Medyada tek başına 52 yıl

Basın dünyasının en nevi şahsına münhasır isimlerinden biridir Güngör Denizaşan. Gazeteciliğe 1957 yılında çok gezdiği, bütün davetlere katıldığı için Akşam gazetesinde cemiyet haberleri yazarak başlasa da 52 yıl boyunca tek başına yürüdü bu yolda.

Haberin Devamı

Bir tek çok sevdiği ve hayatının 18 yılını beraber geçirdiği, “Benim yazı işleri müdürüm” dediği sevimli köpeği Tanti hariç.

‘Sosyete 13’ olarak 1967 yılında çıkarmaya başladığı gazetesini ‘Gazette 13 International’ adıyla yayınlamayı sürdürdü. Ta ki geçen yıl bu aylarda, 507’nci sayısıyla yayın hayatına son noktayı koyana kadar.

Türkiye’deki iş, sanat, siyaset, basın ve spor dünyasının önde gelen isimlerinin rol aldığı 52 yıllık fotoroman adeta gazetenin ciltleri. Orada yayımlanan fotoğraflar eminim pek çok kişinin aile albümünde bile yoktur.

Medyada tek başına 52 yıl

Gerek yaşadığı ekonomik sıkıntılar, gerek bozulan sağlığı, bedelsiz dağıttığı, iki ayda bir yayımlanan bu güleryüzlü mizahi toplum gazetesini çıkarmasını imkânsız hale getirdi.

Haberin Devamı

Dünyanın dört bir yanındaki abonelerine gönderdiği, kendi deyimiyle gazete ellerine ulaşmadığı için Kanada’dan bile aradıkları bir gazeteydi oysa.

Hastalıklarla boğuştuğu son dönemlerinde bir de Taksim Talimhane’de yaşadığı evin deprem güvenliği nedeniyle mühürlenmesi ve başka bir eve kiracı olarak taşınmak zorunda kalması, 88 yaşındaki Denizaşan’ı çaresiz bırakmış.

OPERANIN YERİ AYRI

Müzik, konservatuvar eğitimi alan Güngör Denizaşan’ın hayatında büyük önem taşıyor. 1966 yılında Sadri Alışık ve Ayla Algan’lı ‘Ah Güzel İstanbul’da ve Fikret Hakan-Belgin Doruk’lu ‘Toprağın Kanı’nda kısa roller alsa da gazetecilik dışında bir diğer tutkusu hep opera ve klasik müzik olmuş. Daha 1960’larda Milano’ya gidip ‘La Scala’da ‘La Diva Turca’ diye alkışlanan, Türkiye’nin gururu Leyla Gencer’in fotoğraflarını çekmiş. Daha sonra koleksiyonunu yapacağı ilk opera dürbününü de orada görüp satın almış.

‘Gazette 13’ün veda sayısında onun operaya olan ilgisinin en somut örneğini görmek mümkün. İki tam sayfayı İstanbul Operası’nın 60’ncı yılı anısına ayırmış. “19 Mart 1960 Cumartesi günü saat 21.30’da Tepebaşı Dram Tiyatrosu’nda perdesini Puccini’nin Toska operası ile açan İstanbul Operası 19 Mart 2020’da 60 yaşına girdi. İlk temsilin fotoğraflarını opera severlere sunmanın mutluluğunu yaşıyoruz” diyerek. Kimler yok ki... Tabii ki Aydın Gün’ün sahneye koyduğu eserde Tosca’yı oynayan Leyla Gencer başta olmak üzere eserde yer alan sanatçılar, açılışa katılan Celal Bayar, Muhsin Ertuğrul ve dönemin ileri gelenleri. Gazetenin ilk sayfasında bir de ‘Satılık dürbün koleksiyonu’ başlığıyla bir fotoğraf yayımlanmış. Opera denilince akla ilk gelen aksesuvarlardan biri opera dürbünü. Bir simge. Güngör Denizaşan dünyanın dört bir yanına yaptığı seyahatlerinde gittiği yerlerden, izlediği operalardan satın alıp biriktirmiş dürbünleri. Farklı zamanların zevkini yansıtan, farklı malzemelerle üretilmiş, süslemeli onlarca dürbün.

Haberin Devamı

KOLEKSİYONUNU SATIŞA ÇIKARMAK ZORUNDA KALDI

Denizaşan binbir emekle oluşturduğu bu özel koleksiyonunu da satmak zorunda kalmış. Henüz bir alıcı çıkmış değil.

Böyle bir koleksiyon yeni açılacak olan Atatürk Kültür Merkezi’ne (AKM) yakışmaz mı? Bildiğim kadarıyla başta Leyla Gencer olmak üzere Türk operasının ve klasik müziğin simge isimlerine ait eşyanın sergileneceği alanlar yaratılacak bu yeni binada.

Sadece dürbün koleksiyonu değil, Denizaşan’ın opera ve klasik müzik sanatçılarımızın fotoğraflarından oluşan arşivi de burada değerlendirilebilir. Çok sesli müzik tarihimizin geçmişle bağı gösterilebilir bu şekilde.  

ŞİMON PERES ‘KAR’ ROMANIYLA NE MESAJ VERDİ?

2005 yılının ocak ayı. Abdullah Gül Dışişleri Bakanı olarak ilk ziyaretini İsrail’e yapıyor. Programında İsrail’in dışişleri bakanı, başbakan, cumhurbaşkanı ile görüşmeler, Filistin yönetimi ile Ramallah’ta temaslar var. Gül’ün görüşeceği bir diğer siyasetçi ise o dönem muhalefette bulunan İşçi Partisi Lideri Şimon Peres. Usta siyasetçi Türk heyetini Tel Aviv’deki vakıf binasında kabul ediyor.

Haberin Devamı

Peres iki ülke arasındaki ilişkilere verdiği önemden, iktidarlar değişse de iyi ilişkilerin değişmeyeceğini anlatırken sözü bir şekilde yazar Orhan Pamuk’a getirir. Pamuk’u çok beğendiğini, tüm kitaplarını okuduğunu kaydederek ‘Kar’ adlı romanından söz eder. Bu kitabın muhteşem olduğunu, özellikle okul müdürüyle sonradan kendisini öldürecek olan genç adamın pastanedeki diyaloglarını çok ilginç bulduğunu belirtir. Heyette bulunanlardan ve o dönem İkili Siyasi İlişkilerden Sorumlu Müsteşar Yardımcılığı görevinde bulunan büyükelçi Ahmet Üzümcü kitabı okumuş olmasına rağmen Peres’in neden ısrarla o romandan ve o bölümden söz ettiğini merak eder. Ankara’ya döndükten sonra, ‘Kar’ kitabında Peres’in sözünü ettiği bölümü bularak tekrar okur. Şöyle yazmaktadır:

Medyada tek başına 52 yıl

Haberin Devamı

“Türkiye de çok güzeldir. (Bir sessizlik). Fakat ne yazık ki memleketimizi tanımıyoruz, insanımızı sevmiyoruz. Hatta bu ülkeye, bu millete saygısızlık etmek, ihanet etmek marifet bile sayılıyor. Hocam affedersiniz, bir soru sorabilir miyim, siz ateist değilsiniz değil mi? / Değilim. / Öyle diyorlar, ama ben de sizin gibi okumuş bir adamın Allah’ı, haşa inkâr edebileceğine ihtimal vermiyorum. Söylemeye gerek yok, Yahudi de değilsiniz değil mi? / Değilim / Müslümansınız / Müslümanım elhamdülillah.”

Bu diyaloğu Global İlişkiler Forumu tarafından yayımlanan ve büyükelçilerin anılarının derlendiği ‘Açık Telgraf’ kitabında anlatıyor Ahmet Üzümcü. “Peres, o dönemde Israil’de çok tartışılan, Türkiye’de yükselen Yahudi karşıtlığından duyduğu kaygıyı bu şekilde dile getirmeyi seçmişti” diyerek Pamuk’un ‘Kar’ romanının diplomaside nasıl kullanıldığının ilginç bir örneğini veriyor.

Yazarın Tüm Yazıları