Adalet, demokrasi ve insan hakları reformu...
Tabii bu reform aynı zamanda ifade ve haber alma özgürlüklerinin de çerçevesini çizecek...
İşte böyle bir günde ben de size Türkiye’nin “haber coğrafyasını” anlatan bir çalışmadan söz edeceğim.
*
Hürriyet İnternet’in eski yöneticisi Emre Kızılkaya dün ilginç bir çalışmanın sonuçlarını açıkladı.
Kızılkaya ve arkadaşları 2 hafta boyunca Türkiye’de yayınlanan 1.1 milyon haberi inceleyip analizini yapmışlar.
Türkiye’de 19 ulusal, 165 ise yerel TV kanalı var...
Devlet kontrolünde ise 13 TV kanalı bulunuyor...
Böyle bir derbiye klasik mantıkla, rasyonel bir değerlendirme yapmak mümkün değil. O yüzden maç boyu gözlemlerimi anarşik biçimde alt alta yazıyorum...
Göreceksiniz ki, bu bir uzman yazısı değil, hepimizin maç sırasında aklımıza gelen düşüncelerden ibaret olacak bu.
BİR KERE DAHA GÖRDÜK DÖRT ÜÇTEN BÜYÜKTÜR
1- Trabzonspor yıllar önce bileğinin hakkıyla kırılmaz denilen ‘Üç Büyük takım’ zincirini en zayıf halkasından kırıp ‘Dört Büyük Kulüp’ karesini, futbolun yeni fotoğrafı olarak kafamıza yerleştirdikten sonra ‘derbilerin’ de anlamı değişti. Ben dahil kimse bir derbi sonucu hakkında önceden rahatlıkla kehanette bulunamadık. Bu maçta öyleydi.
2- Şaşırtmayan, heyecanlandırmayan derbilere alışmıştık. Bu derbi de öyle olacak derken, maçın 67’inci dakikasından sonra beklemediğimiz bir heyecan geldi.
ÖZİL’İ GÖREVDEN ALANIN YENİ BİR HİKAYESİ OLMALIYDI
3- 67’inci dakika önemliydi. Çünkü Fenerbahçe Teknik Direktörü çok az teknik direktörün yapabileceği bir şeyi yaptı. mesut Özil gibi uluslararası bir starı maçtan kulübeye aldı.
4- Böylesine cesur ve kritik kararı alan bir teknik direktörün maçın geri kalanı için yeni bir hikayesi olmalıydı. O hikaye gol olarak geldi.
Yıllarca önünden geçtiğim efsanevi Atlas Sineması yeniden açılıyordu.
*
Atlas Sineması’nın açılış tarihi 1948...
Yani benimle aynı yaşta sayılır...
Çok satan kitaplara imza atmış bir yazar...
Başı açık...
Duruşu, tarzı ile kendine özgü...
*
Öteki tarafta Ayşe Böhürler...
Gelen haberler şunlardı:
*
SABAH HABER 1: Biden yönetiminin CIA’in başına getireceğini açıkladığı William Burns yaptığı açıklamada Çin’i “otoriter düşman” olarak niteledi.
Bu kavramı ilk defa işitiyorum... Demek ki artık dünyanın gündeminde “otoriter düşman” diye yeni bir kavram olacak.
*
SABAH HABER 2: İspanya geçmişin acımasız diktatörü Franco’nun son heykelini de indirmiş.
Franco
“FinTech”, “Bitcoin” ve “Blockchain”...
İtiraf edeyim, üçünün de ne olduğunu tam olarak bilemiyorum.
Oysa bunlar giderek günlük hayatımıza şuradan buradan girmeye başladı.
Özellikle de “FinTech...”
Belki inanmayacaksınız, aramızdan 2 milyon insan bu teknoloji üzerinden alışveriş yapıyor. Pandemi sırasında online ödemelerde çok öne çıktı.
Bu ödeme sistemi hayatımızın belki de en önemli kavramlarından birini yavaş yavaş tarihe gömüyor.
Parayı...
Yani bir zamanlar cebimizde en çok gördüğümüz şeyi artık görmüyoruz.
Hem de iki yüksek yerden aldığım izinle...
Biri “devlet başkanı”ndan...
Öteki “patron”dan...
İkisi de bana “Döneklik ve hainlik artık bütün dünyada şerefli bir payedir. Çık göğsünü gere gere halkın arasına gir” dediler.
Dün gece sabaha karşı cep telefonuma Deadline Hollywood haber sitesinden bir haber düştü.
ABD’nin eski başkanı Barack Obama ile ABD’nin en büyük rock şarkıcısı Bruce Springsteen Spotify üzerinden ortak bir podcast’e başladılar
Yani yaptıkları sohbeti şarkı gibi Spotify üzerinden streaming olarak yayınlıyorlar.
Vallahi dinlerken yıkıldım...
Bir kere daha söylüyorum...
Cem Yılmaz pandemi dolayısıyla çekilince, stand-up sahnesi Cübbeli Ahmet Hoca’ya kaldı...
Yani kavuk ona geçti...
Allah için o da acayip bir performans sergiliyor...
Geçen hafta iki gelişme oldu.
Geçen perşembe akşamı NASA Mars’a
Ekinoks, her yıl gündüz ile gecenin eşit olduğu güne verilen isim.
*
Yılda iki ekinoks var...
Biri 21 Mart ilkbahar ekinoksu...
Öteki ise 23 Eylül sonbahar ekinoksu...
Sözünü ettiğim cadılar dizisi bir sonbahar ekinoks günü başlıyor.
*
1. Ülke olarak başımızda büyük bir sorun patlamak üzere...
Ve bu sorunun adı “Brezilya poposu...”
Ama yavaş yavaş bu deyimin yerini “Kim Kardashian poposu” alıyor.
*
Bunun ilk işareti de dün İngiliz Guardian gazetesindeki tam sayfa bir haberle geldi...
Üstelik haberi New York Times gazetesi de duyurdu...
Diyeceğim “Kardashian’ın poposu” deyip dudak bükmeyin, konu ciddi konu.
*
En iyi okuduğum şey de bakanlık sitesine konan fotoğraflar...
Bu etkileyici fotoğrafı da dün Savunma Bakanlığı’nın web sitesinde gördüm.
*
Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın makamını ilk defa bu kadar geniş bir kadrajla görüyoruz.
Fotoğrafta bakanın sağında Türk bayrağı, solunda ise NATO bayrağı görünüyor.
Arkada ise bir Atatürk portresi var.
Zaten sitenin sayfası da sol üste bir Atatürk fotoğrafı ile açılıyor.
Bir de “82’nci gibi” olanı...
Bir Türkiye şehri değil, ama bir Türk şehri gibi olmaya doğru hızla gidiyor.
Burası Suriye sınırları içindeki Afrin...
Bilmiyordum, meğer Türkiye bir süre önce bazı yabancı gazetecileri Suriye içinde Türk ordusunun kontrolündeki Afrin’e götürmüş.
Giden gazetecilerden ilk yazı dün New York Times’ta yayınlandı.
Bu şehir hakkında bilmediğimiz bazı şeyleri bu yazıdan öğrendim.
Ve öyle bir yazı ki...
Nereden üzerine düştüyse durup dururken bir anayasa tartışması başlattı...
Allah’tan ne Cumhurbaşkanlığı, ne iktidar partisi ne de Diyanet bu tartışmaya girdi...
Ama baktım bugün muhalif diye bilinen bazı eski liberal yazarlar da “Anayasa’nın değişmez maddelerini tartışamazsak buna demokrasi denmez” demeye başladılar
Ben de diyorum ki:
İyi hadi gelin tartışalım... Tartışalım da neyi tartışacağız...
*
Madde 1 diyor ki: Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir...
Bunu mu tartışacağız?
Tabii ki konu, onun için yazdığım şu sözlerdi:
“Seçim gecesi üç-beş saati yönetemeyen bir siyasetçi bir partiyi 360 gün nasıl yönetecek...”
Allah için Muharrem İnce’nin rahmetli Süleyman Demirel’e benzeyen bir tarafı var.
Alınmıyor, kızmıyor, küsmüyor...
Türk siyasetinde artık unutmaya başladığımız güzel bir meziyet bu.
Neyse, hemen söze girdi:
“Seçim gecesi için bana haksızlık ediliyor”
Türkiye’de geçen hafta V.I.P köpekler dönemi açıldı.
Size bu haberin hikâyesini ve perde arkasını yazayım.
*
Son yıllarda Türkiye’de en beğendiğim yeni markalardan biri Les Benjamins...
Gümüşhane kökenli bir ailenin çocuğu olan Bünyamin Aydın’ın yarattığı bir giyim markası.
Başlarda “Ottoman Punk” tarzı deniyordu.
Lüks sokak modasının önde gelen isimlerinden biri oldu.
Özellikle fesli James Dean desenleri falan bütün dünyada tutuldu.
- 73 yaşımdayım...
- Bugüne kadar oy verdiğim hiçbir parti iktidara gelemedi.
- Bugün “Türkiye Cumhurbaşkanlığı Mevzuat Bilgi Sistemi” sitesine girip TC Anayasası yazdığım zaman karşıma çıkan metnin üzerinde şu yazıyor:
“Kanun numarası: 2709
Kabul tarihi: 18/10/1982”...
Güzel isim ama itirazım var.
İngilizce veya başka Hint Avrupa dillerinde telaffuzu sorun yaratabilir.
“Kakabey” olarak söylenir ve bu da yanlış anlamalara yol açar...
Onlar eğlenir biz üzülürüz...
Ama önce size önemli bir haber vereyim.
*
Türk “Silikon” dünyasında geçtiğimiz günlerde önemli bir gelişme daha oldu.
Dünyanın önde gelen dijital araştırma kuruluşlarından YouGov, Türkiye’de “Wizsight” adlı online araştırma şirketini satın aldı.
Wizsight 2017 yılında N. Özge Akçizmeci adlı genç bir girişimci tarafından kurulmuş bir startup şirket.
Böylece BluTV’nin yüzde 30 hissesinin bir dünya devi olan Discovery’ye satılmasından sonra ikinci bir Türk startup’ı daha dünya piyasasına girdi.
YouGov ilginç alanlarda online araştırmalar yapan bir şirket.
“Bazen bir ülkede bir adam gelir...”
Sonra birasından bir yudum alıp devam ediyordu:
“Bazen o ülkede bir adam daha gelir...”
Geçenlerde bu tiradı yazmıştım...
Amerika Birleşik Devletleri’nde bir adam geldi...
Ülkeyi tam ortasından ikiye böldü...
Şimdi bir adam daha geldi....
‘Hiç’ diye karşılık verdim. ‘Kendimce bakıyorum, burnuma, şu burun deliğimin içine basınca biraz acıyor da’...
Karım gülümsedi...
‘Ben de ne yana doğru çarpık diye bakıyorsun sandım’ dedi.
Kuyruğuna basılmış köpek gibi döndüm:
‘Çarpık mı? Benim burnum mu?’
Karım dingince:
‘Elbette canım, İyi bak: Sağa doğru çarpık...”
*
Sayın YSK Başkanı sizi kutlarım tarihe geçtiniz
DERGİNİN adı Bloomberg...
Bugüne kadar Economist gibi Türkiye’deki sisteme ters bakmış bir dergi değil.
***
New York Times gibi de değil...
***
Başkalarına, öyle “üst akıl” gibi safsatalarla yutturulabilecek türden bir dergi de değil...
***
Sahibi Bloomberg, ekonominin reel politiğini herkesten iyi bilen bir insan.
***
Dergi, 16 Nisan referandumundan sonraki ilk makalesini 24 Nisan günü yayınladı.
Başlığı şöyle:
“Erdoğan Türkiye ekonomisini nasıl kötü yönetir...”
Daha ilk cümlede 16 Nisan referandumunu çok küçük bir farkla kazandığını söylüyor.
Ama araya küçücük bir “If”, ifadesi eklenmiş ve şöyle deniliyor:
“Eğer tartışmalı değilse...”
***
Bu zarif ifadeyi,
herkesin “Eğer hileli değilse” şeklinde okuduğuna hiç şüphem yok.
***
Türkiye’nin Kapıkule sınırını geçin...
Avrupa’ya ve dünyaya adımınızı attığınız an, 16 Nisan’la ilgili olarak dünyaya yerleşmiş olan kanaat işte sudur:
En hafifi ile “Tartışmalı referandum”...
En yaygın inanışla da “hileli sandık...”
New York Times dünkü sayısında, “mühürsüz zarfların geçerli kabul edilmesi” başvurusunu yapan kişinin kim olduğuna kadar
detaylandırmış.
Bunun “AKP’li biri” olduğunu yazıyor.
***
Hile var mı yok mu bilmem.
Ama şunu bilirim. Dünyaya yerleşmiş kanaat artık budur.
“Bu referandumda hile yapıldı...”
Ve ne yazık ki bunu artık hiçbir güç dünyanın hafızasından silemez.
***
Ülkemizin ve AKP’nin üzerine yıllarca silemeyeceğimiz bu şüpheyi yapıştıran kimdir?
***
Hiç şüphesiz Yüksek Seçim Kurulu’nun başkanıdır.
O yüzden diyorum.
Kutlarım başkan, tarihe geçtiniz.
BU FOTOĞRAFI DA ÇOK SEVDİM
NEW York Times dünkü sayısında Agence France Presse muhabiri Bülent Kılıç’ın çektiği bu fotoğrafı kullanmış.
YSK'nın 'mühürsüz oy' kararını protesto eden gençleri gösteren bu fotoğrafı çok sevdim.
BİR İSLAMCIYA SORULAR
“gazeteciler.com” sitesi, “İslamcıyım” kuyruğuna giren gazetecilerden Mehmet Ocaktan’a soruyor:
- Hazreti Muhammed ‘İslamcı mıydı?”
- Kuran’da “İslamcılık” diye bir şey var mı?
- Tayyip Erdoğan veya Abdullah Gül’ün ağzından bugüne kadar “Ben İslamcıyım” diye bir ifade duydunuz mu?
ÖNÜME yemeğini koyan genç şefin yakasında “Uğur Ekren” yazıyor.
Bu genç insan Asım Ekren’in oğlu...
Yani rahmetli Turgut Özal’ın torunu...
İzzet Çapa’nın “Konsolos” adlı restoranının genç şefiydi...
***
Geçen pazartesi günü Mutfak Sanatları Akademisi’nde yediğim harika yemeği o ve arkadaşları hazırlamış.
“Şimdi gel yanıma otur, sana söyleyeceğim üç sözüm var” diyor ve başlıyorum:
***
- “Senin deden olağanüstü bir insandı. Bu ülkeye liberal düşünce devrimini yaptıran bir insandı ve ben ona hayrandım. Onunla gurur duy” diyorum.
***
- “İkincisi baban... Baban çok iyi bir müzisyen. Çok karakterli bir insan. Annenle evliliğini de evlilik sonrasını da çok güzel yürüttü. Babanla da gurur duy.”
***
- “Ama asıl sözüm sana. Yükselmekte olan, tutku isteyen çok güzel bir meslek seçmişsin. Kendinle de gurur duy.”
***
Mutfak Sanatları Akademisi’nde geçirdiğim bütün gün boyunca beni en çok etkileyen şey, işte böyle tutkulu genç insanlar görmekti.
OKULUNUZUN AMBLEMİNİ DÖVME YAPTIRIR MISINIZ
GEÇEN pazartesi günü Maslak’taki Mutfak Sanatları Akademisi’ndeydim (MSA).
Burası bir gastronomi okulu. Dünya Şefler Birliği (WACS) 2011 yılında, ‘Dünyada Profesyonel Eğitim Kalitesi En Yüksek Kurum’ ödülü vermiş.
En son teknoloji ile donatılmış mutfaklar, pasta ve ekmek yapma üniteleri ve bir de yüzlerinden yaptıkları işin keyfini aldığı belli olan insanlar. Okulun mezunları daha çıktıkları an iş buluyorlar.
Bazıları kollarına, boyunlarına okulun amblemini dövme olarak yaptırmışlar.
Dünyanın en ünlü şefleri gelip ders veriyor.
2015 yılında Antalya’daki G-20 toplantısında yemek yapmışlar.
125’in üzerinde mezunu yurtdışında iş bulmuş. Bunlar arasında Michelin yıldızlı restoranlarda çalışanlar var.
Bunları görünce içim açılıyor.
“Ne olursa olsun bu ülke ileri gidecek” umuduna kapılıyorum.
LATİFE HANIM VE SÜREYYA PAŞA AİLESİNDEN
MSA’nın kurucusu Mehmet Aksel...
Ailesi,nin bir tarafı Atatürk’ün ilk eşi Latife Hanım’a...
Öteki tarafı ise Süreyya Paşa’ya dayanıyor.
MSA’da olağanüstü bir Atatürk hatıraları müzesi yapmış.
Bir de onun kadar tutkulu bir kadın var.
Sitare Baras...
MSA’nın en üst düzey yöneticisi...
İHSAN Nihat Kurtulan genç bir barista...
Barista, İtalyancadan gelen bir kelime.
Espresso kahve yapan, sunan ve bilen kişiye deniyor.
Yani kahve barmen diyebilirsiniz.
Onunla da Mutfak Sanatları Akademisi’nde tanıştım.
Bir gözü yüzde 15 görüyor. Öteki gözü ise görme kabiliyetini tamamen kaybetmiş.
Küçükken anneannesinin yaptığı Türk kahvelerini içerek başlamış.
“Anneannem kahveyi ve sütü çok iyi ayarlardı” diyor.
MSA’da eğitim aldıktan sonra şimdi Bebek’te “Cup of Joy” adlı butik kafede.
O da MSA’da eğitim almış.
En çok “demleme kahve”yi seviyor.
Fransız usulü ‘press’ kahvede iyi olmadığını söylüyor. Çünkü görme zorluğu nedeniyle, tam ayarlayamadığını itiraf ediyor.
Ondan Japon usulü “V 60” denilen bir kahve türü olduğunu öğreniyorum.
“İyi bir demleme kahve için ziyaretçimizin biraz beklemesi gerekiyor” diyor ve şöyle devam ediyor:
“Bu mesleği çok seviyorum. Bunu yapabilmek için her gün 10 kilometre yolu yürüyebilirim...”
Diyorum ya tutku...
Tutku engel tanımıyor...
İlk fırsatta “Cup of Joy”a gidip yaptığı kahveyi içeceğim.
![Sayın YSK Başkanı sizi kutlarım tarihe geçtiniz]()
SON 24 SAATTE BUNLAR OLDU