- Çocukluğunuzda annenizin piyano tınıları, babanızın opera aşkı ve enstrüman koleksiyonu... Sizin müzisyen olmaktan başka şansınız yok gibi görünse de kendi şansını yaratanlardansınız. Müzik tutkunuzun ilk filizlendiği yıllardan bahsedebilir misiniz?
MEHMET ALİ SANLIKOL: Her ne kadar annemin piyano dersleri eşliğinde büyüyüp Chopin ve Mozart’ın sonatlarını ezberlemiş olsam da müziğin bende bir tutkuya dönüşmesi Bursa’da 80’li yılların ikinci yarısında mevcut olan rock toplulukları ve festivaller sayesinde oldu. Bursa’nın o yıllarda adeta bir ‘Rock City’ olması tuhaf bir tesadüftü benim için. Zira o yıllarda Şebnem Ferah’la arkalı önlü konserlere çıkmamız bende gerçekten tutkulu bir amatör ruhun oluşmasına ve çok geçmeden de caz müziği ile yollarımın kesişmesine sebep oldu.
‘İÇİNDEN MÜZİK FIŞKIRIYOR!’
- Mehmet Ali bey, siz Berklee gibi dünyanın en zor üniversitesine çok erken yaşta kabul ediliyorsunuz. Üniversite yılları ve sonrasını nasıl anımsıyorsunuz?
ANNEMLE BABAMIN TAM KARIŞIMIYIM
- Çok sevilen bir sanatçısınız. Sevilme endişeniz var mı?
AYHAN SİCİMOĞLU: Hayır, hiçbir zaman olmadı. Bunun içinde bir gayret göstermedim.
- Çocukken de bu kadar renkli bir karakter miydiniz?
AYHAN SİCİMOĞLU: Evet hep böyleydim. Bunun için iyi bir anne, baba lazım. Çok şükür ki benim hem annem hem babam ayrı alanlarda müthiş insanlardı. Birbirlerine hiç benzemezlerdi. Annem ne kadar esprili, müthiş kıvrak zekalı kadınsa, babam da son derece kurallı bir insandı. ‘Ayhan bey, zatıaliniz’ diye konuşurdu benimle. Ben ikisinin tam karışımıyım ama annem kadar esprili değilim. Annem beni biraz ticarete yönlendirmeye çalıştı ama babam buna hiç takmadı. Babam her zaman ‘benim çocuklarım en az iki enstrüman çalacak ve iki dil bilecek’ diyen bir adamdı. Kendisi inşaat mühendisi. 1917 doğumlu, Atatürk jenerasyonundan. Atatürk’ün cenazesine gidiyor, üzüntüden bayılıyor! Çok uzun boylu, renkli gözlü, çok yakışıklı biriydi.
- Ticaretle alakalı olmadınız değil mi?
- Uğur bey, seminerde anlattıklarınızdan çok etkilendim. Okuyucularımız da sizi tanısınlar istiyorum. Genetik alanına merakınız, bugünlere gelişiniz nasıl oldu?
UĞUR SEZERMAN: Aslında Boğaziçi Üniversitesi’nde Elektrik Elektronik Mühendisliği okudum fakat hep insana daha yakın bir konuda çalışmak istediğimden mezun olur olmaz biyomedikal mühendisliğine geçtim. Doktoram sırasında İnsan Genom Projesi’ni başlatan kişi olan Prof. Charles Delisi ile tez çalışmalarımı yapmaya başladım. Bu sırada genetiğe de ilgi duymaya başladım. Çalışma alanım olan biyoinformatikte yeni nesil dizileme ile elde edilen verilerin analizi, anlamlandırılması için ve kişiye özel tanı ve tedavide kullanılması için yapay zekaya dayalı algoritmalar geliştirmeye başladım. Şimdi de hem Türkiye hem Polonya hem Amerika’da kurduğum şirketlerle bu geliştirdiğimiz yöntemlerle kişileri daha sağlıklı tutmak için uzmanlarla birlikte kişiye özel çözümler geliştiriyoruz.
- Müthiş bir alan bu! Gen, DNA, epigenetik, metilasyon... Tüm bunların ne kadarına hakimiz?
UĞUR SEZERMAN: Yeni nesil dizileme yöntemleri, insanların DNA dizilim bilgisine hızlı olarak makul masraflarla ulaşmamıza olanak sağladı. Biz de geliştirdiğimiz algoritmalarla bu bilgiyi anlamlandırarak olası riskleri belirleyebiliyoruz. Genom bilgileri uluslararası veri bankalarında tutuluyor. Buradaki veri arttıkça giderek daha doğru ve hızlı tanı ve tedavi geliştirmek mümkün olacak. Aynı şekilde diğer omik veriler -ki bunlara epigenetik veriler de dahil-, veri bankalarında daha fazla. İyi anote edilmiş veriler arttıkça bunlardan geliştirilen modellerin doğruluğu da daha çok artacak ve bu verilerin sağlık ilişkilerini belirlemede daha doğru modeller geliştirebileceğiz.
- Genetik tarama yaptırmamızın bize ne gibi faydaları olacak?
UĞUR SEZERMAN: Kişiye özel risklerinizi, yatkınlıklarınızı ve hatta belli spora olan performansınıza katkı olabilecek varyantlarınızı erkenden öğrenebilirsiniz. Buna göre önleyici tıp olarak riskiniz olan hastalıklar için yaşam tarzınızı ona göre değiştirebilirsiniz. Daha sık doktor kontrollerine gidebilirsiniz ya da belli ilacı hızlı metabolize ediyorsunuzdur. Bu tarama sonucunu doktorunuza ilettiğinizde size o ilacı vereceği zaman daha düşük doz verecektir ve ilacın olumsuz etkilerini önleyecektir. Ya da belli bir tür sporda performansınıza olumlu katkı sağlayacak varyantınız vardır. Siz o spora yönelebilirsiniz. Genetik analiz bu gibi veriler sunacağından hayatınızda sürekli kullanabileceğiniz bir rehber olacaktır.
- Sizin genetik tarama yaptırdığınızdaki görülen yaş ile gerekli önlemleri aldıktan sonra görülen yaş arasında 10 yaş geriye gitmişsiniz. Zaten çok genç ve dinamik duruyorsunuz. Neler yaptınız?
Bir insan ancak işi ile aşk yaşıyorsa o iş sınırları aşabiliyor. Kerem Görsev röportaj sırasında art arda sıraladığı dünya çapında onlarca cazcının ismi, konserler, albümler, projeler ile sevdiğim ama derya gibi derin bu alemin içinde kaybolmamak için her bir cümlesini pür dikkat dinledim. Ben dinlerken yoruldum ama O hiç bitmeyen enerjisi ile daha yapacaklarından bahsetti. Yüzde Yüz İlham Veren Sohbetler’de cazın müthiş ismi Kerem Görsev ile yaptığımız dolu dolu sohbetten müzik, aşk, özgürlük ve adanmışlığı okuyabilir ve belki de payımıza düşen ilham pırıltısını hayatımıza katabiliriz...
SANATA DÜŞKÜN AİLE
- 6 yaşında müzik hayatına başlıyorsunuz. Bu kadar küçük bir yaşta yetenek nasıl kendini belli ediyor da ailenizin desteği ile müzik hayatınıza giriyorsunuz?
KEREM GÖRSEV: Babamın binlerce bant makarası ve plağı vardı. Ağır Rus klasikleri, Beethoven Çaykovski... Babam rahmetli olunca 10 bine yakın plak ve bant makara arşivini Eskişehir Anadolu Üniversitesi Konservatuvarı’na bağışladık. Ben annemin karnındayken bile babam hep klasikleri dinlermiş. Amcam piyano çalardı. Dayım akademide ressamdı, keman çalardı. Teyzem Türkiye’de Fransız filolojisinde okuyan 60’lı yılların enteresan kadınlarındandı. Teyzem ben de daha küçükken, o dönem Johnny Holidays, Silvie Vartan, Beatles gibi sanatçıların parçalarını mandolinle çalıyor, ben de bu parçalarda ritim tutup melodileri doğru söylermişim. 67 yılında beni konservatuvar imtihanına soktular. İmtihanı kazanıyorum. Hem ilkokula gidiyordum, hem de öğleden sonraları belediye konservatuvarına gidiyordum. 72 yılında İstanbul Devlet Konservatuvarı açıldı. Oraya geçtim. 79’a kadar orada okudum. Abim de o dönem akademideydi. Bill Evans’ın plaktan kasete çekilmiş parçalarını bana verirlerdi. Bu cihaz beni çok heyecanlandırdı ve ergenlik yıllarıma denk gelen bu dönemde konservatuvar hayatımı bıraktım.
- Ne istediğini biliyorsan belki de bir yola girebilmek için bazen bırakmayı bilmek gerekiyor!
Fotoğraflar: AYKUT USLUTEKİN
Kendi yazıp yönettiği ve müthiş bir performansla başrolünü üstlendiği 3. Richard, çok katmanlı, iç içe geçen akışı, yüksek temposu ve canlı orkestra eşliğinde seslendirdiği şarkılarıyla izleyiciyi içine alıyor. Geçmişten günümüze değişmeyen, ama insanı ve toplumları değişime zorlayan, felsefi metne sahip, sabit fikirleri yerinden oynatacak ve zamanın ötesinde bir tiyatro oyunu olan 3. Richard, kaçırılmaması gereken bir oyun.
YüzdeYüz İlham Veren Sohbetler’de ‘birilerine bir ilham ver’ diyen Okan Bayülgen ile sıradışı, fikirlerin uçuştuğu, derinliği ve esprileri ile renkli hem de çok renkli geçen sohbetimizden ‘ilham’ almanız ümidiyle...
‘DÜNYADAKİ VARLIĞIN BİR HALTA YARIYOR MU?’
- Entelektüel birikimi yüksek bir sanatçısınız ve fikirlerinizi kaygısızca söylüyorsunuz... Sevilme endişeniz yok öyle değil mi?
Fotoğraflar: HAGGAY BAYSEL
- Cevapları olan insanların doğru sorular sorabildiklerini düşünüyorum. Siz analiz eden, sorgulayan ve soru soran taraftasınız. Soru sormak ile ilgili neler düşünüyorsunuz? Ve cevap veren tarafta olmayı seviyor musunuz?
ASLI ŞAFAK: Doğru soru zaten bir varoluş meselesidir bence ve vatandaşlık bilincinin en üst noktasıdır. İyi bir vatandaş zaten erke, iktidara doğru soruları sorabilen ve sorması gereken kişidir. Dolayısıyla bunun bir gazeteci ya da televizyoncu olmakla ilgisi yok. Doğru soru sorabilmek her kişinin gerekli eğitimleri aldıktan sonra ailede sorgulayan, felsefi temelleri olan sorularla dünyayı ve kendini kavrama meselesidir. Ben her zaman soru sordum ve herkese de sorarım ve bunun çok önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü bence kişiyi var eden şey soru sormaktır. Birey olabilmenin de anahtarı olduğunu düşünüyorum. Cevap veren tarafta olmayı da seviyorum. Bir başkasının merakını gidermek adına cevap vermek de çok önemli. Zaten ikisi beraber. Aslında soru sormak hem merakını tatmin etmek için ve anlayabilmek için hem de hesap sorabilmek için önemli. O yüzden soru sormalıyız. Hesap sorabilmemiz gerekiyor, çünkü bence hesap veren, hesap soran olabildiği sürece hesap verendir! Hesap soran yoksa hesap veren de yoktur ve soru sormayı bilmeyen kişilerden oluşan bir toplumda hesap sorabilen bir toplum değildir. O yüzden de soru sormak önemlidir. Doğru soruyu sorabilmek daha da önemlidir. Tabii ki burada soru sormanın da alanları var. Kişinin özlük haklarına, özel alanlarına girmeden, iyi ve kaliteli çok net bir şekilde soru sorulabilir.
Program üzerinde konuşacak olursam, açıkçası insanların kırmızı çizgileri var. O çizgilerini ihlal etmeden, kişilik haklarına müdahale etmeden, onları üzecek ya da kızacakları bir şey sormadan, kenarlardan dolaşarak merak ettiklerimi sormak istiyorum ve sormaya da çalışırım. Bazısında istediğim netlikte yanıt alabiliyorum, bazılarından alamayabiliyorum, bazısı buna kapalı olabiliyor. Çünkü bence doğru soruyu soran insanların şeffaf ve doğru cevabı veren insanlar da olduklarına inanıyorum. Bu karşılıklı bir şey: İçinden iyi sorular çıkan kişiler, iyi yanıtlar verir. Yanıt vermeyi de seviyorum ama dediğim gibi bunlar aslında bir mesleğe ilişkin konular değil. Bunların tamamı birey olabilmek, vatandaş olabilmekle doğrudan ilgili. Yaptığınızın sorumluluğunu alabilmek ve dünya ile bütünleşebilmek açısından doğrudan ilgili olduğunu düşünüyorum.
FOTOĞRAFLAR: AYKUT USLUTEKİN
AMAÇ İNSAN OLMAK
- Sizde her şey, sanat için araç gibi sanki... Amaç sanat mı?
MERCAN DEDE: Amaç insan olmak! Sanat tabii ki çok güzel ama sonuç olarak hayat çok gizemli bir yolculuk. Bu yolculuk içerisinde sanat elbette ki çok özel. Hepimiz insan olma potansiyeli ile doğuyoruz ama bunu da hak etmemiz gerekiyor. Onu kazanmak için de sanat çok güzel bir terbiye, öğrenme ve paylaşma aracı. Sanat, çok geniş bir tanıma sahip. Mevlana ‘tüm soruların cevapları içimizde saklı’ diyor. O içimize doğru giden yolda, sanat hep bize ayna tutuyor. Mesela bundan 20 yıl önce yaptığım albümü dinlediğimde kendime ait birçok şeyi görüyorum. Müziği paylaştığımızda dinleyicilerin hissiyatları ile ilgili geri dönüşler, herkesin kendi dünyasından bir şey buluyor olması beni heyecanlandırıyor. ‘Ayna, bakanı yansıtır’... Özellikle şu dönemde global anlamda insanlık çok zor süreçlerden geçiyor. O süreç içerisinde kendimizi, herkesteki o güzelliği gösterebilmek, en önemlisi de umut verebilmek sanatın en büyük işlevi. Mesela bu festivalde (İzmir Jazz Festivali) bakıyorsunuz her kesimden insan var. Tüm çatışmalar bu iki saatlik konserde yok oluyor. Her kesimden, her düşünce ve ideolojiden, her yaştan insan bir arada bir türküyü söyleyebiliyor.
- Birleştirici yanı olduğu kesin... Sonuç olarak hepimiz insanız! Sizin de öfkelendiğiniz, çaresiz hissettiğiniz zamanlar olmuyor mu? O dönemlerden nasıl çıkıyorsunuz?
MERCAN DEDE: Mutlaka oluyor. Sonuç olarak bütün sanat dalları tüm bu farklı duygulardan besleniyor. O anlamda samimiyet çok önemli. Benim inandığım bir şey var: Kalbimiz çarptığı sürece umut var! Her ne durumda olursak olalım; kişisel olarak, ülke olarak, dünya olarak kalbimiz çarptığı sürece umut var ve umudun peşinden koşmamız lazım. Bizden çok daha zor durumdaki insanlara ışık tutmamız lazım. Herkesin mutlaka sıkıntıları var. Genel olarak baktığımızda şükredecek çok şeyimiz var. Onun karşılığında da teşekkür etmemiz gerekiyor: Müzik bizim için bir teşekkürdür!
HER İNSAN SANATÇI
Ülkemiz dışında, İtalya, Amerika, Almanya gibi çeşitli ülkelerde de konserler veren sanatçı, ‘sahnelerdeki 60. yılımı bu sene kutluyorum’ diye başladığı 90 dakika süren konserinin bitiminde, salonu dolduran İzmirli müzikseverler tarafından dakikalarca ayakta alkışlandı.
Ömür Göksel’den ‘Kadife Sesli Romantik Prens’ diye söz eden, ona bu lakabı yakıştıran nesil, onu bugünlerde çocukları, hatta torunları ile alkışlıyorlar.
Ömür Göksel de “Bu durum beni duygulandırıyor, demek ki üç ayrı nesile şarkı söyleyen bir şarkıcıyım, hatta benden artık anneannelerin, annelerin ve gençlerin sevgilisi diye söz ediyorlar, bu da çok hoşuma gidiyor” diyen kıymetli sanatçımızın samimi ve espri dolu geçen sohbetimizden keyif ve ilham almanız dileğiyle...
- Şarkıcılığınızın yanı sıra durmuyorsunuz, Son derece ilgi ile takip edilen “Müzikle bir Ömür” ve “Akdeniz Melodileri” adı altında her hafta TRT’de yayımlanan iki radyo programınız var. Üstelik hazırlayarak sunan da sizsiniz. Enerjinize hayran olmamak mümkün değil diyoruz.
ÖMÜR GÖKSEL: Evet, günler bence 24 saat yerine 28 saate çıkmalı çünkü 24 saat bana kısa geliyor, daha yapacak çok işim var. Şimdi başlıyorum hayata.
YENİ ALBÜM YAKINDA