Ortaçağ bilgini Ali Kuşçu

Ortaçağ bilgini Ali Kuşçu her şeyini beraberinde yani kafasında ve yanındaki küçük çıkınında taşıyarak gezen deruni bir adamdı. Dünyanın yüzeyi, meridyenler ve paralellerin hesaplanması onun getirdiği bilgilerdir. Hükümdarla Ali Kuşçu’nun diyaloğu ve düşünce değişimi sonsuzdur. Bugünkü Türkiye 15. asırdaki son parlamanın eseridir.

Haberin Devamı

15 Aralık 1474’te Ali Kuşçu öldü. Osmanlı topraklarına birkaç yıl evvel Babürlülerin elçisi olarak gelen Ali Kuşçu, Fatih Sultan Mehmed’in astronomi ve coğrafya bilgisine olan hayranlığı dolayısıyla ikna edildi ve burada kaldı. Bir ara salt bir kitabın Nasîrüddîn-i Tûsî’nin “Tecrîdü’l-kelâm” adlı felsefe okumasını hatmetmek için gittiği Kirman dışında ömrünü Semerkand medreselerinde geçirmişti. Ali Kuşçu onu her zaman derinlikle okuyup dinlediği Kadızade Rumi aracılığıyla Bursa’yı tanımıştı. Fatih devrinde bir hayal gibi güzel ve çekici olan bu Osmanlı’nın kurucu başkenti Ali Kuşçu’yu da kendine bağladı. 1473’te Fatih, Uzun Hasan üzerine yaptığı Otlukbeli Seferi’ne giderken onu da yanında götürmüştür. Hükümdarla Ali Kuşçu’nun diyaloğu ve düşünce değişimi sonsuzdur. Ali Kuşçu İstanbul’un enlem ve boylamını yeniden tespit etti. 15 Aralık 1474’te de vefat etti ve Eyüp Sultan’ın etrafına defnedildi.

Haberin Devamı

Torunu Mirim Çelebi ve II. Bayezid döneminde hayli büyük bir tartışmaya götüren yani Hz. İsa’nın Hz. Muhammed’e üstünlüğünü iddia eden Molla Lütfi talebeler arasında meşhurdur. Ali Kuşçu Semerkand’da Emir Timur’un torunu ünlü Uluğ Bey’in ve Anadolu’dan oraya giden Kadızade Rumi’nin öğrencisi olmuştur. Bir medeniyetin üstünlük asrı iki şeyden bellidir; aynı kültürel değerleri paylaşan komşu milletlerin hükümdarları kavga etse bile âlimleri devamlı ilişkidedirler. Avrupa Rönesansı’nda birbirleriyle didişmeyen hükümdar yoktu ama âlimlerin ve filozofların vatanı bütün Avrupa’ydı.

Ortaçağ bilgini Ali Kuşçu

ULUĞ BEY’İN ÖĞRENCİSİ

15. asra Orta Asya’dan Balkanlar’a kadar yaşayan Türk kavimleri Timur, Yıldırım Bayezid kavgasıyla girdiler ama torunları olan büyük âlimler coğrafyalara rağmen bir arada bulundular, çocuklarını bir arada yetiştirdiler. Bilimsel etkinliklerin sona ermesi ve bilim sanat adamlarının ayrı coğrafyalara düşmesi o medeniyetin de sonu olmuştur. 15. yüzyıl Timur’dan Fatih’e Türklerin İslam medeniyet ve kültürünü taşıdıkları bir çağdır. Ondan sonra bu beraberlik de onun getirdiği ışık da söndü.

Haberin Devamı

Uluğ Bey, Timur’un torunu olarak taht kavgaları arasında hükümranlığına başladı. Yine bir siyasi çekişme dolayısıyla Şahruh’un oğlu olan o büyük hükümdar 1449 Ekimi’nde suikasta kurban gitti. Uluğ Bey İslam medeniyetin son rasathanesini Semerkand’da kurmuştur. Anadolu, talebesi Ali Kuşçu sayesinde onun ilmini aldı. Dünyanın yüzeyi, meridyenler ve paralellerin hesaplanması onun getirdiği bilgilerdir. Semerkand’daki Registan Meydanı etrafındaki üç medreseyle onun zamanında dünyayı aydınlatmıştır. Bu meydan onu takip eden asırlarda ise sadece şık bir pazaryeri olarak hayatına devam etti.

İLMİ VAR OLMA SAVAŞI

Bu insanlar tıpkı Rönesans’taki Avrupalı bilginler gibi edebiyattan felsefeye, hukuktan astronomi ve matematiğe kadar geniş bir alanda kalem oynattılar ve halen takdirle okunuyorlar. Uygarlık bir bütün ve bilginler uzun coğrafi mesafeleri savaş için değil, okumak ve okutmak için açıyorlar. Tıpkı yukarıda belirttiğimiz üzere Ali Kuşçu’nun, Nasîrüddîn-i Tûsî’nin “Tecrîdü’l-kelâm” eserini okuyup şerh etmek için başka bir şehre gitmesi gibi. Ortaçağ bilgini her iki tarafta da her şeyini beraberinde yani kafasında ve yanındaki küçük çıkınında taşıyarak gezen deruni bir adamdı. Bugünkü Türkiye 15. asırdaki son parlamanın eseridir. Onun batışı birkaç asır sürdü. Yeniden çıkışı ise 19. asırda başladı. Belki farkında değiliz, belki de sonuç bizim beklemediğimiz gibi olmayacak ama Türkiye aslında zorlu, ilmi bir var olma savaşı içerisinde. 20 ve 21. yüzyıl ileride çok farklı değerlendirilecek.

Ortaçağ bilgini Ali Kuşçu

Haberin Devamı

ÖZLENEN PORTRELERDEN OLACAK

1965 yılı kasım ayı. Hacettepe Tıp Fakültesi yeni kurulmuştu. Daha doğrusu Ankara Üniversitesi’nden ayrılmak çabasındaydı. Tıp fakültesinin içinde birtakım bağlı branşlarda eğitim verilmeye başlamıştı: Sosyoloji, İngiliz filolojisi, psikoloji vs gibi. Doğrusu kalabalık eğitime karşı alerjim olduğundan iyi dereceyle kazandığım hukuk fakültesinden uzak durdum. Halbuki hukuku seviyordum, merakım vardı. Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde de yeni bir yedek liste çıkacaktı. Dolayısıyla ilk başvuruyu kaçırdığım buraya girebildim. Hacettepe’ye kaydımı yaptırmıştım. Hoş bir yerdi, öğrenciler nitelikliydi. Fakültenin havasında büyük bir kaynaşma vardı. Mülkiye’den daha hoş görünüyordu. Kararsızlıkla herkesin her şeyi sorduğu fakültenin tam yetkili sekreteri Bozkurt Güvenç Bey’e gittim. Kararsızlığımı izhâr ettim, “Ne dersiniz?” diye sordum. Alçak sesle “Sen beni dinle, Mülkiye’ye git” dedi. Resmen fakültesinin ve yeni bölümlerinin çok iyi olduğunu söylemek durumunda olan hocanın bu açıksözlülüğü çok hoşuma gitti. Onun bu iyiliğini unutmadım, hâlâ da hatırlıyorum.

Haberin Devamı

UNSESCO’DA BERABERDİK

İleriki yıllarda nüfus etütleri bölümünde onun verdiği bir dersi almıştık. Tıp fakültelerinin kendisine gösterdiği büyük hayranlığa rağmen nüfus etütte olanlar Bozkurt Bey’le tartışmayı çok severlerdi. Nüfus etütleri lisansüstü sınıftı. Sabırla cevaplayıp münazaraya giriştiğini hatırlıyorum. Bu tutumunu kültür müsteşarlığında, TÜBA Genel Sekreterliği’nde de gösterdi. UNESCO’da beraber çalıştık. Orada artık sinirlenmeye başladığını görüyordum. İnsanların bir yerde tahammülleri tükeniyor. Türkiye maalesef kurumları ve çeşitli zümreleri arasında dengeli bir görünüm ve standart olmayan ülke. Bozkurt Bey genelde nükteye, nükteyi kaldırmak değil keyifle iştirak eden bir yapıdaydı. Bu tarafını hep takdir etmişimdir. Çünkü kim ne derse desin o kuşağın insanlarından nükteye ve mizaha tahammül hem eski Osmanlılara hem de yeni Türkiye gençliğine göre daha azdı. Uzun bir hayat yaşadı, dostları oldu. Hepimizin çok beğendiği bir şehircilik hocası olan doktor Murat Güvenç’in, değerli iki sefirenin ve başarılı bir işadamının babası. Sevgili Melda Hanım’la uzun bir hayatı birlikte yaşadıkları Türkiye’de dört çocuk büyütmenin zorluklarını birlikte göğüsledikleri aile babasıydı. Her halde özlenen portrelerden olacaktır.

Yazarın Tüm Yazıları