Tam o sahnede ağlamaya başladım

ÖNCEKİ gece yarısı...

Haberin Devamı

Kanyon’da sinemadan çıkıyorum.

 

Gözyaşlarımı tutamıyorum.


İçimden bir ses durmadan haykırıyor...


“Böyle kahredici bir tesadüf olabilir mi...”


Hiç mi ders almayacağız yaşadıklarımızdan, çektiklerimizden...

 


* * *

 


Yüksel Aksu’nun çektiği “İftarlık Gazoz” filminin son sahnesi, 1980’li yıllardaki bir açlık grevi ile bitiyor.


Filmin kahramanı askeri dönemde cezaevinde açlık grevi yapan gençlerden biri...


Yüzünü ve vücudunu yara bere içinde görüyoruz...


Ölmek üzere ve işte tam o sahnede ben 2000 yılına dönüyorum.


“Hayata Dönüş” denilen ama aslında ölüme gidiş anlamına gelen açlık grevleri başlamış.

 


* * *

 


9 Aralık günü....

Haberin Devamı


Cezaevi kapısından 5 insan çıkıyor...


Yaşar Kemal, Zülfü Livaneli, Orhan Pamuk, Oral Çalışlar...


Ve Can Dündar...


Cezaevlerindeki açlık grevlerinin sonlandırılması için arabuluculuk yapıyorlar...


Aradan 15 yıl geçmiş...


Tesadüfe bakın ki, filmin sonundaki açlık grevi sahnesini seyrettiğim gün, savcı, Can Dündar ve Erdem Gül için iki defa ağırlaştırılmış müebbet istemiş.

 


* * *

 


Sinemadan çıkarken kendi kendime homurdanıyorum:


“Hiç mi ders almayacak bu ülke yaşadıklarımızdan, çektiğimiz ıstıraplardan...”


Her beş yılda bu vicdansızlıkları başka insanlara yaşatmaya daha ne kadar devam edeceğiz...

 

Tam o sahnede ağlamaya başladım
 

 


‘İftarlık Gazoz’ filmini neden çok sevdim

 


ÇÜNKÜ: Doğduğum, büyüdüğüm Ege’nin Müslümanlığı yaşama biçimindeki hoşgörü ve hafifliği çok güzel anlatıyor.


ÇÜNKÜ: Anne tarafım Akhisar’da tütüncüydü. Filmdeki tütüncülerin, geceleri lüks lambaları altında tütün kırmaya gitmeleri bana çok akraba geldi.

Haberin Devamı


ÇÜNKÜ: Paramparça olmuş bir ülkede hâlâ umut verici şeylerin olabileceğini çok güzel anlatıyor.


ÇÜNKÜ: Filmin çekildiği Ula çok güzel. Biraz aşağılarda başlayan Gökova’nın Akyaka ve Akbük’ü artık ikinci memleketim oldu. Bölgenin insanlarını çok seviyorum.


ÇÜNKÜ: Hayatın gülmek kadar ağlamak, ağlamak kadar gülmek olduğunu hissettiriyor.


ÇÜNKÜ: Film her sahnesi ile “Mümkün” diyor. Hâlâ her şey, birlikte yaşamak, ortak bir ülke kurmak mümkün diyor.


ÇÜNKÜ: Entelektüel iddiasını yumuşacık bir eğlence ve sevgi ile çok güzel ambalajlamış.


ÇÜNKÜ: Bir kere daha “İyi ki bir Cem Yılmaz’ımız var” dedirtiyor.


Arkadaşlar hepinize teşekkürler...


İyi ki sizler varsınız, iyi ki bizi hâlâ güldüren harika bir Egemiz var...


Bu bile yeter...

 

 

Haberin Devamı


Cem Yılmaz’la çalışmak zor mudur kolay mı

 


“İFTARLIK Gazoz”un yönetmeni Yüksel Aksu, Ot dergisine Cem Yılmaz’la ilgili şunu söylemiş:


“Sahneye girdiği anda işin enerjisi, büyüsü, aurası derdest oluyor. (Ama) Tuhaf bir şeydir, Cem bir saniyelik bile oyun çalmadı köylülerden.


Yani sonuçta başrolsün ve starsın, bir şekilde çekilecek sahneyi kendine yontarsın... Bazı sahnelerde ‘Benim topa girmem fazla olur’ dedi.


Cem, yarattığım karakteri benim elimden aldı, evirdi çevirdi, bana geri getirdiğinde, benim yarattığım karakterden daha iyisi ortaya çıkmıştı...”


Yaratıcılık, kabiliyet, komplekssizlik ve tevazu buluşursa, ortaya böyle harika bir film çıkıyor.

 

 

Haberin Devamı


Eee benim evimde ve çalışma odamda da Atatürk resmi yok

 


BAZI CHP’lilerin, duvardaki Atatürk resmini indirdi diye kim olduğunu bilmediğimiz kadın milletvekiline dümdüz gitmelerini, bunu, partinin ve Türkiye’nin bir numaralı meselesi haline getirmelerini hiç anlamıyorum.


Çünkü benim evimin ve ofisimin duvarında da bir Atatürk resmi yok.


Kim olduğu belli olmayan kadın milletvekilinin “Yeni bir şeyler söylemek zamanıdır” deyip Atatürk resmini indirmesini de anlamıyorum.


Çünkü yeni bir şey söylemek için Atatürk resmini asmak da indirmek de gerekmiyor...

 

Tam o sahnede ağlamaya başladım
 

 


Hangi Türk’ün evinde o şaraptan iki şişe var

 


DÜN Paris Havaalanı free shop’ta gördüğüm her biri 30 bin Euro olan 2 şişe Romanee Conti şaraptan söz etmiştim.

 

Haberin Devamı


Benim bildiğim bu şaraplardan bugüne kadar sadece Cem Uzan’ın kavında vardı.

 

Onları da müzayededen Sunset restoranı almıştı.

 

Dün öğrendim ki mimar ve yazar Ali Esat’ın evinde iki şişe varmış.


Ayrıntı vereyim.


Biri 1964 yılına ait. Üretim numarası 04464... Öteki ise 1999 yılı...


İlgililere duyururum...

 

 

 

KORKMAK ÜZERİNE

 

 

 

BİZ ruhani bir buhran geçiriyoruz.


Onları köleleştirerek özgürlüğün ne demek olduğunu göstermek zorundayız.

 

 

Onları korkutarak cesaretin ne olduğunu göstermek zorundayız.”


Chuck Palahniuk


(‘Dövüş Kulübü’ kitabının yazarı) Ot dergisinin son sayısından.

 

 


FEHMİ ABİ

 

 

VALLAHİ de billahi de samimiyim.

 

Fehmi Abi’yi şimdiden çok özledim.

 

Bir boşluk var.

 

Yeri doldurulamıyor.

 

Doldurulamaz.

 

Komplo teorileri çapsız, zekâsı kıt trol sürülerine kaldı.

Yazarın Tüm Yazıları