Taş döşekten saraylara

HİÇ Hazreti Muhammed’in nasıl bir yerde yaşadığını merak ettiniz mi...

Haberin Devamı

Bakın Lesley Hazleton’un, “Peygamberden Sonra”* kitabından, Hazreti Muhammed’in nasıl bir yerde yaşadığını ve hastalandıktan sonra nerede yattığını aktarayım:


* * *


“İsteği üzerine, Hz. Peygamber’i en sevdiği eşi Ayşe’nin odasına götürdüler.
Eşleri için cami avlusunun sol duvarına bitişik olarak inşa edilmiş dokuz kulübeden biriydi bu ev de, İslam’ın eşitlik inancına göre hepsi aynıydı, birbirlerinden farkı yoktu kulübelerin ve bu da tek odalı bir kulübeydi.
Kaba taş duvarların üstündeki çatı sazlarla kaplanmıştı; kapı ve pencereler cami avlusuna açılıyordu.
Kulübede çok az eşya vardı; zemin kilimlerle kaplıydı, arka tarafta yatak olarak kullanılan taş peyke sabahları kaldırılıyor, akşamları açılıyordu.”


* * *


Bu mütevazı kulübeyi gözümün önüne getiriyorum.
Getiriyorum ve kendi kendime soruyorum.
İslam âlemi, bu mütevazı kulübeden, nasıl böyle bir şaşaaya, saraylara, debdebeye geldi...
Bu mütevazı taş döşek, 14 asır sonra nasıl böylesine mermer bir kibir abidesine dönüştü...
O barışçı iman, nasıl kafa kesen, adaleti hiçe sayan, vicdanı zindanlara kilitleyen zalim bir itikada dönüştü..


* * *

Haberin Devamı


Kitap şu cümleyle başlıyor:
“Her şey ne zaman başladı diye sorulursa, Hz. Muhammed’in ölümüyle denir...”


* * *


Kitabı önce İngilizcesinden okudum.
Yılın son günü Türkçesinden ikinci defa okudum.
O mütevazı ölüm odasından başlayan yüzyılların, inancımızı nasıl bu hale getirdiğini şimdi daha iyi anlıyorum.
Anladıkça da, güya İslam adına siyaset yapanların inancımıza verdiği zararı, işlediği günahı çok daha iyi anlıyorum.


* * *


Hepinize bu kitabı bütün kalbimle tavsiye ediyorum.
Bir solukta okuyacaksınız...
Ve anlayacaksınız...

-Lesley Hazleton: “Peygamberden Sonra”, Çev: Enver Günsel, Kitabix Yay., 2013.

Millet olduğumuz tek gece yılbaşı mı

SAAT tam 24.00’te, 2014’ün bitip 2015’in başladığı o dakikada bir şey beni çok mutlu etti.
TRT 1’de, geriye sayımı Mustafa Ceceli yapıyordu...
Muhafazakâr Türkiye’nin, muhafazakâr TRT’sinin, muhafazakâr sanatçısı o kadar neşeli ve insanı hayata davet eden bir şarkı söylüyordu ki...
“Helal olsun” dedim...


* * *

Haberin Devamı


Gerilere döndüm..
“Tek millet” olduğumuz o günlerin yılbaşı gecelerine...
Halk mahallelerinden, mütevazı evlerden neşe dolu, “Birinci çinko”, “Tombala” çığlıklarının yükseldiği, Milli Piyango’nun merak ve umutla beklendiği geceleri hatırladım...
Fırdöndü geldi gözümün önüne...
“Birer koyunuz”, “Hepsini al” tarafını hatırladım.


* * *


Sonra Fox TV’ye geçtim...
Kibariye o harika Roman neşesini şuraya, tam yüreğimin ortasına sokuverdi...
O dakika Kanal D’de Bülent Ersoy vardı...


* * *


Urla’da kız kardeşimin evinde toplanmıştık.
Kardeşler, yeğenler, yeğenlerin çocukları, üç nesil bir araydık.
Kedilerimiz, köpeklerimiz yanımızdaydı.
Televizyon açıktı ve o ekrandan yine o eski neşe fışkırıyordu.


* * *

Haberin Devamı


Üç dakika için bile olsa rahatladım.
Üç dakika için bile olsa yine tek milletin bir ferdi gibi hissettim kendimi...
Kendimi ve herkesi...


* * *


Cumhuriyet’i bizzat sol ve laik gelenekten gelen aydınların gafleti paramparça etti.
Bir milletin kuruluşunu temsil eden 29 Ekim bile artık bizi tek millet haline getiremiyor.
Kandil geceleri dersen...
Onu da bizzat bazı Müslümanlar bir ümmet gecesi haline getirdiği için, artık millet olma vasfımızla ilgisi kalmadı.


* * *


Düşündüm...
Ve kendi kendime dedim ki...
İyi ki hâlâ yılbaşı gecelerimiz var...
Bize, kendimizi tek millet hissettirecek sanatçılarımız, Milli Piyangomuz, tombalamız var...


* * *


Bir gecelik bile olsa, tek millet olma rüyası güzel bir şeymiş...

Yazarın Tüm Yazıları