Facia ve tahkikat

Ne yazık ki, Alp Dağları’ndaki köy otellerinin işletme anlayışı ve alınan tedbirler, Türkiye’deki kayak merkezlerinde yok. Yetersiz altyapı ve plansız işletme anlayışıyla ihtisas turizmi alanına girmek dikkatle düşünülmelidir. Bu işin uzun vadeli tarafıdır. Kısa vadede ise delillerin değiştirilmesini önlemek için otelin bulunduğu alanın ciddi şekilde korunması gerekir.

Haberin Devamı

ÇARŞAMBA gecesi, henüz 24 saatlik taze bir olay tüm Türkiye’yi sarsmış ve Cumhurbaşkanlığı millî matem ilan etmişken, televizyonda bir program izledim. Bazı noktaları işaret etmek, herkes gibi benim de hakkım ve vazifemdir. Yayın yasağına riayet ediyoruz; ancak yasaklar, zamanında yapılan konuşmalar üzerinde geçerli değildir.

Tuna Öztunç’un yönettiği programda, konuşmacılar arasında eski milletvekili, gazeteci ve yazar Şamil Tayyar ile Nazif Okumuş bulunuyordu. Şamil Tayyar, bildiğim kadarıyla hukukçu değil; fakat yönetmelikleri büyük bir hızla okumuş ve değerlendirmiş görünüyordu. Tayyar’ın ifadelerine göre, belediye, otelin yapımında belirlenen eksikleri rapor etmesine rağmen, durumu başta Kültür ve Turizm Bakanlığı olmak üzere ilgili birimlere bildirmeyerek ihmalde bulunmuş. Otel sahibine bildirilen eksiklerle ilgili, otel sahibinden şu yönde bir cevap alınmış: “Biz size müracaat edip raporu ve teftişi istememiş olalım.” Hatta bu sözler, “Biz istememiş olalım ve siz de yaptırmamış olun” gibi bir ifadeyle devam etmiş. Bu noktada Nazif Okumuş, başını sallayarak ve jestlerle Şamil Tayyar’ın söylediklerini onayladı.

Haberin Devamı

HUKUKÇULAR DEĞERLENDİRMELİ

Açıkça söylemek gerekirse, bu kadar karmaşık bir olayın, bu derece kesin görülmesi ve izah edilmesi pek anlaşılır değil. Değme hukukçuların bile bu kadar kısa sürede yapabileceği bir değerlendirme değil, belli ki daha geniş bir heyet tarafından hazırlanıp sunulmuş gibi görünüyor. Yayın yasağına uymak herkes için görevse herkesin uyması gerek. Özellikle millî matem sürecinde, böylesi meseleler amatör yaklaşımlardan ziyade hukuk uzmanlarının ehliyetine ve ciddiyetine bırakılmalıdır.

Kültür ve Turizm Bakanlığı, kendi teftişlerinde yangın tedbirlerinin alındığını ifade ediyor. Ancak şu soruların cevabı netleşmeye başladı: “Yangın sırasında orada gerçekten bir yangın aracı var mıydı? Alınan tedbirler veya tedbirsizlikler ne durumdaydı?” Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın teftiş görevini yerine getirmediği açıkça ortada. Bu bölgede yatak kapasitesi ve gelir nedir? Kartalkaya’nın kayak turizmine açılmasıyla açılmaması arasında ne fark vardır? Bu tür hesaplamaların yapılması gerekir.

Haberin Devamı

Her yerde dağ ve kar var diye kayak merkezi olması şart değildir. Hele ki iklim değişikliğinin artık gündemde değil, kapıda olduğu bir dünyada bu tür konuların yeniden değerlendirilmesi gerekmektedir. Tabii ki insanlar, kayak merkezi varsa kayağa giderler. Ancak önemli olan, bu masum isteği belirli bir kontrol altına almaktır. Eğer çevre koşulları uygun değilse ve bu alana aklı başında, tecrübeli işletmeciler yönelmiyorsa, bu tür girişimlerin önlenmesi gerekir.

Ne yazık ki, Alp Dağları’ndaki köy otellerinin işletme anlayışı ve alınan tedbirler, Türkiye’deki kayak merkezlerinde yok. Avusturya Alpleri ya da Tiroller bölgesinin ücra köşelerindeki köy otellerinde görülen seviyede bir altyapı ve işletme zihniyetine sahip değiliz. Yetersiz altyapı ve plansız işletme anlayışıyla ihtisas turizmi alanına girmek dikkatle düşünülmelidir. Bu işin uzun vadeli tarafıdır.

Haberin Devamı

DELİLLERİN KORUNMASI GEREKİR

Kısa vadede ise otel sahibinin oteli yıkmak istediği söyleniyor. Bazı makam ve kişiler, “Yıkılsın, gitsin; bu kötü manzaradan kurtulalım” diyorlar. Ancak burada dikkatli olunması gereken nokta; ileride mahkeme sürecinde hangi rapor ya da yeniden bilirkişi incelemesi talep edilirse edilsin, boş bir arazide bu tür tespitler yapılamaz. Dahası, otelin bulunduğu alanda sabotaj iddialarını ya da delillerin değiştirilmesini önlemek için bu alanın ciddi şekilde korunması gerekir. Bu konuda hassas davranılmalı ve suç isnat edilen kişilerin veya yakınlarının o bölgeye erişimi engellenmelidir. Bu tedbirlerin alınması elbette adli merciler ve hukuk uzmanlarının işi; onlar bu konuda herkesten daha yetkin ve söz sahibi olmalıdır.

Haberin Devamı

Böylesine büyük bir facianın ardından yayın yasağı anlaşılabilir bir durumdur. Ancak, bu yasağı ihlal eden savunma ya da karşı saldırı niteliğindeki ifadelere de yer verilmemesi gerekir. En önemlisi ise zan altında olanların lehine durumlar oluşturulmasını önlemek adına gerekli tedbirlerin alınmasıdır.

NÜFUS

SURİYE kriziyle birlikte mesele daha da ciddileşti. Suriye’den gelenlerin sayısı 3-4 milyon olarak ifade ediliyor. Ancak bu kişilerin ne kadarının vatandaşlık aldığı bile tam olarak açıklanmıyor. Vatandaşlık konusunda farklı rakamlar telaffuz ediliyor ve hatta politik otoriteler bile bu konuda mutabık değil. Göçün sona erdiğinden mi, yoksa devam ettiğinden mi bahsediliyor? Birlikte mi yaşanacak, yoksa başka bir çözüm mü aranacak? Bu sorular rastgele konuşulacak meseleler değildir. Toplumun ve yaşamın bu duruma göre hazırlanması gerekir. En basitinden, sığınmacılara tıbbi yardım, yani koruyucu sağlık hizmeti verilmesi, iltica yasalarında yer almayan bir uygulamadır ve ev sahibi devletten talep edilemez. Ancak Türkiye, bu sınırı çoktan aşmıştır ve bu durum halk arasında ciddi şikâyetlere yol açmaktadır.

Haberin Devamı

TOPLUMUN SİZDEN BEKLEDİĞİ İKİ ŞEY

Öte yandan, Suriyelilere yönelik kışkırtıcı söylemlerde bulunduğu iddia edilen Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ tutuklandı. Bu durum kamuoyunda geniş yankı buldu. Basında bile, “Biz onun tutuklanmasına karşıyız” gibi ifadeler yer aldı. Ancak aynı zamanda, “Adli makamlara müdahale edilmez” deniliyor ve ardından, “Ama suçlu” ifadeleri ekleniyor. Öncelikle, bu tür önemli konularda bir araya gelip ortak bir duruş sergileyemeyen kişilerin, vatandaşın karşısına neyle ve nasıl çıkacağı oldukça şüphelidir. Toplum, sizden çözüm yolları ve açık sözlülük bekler.

Şu anki görünüm şudur: İmparatorluklar döneminde, çok renklilik yapı itibarıyla bir denge içinde çözümlenebilmişken, bu durum 21. yüzyılda kaos yaratmaya yönelik bir politika haline dönüşmüştür. Amerikan Dışişleri, etnik sorunlar konusunda oldukça cahildir; kendi iç meselelerinde dahi hakikatten uzak konuşmalar yaparken, bu cehaletle dünyanın en karmaşık bölgelerinden biri olan Ortadoğu’yu düzenlemeye kalkmaktadır. Böyle bir devletin paralelinde hareket etmek, isteseniz de istemeseniz de mümkün değildir. Kendi dünyanızda kaçınılmaz bir gerçek olan etnik yapıları görmezden gelemezsiniz. Ve bir şeyi unutmamak gerekir: “Türkiye Türklerin” derken bu, rastgele bir iddia değildir; bu ifade, memleketteki çoğunluğun, son 900 yıldır bu toprakların tarihini yöneten, devlet ve toplumsal yapıyı şekillendiren ana unsur olduğunu vurgular. Her zaman çözümde ve çözümsüzlükte temel belirleyici bu kuvvettir.

20 yıl gibi kısa bir sürede bu coğrafyayı ve toplumsal yapıyı değiştirecek bir sosyal mühendislik projesi uygulamaya kalkmak, cehaleti aşan bir çılgınlıktır. Bir nüfusu topluca bir yerden bir yere göç ettirerek yeni bir dünya yaratamazsınız. Böyle bir talebin, bir derece değil, yarım gömlek daha komiği, Almanya’daki Türklerin bir eyalette otonomi talep etmeleri, siyasi haklar için parti kurmaları ya da benzer taleplerde bulunmaları olurdu. Zannetmeyin ki Almanya, 3.5 milyon Türk karşısında tamamen rahat. Alman Federal Cumhuriyeti’nin bu konuda geçerli veya geçersiz veya tutarlı ya da tutarsız, önleyici ve yönlendirici politikalar izlediği herkes tarafından bilinmektedir.

Hiç kimse, Türkiye’den taşıyamayacağı yükümlülükleri yerine getirmesini bekleyemez. Bu nüfusun burada tutulması için Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen teyze (bu tabir Almanya’da ve Almancada politikada kullanılır) çantasını alıp geldi ve bir milyar Euro vereceklerini söyledi. Bunun adı, düpedüz küstahlıktır. Başka bir ülkenin topraklarında sosyal mühendislik denemesi yapmaya kalkışmaktır.

GÖZ ARDI EDİLEMEYECEK MESELELER

Türkiye’nin batısında nüfus artışı durdu. Dünyada nüfusu dış kaynaklarla artan üç ülke vardır. İlki ABD’dir; göç üzerine kurulmuş bir ülkedir ve bu şekilde devam edecektir. Gelen nüfusun yaşı ve niteliğini kontrol etme imkânına da sahiptir. İkincisi İsrail’dir. İsrail’in aradığı, “Beni İsrail’in çocuklarıdır.” Yahudi bir anneden doğan herkes, bulunduğu yerin cemaatinden Yahudi pasaportu alabilir ve İsrail onu kabul eder. Bu nedenle İsrail’de, düzenli ve barışçıl bir politika izlenirse, nitelikli bir nüfus artışı sağlanabilir. Üçüncü ülke ise Türkiye’dir. Göç ve iskân kanunlarımızda da belirtildiği gibi, “Türk ırkından” ifadesi (kesinlikle ırkçı bir söylem değildir, dile dayalı bir kimliği ifade eder; çünkü Gagavuzlar da bu kapsamda yer alır) nüfusun artırılması için temel unsurdur. Dolayısıyla Türkiye’nin nüfusu bu şekilde artar.

Ancak, bu durumu bahane ederek, gayri Türk unsurları nüfusa katamazsınız. Özellikle, henüz vatan ve millet kimliği oturmamış Suriyeliler gibi kalabalık bir topluluğun yanı sıra, son dönemde gelen 200 bin Rus gibi kendi ülkelerine bile faydası dokunmayan insanları Türkiye’ye doldurmanın hiçbir faydası olmayacağı açıktır. Bu, ciddi nüfus problemleri ve ekonomik sıkıntılar yaratır. Burada, evlilik yoluyla Türk nüfusuna katılan Rusları kesinlikle kastetmiyoruz; onlar bizim için bir zenginliktir.

Şehirlerimizde ciddi mesken sıkıntısı yaşanmakta; ehliyetsiz ellerde kurulmuş eğitim kurumları kötü bir eğitim sistemi üretmekte; Millî Eğitim Bakanlığı’nın kendi işlerini özel sektöre devrettiği bir ortamda, insanlar çocuk sahibi olmaktan vazgeçmektedir. Çocuk sahibi olan aileler ise geleceğimizi temsil eden çocuklarını yurtdışına götürmeyi tercih etmektedir. Bunun sonucunda, kaliteli işgücümüzü de kaybediyoruz. Bunlar kesinlikle göz ardı edilebilecek meseleler değildir.

Nüfusumuzu korumamız, eğitim sistemimizi iyileştirmemiz ve dinlenme ile turizm tesislerinin kalitesini artırmamız gerekmektedir. Mesken sorununu çözerek, kira ve satın alma düzenlemelerini eski normlara döndürerek bu meselelerin üstesinden gelebiliriz. Ancak unutulmamalıdır ki Türkiye, serbestçe ev, arsa ve arazi alınıp satılabilecek bir ülke değildir.

Yazarın Tüm Yazıları