'Yeni maskülenlik' nedir: 'Cool' ve 'havalı' erkek mi

Koronavirüs salgınının daha ilk günlerinde BBC’nin Miles Davis belgeselini seyredip 17 Mart günü yazmıştım.

Haberin Devamı

Geçen hafta aynı belgeseli bir kere daha seyrettim.

Koronanın başında gördüklerimle, geldiğimiz şu gün çok farklı şeylere takıldım.

Tabii araya bir de Amerika ve dünyayı altüst eden Floyd cinayeti ve yarattığı etkiler girince Miles Davis gözümde müziğin çok ötesine geçen bir karakter haline geldi.

Yeni maskülenlik nedir: Cool ve havalı erkek mi

*

İlk seyrettiğimde onun caz müziğine verdiği en büyük özellik dikkatimi çekmişti.

Newport Festivali’nde trompetini mikrofona dayayıp öyle bir çaldı ki, cazın ve mahremiyetimizin tarihi o an değişti.

Bir yorumcu şöyle diyordu:

“Onun müziğinden sonra insanlar caz müziği ile sevişmeye başladı...”

Kişisel hayatımda çok az albüm onun “Kind of Blue”su kadar etkilemiştir beni.

Haberin Devamı

Yıllardır dinlediğim bir albümdü, ama pop sosyolog tarafım, onun mahremiyetimize ne kadar nüfuz ettiğini görememişti.

*

İkinci seyredişimde beni çarpan şeylerden bir başkası da Miles Davis’in giyimi ve halleri oldu.

Bugünlerde, erkek için kullanılan moda deyiş “karizma”...

Ama o, “cool” ve “havalı” olma sanatını biliyor.

Belgeselde kendini şöyle anlatıyor:

“Havalı tarz, entelektüel ve aşırı şık olmak. Ben bunların hepsiydim. Hatta fazlasıydım.”

*

Evet o bütün bunlardı. Yani yeni bir maskülenlik tarifi yapıyordu.

FERRARİSİNİ ASLA SATMAYAN OLAĞANÜSTÜ BİR SİYAH ADAM

İKİNCİ seyredişimde dikkatimi çeken bir başka şey de onun lükse, güzel yaşamaya bakışındaki cesaret oldu.

Mesela lüks arabalara düşkünlüğü...

Para kazandığı ilk albümünden sonra yaptığı ilk iş bir Ferrari araba almak oluyor.

Ve hayatının sonuna kadar Ferrarilerini asla satmıyor.

Hayat tarzını savunurken de şunu söylüyor:

“Yaptığım işin karşılığında iyi para almamın, hem de iyi para almamın nesi yanlış?”

Üç kuruş kazanıp bununla yetinen cazcıların Güneri Cıvaoğlu’suydu yani...

Yeni maskülenlik nedir: Cool ve havalı erkek mi

KİMSE VERDİĞİ POZLARLA HAYATINI BÖYLE YAZAMAZ

AMA bu defaki seyredişimde beni en çok şaşırtan özelliği , Miles Davis’in fotoğrafları oldu.

Haberin Devamı

BBC, belgeseli filmlerden çok fotoğraf kareleri üzerine kurmuş.

Ama ne fotoğraflar.

Kimse, çektirdiği fotoğraflarla, yani verdiği pozlarla hayatının görsel belgeselini bu kadar güzel yazamaz.

Atatürk’ün fotoğraflarına bakarken de aldığım bir his bu.

Her biri Metropolitan Müzesi’nin duvarlarına asılacak kalite ve estetik düzeyinde.

Susan Sontag ve John Berger onun fotoğrafları üzerine neden tek satır bile yazmamışlar anlamadım.


DÖNEKLİĞİN EN ÜST HALİ KENDİ BAŞARINA İHANET

MILES Davis
, “Kind of Blue” albümü ile bir müzisyenin gelebileceği en yüksek zirveye gelmişti.

Hayatının geri kalan bölümünü hep o müziği tekrarlayarak çok güzel sağlayabilirdi.

Yeni maskülenlik nedir: Cool ve havalı erkek mi

Ama onun felsefesi geriye bakmamak, başarıya takılmamaktı.

*

Haberin Devamı

Hep genç müzisyenlerle çalıştı. 1970’te dünya hippi devrimini yaşıyordu. O “Bitches Brew” albümünü yaptı.

1986’da “Tutu”yu yaptı.

Her ikisi de kariyerinde çok riskli değişimlerdi.

Başardı...

*

“Bildiklerinize güvenmeyin” diyordu.

Çünkü hayatı boyunca hep henüz bilmediklerini arıyordu.

İkinci seyredişte anlıyorum ki, hayatının en büyük başarısı “Kendi başarısına ihanet edebilme, yani kendine karşı döneklik yapabilme cesareti ve gücüydü...”


HAYATIMI DEĞİŞTİREN SEKİZ MÜZİK ALBÜMÜ

MILES Davis
belgeselini ikinci defa seyrettikten sonra kendi kendime sordum.

Acaba benim hayatımı değiştiren müzik albümleri nelerdi...

Tabii çok var ama, aralarından 8 tanesi var ki, çok özel yere sahip.

Yeni maskülenlik nedir: Cool ve havalı erkek mi

Haberin Devamı

- Beatles: “Please Please Me” (1962): 15 yaşımdayım. “Love Me Do”yu ilk defa dinliyorum. Ağız armonikası ile tanışıyorum. Dik yaka siyah kazak, uzun saç, slim fit pantolon ve siyah kenarı lastikli botları keşfediyorum.

*

- Rolling Stones: “The Rolling Stones No.2 (1965): 18 yaşımdayım. Sartre, Camus, Gide okumaya başlamışım. İsyan duygularım ayakta ve ona uygun albüm geliyor. Özellikle “Time is on My Side” ve “Under the Boardwalk”.

*

- Crosby, Stills, Nash and Young: “Deja Vu” (1970): 23 yaşımdayım. Artık Paris’teyim. Karşı Kültür hareketi içindeyim. Bir yıl önceki Woodstock festivalinde çalmış bir grup. Üyelerini 1960’lı yıllardan beri başka gruplardan tanıyorum. Tam o yaşımın albümü.

*

Haberin Devamı

- Pink Floyd: “Dark Side of the Moon” (1973): 26 yaşındayım. Pink Floyd’u 1960’lardaki “See Emily Play” ve “Arnold Lane” şarkılarından tanıyorum. Eşim Tansu benden önce “Ummagumma” albümüne takılmış. Ama benim kanıma giren albümleri bu oluyor.

*

- Alfred Brendel’in Academy St. Martin in the Fields’le çaldığı ve Philips tarafından yayınlanan “Mozart’ın Piyano Konçertoları” (1973): Klasik müziği gerçek anlamda ilk keşfettiğim Mozart’ın 21 numaralı piyano konçertosu ile tanışmam.

*

- Miles Davis: “Kind of Blue” (1959): Beni cazla buluşturan bu harika albümü çok geç, 27 yaşımda keşfediyorum. Ama hayatımın en uzun süreli albümü oluyor. O günden sonra hayatımda en belirleyici kavramlardan biri olacak olan “cool” kelimesini keşfediyorum.

*

- Michael Jackson: “Thriller” (1982): 12 Eylül darbesi olmuş. 35 yaşımdayım ve siyaset yapma planlarım altüst olmuş. Bu albüm geliyor ve dünyanın 80’li yıllarını açıyor. “Pop sosyolog” dönemim açılıyor. Sosyoloji derslerini artık edebiyat, sinema ve müzik üzerinden anlatmaya başlıyorum.

*

- Levent Yüksel: “Med Cezir” (1993): 46 yaşındayım. Hürriyet’in genel yayın yönetmeniyim. 1990’ların başındaki Türk pop müzik devrimini keşfetmişim. Pire’den Atina’ya giderken arabada dinliyorum bu albümü. Daha otele gelmeden 5 şarkı kanıma giriyor. Ve Pop sosyolog yanım Türk pop müzik sanatçılarını daha da yakın takibe alıyor.


RAKAMLAR

- 1959’da çıkan “Kind of Blue” albümü yakın zamana kadar her yıl 100 adet satmaya devam ediyordu.

-“Blue in Green” şarkısı sadece Spotify’da 88 milyon, “So What” 50 milyon kere indirilmiş.

Bir caz müziği için olağanüstü rakamlar.


FİL ETİNİ KİLOSU KAÇ LİRADAN YİYEBİLİRSİN

BİLİYORUM
, çok tuhaf bir soru.

Hayvanseverleri ayağa kaldıracak kadar da irkiltici...

Ama durun, ateş etmeden önce okuyun.

Yeni maskülenlik nedir: Cool ve havalı erkek mi

Ben hayatımda fil eti yemedim, yemem de... Ama ünlü Fransız yazarı Victor Hugo yemiş...

Hem de hangi gün yediğini bile yazmış.

12 Ocak 1871...

Üstelik kilosunu kaç paradan aldığını da eklemiş güncesine.

Kilosunu 40 franktan almış...

Şimdi gelelim, edebiyat tarihinin bu en ilginç gastronomi hikâyesine...


KARŞILAŞTIRMA
FİL ETİ Mİ DAHA PAHALI BİR ÇUVAL SOĞAN MI

YIL
1871...

Fransa, Prusya’nın işgali altında.

Paris kuşatılmış ve insanlar bombalarla, mermilerle öldürülmüş atların etini yiyor.

Öyle bir dönemde bu fiyat ne anlama geliyor, bir karşılaştırma yapabilmeniz için başka bazı fiyatları da vereyim...

Aynı günlerde 1 yumurta 2 frank...

Bir çuval soğan 800 frank...

Yeni maskülenlik nedir: Cool ve havalı erkek mi

Bugünün parasıyla kaç Türk Lirası eder bulamadım. Ama asıl soruya geleyim.

Victor Hugo gibi bir insan nasıl olur da fil eti yer?

Onu da anlatayım.

1650 yılında açılmış Paris Botanik Bahçesi’ne 2 fil getirilmiş.

Adları Castor ve Pollux...

Paris’te açlık baş gösterince bu iki fil kesilip et olarak satılıyor.


İŞGAL EDİLEN ÜLKEDE BİR İNSANI ÖLDÜRMEK KAÇ LİRA

BİR
irkiltici soru daha... Ama savaşan bir dünyadaysanız, vergi veren vatandaş olarak, soramasanız bile, cevabını bilmeniz gereken sorular bunlar.

Prusya işgali altındaki Paris’te yaşayan Victor Hugo bunun maliyetini de çıkarmış. O gün bir kişiyi öldürmek 150 bin franga patlıyormuş.

Nasıl mı hesaplamış... Buyrun Victor Hugo’nun kitabından aynen aktarıyorum.


HUGO O MALİYETİ NASIL HESAPLAMIŞ

- “Salı gününden pazara kadar 25 bin top mermisi attı Prusyalılar.”

- “Mermileri kaldırmak için 220 vagona ihtiyaç duyuldu.”

- “Bir merminin maliyeti 60 frank olduğuna göre toplam maliyet 1.5 milyon frank.”

- “Onlarca kişi öldürüldü. Her bir ölü Prusya ordusuna 150 bin franga mal oldu.”

Yeni maskülenlik nedir: Cool ve havalı erkek mi

*

- Korona sırasında artık her şeyi ikinci defa yapıyorum ya, Victor Hugo’nun “1871: Paris Komünü Günleri” adlı güncesinin Türkiye’de yeni yapılan baskısını okudum.

Meğer çok ilginç bir kitapmış. Her sayfanın altını çize çize okudum.

Çeviren: Ekin Özlü Akseki, Kırmızı Kedi Yay., Mart 2020


TÜRKİYE’YE YAPTIRIM OLURSA KARŞI ÇIKARIM

BAŞINDAN
beri Ayasofya kararını eleştiriyorum. Ama iş Türkiye’ye karşı yaptırıma gelirse işte ona karşı çıkarım.

Bu, Türkiye’nin kendi yetki alanındadır.

Nasıl ki geçmişte bunu müze yapma kararını kendi aldıysa, camiye çevirme kararını da alabilir.

Bunun tartışılacak bir tarafı yok.

Türkiye’nin kendi içinde tartışıp alacağı bir karardır. Yanlışlığı da doğruluğu da kendini ilgilendiren bir meseledir.

Yazarın Tüm Yazıları