Yıllarca önünden geçtiğim efsanevi Atlas Sineması yeniden açılıyordu.
*
Atlas Sineması’nın açılış tarihi 1948...
Yani benimle aynı yaşta sayılır...
Çok satan kitaplara imza atmış bir yazar...
Başı açık...
Duruşu, tarzı ile kendine özgü...
*
Öteki tarafta Ayşe Böhürler...
Gelen haberler şunlardı:
*
SABAH HABER 1: Biden yönetiminin CIA’in başına getireceğini açıkladığı William Burns yaptığı açıklamada Çin’i “otoriter düşman” olarak niteledi.
Bu kavramı ilk defa işitiyorum... Demek ki artık dünyanın gündeminde “otoriter düşman” diye yeni bir kavram olacak.
*
SABAH HABER 2: İspanya geçmişin acımasız diktatörü Franco’nun son heykelini de indirmiş.
Franco
Hem de iki yüksek yerden aldığım izinle...
Biri “devlet başkanı”ndan...
Öteki “patron”dan...
İkisi de bana “Döneklik ve hainlik artık bütün dünyada şerefli bir payedir. Çık göğsünü gere gere halkın arasına gir” dediler.
Dün gece sabaha karşı cep telefonuma Deadline Hollywood haber sitesinden bir haber düştü.
ABD’nin eski başkanı Barack Obama ile ABD’nin en büyük rock şarkıcısı Bruce Springsteen Spotify üzerinden ortak bir podcast’e başladılar
Yani yaptıkları sohbeti şarkı gibi Spotify üzerinden streaming olarak yayınlıyorlar.
Vallahi dinlerken yıkıldım...
Bir kere daha söylüyorum...
Cem Yılmaz pandemi dolayısıyla çekilince, stand-up sahnesi Cübbeli Ahmet Hoca’ya kaldı...
Yani kavuk ona geçti...
Allah için o da acayip bir performans sergiliyor...
Geçen hafta iki gelişme oldu.
Geçen perşembe akşamı NASA Mars’a
Ekinoks, her yıl gündüz ile gecenin eşit olduğu güne verilen isim.
*
Yılda iki ekinoks var...
Biri 21 Mart ilkbahar ekinoksu...
Öteki ise 23 Eylül sonbahar ekinoksu...
Sözünü ettiğim cadılar dizisi bir sonbahar ekinoks günü başlıyor.
*
1. Ülke olarak başımızda büyük bir sorun patlamak üzere...
Ve bu sorunun adı “Brezilya poposu...”
Ama yavaş yavaş bu deyimin yerini “Kim Kardashian poposu” alıyor.
*
Bunun ilk işareti de dün İngiliz Guardian gazetesindeki tam sayfa bir haberle geldi...
Üstelik haberi New York Times gazetesi de duyurdu...
Diyeceğim “Kardashian’ın poposu” deyip dudak bükmeyin, konu ciddi konu.
*
En iyi okuduğum şey de bakanlık sitesine konan fotoğraflar...
Bu etkileyici fotoğrafı da dün Savunma Bakanlığı’nın web sitesinde gördüm.
*
Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın makamını ilk defa bu kadar geniş bir kadrajla görüyoruz.
Fotoğrafta bakanın sağında Türk bayrağı, solunda ise NATO bayrağı görünüyor.
Arkada ise bir Atatürk portresi var.
Zaten sitenin sayfası da sol üste bir Atatürk fotoğrafı ile açılıyor.
Bir de “82’nci gibi” olanı...
Bir Türkiye şehri değil, ama bir Türk şehri gibi olmaya doğru hızla gidiyor.
Burası Suriye sınırları içindeki Afrin...
Bilmiyordum, meğer Türkiye bir süre önce bazı yabancı gazetecileri Suriye içinde Türk ordusunun kontrolündeki Afrin’e götürmüş.
Giden gazetecilerden ilk yazı dün New York Times’ta yayınlandı.
Bu şehir hakkında bilmediğimiz bazı şeyleri bu yazıdan öğrendim.
Ve öyle bir yazı ki...
Nereden üzerine düştüyse durup dururken bir anayasa tartışması başlattı...
Allah’tan ne Cumhurbaşkanlığı, ne iktidar partisi ne de Diyanet bu tartışmaya girdi...
Ama baktım bugün muhalif diye bilinen bazı eski liberal yazarlar da “Anayasa’nın değişmez maddelerini tartışamazsak buna demokrasi denmez” demeye başladılar
Ben de diyorum ki:
İyi hadi gelin tartışalım... Tartışalım da neyi tartışacağız...
*
Madde 1 diyor ki: Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir...
Bunu mu tartışacağız?
Tabii ki konu, onun için yazdığım şu sözlerdi:
“Seçim gecesi üç-beş saati yönetemeyen bir siyasetçi bir partiyi 360 gün nasıl yönetecek...”
Allah için Muharrem İnce’nin rahmetli Süleyman Demirel’e benzeyen bir tarafı var.
Alınmıyor, kızmıyor, küsmüyor...
Türk siyasetinde artık unutmaya başladığımız güzel bir meziyet bu.
Neyse, hemen söze girdi:
“Seçim gecesi için bana haksızlık ediliyor”
Türkiye’de geçen hafta V.I.P köpekler dönemi açıldı.
Size bu haberin hikâyesini ve perde arkasını yazayım.
*
Son yıllarda Türkiye’de en beğendiğim yeni markalardan biri Les Benjamins...
Gümüşhane kökenli bir ailenin çocuğu olan Bünyamin Aydın’ın yarattığı bir giyim markası.
Başlarda “Ottoman Punk” tarzı deniyordu.
Lüks sokak modasının önde gelen isimlerinden biri oldu.
Özellikle fesli James Dean desenleri falan bütün dünyada tutuldu.
- 73 yaşımdayım...
- Bugüne kadar oy verdiğim hiçbir parti iktidara gelemedi.
- Bugün “Türkiye Cumhurbaşkanlığı Mevzuat Bilgi Sistemi” sitesine girip TC Anayasası yazdığım zaman karşıma çıkan metnin üzerinde şu yazıyor:
“Kanun numarası: 2709
Kabul tarihi: 18/10/1982”...
Güzel isim ama itirazım var.
İngilizce veya başka Hint Avrupa dillerinde telaffuzu sorun yaratabilir.
“Kakabey” olarak söylenir ve bu da yanlış anlamalara yol açar...
Onlar eğlenir biz üzülürüz...
Ama önce size önemli bir haber vereyim.
*
Türk “Silikon” dünyasında geçtiğimiz günlerde önemli bir gelişme daha oldu.
Dünyanın önde gelen dijital araştırma kuruluşlarından YouGov, Türkiye’de “Wizsight” adlı online araştırma şirketini satın aldı.
Wizsight 2017 yılında N. Özge Akçizmeci adlı genç bir girişimci tarafından kurulmuş bir startup şirket.
Böylece BluTV’nin yüzde 30 hissesinin bir dünya devi olan Discovery’ye satılmasından sonra ikinci bir Türk startup’ı daha dünya piyasasına girdi.
YouGov ilginç alanlarda online araştırmalar yapan bir şirket.
“Bazen bir ülkede bir adam gelir...”
Sonra birasından bir yudum alıp devam ediyordu:
“Bazen o ülkede bir adam daha gelir...”
Geçenlerde bu tiradı yazmıştım...
Amerika Birleşik Devletleri’nde bir adam geldi...
Ülkeyi tam ortasından ikiye böldü...
Şimdi bir adam daha geldi....
‘Hiç’ diye karşılık verdim. ‘Kendimce bakıyorum, burnuma, şu burun deliğimin içine basınca biraz acıyor da’...
Karım gülümsedi...
‘Ben de ne yana doğru çarpık diye bakıyorsun sandım’ dedi.
Kuyruğuna basılmış köpek gibi döndüm:
‘Çarpık mı? Benim burnum mu?’
Karım dingince:
‘Elbette canım, İyi bak: Sağa doğru çarpık...”
*
Tartışmanın konusu “Afrodit” adlı bir kitaptı...
Yani Yunan mitolojisinin “Aşk ve güzellik tanrıçası” üzerine...
Daha doğrusu Fransız yazar Pierre Louys’un 1896 yılında yayınlanmış “Afrodit” adlı kitabı üzerine patlayan tartışmaydı bu.
*
Önümde bir kitap duruyor.
Adı “Türkiye Tarihini Değiştiren 110 Kadın”...
Hürriyet’in eski yazıişleri müdürlerinden Doğan Satmış’ın kitabı.
*
Kendince Türkiye tarihini değiştiren 110 kadın belirlemiş ve hepsinin küçük birer portresini yazmış. Listeyi tek tek inceledim. Böyle seçimler çoğu kez keyfidir.
Yani her zaman bir “Bana göre” payı vardır.
Bu da öyle...
*
Soldaki, sağdaki kim ve bu kare nerede çekildi
Muhtemelen ortadakini tanıyorsunuz.
Türkiye’nin Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Ersoy...
Yine muhtemelen bazılarınız soldakini tanıyor.
Aksiyon filmlerinin ünlü oyuncusu Jason Statham.
*
Gelelim en sağdakine.
O adam ünlü İngiliz sinema yönetmeni Guy Ritchie...
Bir kısmınız belki onu Madonna’nın eski kocası olarak biliyor.
Ama bizim gibi “kült sinema” tutkunları için o “Snatch” filminin olağanüstü yönetmeni Guy Ritchie...
Bu fotoğraf geçen hafta cuma günü çekildi...
Çekildiği yer Antalya...
Fotoğrafın arka planına bakarsanız, orada “Terminal 2” yazıyor.
Buna bakıp, çekildiği yer “Antalya Havalimanı” diyebilirsiniz.
Evet bir havalimanı...
Evet Antalya’da...
Ama iki fark var.
Orası Madrid Havalimanı...
Çekildiği yer ise Antalya’nın geçen haftadan itibaren uluslararası bir film çekim merkezi haline gelen film platosu...
*
Guy Ritchie şu günlerde işte o platoda, yani Antalya’da yeni filmini çekiyor.
Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Ersoy geçen hafta işte bu platoyu ziyaret etti ve orada bu hatıra fotoğrafı çekildi.
Boğaziçi Üniversitesi olayları, ekonomik kriz, kutuplaşma, bölgemizdeki savaşlar, göç, terör...
Bütün bunlar arasında son zamanlarda bana en umut veren şey işte bu kare oldu.
*
Uzun yıllardan beri Türkiye’nin en büyük hayallerinden biriydi bu...
Türkiye’yi dünya sinema endüstrisinin hem doğal, hem suni platosu haline getirmek.
Mehmet Ersoy bunu başardı.
*
Bu göreve geldiğinden beri Ersoy’un en önem verdiği iki projeden biri buydu.
Korona gibi çok özel ve tehlikeli bir dönemde Antalya platosu için muazzam bir açılış oldu Guy Ritchie’nin buraya gelmesi.
*
Bakanın ikinci rüyası ise Çeşme Yarımadası’nı bir dünya cazibe merkezi haline getirmek...
Geçen hafta o konuda da önemli adımlar attı.
Ama gelin önce size biraz Guy Ritchie’yi anlatayım.
BENCE ‘PEAKY BLİNDERS’İN KARAKTERLERİ ONDAN ÇIKTI
BEN büyük bir Guy Ritchie fanıyım...
Onun aksiyon filmlerine İngiliz kara mizahını da katan sinema diline hayranım.
1998 yapımı “Lock, Stock&Two Smoking Barrels” (Türkiye’de ‘Ateşten kalbe, Akıldan Dumana’ adıyla gösterildi) ve özellikle 2000 yılı yapımı “Snatch” (Kapışma) filmleri benim gibi insanlar için gerçek anlamda “kült” filmlerdir.
Her yıl en az iki defa seyrederim ve doyamam...
Filmler kadar oyuncuları da efsanedir.
“Snatch”ta Brad Pitt’in oynadığı Mickey O’Neil adlı Roman boksör karakteri hiç unutulmaz.
Ayrıca Jason Statham’ın oynadığı “Turk” (bildiğimiz Türk) adlı karakter de bir efsanedir.
Keza Vinnie Jones’un oynadığı ‘Demir Diş Troy’ ve Benicio Del Toro’nun oynadığı ‘Dört Parmak Franky’ karakterleri...
Bana göre bu karakterler son yılların en büyük mafya dizisi olan Peaky Blinders karakterlerinin de esin kaynağıdır.
*
Guy Ritchie daha sonra iki harika Sherlock Holmes filmiyle sinema diline çok büyük başka yenilikler de getirdi ve ticari başarılar kazandı.
Diyeceğim, bugün Antalya platolarında yeni filmini çeken sinemacı, Türkiye’nin en büyük hayallerinden birinin gerçekleşmesine büyük katkıda bulundu.
O nedenle bakanı da bunu başardığı için bir sinemasever olarak bütün kalbimle kutluyorum.
2 YIL İÇİN AŞI KUYRUĞUNDA BEKLEMEYE DEĞER Mİ YAHU
HER gün “e-Nabız”dan bana gelecek aşı bildirimini takip ediyorum:
“COVID Aşı Durumu” yazan bölümde şimdilik şu yazıyor:
“COVID-19 pandemik aşılaması için belirlenen öncelikli grupta değilsiniz. Aşılama için bakanlığımızın belirlediği öncelik sıralaması göz önünde bulundurularak durumunuzu güncel değerlendirmelerle güncelleştireceğiz”.
*
Evet henüz “Mao torpilli” Doğu Perinçek grubuna giremedik...
Kuyrukta aşı sıramızı bekliyoruz.
Ben umutla kuyrukta beklerken, dün HaberTürk’te Oray Eğin’in yazısı beni yerle bir etti.
*
Oray açık açık şunu yazıyor:
“Dolu dolu bir yaşam için 75 yaş iyidir...”
Hoppala...
Şu an 73 yaşındayım.
Demek ki kalmış 2 yıl...
Yani 2 yıl için aşı kuyruğunda beklemeye değer mi....
*
Oray ne yaptın sen ya...
Oysa hayat için daha ne kariyer planlarım vardı...
BİR AN
RODOLFO OLMAK İÇİN PUCCİNİ’NİN KAPISINI ÇALAN GENÇ ADAM KİMDİ
1897 yılında genç bir adam ünlü besteci Giacomo Puccini’nin kapısını çaldı.
Puccini o sırada La Boheme’i bitirmişti. Operanın ilk gösterimi 1 Şubat 1896’da yapılmıştı.
Gelen genç yeni operadaki “Rodolfo” rolüne talipti.
Puccini genci başından savmak için “Che Gelida Manina” bölümünden kısa bir bölümü okumasını istedi.
Daha parçayı bitirmeden genç adamı durdurdu ve şöyle dedi:
“Seni bana kim gönderdi? Tanrı mı...”
Kapıya gelen gencin adı Enrico Caruso’ydu...
Bir süre sonra bütün dünya onun adını duyacaktı.
Yeryüzünün gelmiş geçmiş en efsane tenoru Caruso işte böyle doğmuştu.
Geçen hafta onunla ilgili önemli bir gelişme oldu.
SATILIK AŞK MEKTUBU
CARUSO’NUN, AİLE ŞOFÖRÜNE ÂŞIK OLAN SEVGİLİSİNE YAZDIĞI CÜMLELER
DÜNYANIN en ünlü iki müzayede şirketinden biri olan Christie’s geçen hafta Caruso’nun aşk mektuplarını satışa çıkardı.
Koleksiyonda onun yazdığı ve gönderdiği 282 mektup ve telgraf ile ona yazılmış 423 mektup var.
Mektuplarda onun bir taşra şarkıcısı olmaktan küresel tenora dönüşümü de anlatılıyor.
Caruso’nun mektupları arasında özellikle biri çok dikkatimi çekti.
Puccini’nin kapısını çaldığı yıl, dönemin ünlü sopranolarından Ada Giachetti’ye yazdığı mektuptaki şu cümle:
“Sevgilim, şu an yanımda olman, birlikte içip sarhoş olmak ve senin kollarında zevkin en yükseğine ulaşmak için neler vermezdim...”
Bir de şu mektup:
“Her performans öncesinde anormal sinirli oluyorum ve herkese hayvanca davranıyorum...”
*
Sonuç?
Büyük aşkı Ada 1908 yılında aile şoförüne âşık olup onu terk etti...
Caruso 2 Ağustos 1921 günü, doğduğu Napoli’de, Grand Vezuvio otelindeki odasında öldü.
48 yaşındaydı....
Ve bütün bu aşk mektuplarını işte o kadarcık bir hayata sığdırmıştı...
KATKIDA BULUNANLAR
Sayfa Editörü: Firuzan Demir
Düzeltmen: Metin Usta
Tasarım ve Uygulama: Selma Songül Zengin