkın utancı” denilince neyin kastedildiğini çok iyi anlıyorum.
* Peki ne demektir rızkın utancı?
- Hemen basit bir örnek vereyim. Mesela adamın biri binbir zorlukla fabrika kurup onu başarılı hale getirmek için elinden geleni yapar. Ama ardından gelen varisi hazıra konar ve emeksiz o koltuğa oturduğu için de saygı görmez. Yani ulaştığımız mertebenin hak edilebilme sürecine verilen isimdir rızkın utancı.
* Şeytanın avukatlığını yapayım, çok satanlar listesinin gözbebeklerinden biri olan kitabından gelen rızık seni utandırdı mı?
- Ben yazar olmadığımdan o kitabı para kazanmak için yazmadım. Tabii elime bir miktar geçti ama bu işi hakkıyla yapan bir Elif Şafak kadar paralar kazandığımı söyleyemem. Bu da çok normal çünkü onun asıl işi bu, benimse değil!
KİTABIM ASLINDA BİR ÇIRAK SELAMI
* Kim bilir belki bunda kitabın kapağına kendi fotoğrafını koymanın da etkisi vardır...
- Öyle mi dersin? (Kahkahalar) Şaka bir yana, önceleri ben de çok egosantrik olduğunu düşündüğüm için bu fikre “hayır” demiştim. Ama yayınevi insanların beni görmek istediklerini söyleyerek ikna etti. Hatta istemediğimden en silik ve çirkin fotoğrafımı yolladım. Çünkü benim ona yüklediğim anlam farklıydı! Bu kitap aslında bir çırak selamı...
* Kim kime selam veriyor anlamadım...
- Bu yolculuğun ilk seviyesi... Bir hayale inanan ve o uğurda yola devam eden insanların hikayesi... Bu şekilde birbirimize selam vermiş oluyoruz. Biliyorum ki zaman içinde kapaktaki o fotoğraf kaybolup gidecek. Ama şunu fark etmemişsin; kapağın yanında tek gözüm var. Ben yarısıyım, okuyan da diğer yarısı olsun istedim... Eminim, insanlar hayatlarını değiştirmeye başladığında bu kitaba “ruh parçam” diyecekler.
* “Çok satan” bir yazar olmak senin hayatında neleri değiştirdi?
- Ee nimetlerinden faydalandım tabii... Kazandığım parayla kendime kıyak yapıp bir aylığına Amerika’ya gittim. Öyle beş yıldızlı otellerde de kalmadım, yeri geldiğinde çölde çadır kurup yaşadım.
* Az önce bu kitap için “yolculuğun ilk seviyesi” dedin. Umarım J.K. Rowling’e bağlayıp “Harry Potter ve Felsefe Taşı”ndan sonra seriyi yedilemeye çalışmayacaksın sen de?
- Neden olmasın (kahkahalar). Yedi olur mu bilmiyorum ama kitapların devamı tabii ki gelecek. İlki “Aşkın İstilası: Yol”du. İkincisi de “Aşkın İstilası: Dem” olacak. Devam etmek istiyorum, çünkü binlerce teknik bilmeme rağmen hâlâ ne kemoterapi alan anneme yardım edebiliyorum ne de ilişkilerimde kırılan kalbimi onarabiliyorum.
AŞK KARANLIKTAN AYDINLIĞA ÇIKMAKTIR
* Hisler kalbin aynasıdır diyorsun ama aşkın ne olduğunu hâlâ anlatmadın...
- Aşk gerçek, geriye kalan her şey illüzyondur. Gerçek aşk iki kişiyi bir yapabilmektir. Kalbine sığdırabildiğin sürece, bir kalp dolusu duygudur. Hayvanların, doğanın katledilişine bakarsan bir gün dünya çöl olacak. O çölde bir ağaç yeşerecek ve gerçek aşkın istilası işte o zaman başlayacak.
* Aşk sana göre evrim mi, devrim mi?
- Eğer karanlıkta kalmak bir kaossa, evrim de buna tepki gösterip aydınlığa çıkmaksa; evet aşk yüzde yüz devrimdir.
* Ama biz “aşkı çiçek, böcek, güneş, bulut” sananlardanız...
- Haklısın, insanların çoğu aşkı yanlış biliyor. Ama ben de onlara aşkı ancak anlayabildikleri kadarıyla anlatabilirim. Bu bir denge işidir. Nasıl ki negatif insanlar, pozitif insanların hayat enerjisini alamazsa, karanlık da ışığı kapatamaz. Işık, karanlığı her zaman bastırır. Yani sonunda aşk kazanır...
* Vazgeçtim sen gerçekten de dediğin gibi Küçük Prens’e benziyorsun... Çünkü ancak o senin gibi hayalperest olabilir.
- (Kahkahalar) Evet, çok büyük bir hayalperestim. Ama şunu da unutma; Küçük Prens de sadece hayal kuran değil, farkındalığı yüksek bir karakterdir. Ölüme yürürken karşısına çıkan yılana da, tilkiye de saygı duyar ve evcilleştirmekten kaçınır. Her şeyi olduğu gibi kabul edebilen kocaman bir kalbi vardır.
KARINA CİP ALACAĞINA “SENİ SEVİYORUM’ DE
* Milletçe bizim aşk farkındalığımız ne durumda doktor?
- Yok denecek kadar az. Bir kadın kendisini saksı gibi hissettiğini, evliliğinde mutlu olmadığını söyleyerek bana geldi. Kocasından güzel bir söz duymaya ve onun dokunmasına hasret kaldığını anlattı ağlayarak. Ardından kocası girdi içeri ve “Size de ağladı mı? Derdi ne anlamadım. Daha yeni cip hediye ettim” diye söylendi. Oysa ucuz bir kartın üzerine seni seviyorum yazsa kadın zaten mutluluktan eriyecek. Çünkü herkesin duygusal tatmine ihtiyacı var.
YOĞUN BAKIMDAKİ HASTALARA ŞİFA VERDİM
* “Değişik” bir çocuk olduğunu nasıl fark ettin?
- Marazlı bir çocukluk geçirdim. Kanımda pıhtılaşma sorunuyla birlikte, 1200 çeşide yakın da alerjim vardı. Ne denize girebiliyordum, ne sokakta oynayabiliyordum. Güneşe çıktığımda ya da sabunla ellerimi yıkadığımda her yerim kabarıyordu. 12 yaşında kendimi tedavi edebildiğimi fark ettim.
* İçinden bir Dr. House çıktı yani?
- (Gülüyor) Bir bakıma öyle oldu. Ellerimi vücudumun ağrıyan yerlerine koyduğumda, ağrının hafifleyip zamanla geçtiğini gördüm. Mesela saklambaç oynarken duvarın arkasında birinin olduğunu anlayıp, onun enerjisini hissedebiliyordum. İşin tuhafı, tüm çocukların bunu hissedebildiğini zannediyordum.
* Yürüyen bir şifa makinesi olduğun nasıl keşfedildi?
- Annemle babama bu durumu anlattığımda anlamadılar. 15 yaşındayken bir okul arkadaşımın annesi bu özelliğimi fark edip, gizlice beni eğitmeye başladı.
* Küçük çekirge oldun yani...
- Aynen öyle (gülüyor). O andan sonra bu konuyla ilgili kitaplar okumaya, araştırmaya başladım. 18’ime geldiğimde çok güzel giden hayatım bir anda altüst oldu.
* Hayırdır?
- Babamın bir trafik kazası geçirdiğini ve ölüm döşeğinde olduğunu haber verdiler. Bir sene boyunca yoğun bakımda tedavi oldu, yatalaktı. Gece gündüz demeden yanına girip, ona şifa vermeye çalıştım.
* Hastanede bir sene geçirince mi fizyoterapi okumaya karar verdin?
- Evet, yoksa ben mühendis olmayı hayal ediyordum. Çapa’da okurken yoğun bakımdaki hastaların yanına giderek, onların bilinçleriyle iletişime geçip şifa veriyordum.
* Al işte bir de süper güçlerim yok diyordun!
- Söylediklerimde ne abartı var, ne de yalan! İnsanlar beş duyunun dışındakilerini de algılama şansına sahip. Sadece onlara kulak vermediğimizden, bu anlattıklarım bazılarına hikaye gibi gelebilir. Ama herkesin bilmesinde fayda var; babam bir yılın sonunda iyileşti. Bu benimle ilgili değil, onun iyileşmek istemesiyle alakalı bir durumdu.
* Bu özelliğini insanlarla paylaşmaya nasıl karar verdin peki?
- Çapa’da okurken ilk iki sene küçük seminerler vermeye başladım. Kendi kendimizin doktoru nasıl olabiliriz bunu anlattım. Kanserli birine kendini motive ederek hastalığın seyrini nasıl değiştirebileceğini gösterdim. Ve gördüm ki bu konuşmalarımızdan sonra, artık yoğun bakımdaki hastalara ziyaretçilerinin çıplak elle dokunmasına izin veriliyor... Çünkü iyi geliyor!
* Yani hepimiz birer mini Harry Potter olabilir miyiz?
- Dünyanın ritmini duyabilen herkes bu yolda yürüyebilir. İlahi aşkla ve inançla attığımız her adımın bize faydası var.
* Her şey zihinde mi bitiyor?
- Bu dünyada yaşadığımız her şey algıdan ibarettir. İşe, hakikatle algın arasındaki uçurumu azaltmakla başlamalısın. Unutma ki, tek cehennem var, o da senin zihnin! Cennet ise göğüs kafesinin içi. Cehenneminle yüzleşmekten korkuyorsan problem yok. Zaten başından beri anlattığım yolculuğun varış noktasında hiçbir korku kalmayacak. İlk adım olarak cehennemin başladığı yeri, yani algını keşfetmelisin. Ama sakın düşmekten korkup, yürümeyi unutma dostum. Çünkü bu kolay bir yol değil!
* Peki ya biri kapını çalıp “Çok mutsuzum, artık ölmek istiyorum” derse?
- Ona tek cevabım olur; dileklerini boş yere harcama. Çünkü zaten öleceksin. Bence aşkla yaşamayı dilemelisin.
İLİŞKİ YAŞAMIYORLAR TİCARET YAPIYORLAR
* “Aşkın İstilası” diye kitap yazıyorsun da merak ettim acaba aşk seni istila edebildi mi?
- Etmez olur mu, etti. Hem de öyle böyle değil (gülüyor)! Her birey gibi özel ilişkilerimde terk edildiğim de, terk ettiğim de oldu. Ama benim için bunların hepsi muhteşem deneyimlerdi.
* “Terk edildim ama kız beni öyle muhteşem terk etti ki, değdi be abi” mi diyorsun? Böyle bir şey nasıl muhteşem olur yahu?
- Eğer sana kazandırdıklarını alıp, yoluna öyle devam ediyorsan bal gibi de olur! Bizim toplumumuzda “Evlenmediysen doğru bir ilişki yaşamadın demek ki” diye bir algı var. Çünkü hayatı derinlemesine yaşamasını bilmiyoruz. Cinsellik, yemek, gezmek ve hatta sevmek dahil yaptığımız her şey yüzeysel. En başta insanların kalbini genişletmeyi öğrenmesi gerekiyor.
* Pompayla şişiremeyeceğimize göre nasıl olacak o iş?
- Bir kere korkularımızdan tamamen kurtulmamız lazım. Eğer kalbin korkusu varsa siner, yerine zihin çalışmaya başlar. Tabii ona da ihtiyacımız var ama kalbimize gerektiği kadar yer açmazsak, günümüzdeki gibi sadece alıp vermeden ibaret olan ilişkiler yaşarız. Ki bence onlar ilişki değil, düpedüz ticaret! Keşke insanlar “ne alıp ne veririm”e bakmak yerine aşkın o saniyesini yaşamanın zaten bir kazanım olduğunu anlayabilse! Ve anı yaşayıp o ilişkiden evlilik bonusunu çıkarmaya çalışmasa...
BENİM DE ÇOK BÜYÜK BİR AİLE ÖZLEMİM VAR
* Evlenmenin nesi kötü, yuva kurmayalım mı yani?
- Böyle bir şey söylemiyorum, aksine benim de çok büyük bir aile özlemim var. Annemle babamın rahatsızlıklarından dolayı doya doya aile olmanın tadını çıkaramadık. Bizim çok akrabamız da yok. Oysa ben kocaman, geniş bir ailem olsun isterdim. Geçenlerde anneannemle küs olan annemi barıştırmak için güzel bir etkinlik yaptık. Ailedeki tek büyüğümüz anneannemi alıp buraya getirdik. Ben, annem, ablam ve anneannem bahçeye çiçek ekerek bir terapi yaptık. Kaybetmek değil,kazanmak lazım. Evlenmekte tabii ki sorun yok ama evlilik ısrarı yüzünden karşındakini kaybetmek saçmalık!
* Peki diyelim ki kaybettik. Senin aşk acısına ilacın ne? Yoksa sen de “Baktın olmuyor, bakmayacaksın”cılardan mısın?
- Öyle mucizevi bir reçetem maalesef yok. Mesela eski aşkın 40’ı çıkmadan yenisine başlayın da demem, başlamayın da... Çünkü biliyorum ki aslında herkesin etrafında her cins insana aşık olabilen, güzel gönüllüler var. Aşk kuralla, mantıkla yaşanabilecek bir şey değil.
* Aşk kapıyı çalınca insanların kalbiyle beynini akort etmesi mi gerekiyor?
- Aynen! Kitapta da bundan uzun uzun bahsediyorum. Her insan için sağ ve sol beyni dengeleyip, mantıkla duyguyu bir arada yaşayabilmek çok önemli. Söz zihnin, his ise kalbin ürünüdür. Mutluluk için ikisine de ihtiyacımız var.
BAŞ AĞRIN BEYİN KANAMASININ İŞARETİ BELKİ
* Metin nedir senin asıl niyetin? Mesleğinin adı ne?
- Aslında bir düş mühendisiyim abi. İnsanların düşlerini inşa ederim. Güzel günler için bugünden gülümsemeye başlamalarını öneririm. Çünkü şimdiki gülümsemen yarınki gülümsemeni doğuracak, bugünkü aşkın yarınki cennetini yaratacak. Unutma düşündüğün her şey bir yanılsamayken, hissettiğin her şey hakikatin olacak.
* Şifa dediğin şeyi nasıl tanımlıyorsun?
- İnsanların bedenlerindeki ağrıları baskılayıp dindirmek ve hastalık belirtilerini ortadan kaldırmak değil, vücudundaki bütün iyileştirici sistemleri harekete geçirme işlemidir şifa. Bir örnek vereyim mi?
* Verme desem, vermeyecek misin Metin? Aldın sazı eline çalıyorsun zaten.
- (Gülüyor) Başın ağrıyorsa, ağrılarını gidermek için verilen şifanın iyileşme sayılması mümkün değildir. Ağrıları baskılamak sana verilebilecek en büyük zarardır. İyileşmek, ağrı duymamak anlamına gelmez. Bana gelirsen, sana hiçbir zaman ağrılarının ne durumda olduğunu sormam. Sadece üzerine düşen ödevleri söylerim. Sen o zaman ağrınla ilgilenmediğimi düşünüp, alınganlık bile gösterebilirsin.
* Arkadaş “Ağrım geçmiyor” deme hakkım da mı yok?
- Böyle bir durumda sana en yakın eczaneye gidip bir ağrı kesici almanı öneririm. “Ne benim vaktimi harca ne de paranı” diye de eklerim. Çünkü ağrı bedende bir şeylerin problemli gittiğinin habercisidir. Baş ağrını dinlemez ve o sırada yaptığın işi hemen bırakmazsan, masa başında beyin kanaması geçirmen çok mümkün. Her iyileşme bir şifadır ama her şifa bir iyileşme değildir. Dolayısıyla da her ölüm bir şifadır ama her şifa bir ölüm değildir...
* Peki ya ölüm?
- Doğmanda da yaşamanda da hedef ölüme gidip, noktayı koymak değil; bu evreyi de deneyimleyip yola devam etmektir. Ölüm bildiğin formun sonu, olduğun formun dönüşümüdür. Sakın aklından çıkarma, ölümden en fazla korkanlar yaşamayı bilmeyenlerdir...
YARIN
* Beynimizde kaç kanal var?
* Hayatı zindana çeviren beyin kanalından nasıl kurtuluruz?
* İçimizdeki usta “ki” enerjisi...
* Sufi nefesi nelere iyi gelir?
Paylaş