HAYVAN ÜZERİNDE 'DENEYE HAYIR'Deneye Hayır Derneği Başkanı Yağmur Özgür Güven tavşan Ralph’in hikâyesiyle birlikte hayvan deneyleri konusunun gündeme gelmesi ve filmin farkındalık yaratmasından mutlu. Güven “Türkiye 2017 yılında AB ülkelerinde de olduğu gibi kozmetik ürünlerin hayvanlar üzerinde test edilmesini yasakladı. Hayvanlar yerine testlerde kullanılabilecek alternatif yöntemler yönerge ile de belirlendi. Mesela tavşan Ralph videosunda da gördüğünüz ‘draize’ testi. Hayvanın gözüne yanıcı kimyasallar ve diğer ilaçların enjekte edilmesi yasak ve yasağa alternatif yöntemler de yönergelerle sabit” diyor.
HAYVAN DENEYİ YAPMAYAN MARKALAR
O zaman bu ‘Türkiye’de raftan aldığımız herhangi bir kozmetik ürünü -hayvanlar testlerde kullanılmadığı için- gönül rahatlığı ile kullanabilir miyiz?’ mi demek? Güven ‘Hayır’ diyor, şöyle devam ediyor: “Raftan aldığınız ürünlerin, mevzuatta da belirtildiği gibi, hiçbir aşamada hayvanlar üzerinde test edilmemesi lazım. Bu doğru. Fakat yine de ürünü almadan önce ambalajında bir logo ya da ibare olup olmadığına bakmak lazım. Neden? Çünkü mevzuat pratikte uygulanamayabiliyor. Firmalar içeriklerini başka ülkelerden tedarik edebiliyorlar. Örneğin, farın içerisinde kullanılacak herhangi bir madde diyelim... Bunu tedarikçi ülkeden getirtiyor... Firma belki hayvan deneyi yapmıyor ama tedarikçinin malının böyle bir teste tabii olup olmadığı belli değil. Yasa bu detayları kapsamıyor. Ürünlerin içeriğindeki her madde vegan ise ya da söz konusu marka hayvanlar üzerinde deney yapmıyorsa beyaz gruba giriyor. Marka kendi başına deney yapmıyor fakat içeriğindeki maddenin tedarikçisi yapıyorsa marka gri gruba giriyor. Siyah ise hayvanlar üzerinde deney yaptığını inkâr etmeyen ve evimizde en çok kullandığımız markalardan oluşuyor. Alacağınız ürünün ambalajında ‘Cruelty Free’ ya da ‘Not Tested On Animals’ şeklinde bir ibare ve tavşan şeklinde bir logo varsa, hayvanlar üzerinde denenmediğinden emin olabilirsiniz. Ayrıca, Türkiye’de en sık ziyaret edilen kozmetik mağazalarını listelediğimiz ve ‘deneysiz’ adını verdiğimiz android uygulamamız üzerinden de ürünleri kontrol edebilirsiniz.”
SIKI TEDBİRLER ŞART
SORU şu: ‘Tam kapanma nedir? Vaka sayılarındaki artışa çözüm olur mu?’ Prof. Dr. Mehmet Ceyhan ‘Ben tam kapanma olacağını sanmıyorum’ diyor ve nedenini şöyle anlatıyor: “Bunu yapabilen tek ülke var o da Çin. Bunun dışında hiçbir ülke tam kapanma uygulayamadı. Tam kapanma 28 gün boyunca evden hiçbir koşulda çıkılamaması; sanayinin, ticaretin, turizmin durması demek. Bu ciddi ekonomik bir yük. Kısa çalışma ödeneği sonlandı, başka bazı ek yardımlar sağlanıyor ama 28 günlük bir kapanma için yeterli olmayabilir. O nedenle ‘tam kapanma’ beklemiyorum. Ancak çok sıkı tedbirler alınmalı. Ramazan ayından sonra da bu tedbirler birden değil yavaş yavaş kaldırılmalı.”
NE YAPMALI
“OKULLAR yeniden yüz yüze eğitime kapatılabilir. Virüsün yayılımını önlemek için şehirlerarası seyahat kısıtlaması olabilir. Sadece kamu değil özel sektörde de kademeli mesai zorunlu tutulmalıdır. Evden yapılabilecek işlerin evden yapılması prensibi esas alınmalıdır. Tüm bu kalabalıkları azaltacak önlemler alınmazsa sadece restoranları kapatıp, sokağa çıkma yasağı uygulayarak bu işin önünü alamayız.”
3 BÜYÜK RİSK
SORUN DIŞARIDA DEĞİL KAPALI ORTAMDA
Soru: Vaka sayılarının 1 ay gibi bir sürede böylesi hızlı artmasının altındaki problem nedir?
Cevap: Strateji iyi değildi. Durumun bu noktalara varacağını daha kapsamlı düşünmek lazımdı. Gerçi dünyada birçok ülke baştan büyük yanlışlar yaptı. Zira virüsü tanımıyorduk. Ama zaman içerisinde durumu kavrayıp ona göre önlemler alındı. Bu konuda Türkiye biraz geç kaldı.
Soru: Bu muazzam artışın en önemli nedenleri neler?
Cevap: Cevap virüsün nasıl yayıldığını anlayabilmekte gizli. Virüs dışarıda değil kapalı alanlarda yayıldı. Yani sorun dışarı çıkmakta değil tam tersine içeride olmakta. Özellikle restoranlar-kafeler gibi insanların maskelerini çıkarıp oturacakları kapalı alanlar çok büyük sorun. Aynı derece ev içi bulaş da korkunç boyutlara varmış durumda. Toplu taşıma araçlarındaki tedbirsizlikler, aşırı yolcu yükü de virüsün yayılımını kolaylaştırdı. Yine çalışma ortamlarının kalabalık olması etkili oldu. Birçok kişiye sokakta maskesiz gezdiği ya da bir an maskesini indirdiği için ceza kesildi fakat bilimsel olarak da kanıtlandı ki açık havada virüs bulaşma yükü neredeyse sıfır. Ceza yiyen kişi ne yaptı? Hırslandı. Kapalı bir alana girer girmez maskesini çıkarıp, attı. Bu durum yanlış bir baskı yaptı.
Soru: O zaman restoranların-kafelerin kapatılması doğru bir karardı, öyle mi?
Cevap:
ZAMAN VE MEKÂN KAVRAMI KALMIYOR
MICHAEL Page Türkiye Satış-Pazarlama müdürü, ‘Beyin avcısı’ Erman Kılınçoğlu hibrit ve evden çalışma modellerinin birbirine karıştırıldığını, beyaz yakalıların birçoğunun esnekten ziyade hibrit çalışma modelinden yana olduklarını belirtiyor. Nedir hibrit model? Kılınçoğlu, “Kısaca ‘yarı ev, yarı ofis’ çalışma düzeni diyebiliriz. Mesainin belirli süresi evde, belirli süresi ofiste çalışılarak geçirilmesi durumu. Böylece ofis kalabalığı hafifliyor. Belirli günlerde ofise gelen çalışan da hem ‘ofis’ işlerini halletmiş hem de sosyalleşmiş oluyor. Esnek çalışma modeli ise işin teknolojik alt yapı ile tamamen evden yürütülmesi demek ki bu durum ilk başlarda çalışanları memnun etse de bir süre sonra yalnızlaştırabilir, tükenmişlik krizine sürükleyebilir” diyor. Ne demek bu? Kılınçoğlu şöyle özetliyor:
YENİ ÇALIŞMA PRENSİPLERİ GEREK
“Normal çalışma prensiplerinde kahve molası, yemek arası, mesai gibi kavramlar var. Esnek çalışmada ise tüm bunlar iç içe geçmiş durumda. Evde tek başına yemek yiyen, tek başına kahve içen ve hatta belki de gün içerisinde, yoğunluktan, tüm bunları yapmayı unutur hale bile gelebilen beyaz yakalı günün sonunda yalnızlaşıyor, daha çok yoruluyor. Evden çalışma zaman ve mekân mefhumunu hem patronlar hem de çalışanlar açısından kolayca ortadan kaldırabiliyor. Patron ‘Nasıl olsa evdesin’ diyerek çalışanından günün en olmayacak saatinde ya da tatil günlerinde bile iş isteme, beyaz yakalı da ‘Zaten evdeyim, bütün işleri bitireyim de rahat edeyim’ mantığı yürütebiliyor. Bu tehlikeli! Çünkü özellikle de yeni nesil günün 12 saati, aralıksız çalışmak istemiyor. Çalışsa bile bu mantığın arkasında yaşamsal bir anlam arıyor. Geri kalan hayatının anlamını sorgulamaya başlıyor. O zaman da rahat etmek istediği, oyunu kendi kurallarına göre oynayabileceği yeni iş potansiyellerine kayıyor. İşte tükenmişlik burada başlıyor! Yeni neslin yeteneklerini kaçırmamak adına bizlere ama en çok şirketlere büyük görevler düşmekte. Şirketlerin bir an önce yeni kurallar, çalışma prensipleri edinmesi gerek.”
TERSİNE BEYİN GÖÇÜ
GLOBAL bir şirkette kurumsal ilişkiler müdürü olarak görev yapan Canan Keskin, pandemi ile hayatımıza giren ‘esnek çalışma’ modelinin dezavantajları kadar avantajları da olduğunu belirterek, “Daha uzun saatler çalışıyoruz. Tatilde olsak bile ‘İki dakika şu işi hallediversen’ gibi isteklerle karşılaşabiliyoruz ancak İstanbul’da olmak ve yaşamak gibi bir zorundalığın kalmış olmaması önemli bir avantaj. İş için İstanbul’a göçenlerdenim. Esnek çalışma ile doğup, büyüdüğüm İzmir’e geri döndüm. Böylelikle hem sevdiğim şehirde yaşıyor hem de sevdiğim işi yapıyorum. Trafik çilesi çekmiyorum. Sevdiklerim yanımda. Durumun en önemli artısı bu. İzmir ya da Ege sahilleri biz beyaz yakalılar için bir emeklilik hayali olmaktan çıkmış durumda” diyor.
TASARRUF DEĞİL YATIRIM
DÖNÜŞÜMÜZ MUHTEŞEM OLACAK
Portakal Çiçeği Karnavalı’nın fikir babası aslen Malatyalı olan ama Adana’da büyüyen ve ‘Adana’ya geldim mi eve gelmiş hissediyorum’ diyen Ali Haydar Bozkurt. ‘Konser tamam, tiyatro hadi bir derece ama hiç karnaval online olur mu?’ diye soruyorum. Bozkurt ‘Neden olmasın? Hepimiz zor zamanlardan geçiyoruz. Salgın ile psikolojimiz altüst oldu. Birçok ilde hafta sonu sokağa çıkma yasağı var. Şehirdeki coşkuyu bir ‘tık’ ile insanların evlerine, salonlarına taşıyıp, farklı bir atmosfer yaratıp, sanki buradaymışçasına eğlenmelerini sağlayabileceksek ne mutlu bize’ diyor.
EKONOMİK KAYIP BÜYÜK
Aslında Adana’da kurallar ve önlemler çerçevesinde karnaval devam ediyor. Şehir geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi tıklım tıklım değil elbette, turist yok. Sadece Adanalılar. Onlar da valiliğin aldığı önlemlere riayet ederek etkinliklere katılabiliyor. Mesela, portakallı lezzetler yarışması bir otelin bahçesindeydi. Her yıl yapılan sokak turu bu kez arabalarla gerçekleştirildi. ‘Arabalı Konser’ etkinliğinde ise Çukurova Symphonic Project eşliğinde Zuhal Olcay, Yeni Türkü, Sena Şener ve Adamlar Grubu sahne aldı. Bozkurt, “Olaya sadece karnaval gözüyle bakmamak lazım. Amaç değerlerimizi yaşatmak” diyerek karnavalı fiziki olarak gerçekleştirdikleri dönemin bölge ekonomisine etkilerini ve bu yılki kaybı şöyle anlatıyor: “Sadece Adana olarak değil ülke olarak turizm adına büyük kayıplar yaşıyoruz. Fiziki olarak karnavalı yapabildiğimiz dönemlerde, aylar öncesinden sadece karnavala özel, ek uçak seferleri konur, oteller dolar ve hatta Mersin, Tarsus, İskenderun, Gaziantep, Kapadokya’daki bütün oteller de dolardı. Bu, bölgenin kalkınması ve tanınması sadece tarım değil turizm ekonomisinin de canlanması için bu çok önemliydi. Esnafın kasasına 3 günlük karnavaldan neredeyse 2 aylık ciro kalırdı. Şimdi kısıtlamalar var. Akşam belirli bir saatten sonra her yer kapalı. Karnaval ile hem ruhu yaşatmak hem ekonomiyi canlandırmak hem de insanlara biraz moral olmak istedik.”
HEDEF YAZ TURİZMİ
“Şunu da hatırlatmak isterim. Adana çok yüksek risk grubunda olmadığı için cumartesi günleri sokağa çıkma yasağı uygulanmıyor. Elbette sağlık her şeyden önemli ancak maske-mesafe-hijyen kuralı başta, alınan tedbirlere uymak koşulu ile sokaklardaki portakal çiçeği kokusunu içine çekmek isteyenleri de bekleriz, nisan ayını kaçırmasınlar! Adana insanı sıcak, samimi, yemesi, içmesi, eğlencesi keyifli bir yer. İnşallah aşılama hızlanacak. Açıklamalar o yönde. Planlanan şekilde giderse hedef önce yaz turizmini hareketlendirmek. Seneye karnaval kapsamında ise ‘dönüşümüz muhteşem olacak’. Türkiye’nin ve dünyanın dört bir yanından sokaklarda yeniden insanları ağırlayacağız. Bir de dipnot, festivalin süresini de uzatacağız. Gelecek yıl bu yılın acısını çıkaracağız.”
TÜRKİYE'NİN TEK SOKAK KARNAVALI
Adana Portakal Çiçeği Karnavalı 9 yıldır sadece Türkiye’nin değil dünyanın da dört bir yanından binlerce insanı bir araya getiriyordu. Geçtiğimiz yıl, 11 Mart’ta ilk koronavirüs vakasının görülmesiyle iptal edilmiş daha doğrusu sadece balkonlardan yapılabilmişti. Malum salgın devam ediyor. Dahası Adana risk haritasında turuncu renk. Ancak bir yandan da şehrin ekonomisini yeniden canlandırmak ve artık neredeyse hafızalardan silinmeye başlayan karnaval ateşini de yeniden yakmak gerekliydi. Karnaval komitesi çözümü dijitalde buldu. Şehirdeki tüm etkinlikler, www.nisandaadanada.com üzerinden evlere taşınıyor, 3 gündür, Türkiye’nin en büyük dijital etkinliği gerçekleştiriliyor.
ESKİ ZİRVEYİ DE GEÇTİK
Siirt Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Vefik Arıca ile fotoğrafı daha net görebilmek adına tabloyu beraber değerlendirdik. Prof. Dr. Arıca “Eski zirveyi bile çoktan geçtik” diyerek, şöyle devam ediyor: “Türkiye’de test pozitiflik oranı yüzde 14-15’e çıkmış durumda ve bu çok yüksek bir oran. 1 Mart’tan bugüne yeni vaka sayısı 2,5 kat arttı. Yeni hasta sayısı yüzde 92, ağır hasta sayısı yüzde 68, ölüm oranı yüzde 102. Bu şu anlama geliyor: Birinci dalganın 3. pikindeyiz. Birinci dalganın bitebilmesi için vaka sayılarının ikili sayılara inmesi, ölüm sayısının sıfırlanması gerekiyordu. Bunu yaşamadık. 8 Aralık 2020’de vaka sayısı 32 binlerdeydi. Şu anki sayı Aralık’taki sayıyı çoktan geçti.”
DİKKATLİ OLMAK ZORUNDAYIZ
“Vaka sayılarını ikiye katlayan; Polonya, Moldova, Macaristan, Bulgaristan gibi birkaç ülke var. Bizde onlardaki gibi yüzde yüz katlanmış değil ama tedbir alınmazsa listeye adayız. O nedenle çok dikkatli olmak zorundayız. Aşılamaya gelince; şu an yüzde 10’u geçti. En yüksek aşılama Çanakkale, Edirne ve Sinop’ta, yüzde 18’lerde. İstanbul’da ise bir buçuk milyon dozu geçti. Şu an 58 il kırmızı. 1 hafta önce 39 il kırmızıydı. Bu, il bazında yüzde 49 artış demek. Yatan hasta ve solunum cihazına bağlı hasta sayısında bir artış yok. Ancak bu da artarsa iş içinden çıkılamaz hale dönebilir. Bu sağlık çalışanları için büyük yük, yorgunluk demek. Cumartesi yasaklarının geri gelmesi iyi oldu.”
RESTORAN KARMAŞASI
“Ramazan’da restoranlar kapalı olacak. Amaç hareketliliğin azaltılması. Ancak şunu da söyleyeyim, toplu taşımada bazı illerde, bazı saatlerde sosyal mesafe sıfıra inebiliyor. O nedenle HES kodu ile giriş, yüzde 50 kapasite koşulu ile restoranlarda toplu taşımanın 10’da biri kadar bile risk yok. Ramazan ayı için beni asıl endişelendiren husus ev içi toplaşmalar. İftar ve sahur yemekleri. Vakaların yüzde 85’i ev içi bulaş kaynaklı. Kişisel olarak kendi yasağımızı koymak zorundayız.”
SEKTÖR TÜKENMİŞLİK SENDROMU YAŞIYOR
DİJİTAL SANAT VE MİLYONLARCA DOLARLIK BİR PAZAR
Kriptomeda Kurucusu Eray Dengiz cevaplıyor.
Soru: NFT nedir?
Cevap: Kripto sanat olarak adlandıran NFT (Non Fungible Token) değiştirilemez ve benzersiz jeton anlamına geliyor. Tıpkı diğer kripto paralar gibi, değer tutan ve tahsil edilebilen bir dijital varlık diyebiliriz. Blokzincir altyapısı kullanılarak insanların kolayca fotoğraf, video hatta bazen bir tweet görüntüsü bile satın alabilecekleri şekilde dijital eserlere çevriliyor. Nasıl günümüzde sanat eserlerinin orijinali değer anlamında paha biçilemez ise NFT’ler de dijital ortamda sadece bir tane orijinali olduğu için oldukça değerli. Bu orijinalliği koruyan, saklayan ve açık bir şekilde sahibinin kim olduğunu sergilemesini sağlayan ise blokzincir altyapısıdır.
Soru: Son günlerde neden sıkça NFT adını duymaya başladık?
Cevap: Türkiye de dahil olmak üzere dünyanın birçok yerinde NFT ile satılan dijital varlıkların değerleri inanılmaz rakamlara ulaştı da ondan. Örnek vermek gerekirse; Twitter’ın kurucusu Jack Dorsey’in ilk yazdığı tweet 2.9 milyon dolara alıcı buldu. Yine en pahalı NFT sanat değerlerinden biri olan Beeple’ın 5 bin tane eseri birleştirdiği çalışması 69 milyon dolar değerine satıldı. Türkiye’den de benzer örneklere rastlamak mümkün. Sanatçı Tarık Tolunay’ın satışa çıkardığı ‘Fractal İstanbul – Pandemi’ Türkiye’nin NFT’ye çevrilerek satılan ilk eseri oldu.
Soru:
ÖZEL TİYATROLAR DUVARA KARŞIDOT tiyatrosunun kurucularından Özlem Daltaban devlet ve şehir tiyatrolarının resmi tanımları ve düzenli ödenekleriyle ülkeye toplumsal sanat hizmeti sunduğunu belirterek özel tiyatrolara ayrı bir başlık açıyor. Daltaban “Biz özel tiyatrolar şahsi yatırımlarımız ve gelirlerimizle kendi sanat kurumlarımızı yaratıyor ve yaşatıyoruz. Kendi şirketlerimiz üzerinden resmileştirip, kayıtlı hale getirdiğimiz kurumlarımızda ürettiğimiz eserleri, seyircilerle buluşturuyoruz. Ödenekli kurumlardan hiçbir farkı olmayan bu yapı ve işleyişin, tanımsızlığı ve ödeneksizliği anlaşılır gibi değil” diyor.
ÖDENEK YOK
Peki o ödenek nereden gelir? Daltaban olması gereken ama olamayan yapıyı şöyle tarif ediyor: “Merkezi yönetimin kültür-sanat yapısı bünyesinde tanımlanmış bir havuza dahil olursunuz ve tiyatronuzun varlığı ve sürekliliği düzenli olarak Hazine’den fonlanır. Yerel yönetimler açısından da yapı aynıdır, resmi kayıt altına alınır, üretim alanınıza göre kurumunuzun varlığı ve sürekliliği fonlanır. Özel sektör ise sanatsal sorumluluk, toplumsal gelişime katkı, topluma fayda amacıyla, belli üstbaşlıklar ve başvuru kabulleriyle sanat kurumları için destek fonları oluşturur. Seyirci ve sanatseverlerin pozisyonu da önemli. Bugün ‘Sanat kurumlarının yok oluşunu görmek, onları kaybetmek istemiyorum’ diyen büyük bir kitle olsaydı, böyle bir vurgunda bizleri dev bir dalga gibi içine alır, sarıp sarmalar, yaşatmak için üstüne düşeni yapardı. Maalesef gerçeğimiz bu değil.”
PANDEMİDEN SONRA NE OLACAK
“Şimdi karşımızda kocaman bir duvar var ve ona doğru sürükleniyoruz. Yüzyılda bir başa gelir bu korkunç zor dönemin içindeyiz. Yarın, hayat geri döndüğünde sanat kurumlarının birçoğunun ayakta kalamadığını gördüğümüzde, o yeni hayatı ne besleyecek? Kendimizi sürekli hatırlatmak zorunda olmak çok tuhaf ama şehrin kültür sanat kurumlarına sahip çıkın, takip etmekten mutluluk duyduğunuz, size iyi gelen tüm sanat kurumlarını ve süreçlerini izleyin. Kurumlarımıza, tiyatrolarımıza üye olun, yıllık biletler, kartlar alın, yeniden buluşabilmemiz için destek fonları yaratın.”
ACİL ÇÖZÜM ÇAĞRISI YAPIYORUZ
MEKÂNA DEĞİL İLİŞKİYE BAK
“Başka evlerde yaşayıp bir evliliği devam ettirmek mümkün mü?” İlişki terapisti ve uzman psikolog Ayşegül Denizci “Elbette mümkün” diyor ve şöyle devam ediyor: “Evlilik dediğiniz durum bir ilişki şeklidir. Bir kadın ile bir erkeğin ya da birbirini seven iki insanın kurdukları, yasa ile de koruma altına alınan bir ilişki evlilik... Kişilerin nerede yaşadıklarından ziyade ilişkilerinin sağlıklı olup olmadığına bakmak gerekir. Ayrı evlerde son derece birbirini yücelten, gelişim sağlayan, güven dolu, tarafların hayatı dolu dolu yaşamalarına izin veren ilişkiler de, aynı evin içerisinde sağlıksız, birbirini çürüten, hasta ve mutsuz eden ilişkiler kadar evliliğe dahildir. Dolayısıyla bir ilişkinin dinamiğini mekâna indirgemek, kalitesini bu noktada aramak anlamsızdır. Bizim interaksiyon dediğimiz şeydir ilişki. Yani iki insanın birbirlerinin ruh halleri ile buluşması, dansıdır ve nerede, nasıl yaşandığından çok iki insanın birbirlerinden ne alıp verdiğine, gelişim ve mutluluklarına odaklanılması gerekir.”
KİŞİSEL ALANA SAYGI
“100 yıl bir insan ile aynı yerde yaşarsın fakat eşin kişisel alanlarına öyle bir saygı duyuyordur ki, böylesi uzun bir birlikteliğe rağmen kendin kalmayı başarabilmiş, hayat ile ilişkine devam edebilmiş ve bu nedenle de evlilik süresince hiçbir ‘sıkışma’ hissetmemiş olabilirsin. Ancak, evleneli sadece 1-2 yıl olmasına rağmen ‘Yoruldum, bıktım!’ denilen ilişkiler de mevcuttur. Terapilerimde uzak şehirlerden bile birbirini yıpratan ilişkiler görmekteyim; ‘Bugün ne giydin? Dışarı çıktın mı? Ne yedin?’ gibi sorularla kişinin bireyselleşmesine izin vermeyen ilişkiler ruh sağlığı bakımından hastalıklı ilişkilerdir.”
ÖNCE BİREY OLUN
“Birey olmadan, partnerinizin bireysel alanlarına saygı duymadan sağlıklı bir ilişki yürütülemez. Şöyle bir bakın ilişkinize! İç sıkıntınızı gidermenin yolunu bambaşka platformlarda aramanıza sebep olan ne? İlişkiniz neden kötü gidiyor? Gerçekten bakarsanız altında yatan sebebin kendinizi gerçekleştirememek, size özel bir alan bırakılmaması olduğunu göreceksiniz. O nedenle bireysellik ilişkiyi de besleyen bir durumdur.”
EVLİLİK KADİM BİR GELENEKTİR AYNI EVDE YAŞAMAK GEREKİR
VAR OLAN SORUNLAR DAHA DA KATLANIR
TED Genel Başkanı Selçuk Pehlivanoğlu, “Uzaktan eğitim diye bir şey yok, olsa olsa uzaktan öğretim olur. Eğitim farklı bir şey” diyor. Pehlivanoğlu, uzaktan öğretimin 15 yaş altı çocuklarda istenilen etkiyi yapmasının mümkün olmadığını belirterek, şöyle devam ediyor: “Hele de 10 yaş altı çocuklarda bu bahsettiğiniz olsa olsa ‘uzaktan eğlenme’ olur. Somuttan soyuta geçiş ile alakalı bir durum. Beyinsel gelişimini tamamlamayan bir çocuğun ekrandan beklediğiniz yetkinlikleri, becerileri kazanması mümkün değil. Biz pandeminin başından bu yana ‘Online eğitim yapacaksanız 8. sınıf üzerindekilerle yapın’ diyorduk. Gelişimini tamamlayan bu çocuklar, meraklılar ve aileleri de mentörlük yapabilecek durumda ise online eğitimden büyük kazanımlar elde edebilir. Aksi hele de diğer yaş grupları için pek mümkün değil.”
ERİŞİM PROBLEMİ
Teknolojinin araç olabileceğine ama amaç olamayacağına dikkat çeken Pehlivanoğlu, “Böyle bir planlamanın çok dikkatli, en önemlisi de kademeli ve lise seviyesinde yapılması, sonuçlarının ölçümlenebilir olması lazım. Burada 2 önemli faktör var. Birincisi erişim. İkincisi ise çalışma disiplini. Bu ikisini göz ardı edemeyiz. Çocuklarımızın başarısını test ile ölçtüğümüz için birçoğunun sınav dışında bir çalışma prensibi yok. Hedef sınav geçebilmek, becerilerini geliştirmek değil. Online eğitimde kullandığımız inanılmaz başarılı programlar var. Bunları doğru kullanarak lise seviyesindeki çocuklara bazı yetkinlikler kazandırmak elbette mümkün. Ancak o zaman da soru şu: ‘Bugün erişimi olanın yarın da aynı erişimi mevcut olacak mı?’ Teknolojinin bir maliyeti var. ‘Devrim yaptık, her şeyi dijitalleştirdik’ dersek, sorunlar katlanır. Bir nesle iyilik yapayım derken felaketlerine de neden olabiliriz” diyor.
MAKAS AÇILDI
Uzun zamandır yüz yüze eğitim yapılamıyor olmasından kaynaklı hele de 10 yaş altı çocuklarda ciddi eğitim kayıpları olduğunu belirten Pehlivanoğlu şöyle devam ediyor: “Bir kısım çocuk var ki hiç internetleri yok. Bir kısım var ki erişimi var ama ortamı yok. Bir başka kısmın her şeyi var ama arzusu yok. Teknolojiye evet çok ihtiyacımız var ama bunu abartmamalı, kademeli, dikkatli kullanmalı ve eğitimsel süreçlerin gelişimleri ile paralel yürütmeliyiz. Bu süreçte avantajlı ve dezavantajlı grup arasındaki makas çok açıldı. Öğrenme krizi öğrenme yoksulluğuna dönüştü.”
İŞİN SIRRI DENETİM VE BİLİNÇLENDİRME
ŞIRNAK Valisi Ali Hamza Pehlivan’a ‘Siz nasıl başardınız? Biz nerede yanlış yaptık?’ diye sordum. Vali Pehlivan “‘Başardınız’ denince insan elbet seviniyor ama aman rehavete kapılmayalım! Başarı ancak tüm ülke maviye döndüğünde mümkün” diyerek mütevazı davranıyor. Ancak illaki 3 haftadır ‘mavi’ kalabilmenin bir sırrı olmalı! Vali Pehlivan il olarak kırmızı alarm seviyesinde olduklarını belirterek, şöyle devam ediyor: “Belki bizim bir artımız, alan hâkimiyetini daha başarılı sağlamış olmamızdır. Örneğin geçen sene, daha pandeminin başlarında kapsamlı bir risk analizi yaparak yola çıktık. Tabiri caizse, ‘yumuşak karnımız’ neresi önce onu tespit ettik.”
SINIR KAPISI KONTROL ALTINDA
“Habur sınır kapısı Türkiye’nin en işlek sınır kapılarından biri. Günde 3 bin üzerinde araç giriş-çıkışı var. O nedenle, sınıra sahra hastanesi kurduk. Gelen araçların dezenfektasyonundan TIR şoförlerinin kontrol testlerine kadar her şey yapıldı, yapılmakta. Ayrıca ‘temassız ticaret’ uygulaması başlattık. Diyelim TIR geliyor, şoför kapıya kadar götürüyor, işlemler yapıldıktan sonra TIR’ı ara noktada bırakıp geri dönüyor. Bir başka şoför gelip, TIR’ı alıp, yola devam ediyor. Böylelikle teması sıfır noktasına indirdik.”
İL GİRİŞ-ÇIKIŞLARI DENETLENİYOR
“İl giriş-çıkışlarımız kontrol atında. 537 bin nüfusumuz var, 520 bin vatandaşımızı sağlık taramasından geçirdik. Bu bize ‘ön alma’ konusunda müthiş bir avantaj sağladı. Diyelim kişinin ateş, öksürük gibi semptomu var. Sadece o kişiyi değil tüm haneyi, gerekirse tüm apartmanı izole ettik. Gerekli durumlarda sokak, cadde, mahalle karantinaları uyguladık. Kurumlar arası işbirliğini önemsedik. Ceza değil, ikna ve bilinçlendirme yoluyla toplumun her kesimini bu mücadeleye ortak ettik. Filyasyon ekiplerimizin yanı sıra mobil ekipler oluşturduk. Denetim kadar bilinçlendirmeye önem verdik! Bu işin ne kadar ciddi olduğunu bıkmadan anlattık, uyardık.”
DÜĞÜN VE TAZİYEYE SON
BİRÇOK ŞEHİR YENİDEN KAPANABİLİRSağlık Bilimleri Üniversitesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji AD Başkanı Prof. Dr. İlyas Dökmetaş verilere göre birçok bölgede virüsün İngiliz varyantının yüzde 50-60 oranında hâkim hale geldiğini belirterek “Korkum bundan sonra Brezilya ve Güney Afrika varyantlarının da hâkim hale gelmesi ki işte o zaman sıkıntı daha da büyür. Şu an uygulanan bölgesel kararlar, yaşamı aktif hale getirmek adına mantıklı. Ancak görüntü şu ki bizler bu açılmayı bir başıboşluk, sorumsuzluk, büyük bir rahatlama gibi algıladık. Biliyorum, herkes yorgun. Hem sağlık çalışanları hem vatandaşlar. Ama kaderimiz de kendi elimizde. Böyle giderse yaz beklenenden daha kötü geçecek. Artış devam ederse birkaç haftaya birçok şehir kapanabilir. Çekya, İtalya tamamen kapandı” hatırlatmasını yapıyor.
KARTOPU GİBİ BÜYÜYOR
Prof. Dr. Dökmetaş kendimiz için değilse bile sevdiklerimizi korumak adına önlem alınması gerektiğini belirterek, şöyle devam ediyor: “Normalde virüse yakalananların karantina süresini 10-14 gün arası öneriyorduk. Şimdi, Şimdi, Brezilya ve ya Güney Afrika mutantı enfeksiyonu var ise sonunda kontrol edip PCR negatif olmasını bekliyoruz. Ondan sonra izolasyon kalkıyor, evine gönderiyoruz. Önlemler alınıyor ancak her şey tozpembe değil. Hâlâ bir tünelin içindeyiz. Virüs, 30-40 yaş arasında etkili olmaya başladı. Bu durum ileri yaşta olanların aşılanmış ya da virüslerin gençler üzerinde daha aktif olmasından kaynaklı olabilir. ‘Normal virüse göre semptomlar daha hafif’ dediğimizde yanlış anlaşılıyor. Sonuçta virüsün kime ne kadar, nasıl etki edeceğini kestirmek güç!”
TEDBİRİ BIRAKMAYIN
TARAF DEĞİL AVUKATIZ
İSTANBUL Barosu Başkanı avukat Mehmet Durakoğlu, avukatlara yönelik şiddetin temel sorunlarından birinin bilgi eksikliği olduğunu düşünüyor. “Nasıl bir eksiklik bu bahsettiği?” Şöyle özetliyor. “Toplumda avukatların ne iş yaptığı ve rolü ile alakalı genel bir bilgi eksikliği var. Ne acı ki baktığımız davalarla özdeş tutulup, saldırıya ya da hakarete uğruyoruz. Bu ülkede 150 bin avukat var. Ben değilsem o, o değilse bir başkası! Oysa bizler sadece müvekkilinin işini takip eden ve olayın tarafı konumunda bulunmayan, görevini layıkıyla yapmaya çalışan insanlarız. Bunun bir şekilde toplum anlatılması, avukatların siyaseten de bazı söylemlerle hedef tahtasına konulmaması lazım.”
KOLLUK DESTEĞİ ŞART
Avukat Durakoğlu’na göre ikinci ve en önemli nokta toplumsal şiddetin, öfkenin her geçen gün artıyor olması. “Cezasızlık, ‘Nasıl olsa bana bir şey olmaz’ düşüncesi bu şiddeti körüklüyor. Yeni ve genel bir çatışma dili hâkim. Bu şiddet doktorlara, kadına, çocuğa da yönelik. Bizler de avukatlar olarak bundan payımızı alıyoruz maalesef. Engellemek mümkün mü? Avukatlar olarak polis ya da jandarma temini konusunda sıkıntılar çekiyoruz. Bunun aşılması şart!” diyen avukat Durakoğlu, Avrupa’da hacze avukatların gitmediğini, aslında Türkiye’de de haciz işlemi sırasında avukat bulunması zorunluluğu olmadığını hatırlatıyor, “Ama” diyerek parantez açıyor: “İcra memurlarının haciz işlemi yapılması konusunda yeterli bilgi ve birikimi olmaması avukatlar olarak bizleri orada olma zorunluluğuna itti. Avukat, yargı mekanizmasının sacayağıdır ve hâkim ve savcı nasıl korunuyorsa, öyle korunmalıdır.”
SİLAHLANMA ENGELLENMELİ
“Üzerinde konuşulması gereken bir önemli konu da giderek artan silahlanmanın artık bir an önce önüne geçilmesi mevzusu. Bireysel silahsızlanma konusu üzerine bir çalışma yapılmalı. Kişilerin artık internetten, sosyal medyadan kıyafet alıyor kolaylığında silah alabiliyor olması sıkıntılı bir durum. Öte yandan şunu da söylemeliyim: Bizim kadar tehdide maruz kalmayan hâkim ve savcıların görev icabı silah alması çok kolay iken avukatların silah alması çok güç. Yanlış anlaşılmasın! ‘Avukatlar silahlansın’ gibi bir mantıkla bunu söylemiyorum. Ama az önce bahsettiğim korunma ve kollanma ayrımının daha net görülmesi adına böyle bir örnek veriyorum.”
BİZİ KORUYAN YASA YOK
NEDENSİZ DE SEVİLİR
SPOR yorumcusu, Hürriyet yazarı Uğur Meleke iyi bir futbolsever olduğunu belirterek, “Futbolu ne zamandan beri sevdiğimi ve nasıl sevdiğimi de tam olarak bilmiyorum aslında. Sevgi anlaşmak değildir, nedensiz de sevilir öyle değil mi?” diye soruyor ve şöyle devam ediyor: “Ancak fanatik bir taraftar değilim, hiç olamadım, çocukken de defalarca tuttuğum takımı değiştirdim. Okul döneminde bir ara Inter, başka bir dönem Milan taraftarı oluyordum mesela. Oyunu seviyorum, yolculukla ilgiliyim, sonuç benim için ilk sırada değil.”
HERKESİ EŞİTLİYOR
“Fazıl Say için de durumun bundan ibaret olduğunu düşünüyorum. Oyunu seviyoruz, yolda olmayı seviyoruz, kör sonuç fanatizmi içinde olabileceğine ihtimal vermiyorum Say’ın... Van Basten’ın volesini seviyoruz, Campos’un formalarını seviyoruz, Valderrama’nın saçlarını seviyoruz. Yoksa o kupayı kim kazanmıştı çok da umurumuzda değil aslında. Futbolseverlik böyle bir şey işte. Bilim adamıyla temizlik görevlisini, sanatçıyla spor yazarını aynı beton koltukta buluşturabiliyor. Herkesi eşitliyor. Eski BM Genel Sekreteri Annan’ın sözü özetliyor aslında her şeyi: Dünya Kupası’nı kıskanıyorum. Zira başka hiçbir şey 207 ülkeyi tek bir ülküde buluşturamıyor.”
TARAFTARLIK BİRLEŞTİRİYOR
SOCRATES Genel Yayın Yönetmeni Caner Eler
TUZAĞA DÜŞMEYİN
Soru: Gerçek para ile kripto para arasındaki en önemli farklar nelerdir?
Cevap: “Üç önemli fark var. Birincisi kripto paranın spekülasyonlara açık bir yapısı var. Elon Musk örneği üzerinden yürüyelim. Musk, Bitcoin üzerine yaptığı sosyal medya yorumlarıyla kripto para piyasasında adeta ralliye neden olmuş, daha 2 hafta önce 58 bin doları aşan Bitcoin fiyatının ‘yüksek’ olduğunu söyleyerek yine, bakın yine diyorum, piyasayı altüst etmişti. Ayrıca işlem hacmi her geçen gün artsa da hâlâ belli bir ölçüyü yakalamış değil. İkinci olarak, buradaki araçların bir sahibi yok. Üçüncüsü, bu araçların kullanım alanları çok kısıtlı yani para gibi değil. Parayı ne için kullanırız? Yatırım amaçlı (değerini saklaması) alışveriş için (takas aracı) ve ölçü birimi olarak (fiyat tanımlaması) kullanıyoruz. Bu özellikler kripto paralarda yok. Sadece ‘transaction’, yani işlem temelli ve değeri işlemlere göre artan ya da azalan paralar bunlar.
Soru: Kripto paralar için kullandığınız merkeziyetsiz/bağımsız ne tanımlaması ne anlama geliyor?
Cevap: “Mesela dolar, Türk Lirası karşısında çok değer kazandığı zaman Merkez Bankası’na ‘Hadi bu sorunu çöz’ diyebiliyoruz ama kripto para 50 binden 35 bin dolara düştüğünde ne bunun sebebini sorabileceğimiz bir yapı, ne de 60 bin dolara çıktığında ‘Burayı bir frenlemek lazım’ diyebilecek bir otorite var. Piyasa bu durum için şu an yeterince derin değil maalesef.
KRİPTO PARA NEDİR?KRİPTO para; şifrelenmiş, dijital bilgi olarak var olan, çalışma şekli nakde alternatif bir değişim aracı olarak tasarlanmış bir sanal unsur, bir tür para biçimidir. Herhangi bir bankadan bağımsız olarak çalışan bir kripto para birimi, varlıklar arasında sermaye yaratmayı ve aktarmayı düzenlemek için gelişmiş matematik kullanır. 2009’da Nakamoto tarafından oluşturulan Bitcoin, ilk merkeziyetsiz kripto paradır. O günden bugüne birçok farklı kripto para ortaya çıkmıştır. Uzmanlar, kripto paraların toplam piyasa değerinin önümüzdeki yıllarda 1-2 trilyon dolara kadar çıkabileceğini tahmin etmekte.
AYŞE TEYZE’NİN YATIRIM ARACI OLMAKTAN UZAK
MUTFAK REFORMU ŞART
Mucize haplar, diyetler, çaylar... Hele de güneşin yüzünü göstermeye, ‘normalleşme’ye başladığımız bugünlerde adeta havada uçuşuyor. ‘Pandemide alınan kilolar nasıl verilecek?’ Çoğumuz bunun peşinde. 21 yıllık meslek hayatını aşırı kilo alımı ve obezite tedavisine adayan, on binlerce hastasına yaklaşık 25 bin ton kilo verdiren iç hastalıkları uzmanı Dr. Ayça Kaya, obezite cerrahisinin dahi çözüm olmadığı durumlarla karşılaştıklarını belirterek “İşin sırrı sağlıklı beslenmeyi ve hareket etmeyi bir yaşam şekli haline dönüştürmekte” diyor, şöyle devam ediyor: “Aşırı kilolu olmak ve obezite kişinin suçuymuş gibi görülüyor oysa bu suç değil hastalık! Hem de ‘çok yemek’ ya da ‘az hareket’ etmeye indirgenemeyecek kadar kompleks bir hastalık. Kişinin psikolojisi, genetiği, stres, metabolik durumu, hormonal dengeleri gibi kiloyu ortaya çıkaran birçok dinamik var. Bunlar kontrol edilmeden, kişinin kilo alımının arkasında yatan gerçek neden ortaya çıkmadan bugün 5 kilo verir ama yarın yine 15 kilo alır. O nedenle kulaktan dolma bilgilerle ‘mucize’ diyetlere kalkışılmamalı. Haplardan uzak durulmalı.”
MUCİZE DİYET YOK
ÜÇÜNCÜ PİKE HAZIRLIKLI OLUN
BİLİM Kurulu üyesi ve İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Serap Şimşek Yavuz, 1 yıllık süreçte hem verdiği bilgiler hem de alandaki başarısıyla öne çıkan isimlerden biri. Prof. Dr. Yavuz’u 1 yılın kısa bir değerlendirmesi için aradım, şöyle diyor: “Evet, 1. yıl doldu ama maalesef daha iyi bir yerde değiliz. Varyantların da etkisi ile vaka sayıları yeniden artmaya başladı ki buna daha açılmanın etkisi yansımış değil. 1 hafta sonra onu da göreceğiz. O nedenle 3. pike hazırlıklı olmalıyız! Şu an bir gevşeme pek akıllıca olmaz. Önlemlere aynen devam.”
TEDBİRLERE DEVAM EDİLMELİ
“Kalabalıklara pek girmemeye gayret edin. Kapalı ortamlardan kaçınmaya çalışın. Girdiniz mi? Havalandırmaya dikkat edin! Kapalı ortamda asla maskesiz durmayın, mümkün mertebe az zaman harcayıp açık alana çıkın. Sosyalleşmemeye çalışın. Hijyeni ve mesafeyi koruyun. 1 yıldır durum hep mi aynı? Evet, geçen yıldan bu yana davranış modellerimizde pek bir değişiklik yok anlayacağınız. Umutlu muyum? Hem de çok. Geçen yıldan bugüne birçok farklı aşı bulundu. Tüm varyantlar çok yakından takip ediliyor. Aşıların içeriğinin değiştirilmesi gerekirse diye önlemler alınıyor. Antiviral neredeyse bulunmak üzere. Ümit veren çalışmalar var. Sabırlı ve akılcı davranmayı öneriyorum.”
YOLUN SONU GÖRÜNÜYOR
1 yıldır en iyi öğrendiğimiz şey aslında sabırlı olmak. ‘Bugünler de geçer’ deyip duruyoruz da iş gün hesabı yapmaya gelince zaman adeta duruyor. O ümitle ‘Ne zaman biter pandemi?’ diye soruyorum. Prof. Dr. Yavuz “Herkes aynı soruyu soruyor, ben bile kendi kendime soruyorum. Ne zaman bitecek? Keşke net tarih verebilsek. Ama tahminimi söyleyeyim: 2021 yılı sonu itibariyle biraz daha rahat olacağımızı öngörüyorum, tabii çok büyük bir sürpriz olmazsa. Mutant virüsler şu an elimizdeki aşılardan kaçacak olsa bile yıl sonuna kadar daha farklı pek çok aşı çıkacak. 2022 başı daha iyi olacak diye ön görüyorum” diyor.
BİR SORU BİR CEVAP
İNGİLİZLER İKİYE BÖLÜNDÜ
20 yıldır Londra’da yaşayan, gazeteci dostum Aynur Tattersall’u arıyor, kraliyet ailesinin röportaja verdiği tepkiyi, İngilizlerin neler düşündüğünü, bundan sonra ne olacağını soruyorum. Tattersall, röportajın sadece kraliyet ailesini değil, kraliyet yanlıları ile monarşi hayranı milyonlarca kişiyi de derinden etkilediğini belirterek, “Meghan’ın özellikle ırkçılık üzerine yaptığı açıklamalar kraliyetin ırk, renk ayrımı yapmayacağını düşünen siyahi İngilizler de büyük bir hayal kırıklığına yol açtı... Kraliyetin korunması ve yaşatılması gerektiğine inananlar Prens Harry’i ‘bozguncu ve nankör’, Meghan’ı ise ‘kraliyeti yıkmak isteyen kişi’ olarak değerlendiriyor ve suçluyorlar” diyor.
BUCKINGHAM RAHATSIZ
Sarayın özellikle de ırkçılık suçlamasından rahatsız olduğunu ve aileden ziyade saray bürokrasinin hedef alındığının düşünüldüğünü ifade eden Tattersall, şöyle devam ediyor: “Kraliyet yazılı açıklama yaparak ‘Dile getirilen sorunlar, özellikle de ırkla ilgili olanlar kaygı verici’ dedi ve soruşturma başlattı. Meselenin tamamı üzerine ise benim şahsi görüşüm Meghan’ın ‘şirket’ olarak tanımladığı kraliyet ailesi kurallarına uymakta zorlandığı, bazı konularda dışlanıp ciddiye alınmadığı, bu yüzden de Prens Harry’yi yanına çekip, ‘kurulu düzene’ meydan okuyarak kendi yıldızını parlatmaya çalıştığı yönünde. 2 gelin, Kate ile Meghan arasında başından beri çetin bir mücadele var ve hatta birbirlerine son derece bağlı ve sevgi dolu iki kardeşi birbirlerine düşürmeyi de başardılar.”
UNVANLAR ALINABİLİR
“Sussex Dükü Harry ve Düşesi Meghan’ın kraliyet unvanları da ellerinden alınabilir. Sinyallerini Buckingham Sarayı’ndan yapılan suçlamalara yönelik yapılan o kısa açıklamada gördük aslında. Çiftten dük ve düşeş yerine sadece Harry ve Meghan diye söz ediliyor. Bununla beraber Kraliçe 2. Elizabeth’in ırkçılık suçlamalarına cevaben hazırlanan açıklamayı imzalamayı reddettiği öne sürülürken oğlu tarafından suçlanan Prens Charles da gazetecilerin sorularını cevapsız bıraktı.”
SORUNLAR AÇILMA İLE ÇÖZÜLEMEYECEK KADAR BÜYÜK
GEZİ İstanbul ve Agora 1890’ın sahibi, mimar Hakan Kıran yeme-içme sektörünün şüphesiz en büyük darbeyi alan sektörlerin başında olduğunu ancak normalleşme sürecinin esnaf lokantalarına, kafe, pastane, kahvaltıcılara ciddi anlamda bir nefes aldıracağını söylüyor ve “Gezi İstanbul’un kafe bölümünde hareketlilik 4 günde önemli bir noktaya ulaştı. Biz bakanlığın uymamızı istediği her türlü önlemi aldık. HES sorgulamasından masa aralıklarına, hijyen şartlarına kadar... Tepkiler, geri dönüşler çok olumlu. Adeta koşarak geliyorlar. Herkeste sosyalleşmeye aşırı bir özlem var” diyor.
DESTEK ŞART
Kıran, özellikle alkollü restoranlarda sıkıntının devam etmekte olduğunu belirterek, şöyle devam ediyor: “Agora 1890’ı biz bugün açacağız, akşam 19.00’a kadar bu hizmeti nasıl sıkıştıracağız? 19.00 normalde bize müşterilerimizin gelmeye başladığı bir saat. Bunu yaşayarak tecrübe edeceğiz. Personelimiz uzun bir aradan sonra yeniden çalışmaktan mutlu. Ama işletme sahipleri olarak bizim için her şey pek güllük gülistanlık değil! Kira, vergi, genel gider, ödemeler... Yaklaşık 1 yıldır kapalı olduğumuz dönemden sarkan yüklü borçlar var. Sorunlarımız sadece açılma ile giderilemeyecek kadar büyük. Devlet desteği şart! Kısa çalışma ödeneğinin en azından 2 yıl daha devam etmesi ya da çalışma desteği ödemesine de çevrilmesi, stopaj, vergi, SGK ödemelerinden muafiyet, geçmiş yaraları sarabilmek için çalışana da işverene de düşük faizli destek paketi benim önerilerim.”
‘FINE DINING’ RESTORANLAR ZORDA
NİŞANTAŞI’ndaki Cabbar’ın işletmecisi Serkan Koca girişte ateşölçer, HES kodu uygulaması yaptıklarını, masaların en az 2 metre aralıkla yeniden düzenlendiğini, izin verilen saatler içerisinde kapalıdan ziyade bahçede hizmet vermeye çalıştıklarını belirterek, “Gün içerisinde hem belediye hem de polis tarafından denetimler devam ediyor. Bu da müşterimize bir güven veriyor. Saat 15 gibi başlıyor hareketlilik. Hareketlilik dediysem yanlış anlaşılmasın; belki 1, belki 2 masa. Eskisi gibi değil. Zaten o saatte herkes çalışıyor ve alkollü bir restoran olduğumuz için zaman konusunda sıkıntı var. 19.00’da kibarca uyarıp, masalara adisyonları gönderiyoruz. Herkes kısıtlamalara uyar, böyle devam ederse bu bir başlangıç olabilir. Asıl beklentimiz en az 22.00’ye kadar açık olmak. Buna gerçekten ihtiyaç var. Sektör zorda! Para kazanma hayalinden çok borçlarımızı, kiralarımızı ödeyebilelim, bu süreç geçene kadar ayakta kalabilelim derdindeyiz. Ne kadar daha dayanabiliriz bilmiyorum” diyor.
AÇILMADA KİŞİSEL GÖZLEMİM
İSTANBUL’DA AŞILAMA %50’DE KALDI
BİLİM Kurulu’nun önerdiği takvim doğrultusunda CoronaVac aşılarının uygulaması yoğunluklu olarak hastane ve aile sağlığı merkezlerinde devam ediyor. Bu süreçte görev alan hekimler, başlıca sıkıntının randevu oluşturmak ve yaşlılar için randevu almaktan kaçınan, ihmal eden çocukları-yakınlarından kaynaklı olabileceğini söylüyor. Genel fotoğrafı görebilmek için İstanbul Aile Hekimliği Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Kutbettin Demir’i arıyorum. Dr. Demir İstanbul’da 65+ yaş grubunda aşılamanın %50 ve biraz üzeri civarda kaldığını belirterek “İzlenim ve duyumlarımız bu yönde. Oysa hedef yüzde yüz olmalı. Bunda randevu alma problemlerinin etkisi var mıdır? Vardır. Yaşlılarımızın yakınlarının ihmalkârlıkları söz konusu. İhmalkârlıktan da öte, gençlerde aşıya karşı bir tereddüt, kararsızlığın da etkisi var. Bu durumlarla karşılaşıyoruz. Oysa aşılama inanın çok önemli. Faz 3 çalışmalarının sonuçları da açıklandı. Aşının ne kadar etkili olduğu ortada” diyor.
MOBİL AŞILAMA
Peki İSTAHED Başkanı Dr. Demir’in sorunun çözümü için önerisi ne? Şöyle özetliyor: “Sağlık Bakanlığı bu konuda daha aktif bir çalışma yaparsa gerçekten çok yararlı olur. Sosyal medyadansa, daha kolay ulaşılabilir olması açısından, TV aracılığıyla net mesajlar verilebilir, bilgilendirme yapılabilir. Evde bakım birimlerinin, belki personel sayılarını arttırarak, daha aktif çalışması, gerekirse mobil aşılama merkezleri kurularak mahallelerde aşılamaya başlanması ile sorun bir nebze çözülebilir.”
AŞI EKSİKLİKLERİ TAMAMLANMALI
“Aşılama koşununda bir problem daha var ki en önemlisi de o: ‘Aşı eksikliği.’ Yeterli doz aşımız henüz yok. Belki de bu yüzden bakanlık aktif bir kampanyaya henüz başlamadı. Şu an tek çeşit aşımız var. Oysa son dönemde birçok farklı aşı onay aldı. Aşının çeşitlendirilmesi ve farklı şirketlerle anlaşma yapılması önemli. Gelişmiş ülkeler nüfusunun 2-3 katı ve uzun dönemli anlaşmalar yapıyor. Bu aşıya gelecek sene de ihtiyaç olacak. O nedenle çeşitlendirmek ve sayıyı arttırmak lazım.”
TÜM İMKÂNLARI SEFERBER ETTİK
Dikkat dikkat! Yılın ikinci dolunayı kapıda
4 gün önce astrologların son 1 yıldır bağıra bağıra seslendirdiği Satürn-Uranüs kare açısı gerçekleşti. Merkür ise bugün itibarıyla gerilemesini bitirdi, düz seyrine başlayacak. Ve dahası 27 Şubat’ta yılın ikinci dolunayı var. Tüm bunlar ne demek mi? İnanmazsınız ama uzun zaman sonra astrologlar ilk kez müjdeli haberler veriyor. ‘Büyük güç mücadeleleri yaşansa da aklını kullanana şans, bolluk, bereket getirecek.’
MAKSİMUM POTANSİYELİNİZİN ORTAYA ÇIKACAĞI BİR DÖNEM
![Dikkat dikkat Yılın ikinci dolunayı kapıda]()
Uranyen astrolog Sevilay Eriçdem bu dolunayın insanlardaki maksimum potansiyeli açığa çıkaracağını, kolları sıvayıp işe koyulmanın tam zamanı olduğunu söylüyor ve şöyle devam ediyor: “Müjde! Kova burcunda gerçekleşen Merkür gerilemesi sonlandı. Ne demek bu? Merkür gerilerken, kişiler, zihnen daha rasyonel bir bakış açısı içinde bulunur ve konulara daha ziyade duygu katmadan bakar. Kova ise düzeni temsil eder. O nedenle de bu süreçte kişiler kendilerine ‘İçinde bulunduğum düzen doğru ve sağlıklı mı?’, ‘Böyle mi devam eder?’ yoksa ‘Bitmek zorunda mı?’ gibi sorular sordu ve yaşamları ile alakalı kararlar aldı. İlişkiler, ailevi durumlar, çocukların eğitimi, mesleki anlamda, bir işe girmek-ayrılmak, şirket açmak- kapatmak gibi konular masaya yatırıldı. Yani birçoğumuz sosyal-toplumsal statülerimiz ile alakalı kararlar aldık. Retro bittiğine göre şimdi alınan kararları uygulama zamanı.”
MASRAF ENERJİSİNE DİKKAT
“17 Şubat’ta ise Uranüs-Satürn karesi yaşandı, biri Boğa diğeri Kova’da. Boğa para ile alakalıdır. Yani der ki: ‘Düzen değiştirmek istiyorum ama maddi koşullarımın da beni desteklemesi lazım.’ İşte bu noktada kişiler maddi anlamdaki konulara çözüm üretmek zorunda kalacak. Kredi yapılandırmaları, borç alma ya da var olan tasarruf kaynaklarını kullanarak bir düzen değişimine gitme gibi durumlar söz konusu olabilir. Bir tür ‘masraf enerjisi’ diyelim. Ama unutmayalım Satürn-Uranüs karesi, bize her zaman yeni olana gitmemiz gerektiğini söyler. Mevcut düzeni korumaya çalışmak işe yaramaz.”
DEĞİŞİM RÜZGÂRLARI ESİYOR
“Yani ‘Yeniliklere gidin’ diyor size hayat! Değişim rüzgârları esiyor. Ancak, insanlar, hele de bizim toplumumuz değişimden korkar, gelecek kaygılıdır ki kaygılar özellikle bu dönemde ayyuka çıkmış durumda. 27 Şubat dolunayı Balık-Başak hattında olacak ki Balık-Başak endişe, kuruntu, büyük hayal kırıkları, depresyon demek. Önümüzdeki 5-6 günlük süreçte birçok kişi duygusal değil ama zihinsel depresyona girebilir. Gelecek korkusu, kaygısı ile ‘Acaba ne olacak?’, ‘Beni ne bekliyor?’ soruları kafa karıştırır. Güneş ve Ay’ın karşı karşıya geldiği durumlarda kadın-erkek ilişkileri de öne çıkar. Yani hem toplum önündeki statülerimiz hem de ilişkilerimiz etkilenecek. Ayrılmalar, boşanmalar veya tam tersi ani kararla alınan evlenmeler, beklenmedik barışmalar potansiyeli var. Burada önemli olan verilen kararın mutlaka uygulanmasıdır. Korkmak hiçbir şeye çözüm olmaz.”
GÜÇ MÜCADELELERİ KAPIDA
“İçinde bulunduğumuz düzen içerisinde bizi kışkırtan, zorlayan insanlarla ciddi anlamda zihin savaşı vereceğiz. Bu savaşta öfke patlamaları ve kendisini kontrol eden süreci de kontrol eder. Dolunaylar gerilimli zamanlardır. İyi haberi de peşinden vereyim. Bu haftadan itibaren Venüs Balık burcunda. Bu, hiç beklemediğiniz yerlerden maddi anlamda nasip-kısmet gelmesi anlamına gelir. Bu süreç bizi çok hareketli olmaya itecek. Kuzey Ay düğümü dediğimiz hayatın gidiş yolu da kadersel şekilde ilerlemekte. Yani, istesek de istemesek de hayat bizi bir noktada değişime zorlayacak. Balık-Başak ayrıca bağışıklık sistemi ile de alakalıdır. Zaten pandemi sürecindeyiz. Bu süre içinde kendimize ekstra dikkat etmekte fayda var.”
![Dikkat dikkat Yılın ikinci dolunayı kapıda]()
KIŞIN SONU BAHARDIR
Astrolog Almina Ebru Gençay belirsizliklerin dolunayın ışığı ile aydınlanacağını, birçok konunun netlik kazanacağını söylüyor. Gençay, Merkür’ün iletişimden sorumlu olduğunu hatırlatarak “31 Ocak da başlayan Merkür geri hareketi sona erdi. O tarihten bugüne ilerleyemediğimiz, sonuç almakta zorlandığımız hangi konu varsa daha rahat hareket edebilir, planlarımız, hedeflerimiz ile alakalı harekete geçmeye, olumlu sonuçlar almaya başlayabiliriz. 22 Şubat haftası ve 27 Şubat dolunay zamanı Mars-Plüton açısı var. Özellikle de iş girişimleri adına bu açı bizi güçlü şekilde destekleyecek. Yılın ikinci dolunayı 27 Şubat’ta Türkiye saati ile 11.17’de gerçekleşecek. Dolunay zamanları hayatımıza dair net olmayan ne varsa netleşme, görünür olma, sonuçlanma ve tamamlanma zamanlarıdır. Anın haritasında ise İkizler burcu yükseliyor. Yani enerji ve şartlar değişkenlikler içerebilir. Hem zihinsel hem iletişimsel olarak bazı gerginlikler yaşanabilir” diyor.
DÜZENLEME VE DÜZELTME ZAMANI
İkili ilişkilerde huysuzluk, alınganlık, kararsızlık ve fazla hassasiyetin hele de dolunay zamanlarında çok etkili olabileceğini belirten Gençay, “İş, çalışma yaşamımız, ev, aile, kariyer, ikili ilişkiler konusunda toparlanma, eksik gedik ne varsa tekrar ele alıp düzenleme, düzeltme zamanları. 27 Şubat ve onu takip eden 10 günlük süreçte attığımız adımlarla alakalı sonuçlar alabiliriz” öngörüsünde bulunuyor.
HUZURSUZLUKTAN UZAK DURUN
Gençay dolunay zamanlarında duygusal ve ruhsal anlamda huzursuzluktan, çelişkilerden uzak durmak gerektiğini belirterek, şöyle devam ediyor: “Detaylarda boğulmayın, kimseyi de boğmayın. Sağlığımızı iyileştirmeye odaklanalım. Ruhen ve bedenen arınmanın dışında evinizdeki, hayatınızdaki fazla eşyalardan, kıyafetlerden arının. Yaşam alanınıza düzen getirin. Dolunay sağlam başlangıçlara sağlam temeller hazırlar, unutmayın! Gökyüzü bizlere yine harika bir fırsat sunuyor ve ‘Arın, derlen, toparlan’ diyor. Kışın sonu bahardır ve inanın bu bahar çok güzel olacak.”