Bu bir deprem... Futbolun 8.1 şiddetindeki depremi. Hiç kuşkunuz olmasın, arkasından tsunami de gelecek... Gelecek ve bu bütün derme çatma ‘Milli ve yerli futbol düzeni’ bu tsunaminin altında kalacak.
TÜRKiYE LiGi’NiN VASATLIĞI ALMAN LiGi’NiN RUHSUZLUĞU
· 12 Avrupa takımının pazar günü “Biz artık Avrupa’da bir ‘Ultra Süper Lig’ kuruyoruz” açıklaması tam bir depremdir. Ve yıllardır “Geliyorum” diyen bir deprem bu...
· Alman liglerinin tatsızlığı, tuzsuzluğu, ruhsuzluğu.
· İtalya’nın futbol oynadığı sahaları bile yenilemede nal toplaması.
· Fransa’nın Arap sermayesi sayesinde çok
geç Avrupa futboluna dönmesi.
· Oligarklarını bile İngiltere’ye kaptıran koskoca Rusya’nın doğru dürüst bir futbol takımı çıkaramaması, sonunda bütün Avrupa seyircisini Premier Lig ve La Liga hastası yaptı. Onlar da bu vasatlıkta debelenirken sonunda bu kararı aldılar.
Dün, yani 19 Nisan, Fransız yazar ve düşünürü Jean-Paul Sartre’ın cenazesinin kaldırıldığı günün yıldönümüydü.
Sartre 15 Nisan günü ölmüştü...
Öyleyse niye onu 19 Nisan günü hatırlıyoruz...
*
Cevabı çok basit...
Çünkü onu Montparnasse Mezarlığı’na uğurlayan öylesine büyük bir kalabalık vardı ki...
Fransa, onu, siyasette en büyük muhalifi olan cumhurbaşkanı De Gaulle’ün söylediği şu sözle hatırladı:
“Sartre Fransa’dır...”
Bugün Turgut Özal’ın ölümünün 28’inci yıldönümü...
Sabah büyük bir sürprizle uyandım.
Bir gazete harika bir Özal’ı anma sayfası hazırlamış.
*
Tepedeki manşeti şöyle:
“Reformist Tonton...”
Üst spotları şöyle:
- “Hayata veda etmesinin üzerinden 28 yıl geçti ancak yaptıkları hafızalardan hiç silinmedi.”
Sabah Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın “Hiç Oldum” şarkısı için yaptığı klibin haberi ile uyandım.
İkincisi ise aynı sabahın akşamı Ahmet Altan’ın serbest bırakılmasıydı.
*
Hayatım boyunca devlette görev yapan insanların müzikle, sanatla, sporla ilgilenmelerini çok sevdim...
Çünkü tanıdığım siyasetçilerin çok büyük bölümünün siyaset dışında hiçbir uğraşısı yoktu...
Şuna inanıyorum...
Bir insan sanatla, müzikle, sinemayla ilgilendiği zaman bu onun vicdanına, adalet duygusuna ve üslubuna da yansıyor...
Nitekim
Ekonomi tarihimizde ilk defa bir şahsın Bitcoin hesabına haciz kondu...
Bunun anlamı şu...
Artık hepimizin hayatında “Bitcoin” denilen bir para var...
Aslında bu para cebimizde...
Tek farkı ceket cebinde değil cep telefonumuzda olması...
Üç yıla yakın bir süredir bir insan arıyorum...
Bana çok basit biçimde “Bitcoin nedir” anlatsın...
“Türkiye’nin Ivy League okulları hangisidir...”
O nedenle, araya “Çaresiz ev kadını” ifadesinin girmesinin hikâyesiyle başlayayım.
*
Geçen ay bir streaming platformunda, ABD’de 2019 yılında yaşanan “üniversiteye giriş” skandalıyla ilgili belgeseli seyrediyordum.
ABD’nin önde gelen bazı varlıklı ve şöhretli aileleri çocuklarını en iyi üniversitelere sokmak için rüşvet tezgâhını kurmuş biri aracılığıyla bal gibi rüşvet anlamına gelecek paralar harcıyorlar.
*
Onlardan biri de “Çaresiz Ev Kadınları” dizisinde Lynette Scavo rolünü oynayan oyuncu Felicity Huffman...
Emmy, Altın Küre, SAG ödülleri var
Gerçi, onunla ilgili sadece kendilerinin konuşma hakkı bulunduğuna inanan bazı çevreler, “Ne alakası var Oğuz Atay’ın Cihangir’le” deyip durmadan bana yükleniyorlar...
Merakınızı tatmin edeyim. Hepsi biliyor ki “Upper Cihangir” lafını sembolik olarak kullanıyorum...
*
(Bu arada Cihangir ahalisi galiba bu “Upper” lafından pek hazzetmedi ki, mahalle baskısı yapmış olmalılar ki, bu kavramın mucidi T24’in düzeyli magazin yazarı Tuğrul Eryılmaz da artık sadece “Cihangir” diye yazmaya başladı.)
Neyse asıl konuya gelelim...
Geçen cumartesi T24’te Ayça Atikoğlu’nun bir yazıyla bu “Upper Cihangir polisiyesinin” ikinci sezonu da yayına girdi.
Türkiye’nin
Tahrir Meydanı’ndaki Milli Müze’de bulunan, eski Mısır hanedanına ait 22 mumyayı yeni inşa edilen Mısır Medeniyetleri Müzesi’ne nakletti...
*
18 kral, 4 kraliçeye ait 22 mumya, nitrojenle doldurulmuş cam lahitlere konup büyük ve çok renkli bir törenle yeni yerine götürüldü.
22 lahit 5 kilometrelik yolu 40 dakikada geçti...
*
Bu, mumyaların ikinci yolculuğuydu.
Mısır hanedanlarına ait bu mumyalar 100 yıl önce Luksor’dan Kahire’ye getirilmişti...
Nakledilenler arasında bütün dünyanın bildiği İkinci Ramses ile Mısır tarihinin en başarılı kraliçesi olarak bilinen Hatshepsut’un mumyaları da vardı.
İstifasında “Kendi isteği ile ayrıldığı” belirtiliyor...
Ama artık orada kendine üç-beş trol dışında müttefik bulamadığı herkesin bildiği bir sırdı...
Bütün dünyanın gözü üzerinde bulunan bir mabetten her gün tuhaf seslerin yükselmesinin hiçbir makul AKP’linin de hoşuna gitmeyeceği bir gerçekti.
Nitekim ilk tepki AKP milletvekili Özlem Zengin’den geldi...
Sonra AKP’nin ağır toplarından da sesler yükseldi...
Sonunda ayrılmak zorunda kaldı ve çok hayırlı bir iş oldu...
İstifasını bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın istediği de yazıldı, söylendi.
Beş dönem CHP milletvekilliği yapmıştı.
Babası CHP’nin tek parti dönemi Denizli il başkanıydı...
Ayrıca 1950 öncesi milletvekiliydi.
Kızının Adnan Menderes hayranı, koyu Demokrat Partili bir ailenin sonradan solcu olmuş oğluyla evlenmesini son derece normal karşılamıştı.
Hüdai Oral 1961 yılında kurulan İsmet İnönü hükümetinin en genç bakanıydı.
İnönü onu Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı olarak görevlendirmişti.
O güne kadar öyle bir bakanlık yok...
Değil...
“Analiz” desem o da değil...
Öyleyse ne?
“Ayağınızı denk alın” uyarısı mı...
Önce neden söz ettiğimi anlatayım.
Dün, dünyanın önde gelen ekonomik medyalarından biri olan Bloomberg’de tuhaf bir yazı yayınlandı.
Yazının konusu Türkiye’de Bayraktar grubunun ürettiği SİHA’lardı...
Emekli WhatsApp’çı amirallerin yaptığı düşüncesizce işe tepki koyarken, çok yapıcı iki uyarıda da bulundu.
*
Bildiri yayınlayan amirallerin 10’unun o eski kötü alışkanlıkları hatırlatan biçimde sabah evlerinden alınmalarına tepki gösterdi.
Gözaltına alınmalarına karşı çıktı...
Ama daha önemlisi iktidara bence çok önemli ve yapıcı bir çağrı yaptı.
Özeti şuydu:
Emekli amirallerin seçilmişleri hedef alan açıklamalarına karşı çıkıyorsak...
Atanmış memurların, tayinle göreve gelmiş görevlilerin, valilerin, kaymakamların, maaşını devletten alan dini görevlilerin seçilmiş insanlar, parti başkanları, anamuhalefet partisi başkanı hakkındaki hakarete veren açıklamaları da önlenmelidir...
“Yaptığınızdan memnun musunuz...”
Ve devam etsem...
“Bakın Türkiye geçen hafta ne tartışıyordu...
Sizin bu düşüncesiz hareketinizden sonra bugün ne tartışıyor...”
*
Biliyorum bana diyecekler ki...
“Biz de vatandaşız ve düşüncemizi serbestçe söyleme hakkına sahibiz...”
Evet sahipsiniz...
Bu erkek milleti...
Yani biz ne hale düştük...
*
Dün gibi hatırlıyorum...
15 Mayıs 2016...
Berlin’de Final Four’un son günü... Fenerbahçe-CSKA maçını bekliyoruz...
Otelin lobisinde büyük bir tartışma patlıyor...
Bir erkekte ideal testosteron oranı nedir?
Ahmet Kural’ı o zamandan beri ilk defa görüyoruz.
Kıbrıs’ta TRT için bir dizi çekiyormuş.
Hürriyet Kelebek’te Tülay Demir’in yaptığı mülakattan öğrendik.
Çekim sırasında yeni sevgilisi Çağla Gizem Çelik ile annesi ve babası da yanındaymış.
*
Hayatım boyunca şuna inandım.
Çok akıllı telefonuma, Music Business Worldwide müzik endüstrisi haber sitesinden bir son dakika notu düşüyor...
“Paul Simon bütün kataloğunu Sony şirketine satmış...”
Paul Simon...
Yani “Simon and Garfunkel” ikilisinin Simon’ı...
Daha o saniye onlarca şarkı geçmeye başlıyor aklımdan...
“Mrs Robinson”, “Sound of Silence”, “Scarborough Fair”, “Bridge Over Troubled Water”, “Boxer”, “Cecilia”, “A Hazy Shade of Winter”, “Homeward Bound”, “Me And Julio Down by the Schoolyard”...
Bütün bir gençliğim...
2005 yılının aralık ayıydı...
Los Angeles’ta güneşli bir günün gecesiydi... Hollywood ünlülerinin yaşadığı semtteki büyük villanın salonundaydım.
Biraz sonra şahane kadın merdivenlerden inmeye başladı...
Beş yıl önce Cannes Festivali’nde yanımdan geçerken nefesimi kesen şahane Sharon Stone karşımdaydı.
Üstelik üzerinde sadece bir bornoz vardı...
Ayağa kalkıp soruyorum...
“Yorgun musunuz...”
Doğum yeri İstanbul ama hayatının 17 yılını Göcek’te geçirmiş bir yönetici. Çünkü babası bir deniz subayıydı. 4 Ekim 1972 İstanbul doğumlu, İstanbul Üniversitesi İngilizce İktisat Fakültesi’nden mezun. İş hayatına 1994’te başlamış. Coca-Cola, Michelin ve Nike gibi küresel şirketlerde çalışmış. 2008’de Vodafone’a girmiş ve 1 Şubat 2021’den itibaren de Vodafone Türkiye’nin CEO’su olmuş.
Zoom’la yaptığımız görüşmede bir şey dikkatimi çekiyor. Arkasında yan yana asılmış üç afiş var.
“Yeni İcat Çıkar-ma”, “Soru Sor-ma”, (her ikisinin de sonundaki ‘ma’ hecesinin üstü çizilmiş). Bir de “Sorumluluk bizim değil” cümlesi var onun da sonundaki ‘değil’ kelimesinin üstü çizilmiş.
Yani bugün “Yeni icat çıkarmayı seven” bir yönetici ile konuşacağız.
Ana konumuz da teknolojiden çok “kadın”.
Sözü ona bırakıyorum.
1) KADIN ÇALIŞANDA SİLİKON VADİSİ ŞİRKETLERİNDEN ÇOK İLERİYİZ
Geçen hafta sonu arabasında kokain çeken gencin görüntüleri önüme geldiğinde nedense aklıma o gün geldi...
Bugün hayatta olsaydı ve bu görüntüler önüne gelseydi acaba bu krizi nasıl yönetirdi...
*
Benim görüşüm şöyle...
Dünyanın her yerinde görülebilecek sıradan bir polisiye olay bu...
Böyle olayları bir siyasi partiyle ilişkilendirmek, bunun üzerinden o partiye vurmak ne adil bir davranış ne de çağdaş bir siyaset yapma tarzı...
Dolayısıyla kanunlar ne diyorsa o yapılır ve olay da geçer gider...
Kim alkolik sayılır ölçüsü değiştirildi mi
Önceki gün tam anlamıyla bir “Blue Monday” kararı aldım.
Kendime “alkoliklik testi” uygulayacağım.
Nedeni de pazartesi günü New York Times’ta okuduğum bir yazı...
Gazetenin sosyal editörlerinden Nancy Wartig içki sorununu nasıl aştığını anlatmış.
Bugün şu malum “içki sorunu” üzerine biraz kafa yormak istiyorum.
Wartig’in yazısından ilginç bir şey öğrendim.
“Kimlerin alkolik sayılacağı” konusunda dünyada yeni bir eğilim başlamış.
Yazıda “alkolikliğin” ölçüsünü belirlemek için uygulanan iki testten söz ediliyor.
Birincisi Dünya Sağlık Örgütü’nün AUDİT Quiz’iymiş.
Sizi 100 üzerinden skorluyormuş.
Nancy Wartig bunu yapmış ve 100 üzerinden 40 skor yapmış.
Sağlık Örgütü’ne göre bu tür insanlar “risk taşıyan orta içici” grubuna giriyormuş.
*
Amerikan Psikiyatri Derneği 1980 yılında iki kategori oluşturmuş.
Biri “alkol kötüye kullanımı”...
Öteki “alkol bağımlılığı”...
Dernek 2013 yılında bu iki kategoriyi birleştirip bir “alkol kullanım düzensizliği” skalası çıkarmış.
Bu yeni sistemde yeni bir anlayış geliştirilmiş.
Kişinin “ne kadar alkol aldığına”
değil, “aldığı alkolün onda ne etki yarattığına, davranışlarında ne değişikliklere yol açtığına” bakılıyormuş.
Anlayacağınız alkolizmin paradigmasını tamamen değiştirmişler.
BORDERLİNE KADIN VE ERKEK HAFTADA KAÇ BARDAK İÇER
AMERİKAN Psikiyatri Derneği paradigmayı değiştirmiş ama dünyanın birçok sağlık kuruluşu alınan alkol miktarını esas almaya devam ediyor.
Buna göre:
Kadınlar için haftada 7 bardaktan çok içki kötü...
Erkekler için ise bu miktar haftada
14 bardak...
Ancak Stanford Üniversitesi’nin 2016 yılında yaptığı bir araştırmaya göre bu standartlar da ülkeden ülkeye değişiyor.
Mesela Kanada ve
Fransa’da bunun üzeri de düşük risk sayılabiliyor.
Kendi payıma bir
“borderline erkeğim”...
Yani sınırdayım. Her akşam 2 duble viski içiyorum ve duruyorum.
Bu da 14 bardak ediyor....
Ama mesele burada bitmiyor.
Bardak ölçüsü nedir?
7 ERKEK 7 KADIN ANLAŞAMADIK: ‘KADEH’ NE, ‘SHOT’ NE, ‘DUBLE’ NE
GEÇEN cuma akşamı bir arkadaş grubu bir araya geldik.
Masada 7 kadın var,
7 de erkek.
Hepimiz viski içiyorduk.
Aramızda Türkiye’nin en büyük viski şirketlerinden birinin yetkilisi ve bir viski ambassadoru da vardı.
*
Onlara sordum:
“Bir kadeh nedir?”
5 santilitreymiş.
Peki duble ne?
Normal olarak onun iki katı...
*
Ne var ki, Google’a girip baktığınızda görüyorsunuz ki bu konuda uluslararası bir standart yok.
Türkiye’de “tek” veya “kadeh” diye bir kavram var.
Batı’da ise shot...
*
Buna karşılık Türkiye’de “Bir tek atmak” kavramının yerini ölçü olarak “bir duble rakı” aldı.
BARDAK YERİNE ŞİŞE HESABI DAHA İYİ Mİ
KADIN ve erkek haftalık rasyolarını öğrendikten sonra bardak hesabından şişe hesabına geçmeye karar verdim.
70’lik bir şişeyi 7 günde içersen, her gün iki tane 5 cl içmiş oluyorsun.
Yedi günde 14 bardak...
En kolay uygulanacak standart bu değil mi...
Bundan böyle pazartesi akşamı şişe açılıyor...
Pazar akşamı son
bardak konuyor...
Standart yani...
‘İÇKİ SORUNUMU ŞUTLADIM’ CÜMLESİ NE ANLAMA GELİR
GELELİM son meseleye... Terminoloji...
Nancy Wartig’in New York Times’taki yazısının başlığı şuydu:
“İçki sorunumu nasıl şutladım...”
*
Önce bu cümle ne anlama geliyor diye düşündüm.
İçkiyi bırakmak mı?
Kadın meslektaşım içkiyi bırakmamış, makul seviyeye indirmiş.
Tabii orada asıl soru önüme geliyor.
Makul seviyede içmek nedir?
Ben kendime göre makul seviyede içiyorum.
Birçok arkadaşım da benim makul seviyede içtiğimi söylüyor.
Ama her gün içiyorum...
Bu makul bir şey değil...
*
İşte o nedenle önce bu yazının yazarının yaptığı gibi kendime ciddi bir alkoliklik testi uygulamam gerekiyor.
BİR EKSİKLİK
DÜN Okan Bayülgen’in “Uykusuzlar Kulübü” adlı progra-mını YouTube’da seyrettiğimi söylemiştim.
3N Medya Grubu Başkanı Murat Kelkitlioğlu arayıp haklı bir sitemde bulundu.
“Bu program bizim TV100 kanalımızda yayınlanıyor ama hiç adını geçirmemişsin” dedi.
Çok haklı bir sitem.
Ama artık tam bir YouTube tüketicisi olduğum için bunu atlamışım.
İKTİDAR MAHALLESİNDEN İKİ CÜMLE: BİRİ YEPYENİ
Yazıyı kaleme alan kişi Prof. Burhanettin Duran, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yakın bir öğretim üyesi. İbni Haldun Üniversitesi’nde çalışıyor.
Aynı zamanda AKP hükümetinin en önemli think tank’i sayılan SETA’nın genel koordinatörü.
Ve çok önemli iki şapkası daha var.
Cumhurbaşkanı’nın oluşturduğu Güvenlik ve Dış Politikalar Kurulu’nun bir üyesi.
Hükümete en yakın gazete olan Sabah’ta köşe yazısı yazıyor.
*
Burhanettin Duran geçen cumartesi ve dün İdlib konusunda iki yazı yazdı.
Dünkü yazısında Avrupa’ya ve ABD’ye iki uyarı yapıyor.
BİR: “ABD ve AB’nin İdlib’deki katliama seyirci kalması durumunda ise mülteci sorununun Avrupa başkentlerini vurması çok yakındır.”
Bunda yeni bir
şey yok.
Türkiye üç yıldan beri Avrupa’ya aynı uyarıyı yapıyor ve Avrupa da bunu çok antipatik bir şantaj olarak görüyor.
*
Ama yazıda ikinci bir uyarı var ki...
İşte o yepyeni...
Bakın Avrupa’ya ne diyor SETA Başkanı:
İKİ: “Rusya’nın Avrupa demokrasilerini baskı altına almasının önünde Türkiye’nin Suriye’deki insani odaklı politikası bulunuyor. AB, sınırlarını Türkiye’nin koruduğunu hiç unutmamalı.”
*
Bu cümleleri yorumlamama hiç gerek yok. Çünkü apaçık.
Diyor ki Cumhurbaşkanı’na yakın öğretim üyesi:
“İdlib’de Rusya’yı durdurmazsanız, hem göçmenler kapınıza dayanır, hem de Putin rejimi sizin demokrasilerinizi de tarumar eder...”
*
Ülkemiz aylardır korkunç bir Batı ve ABD düşmanlığı ikliminde yaşıyor.
Muhafazakârı, dincisi, milliyetçisi ulusalcısı, sağcısı solcusu şuursuz bir anti-
Amerikan ve anti-Batı histeriye yakalanmış gibi...
Amerika gitsin de isterse Rus’u, isterse Çin’i gelsin hezeyanlarını aşmak mümkün değildi.
*
Şimdi o mahalleden mantıklı bir ses duyunca sevindim.
Galiba yavaş yavaş Avrasyacılığın Ortadoğu batağına gömüldüğünü ve İdlib duvarlarında darmadağın olduğunu fark etmeye başlıyoruz.
SAĞDAN DİREKSİYONLU POLİSİYEDE BİR BAŞESER
DEDEKTİFİN kullandığı arabanın direksiyonu sağdaysa bilin ki o İngiliz polisiyesidir.
Yeni dizi “The Stranger”ı (Yabancı) bir gecede ve bir solukta izledim.
Mükemmel bir thriller...
“Marcella”da olduğu gibi burada da birbirinin içine girmiş en az 3 ayrı polisiyeyi izliyorsunuz.
Amerikalı yazar Harlan Coben’in romanından çekilen dizi daha ilk sahnesinde insanı yakalıyor ve sonuna kadar sürüklüyor.
Geçen hafta tavsiye ettiğim “Marcella”dan daha iyi bir thriller.
Samimi söylüyorum uykusuz kalmaya değer.