Feriha Dildar Şenkaya

Çalışan anne ve bebeği

21 Kasım 2009
Geçmişten bugüne, çalışan kadının hayatın pek çok alanında zorlandığından söz edilmektedir.

En çok üzerinde durulan ve tartışılan konu ise, çalışan bir annenin çocuğunun bakım sorunudur. Geçmiş zamanlara göre günümüzde, aileler daha çok çekirdek aile biçimini aldığından aile büyüklerinin (anneanne/babaanne gibi) çocuk üzerindeki etkinliği azalmıştır. Bu durum, çocuklar için erken yaşta kurum veya bakıcı bulma ihtiyacını doğurmuştur.
Bir anne iseniz, öncelikle bebeğinizle evde geçireceğiniz ilk zamanlarda kendinizi yabancılaşmış hissedebilirsiniz. ış hayatında her sabah aynı saatte kalkmaya, evden çıkmaya, günlük yapmanız gereken işler listesinden sırayla gitmeye alışkın olduğunuzdan bebeğinizin beklenmedik halleri sizi şaşırtacaktır. Tabii bu en zor haftalar bebeğiniz büyüdükçe, siz onu tanımaya başladıkça geçecektir. Bebeğiniz 2 aylık olduğunda size gülerek, kahkaha atarak karşılık verdiğinde ve sizi tanıdığını hissettirdiğinde bu zor anlar yerini keyifli zamanlara bırakacaktır.  

İŞE BAşLARKEN KıME BIRAKMALI

Kısa zamanda bebeğiniz ve aileniz için neyin daha iyi olduğunu keşfedeceksiniz.
Siz işe başlamadan önce düşünmeniz gereken en önemli konu, bebeğinizin sizin yokluğunuzda bakım sorunudur. Günümüzde değişen yaşam düzeniyle birlikte bu konuda birçok seçenek vardır ve yapmanız gereken, ailenizin ihtiyaçlarına en uygun olanını seçmektir: Evde bir bakıcı ile kalması, günlük bakım evlerinde kalması veya bir yakınınızın evinde bakılması gibi. Bütün bu seçenekleri değerlendirirken maddi olarak hangisini karşılayabileceğinizi düşünerek başlamak, sizin için daha kolay olacaktır.

Yazının Devamını Oku

Çocuğunuzun tatlı belası kim

4 Kasım 2009
Kardeşler arasında kavga, sık rastlanan bir durumdur.

Bu kavgaların altında yatansa aslında birlikte eğlenme isteğidir. Araştırmalara göre ilerideki iyi ilişkinin belirleyicisidir bu kavgalar. Birbirini yok sayan kardeşlerin ise ileride yalnız ve birbirlerine mesafeli oldukları gözlemlenmiştir.

Kardeşler arası kavgalarda genelde büyük kardeşler kontrolü elde tutma rolünde, küçükler ise ortamı kızıştırma rolünde olurlar. Önemli olan, kardeşlerin birbirleriyle olan kavgalarına anne-babaların dahil olmamasıdır. Kardeşlerin kendi sorunlarını, birbirleriyle iletişim kurarak çözmeyi öğrenmelerine fırsat tanımak gerekir.

Kardeş kavgası, birçok araştırmacının ve uzmanın ilgilendiği, nedenlerini araştırdığı bir konudur. Kardeşlerin, küçük kardeşin doğumdan itibaren ebeveyn sevgisi uğruna birbiriyle sonsuz bir savaşa girdikleri düşünülür. Oysa bu konuda yapılan anketlerde, çocukların sadece yüzde 9’u kavga ve rekabet sebeplerini ebeveynleriyle ilişkilendirmiştir. Çok daha büyük bir çoğunluk için öncelikli sebepler farklıdır. Örneğin, başka bir araştırmada büyük çocukların yüzde 80’i, küçüklerin ise yüzde 75’i oyuncak paylaşamamayı kavga sebebi olarak göstermektedir.

En önemli sebep ne olabilir   

Yazının Devamını Oku

Çocuğum çocukluğunu yaşıyor mu

9 Ekim 2009
Her anne-baba, çocuğunun yaşamın getirdiği tüm olanaklardan yararlanmasını, becerilerini en ileri düzeyde geliştirerek bu rekabetçi dünya ile başa çıkmaya hazır hale gelmesini arzu eder.

Diğer yandan çocuğunun, çocukluğunu gönlünce yaşamasını da hayal ederler.

Bilişimden eğitime, teknolojiden sanata her alanda sınırların zorlandığı bir çağdayız. Çocukların da hem bu çağın nimetlerinden yararlanma hakları hem de donanımlı olma gereklilikleri var. Ancak konulan hedefler, anne-babanın “hiçbir şeyi kaçırmama” amacına hizmet etmeye başlarsa, bu durum çocuğa faydalı olmaktan tamamen çıkar! 

Çocukluk döneminin en önemli nimeti “oyun”dur. Oyunlar, çocuğun dikkat ve konsantrasyon yeteneklerini, zekalarını ve el becerilerini geliştirerek onları okula ve sosyal yaşama hazırlar. Çocuklar oyun aracılığıyla, yeri geldiğinde rekabet etmeyi yeri geldiğinde işbirliği yapmayı öğrenirler. Oyun sırasında karşılarındaki kişinin duygularını anlamaya çalışır ve kendi duygularını kontrol edebilmek için stratejiler üretmeye başlarlar.

Oyun, çocukların fiziksel kabiliyetlerini geliştirir, yeni fikirler üretmelerine yardımcı olur ve yaratıcılıklarını kullanmalarını sağlar. Ayrıca oyun, çocuğun yetişkinle olan bütün çatışmalarını çözmesine olanak sağlayarak yükünü hafifletir, onu daha dengeli ve mutlu yapar.

Yazının Devamını Oku

Cinsiyet farkı ve ebeveynler

10 Ağustos 2009
Çocuklar, cinsiyetlerine göre roller üstlenmeleri gerektiğini erken yaşta fark eder.

Bu farkındalığı kazanmalarını sağlayan, başta aile olmak üzere bulundukları sosyal çevrede edindikleri tecrübelerdir.

Çevrelerindeki büyükleri gözlemleme ve onları taklit etme, çocuklar için en etkili öğrenme yollarındandır. Çocuğunuz, davranışlarına verdiğiniz tepkiler doğrultusunda, bu davranışın desteklenmediğini ya da kabul görmediğini algılar.
Büyüklerin hareketleri ve tutumları çocukların öğrenmesinde belirleyicidir. Çocuklar, erken çocukluk döneminde, genelde aile bireylerinden birini kendileriyle özdeşleştirir ve onun davranışlarını taklit eder. Peki, kızlara ve erkeklere nasıl farklı mesajlar veriyor olabiliriz?
Doğumdan itibaren kızlar ve erkeklere karşı tutumumuz farklılık gösterir. Bazen bunu bilerek yaparız bazen de farkında olmadan. Kız bebeklere pembe giysiler giydirip,
pembe tonlarında oda hazırlarken; erkek bebekler için maviyi kullan-mayı tercih ederiz. Bu farklılıklar davranışlarımıza da yansır.

ERKEK ÇOCUKLARA KARŞI DAHA SERTİZ

Yazının Devamını Oku

Çocuğumun korkularıyla nasıl baş edebilirim

20 Temmuz 2009
Çocukların belli yaş dönemlerinde yaşadıkları farklı korkular vardır. Bunlar olağandır. Ancak, yaşadıkları korku onların hayatını, uyum ve gelişimini engelliyorsa, ortada bir sorun var demektir. Korku ve endişeler normal gelişimin bir parçasıdır ve her bireyin korkuları vardır. Korku, insanın kendini koruyabilmesi için gerekli duygulardan biridir, çünkü korkularımızla ortaya çıkan doğal savunma mekanizmalarımız sayesinde karşılaştığımız tehlikeli durumlarla başa çıkmamız mümkün olur.

Çocukların da belli yaş dönemlerinde yaşadıkları farklı korkular vardır. Korku, çocuğun yeni durum ve duygularla başa çıkmasında önemli bir yer tutar. Ancak, yaşadıkları korku onların hayatını, uyum ve gelişimini engelliyorsa, bir problemden söz edilebilir.

BEBEKLERDE YABANCI TEHDİDİ

Okul öncesi, çocukların duygularının en yoğun olduğu dönemlerden biridir. Ancak gerçek duyguları ile temas etmekte ve söze dökmekte zorlanırlar. Duyguların sözel olarak ifade edilmemesi, onların olmadığı anlamına gelmez. Karşılaştıkları pek çok şey onlar için korkutucu olabilir.

Çocukların gerçekleri yorumlama becerileri yetişkinlerden farklıdır. Bazen gerçek dünyadan bazen de hayal dünyalarından oluşturdukları malzeme, korkularının kaynağıdır. Çocukların da tıpkı bizim gibi kendilerine ait bir iç dünyaları ve fantezileri vardır. Bu yüzden her çocuğun farklı korkuları ve farklı tepkileri olabilir.
Okul öncesi dönemde çocukların yabancı insanlardan ve ortamlardan korkmaları sık görülen bir durumdur. Bebekler, 4-6 haftalık olduğunda, anne-babalarını diğer insanlardan ayırt etme tepkileri vermeye başlar. Yapılan araştırmalar, bir aylık bebeklerin anne-babaların yüzlerini, seslerini ve davranışlarını diğer insanlardan ayırt edebildiğini gösterir.
Bebeklerin, diğer insanlardan endişelenmeleri, 5, 8 ve 12 aylık olduklarında tekrar kendini gösterir. Bu durum, bebeklerin yenilikleri daha çabuk fark etmeleri, bilinçlenmeye başlamaları ve tepki verme yeteneklerinin daha gelişmiş olmasından kaynaklanıyor olabilir.

8 aylık bebeğiniz kucağınızdayken, yanından geçen yabancının sadece onun gözünün içine bakması bile bebeğinizi huzursuz edebilir. Çünkü bebeğiniz kendini güvende hissetse de bu durumu bir tehdit olarak algılar. Bu yüzden bebeğinizin sakinleşene ve kendisini hazır hissedene kadar kucağınızda kalması, onun yeni deneyimlere karşı güvenini artıracaktır.
Bir ay içinde bebeğiniz bu durumlarla nasıl baş edeceğini öğrenecek ve bu korkusunu aşacaktır. Yabancı kaygısı zaman içinde biraz daha azalmış gibi görünse de bebeğin yürümeye başlaması ve özgürce dilediği yerlere gidebilmesiyle yabancı ortam ve insanlara tepki göstermesi durumu tekrar ortaya çıkar.

GRUBA KATILMASI İÇİN ZORLAMAYIN

Çocuklar, 2-3 yaşından itibaren dili daha iyi kullanırlar ve sosyal ortamda ifade becerileri artar. Tabii ki başlangıçta kalabalık ve gürültülü bir çocuk grubuna katılmaktan çekinebilirler. Çocuğunuzu böyle bir ortama sokmadan önce ona nasıl bir ortamla karşılaşacağını, kimleri göreceğini anlatırsanız, endişelerini biraz olsun azaltabilirsiniz. Çünkü genellikle beklenmeyen durumlar çocukların endişelerini tetikler.

Arkadaş grubuna katılması için çocuğunuzu zorlamayın, o kendini hazır hissettiğinde çocuklara yanaşacak ve oyuna katılacaktır. Herhangi bir kavga veya tartışma olduğunda ise (eğer durum tehlikeli değilse) müdahale etmeyin ki çocuğunuz kendi repertuvarını oluştursun ve baş etme becerilerini geliştirsin.
3-6 yaşları arasındaki çocuklar, farklı korkular üretmeye başlarlar. Çocuklar, kendi agresif duygularını tanıdıkça ve bunu dış dünyaya yansıttıkça, çevrelerindeki diğer canlıların agresyonundan korkmaya başlar. Yeni veya hiç bilmedikleri bir şey gördüklerinde, ona yaklaşmaktan çekinebilirler. Bu bir köpek, bir hayvan veya tanımadığı bir insan olabilir. Örneğin, köpeklerin veya böceklerin kendilerini ısırmasından korkarlar. Bu yüzden yaklaşırken daha temkinli olurlar ve güvendikleri kişinin onayını almaya ihtiyaç duyarlar.

Bu yaştaki çocuklarda yüksek sesler de korku kaynağı olabilir: Ambulans, polis arabası, kapının aniden çarpması veya bir çocuğun beklenmedik ağlaması gibi... Bu durumların tekrarı çocukların kendi içindeki kontrol kaybını veya kendi öfkelerini çağrıştırdığından korku yaratıyor olabilir. Bu durumda sakin açıklamalar ve korku nesnesiyle kontrollü ve tekrarlayan temaslar işe yarar.

CADI VE HAYALET KORKUSU GELİŞİYOR

Okul öncesi dönemde çocuklar gerçekle hayal dünyasını birbirinden tam olarak ayırt edemez, bu yüzden cadılardan, hayaletlerden, gördükleri kabuslardan, kuklalardan veya televizyon kahramanlarından korkabilirler. Bu korkularla mücadelenin en kolay ve en iyi yolu oyundur. Oyunla, çocuklar korkularını dışa vururlar. Bu yüzden akılcı açıklamaların yanında onlarla oyun oynamak da korkularla başa çıkmada etkili bir yoldur.

Okul çağı çocuklarında daha var oluşla ilgili korkular hakimdir (ölüm, anne-babanın boşanması, hastalık, yaşıt ilişkileriyle başa çıkma)... Ölüm korkusu olan çocuklar, anne-babalarından ayrılıp okula veya arkadaşlarıyla eğlenmeye gitmek istemezler. Tabii her zaman sebebi ölüm korkusu olmayabilir; bazen ayrılık kaygısı da bu duruma yol açabilir.
Fakat, anne-babayı kaybetme korkusu, çocuğun sosyal ortamlara girmesini ve anne-babasından uzak kalmasını engelleyici nedenlerden biridir. Bu gibi durumlarda ölüm kavramı aile içinde çok iyi ele almalı ve çocuğunuzun yaşına uygun olarak kısa, net ve doğru açıklamalar yapılmalıdır.

ANNE-BABALARA ÖNERİLER

* Diğer çocukların, hatta yetişkinlerin bile çeşitli korkular yaşadığını ve bunun çok doğal olduğunu çocuğunuza anlatın. Onun yaşındayken yaşadığınız korkulardan da ona bahsedebilirsiniz. Bunu bilmek, kendini yetersiz ve çaresiz hissetmesini engelleyecektir.
* Çocuğunuza, korkuları ve tüm olumsuz duygularıyla birlikte onu kabul ettiğinizi, önemsediğinizi belli edin.
* Çocuklarınızın anlattıklarını dikkatle dinleyin ve söylediklerine saygı duyun. “Aman bunda ne var? Korkacak bir şey yok” gibi tepkiler vermek yerine, “Korkunu anlayabiliyorum, ben her zaman yanında olup seni koruyacağım” demeniz, ona korkusuyla baş etmede yardımcı olabilir.
* Çocuğunuzun korkularını anlamaya çalışın ve kabul edin. Kabul etmek, korkuların gerçeklik kazanmasına değil, sadece çocuğunuzun duygusunu kabul etmeniz anlamına gelir (“Haklısın, hepimizin böyle korkuları olabilir, çok normaldir” gibi)...
* Korkularıyla başa çıkmasına yardım etmek için onunla oyun oynayın, resim çizin. Kendi iç dünyalarını resimle veya oyunla ifade etmek onlara iyi gelecektir.
* Çocuğunuzun korktuğu şeylerin üzerine gitmeyin, bu onu daha da tedirgin eder. Korkusunu yenmesi için sizin sağlam, sakin duruşunuza ve hazır oldukça yeni deneyimler kazanmaya ihtiyacı vardır.
* Eğer korkusu onun günlük yaşama uyumunu engelliyorsa, mutlaka bir uzman desteği alın.
Yazının Devamını Oku

Çocuğa mesajı nasıl iletirsiniz

10 Haziran 2009
Çocuğunuza sınır koyarken uymanız gereken üç temel adım vardır. İlk olarak çocuğunuzun davranışa uyması ve uymaması durumunda kazançlarını ve kayıplarını belirlemelisiniz. İkinci adım ise, talimatı çocuğunuzun yanına giderek vermenizdir. Bu şekilde, çocuğunuzun talimata duyarlılık kazanmasını sağlamış olursunuz. Sonuncu adım ise, sakin olmaktır.

Çocuklarımızı büyütmek ve eğitmek, bazı zamanlarda onların da iyiliği için sınır koymayı gerektirir: Tabii ki istekleri gerçekleşmediği zamanlarda çocuklar, anne-babalarına onları iyi yetiştirmeye çalıştıkları için teşekkür etmezler. Aksine, daha fazla deneyerek ve durumu kendi lehlerine çevirebilmek için anne-babalarının kararlılık düzeylerini ölçerler. Bu deneyimler, eğlence yerine sıkıntı getirir, öğrenmeyi engeller ve uzun dönemde anne-baba ve çocuk ilişkisini yıpratır.
Çocuğumuzun yanlış davranışlarıyla nasıl başa çıkacağımızı veya olumlu davranışlarını nasıl ödüllendireceğimizi bilmemiz beklenir. Çocuklarımızın sorun yaratan davranışlarıyla istikrarlı ve başarılı bir şekilde baş edebilirsek anne-babalığın tadını çıkarmamız o kadar mümkün olur.
Aradaki sevgi ve iletişim bağı kendi kendine kurulur ve paylaşılan eğlenceli zamanlar artar. Diğer bir deyişle, iyi bir disiplin keyifli zamanların yaratılmasını ve çocukla sağlam temeli olan bir ilişkinin kurulmasını sağlar. Bu da zaten hepimizin istediği şeydir.
Çocuğunuza sınır koyarken uymanız gereken üç temel adım vardır. İlk olarak, çocuğunuzla konu hakkında önceden konuşmanız, çocuğunuzun davranışa uyması ve uymaması durumunda kazançlarını ve kayıplarını belirlemeniz gereklidir.
Yani, çocuğunuzla ön kontrat yapmalısınız, “Eğer söylediğimde yatağına gidersen, yattığında sevdiğin iki hikayeyi de sana okuyacağım”. İkinci adım ise, talimatı çocuğunuzun yanına giderek vermenizdir.
Bu şekilde, çocuğunuzun talimata duyarlılık kazanmasını sağlamış olursunuz. İlk söylediğinizde en mükemmel şekilde uygulamasını beklemeyin.
Örneğin, çocuğunuza oyuncaklarını toplamasını söylediğinizde ilk başta sadece 5 oyuncak toplaması ve geri kalanını sizin toplamanız önemli değildir.
En sonuncu adım ise, bütün bu süreçte sakin olmayı başarmaktır. Tabii ki sizler de insansınız ve bazı durumlarda toleransınız düşebilir.
Fakat bir problem çözerken, bir kural koyarken sakin ve kararlı bir tutum içinde olmak gereklidir.

Dikkat etmeniz gereken noktalar

Kullanacağınız cümle, “Yaptıkların karşısında kardeşinin kendini nasıl hissettiğini düşünüyorsun?” veya “Bu çirkin davranışını kimse beğenmiyor” değil, “Kardeşini rahatsız etmeyi derhal bırak” olmalıdır.
Doğrudan ve belirgin ifadeler kullanın. Mesajınız, “Akşam geç kalma” veya “Vaktinde evde olmaya çalış” yerine, “Saat 7.00’de yemek için evde ol” olmalıdır.
Normal ses tonunuzu kullanın. Ses tonunuz, kontrolün sizde olduğunu, kararlı olduğunuzu ve çocuğunuzdan istediğinizi yerine getirmesini beklediğinizi göstermelidir. Mesajınızı iletmenin en iyi yolu da normal ses tonunuzu kullanmanızdır. Çocuğunuzu kararlı olduğunuza ikna etmek için bağırmanız, çığlıklar atmanız gerekmez.
Davranışı sonucu yapacaklarınızı belirtin. Çocuğunuz sürekli sizin kurallarınıza uymuyorsa veya sürekli sizi test ediyorsa, ona dediklerinize uymadığında uygulayacağınız sonuçları anlatın. “Alışveriş merkezinde lütfen elimi bırakma. Eğer bırakırsan, sana istediğin oyuncağı almayacağım.”
Sözlerinizle mesajınızı iletemediğinizi düşündüğünüzde davranışlarınızla desteklemeniz etkili olacaktır. Çocuklar, sözlerinizin ancak davranışlarınızla desteklendiğinde geçerli olacağını bilirler. Örneğin, “salonda cips yeme” dediğinizde o yemeye devam ediyorsa, gidip cipsi elinden alarak veya “Ya bu kurallara uyarak oynarsın ya da oynamak için başka bir oyun bulmalısın. Hangisini yapmak istersin?” dediğinizde, kurallara uymamakta diretirse o oyunu oynamasına bir süre izin vermeyerek mesajınızı en etkili şekilde iletmiş olursunuz.
Yazının Devamını Oku

Arkadaşlık öğretilebilir mi

18 Mayıs 2009
Biz yetişkinler arkadaşlığın hayatımızdaki yerini bildiğimizden, çocuğumuzun da yakın arkadaşlık ilişkileri kurmasını istiyoruz.

Ama diğer çocukları zorlayarak kendi çocuğumuzu sevmelerini sağlayamayacağımız da bir gerçek. Peki, neler yapabiliriz?

“Oğlum hiçbir arkadaşını eve davet etmiyor. Arkadaşları da doğum günleri olduğunda oğlumu davet etmiyor. Okuldan geldiğinde arkadaşlarının onu sevmediğinden yakınıyor. Onun arkadaşının olmadığını görmek beni çok üzüyor.”
Ailelerin buna benzer endişeleri aslında nadir rastlanan durumlar değil. Nitekim, çocuğumuzun dışlanması, başkaları tarafından kabul görmemesi, bizi üzdüğü gibi çocuğumuzun da kendine güvenini sarsar ve onun kendini yalnız hissetmesine neden olur.
Çocuğunuzun arkadaşlık kurmayı erken yaşta öğrenmesi, ileride katılacağı sosyal ortamlara daha kolay uyum sağlamasına yardımcı olur. Araştırmalar, dışlanmış ve grup tarafından kabul görmemiş çocukların, ergenlik ve yetişkinlikte davranış ve uyum problemleriyle karşılaşma riskinin daha yüksek olduğunu göstermiştir.
Genelde, küçük yaştaki çocukların arkadaşlık kurmada zorlandıkları gözlenir. Her çocuğun kişiliği ve özellikleri farklıdır. Bazıları girişken, konuşkan ve canayakınken, bazıları ise daha çekingen, endişeli ve içine kapanıktır. Buna bağlı olarak, bazı çocukların yaşıtlarıyla karşılaştırıldığında arkadaşlık kurmada daha fazla zorluk çektiği görülür.
Genelde iletişim kurmada problem yaşayan çocuklar arkadaşlık ilişkileri kurmakta da zorlanabilir. Bu çocuklar, sohbete nasıl başlayacaklarını, nasıl sürdüreceklerini ve söylenenlere nasıl cevap vereceklerini bilemezler. Bu yüzden, gruba dâhil olmaları zorlaşır.
Bazı çocuklar ise çok sabırsız ve hareketli olduğundan grubun iç dengesini bozan hareketlerde bulunarak diğer çocukların tepkisini çeker ve oyun arkadaşı olarak tercih edilmez.

Yazının Devamını Oku

Televizyonun çocukların hayatındaki yeri

27 Nisan 2009
Hiç şüphesiz televizyon, çağımızın çocukları için en ilgi çekici iletişim araçlarından biri...

Fakat, çocuğunuzun televizyondan gelen uyaranları ilgi ve dikkatle izlemesi, bunun yararlı bir aktivite olduğunu göstermez. Özellikle 2 yaşın altındaki çocuklara, duygusal ve zihinsel ihtiyaçlarını hiçbir şekilde desteklemeyen televizyon asla önerilmemektedir.

Hiç şüphesiz televizyon, çağımızın çocukları için en ilgi çekici iletişim araçlarından biri, sihirli bir kutu... Farklı yaşlarda da olsa pek çok çocuğun zamanının büyük kısmı televizyon karşısında geçiyor. Hatta, televizyon seyretmek için ayrılan ortalama süre, uyku ve okula gitmek dışında herhangi bir aktiviteye ayrılan süreden daha fazla. Çalışma hayatı, ev işleri, hastalık ya da diğer nedenlerden dolayı çocuklarına zaman ayıramayan aileler ise zaman zaman televizyonu “bebek bakıcısı” olarak kullanıyor.

Öncelikle, çocuğunuzun zihinsel, duygusal, sosyal ve motor gelişiminin temellerinin atıldığı kritik bir dönem olan 0-3 yaş döneminde, televizyonun çocuğun hayatındaki yerini ve etkilerini ele almak son derece önemlidir. Bebeklik döneminde duygusal, sosyal ve zihinsel ihtiyaçların sağlıklı bir şekilde karşılanması, ona ancak beş duyusunu da kullanabildiği, karşılıklı etkileşime dayanan, sıcak, koruyucu ve süreklilik gösteren “ortak dikkat” alanları sağlayarak gerçekleşir.

Çoğu anne-baba, bu dönemde çocuklarının açık bir televizyon karşısında hızla değişen görüntüler, renkler ve farklı seslerle büyülenip uzun süre televizyona odaklandıklarını gözlemlemişlerdir. Fakat, çocuğunuzun televizyondan gelen uyaranları ilgi ve dikkatle izlemesi, bunun yararlı bir aktivite olduğunu göstermez. Yapılan araştırmalar da anne-çocuk ilişkisinin ve ev ortamındaki uyaranlar gibi çevresel özelliklerin çocuğun zihinsel gelişiminde televizyondan çok daha etkili bir rol oynadığını ortaya koymuştur.
Ayrıca, televizyonun 2 yaş altındaki çocukların zihinsel gelişimlerine hiçbir olumlu etkisi olmadığı da saptanmıştır. Dolayısıyla, 2 yaşın altındaki çocuklara, duygusal ve zihinsel ihtiyaçlarını hiçbir şekilde desteklemeyen televizyonu önermiyoruz.

Yazının Devamını Oku