‘Bir kadın ödünü’ günü

Elele-Avon Kadın Ödülleri’ne adaydım.

Haberin Devamı

Bir gün önce hastalandım, ağır gripten sabaha kadar hastanede kaldım. Arkası gelmeyen testler süredursun, günü doğurunca taburcu edildim.
Otomobil gidiyor, radyoda Teoman yeni çıkan akustik-nostalji albümünden “Bir gün bir istasyon gördüm trenleri geciken.
Yolcular ellerinde tek gidişlik bir bilet. Henüz bilmeseler de hayat bundan ibaret”i söylüyor.
Eve gittim
Yorgundum.
Eğer ödülü alırsam bir konuşma yapmam gerekir.
“Hayata imza atan kadınlar” ödülü üstelik.
Bir kadın olarak, en son ne zaman “böyle bir kadın olduğum için” takdir edildim?
Ödül sabahı tam bir kabustu. Hastaydım.
Hakan Akkaya’yı aradım. O da rahatsızdı.
Kıyafetimle ilgili kontrolüm vardı.
Asistanlar geldi.
Burak’ın işler sıkıştı. Takım elbisesi hazır mıydı?
Köpekleri kim gezdirecek...
Antibiyotiğimi aldım mı...
Çocuk oyunu için yönetmen aradı, üstümde iğneler cevaplıyorum: “Hayır dinozor girdiğinde sahneye şöyle olsun hocam...”
Teyzem geldi, tarhana çorbası yaptı.
Makyajıydı, saçıydı...
Devamlı şöyle soruyorum:
“İyi miyim, özenmiş görünüyorum değil mi, beni takdir ederlerse buna karşılık verecek kadar tamam mıyım yani?”
Misafirperverliğin güzelliğin içinde ne işi var?
Hayat o salı günü çok ağırdı yani.
Altı üstü birilerine sarılacağım.
Sevmeyenlere de sevgiyle bakmanın içtenliğiyle herhangi bir yoga saati diliminde adını vererek gökyüzüne savuracağım isimlerini.
Nedir yani?
Herkes sana bakıp “olmuş” demek zorunda mı...
Eksik olsun.
Yok illa bir çaba, bir panik. Ne yapalım?
“Yaşamak” prova edilemediği için heyecanlı zaten. Neyse!
Babam aradı, birkaç yazarın adını verdi, “Soner Yalçın’ın son kitabını mutlaka al” dedi.
Siparişleri de aldık.
Evden çıktık, apar topar.
Ben de bağırıyorum...
Neredeyse ödül alacağımmm, ne konuşma yapacağım...
Allah’ım bu nasıl sorumluluk.
Bu ne hastalıklı hâl.
Sanatçı toplumları rica ederek ya da asortik bir cümle ile değiştirseydi ben bitmiştim. Açık söylüyorum.
Provasız yaşadığım hayatı, hayattan saymadığım için hiçbir şeyi unutamıyorum. Neyse!
Tören başladı. Frida Kahlo vücudunda aşk dansı yapan bir kadını seyrettik.
Tüylerimiz diken diken izledik.
Öyle tutkulu bir danstı ki içimizde derinlerde yaşayan, kanayan ve kusursuz kalbiyle üretmeye devam eden bütün kadınların
Elele verdiği o anı sonsuz bir şükranla seyrettik.
Hürriyet’te yazılarını kaçırmadığım Tan Sağtürk’ün katkılarıyla.
Oturduğum yerden sahneyi izlerken bir ara İnan Temelkuran ile bir gece yaptığımız sohbet aklıma geldi.
“Gonca bir belgesel çekiyorum, Kristen ile çok gerçek bir hikayeye giriştik.
Siirt’teyiz” dedi.
Heyecanlıydı evet.
Evin Demirhan’dan bahsediyorum.
25 Kasım 2017’de Dünya 23 Yaş Altı Güreş Şampiyonası’nda 48 kiloda mindere çıkıp altın madalya kazanan Evin’in, yıllar evvel Siirt’teki zorlu mücadelesini çekmeye gitmişti İnan.
Siirt’te sokakta bile zor yürümesine rağmen, yoksulluğa, yalnızlığa, ailesinin bir kez bile olsun nasıl iyi güreştiğini asla izlememelerine rağmen bu kadar güçlü ayakta durabilen kızın hayatı...
Hayata imza atan bu genç kadın da burada olsaydı keşke...
İnan Temelkuran bir erkek olarak böyle bir ödül töreninde onur ödülü almalıydı. Her yıl üstelik. Neyse!
Daha dün apartman köşesinde tacize uğrayan küçük kızın görüntüleri geldi aklıma sonra.
7 aylık annenin kocası tarafından tekme tokat dövülüşü... Ah.
Dilek annenin iki tabut arasında elinde emzikle bakışı...
“Neredeydiniz” diye soruşu...
Koca ülke bir kadının gözyaşı edemeyecek kadar utanç içinde. Buradaydık çünkü. Kapalıydı kapılarımız.
Yorgun gözlerinin altında taşıdığı Türkiye’nin çizgileri arasından geçecek birkaç cümle diyorum sıkışıp kalır mı kalbimle sahne arasında.
Ağlarsam bir an...
Omuzlarım düşerse...
Üzerime tam oturdu diye giydiğim kıyafetime bir gözyaşı da düşerse izi kalır mı?
Kadın ödülü almaya çıkıyorum nihayetinde.
Bütün bu yanağımı yakan hissi nasıl kenara atabilirim...
Sahneye çıkınca geçiyor ızdırabım.Dilek anneye uzanıyor içimin ödülü.
Ufak bir konuşmayla toparlıyorum kendimi, cümlelerimi. Mirgün Cabas sunumuyla.
Mehmet Yılmaz’ın elinden ödül almanın şerefi ise müthiş.
Biniyoruz arabaya.
Tatlı bir kutlama...
Eş dost konuşma arasında...
Radyoda Teoman çalıyor...
Ah diyorum sesini açın, albüm şahane!
Ve gitarıyla giriyor, canına yandığımın adamı!
Gizemli bir kapının gıcırtısı gibi.
Davetsiz misafir tonundaki o sesle:
“Sorma neden niçin / Her şey yalnızlıktan / Bak, güzel bir gün / Ölmek için...”
En büyük ödül işte.Yaşadığıma şükrediyorum.
Cama dayıyorum başımı...
Kelebek misali bir gündü.
Kelebek’e anlattım gitti...

Yazarın Tüm Yazıları