Özal’ı müthiş övücü bir manşet ve sayfayla andı.
Ben de Sözcü yazıişlerini ve bu sayfayı hazırlayan arkadaşımız Emin Özgönül’ü alkışlayan bir yazı yazdım.
*
Ama o ne...
Bütün hayatı boyunca maddi manevi geçimini Özal ve herkese hakaretle sağlayan Emin Çölaşan, gazetesine bir şey diyemeyince hıncını yine benden çıkardı...
Üstelik yine bir sürü yalan dolanla...
Neymiş ben ona Turgut Özal’la ilgili kitabını okudum çok beğendim demişim.
İsrail aşılamasını tamamlamış, bütün yasakları kaldırmış ve halkı da plajlara hücum etmişti.
Yeni Zelanda ve Avustralya arasında serbest seyahat başlamıştı.
Dünyada COVID olayını en ağır geçiren ülkelerden Amerika’da Biden politikası sonuçlarını vermeye başlamıştı.
16 yaş üzeri isteyen her Amerikan vatandaşına aşı uygulanabiliyordu.
330 milyonluk ABD’de yeni vaka sayısı 67 bindi.
Haziran ayı ortası itibarıyla nüfusunun yüzde 70’ini aşılamış olacağını açıklamıştı.
80 milyon nüfuslu Türkiye’de ise yeni vaka sayısı 55 bindi...
Dün, yani 19 Nisan, Fransız yazar ve düşünürü Jean-Paul Sartre’ın cenazesinin kaldırıldığı günün yıldönümüydü.
Sartre 15 Nisan günü ölmüştü...
Öyleyse niye onu 19 Nisan günü hatırlıyoruz...
*
Cevabı çok basit...
Çünkü onu Montparnasse Mezarlığı’na uğurlayan öylesine büyük bir kalabalık vardı ki...
Fransa, onu, siyasette en büyük muhalifi olan cumhurbaşkanı De Gaulle’ün söylediği şu sözle hatırladı:
“Sartre Fransa’dır...”
1- Kanal D’nin başarılı bir başlangıç yapan dizisi “Camdaki Kız” meğer tam anlamıyla bir Upper (Yukarı) Cihangir dizisiymiş.
*
Nereden mi çıkardım?
Bir kere dizinin bazı sahneleri Cihangir Caddesi’ndeki köşkte çekilmiş.
Bugün Turgut Özal’ın ölümünün 28’inci yıldönümü...
Sabah büyük bir sürprizle uyandım.
Bir gazete harika bir Özal’ı anma sayfası hazırlamış.
*
Tepedeki manşeti şöyle:
“Reformist Tonton...”
Üst spotları şöyle:
- “Hayata veda etmesinin üzerinden 28 yıl geçti ancak yaptıkları hafızalardan hiç silinmedi.”
Sabah Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın “Hiç Oldum” şarkısı için yaptığı klibin haberi ile uyandım.
İkincisi ise aynı sabahın akşamı Ahmet Altan’ın serbest bırakılmasıydı.
*
Hayatım boyunca devlette görev yapan insanların müzikle, sanatla, sporla ilgilenmelerini çok sevdim...
Çünkü tanıdığım siyasetçilerin çok büyük bölümünün siyaset dışında hiçbir uğraşısı yoktu...
Şuna inanıyorum...
Bir insan sanatla, müzikle, sinemayla ilgilendiği zaman bu onun vicdanına, adalet duygusuna ve üslubuna da yansıyor...
Nitekim
Ekonomi tarihimizde ilk defa bir şahsın Bitcoin hesabına haciz kondu...
Bunun anlamı şu...
Artık hepimizin hayatında “Bitcoin” denilen bir para var...
Aslında bu para cebimizde...
Tek farkı ceket cebinde değil cep telefonumuzda olması...
Üç yıla yakın bir süredir bir insan arıyorum...
Bana çok basit biçimde “Bitcoin nedir” anlatsın...
Gerçi, onunla ilgili sadece kendilerinin konuşma hakkı bulunduğuna inanan bazı çevreler, “Ne alakası var Oğuz Atay’ın Cihangir’le” deyip durmadan bana yükleniyorlar...
Merakınızı tatmin edeyim. Hepsi biliyor ki “Upper Cihangir” lafını sembolik olarak kullanıyorum...
*
(Bu arada Cihangir ahalisi galiba bu “Upper” lafından pek hazzetmedi ki, mahalle baskısı yapmış olmalılar ki, bu kavramın mucidi T24’in düzeyli magazin yazarı Tuğrul Eryılmaz da artık sadece “Cihangir” diye yazmaya başladı.)
Neyse asıl konuya gelelim...
Geçen cumartesi T24’te Ayça Atikoğlu’nun bir yazıyla bu “Upper Cihangir polisiyesinin” ikinci sezonu da yayına girdi.
Türkiye’nin
Tahrir Meydanı’ndaki Milli Müze’de bulunan, eski Mısır hanedanına ait 22 mumyayı yeni inşa edilen Mısır Medeniyetleri Müzesi’ne nakletti...
*
18 kral, 4 kraliçeye ait 22 mumya, nitrojenle doldurulmuş cam lahitlere konup büyük ve çok renkli bir törenle yeni yerine götürüldü.
22 lahit 5 kilometrelik yolu 40 dakikada geçti...
*
Bu, mumyaların ikinci yolculuğuydu.
Mısır hanedanlarına ait bu mumyalar 100 yıl önce Luksor’dan Kahire’ye getirilmişti...
Nakledilenler arasında bütün dünyanın bildiği İkinci Ramses ile Mısır tarihinin en başarılı kraliçesi olarak bilinen Hatshepsut’un mumyaları da vardı.
İstifasında “Kendi isteği ile ayrıldığı” belirtiliyor...
Ama artık orada kendine üç-beş trol dışında müttefik bulamadığı herkesin bildiği bir sırdı...
Bütün dünyanın gözü üzerinde bulunan bir mabetten her gün tuhaf seslerin yükselmesinin hiçbir makul AKP’linin de hoşuna gitmeyeceği bir gerçekti.
Nitekim ilk tepki AKP milletvekili Özlem Zengin’den geldi...
Sonra AKP’nin ağır toplarından da sesler yükseldi...
Sonunda ayrılmak zorunda kaldı ve çok hayırlı bir iş oldu...
İstifasını bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın istediği de yazıldı, söylendi.
Değil...
“Analiz” desem o da değil...
Öyleyse ne?
“Ayağınızı denk alın” uyarısı mı...
Önce neden söz ettiğimi anlatayım.
Dün, dünyanın önde gelen ekonomik medyalarından biri olan Bloomberg’de tuhaf bir yazı yayınlandı.
Yazının konusu Türkiye’de Bayraktar grubunun ürettiği SİHA’lardı...
Emekli WhatsApp’çı amirallerin yaptığı düşüncesizce işe tepki koyarken, çok yapıcı iki uyarıda da bulundu.
*
Bildiri yayınlayan amirallerin 10’unun o eski kötü alışkanlıkları hatırlatan biçimde sabah evlerinden alınmalarına tepki gösterdi.
Gözaltına alınmalarına karşı çıktı...
Ama daha önemlisi iktidara bence çok önemli ve yapıcı bir çağrı yaptı.
Özeti şuydu:
Emekli amirallerin seçilmişleri hedef alan açıklamalarına karşı çıkıyorsak...
Atanmış memurların, tayinle göreve gelmiş görevlilerin, valilerin, kaymakamların, maaşını devletten alan dini görevlilerin seçilmiş insanlar, parti başkanları, anamuhalefet partisi başkanı hakkındaki hakarete veren açıklamaları da önlenmelidir...
“Yaptığınızdan memnun musunuz...”
Ve devam etsem...
“Bakın Türkiye geçen hafta ne tartışıyordu...
Sizin bu düşüncesiz hareketinizden sonra bugün ne tartışıyor...”
*
Biliyorum bana diyecekler ki...
“Biz de vatandaşız ve düşüncemizi serbestçe söyleme hakkına sahibiz...”
Evet sahipsiniz...
Çok akıllı telefonuma, Music Business Worldwide müzik endüstrisi haber sitesinden bir son dakika notu düşüyor...
“Paul Simon bütün kataloğunu Sony şirketine satmış...”
Paul Simon...
Yani “Simon and Garfunkel” ikilisinin Simon’ı...
Daha o saniye onlarca şarkı geçmeye başlıyor aklımdan...
“Mrs Robinson”, “Sound of Silence”, “Scarborough Fair”, “Bridge Over Troubled Water”, “Boxer”, “Cecilia”, “A Hazy Shade of Winter”, “Homeward Bound”, “Me And Julio Down by the Schoolyard”...
Bütün bir gençliğim...
2005 yılının aralık ayıydı...
Los Angeles’ta güneşli bir günün gecesiydi... Hollywood ünlülerinin yaşadığı semtteki büyük villanın salonundaydım.
Biraz sonra şahane kadın merdivenlerden inmeye başladı...
Beş yıl önce Cannes Festivali’nde yanımdan geçerken nefesimi kesen şahane Sharon Stone karşımdaydı.
Üstelik üzerinde sadece bir bornoz vardı...
Ayağa kalkıp soruyorum...
“Yorgun musunuz...”
İkinci hayatında bir daha komedi oynayabilecek mi
Zekeriyaköy’deki evde yaşanan o olayın üzerinden 3 yıla yakın zaman geçmiş.
Ahmet Kural’ı o zamandan beri ilk defa görüyoruz.
Kıbrıs’ta TRT için bir dizi çekiyormuş.
Hürriyet Kelebek’te Tülay Demir’in yaptığı mülakattan öğrendik.
Çekim sırasında yeni sevgilisi Çağla Gizem Çelik ile annesi ve babası da yanındaymış.
*
Hayatım boyunca şuna inandım.
![İkinci hayatında bir daha komedi oynayabilecek mi]()
Hata yapan insanların ikinci bir şansı olmalı... Tabii o hatadan ders çıkarabildilerse...
Ahmet Kural’a bu şansın verilmesine de işte bu nedenle sevindim.
*
Fotoğrafına uzun uzun baktım...
Sakin bir yüz ifadesi var.
O ifade bana sanki, o şiddet gecesinin yüzüne izler bıraktığı duygusu verdi....
Nedir o değişiklik derseniz, tarif etmek zor...
*
Peki neler değişti o kenara çekildiği, insanların haklı tepkisinin ablukaya dönüştüğü inzivada...
Çağla ile tanışmış ve mutluymuş.
Evlenmeyi, çocuk sahibi olmayı düşünüyormuş...
Ama asıl değişiklik, artık sosyal yardım işleri ile ilgilenmeye başlamasıymış.
“Bir Dilek Tut” derneğinin gönüllüsü olmuş.
*
Mülakatı yapan arkadaşımız benim de kafamdaki soruyu sormuş ama yarım sormuş. “Bu film Kural güldürür algısını yıkar mı” diyor...
O da “Sektöre ilk girişim dram filmlerleydi” diye cevap vermiş.
Yarım kalan sorunun ikinci bölümü şu olmalıydı:
“Bundan sonra yeniden bir komedi filminde oynayabilir misiniz? İnsanlar yine size gülebilir mi?”
*
Soru sorulmadığı için cevabı da yok.
Cevap belki de bu fotoğrafta... Oradaki ifade, sanki gülme ve güldürme döneminin artık bir daha açılmamak üzere kapandığını anlatır gibiydi...
Gelelim asıl soruya...
Biri ona...
Öteki ise yeni sevgilisine...
BİR ÇAĞLA’YA BİR AHMET’E SORMAK İSTEDİĞİM İKİ SORU
İTİRAF edeyim asıl merak ettiğim soruyu Ahmet Kural’ın yeni sevgilisi Çağla Gizem Çelik’e sormak isterdim. Adı şiddet kullanma olayına karışmış bir erkekle birlikte olmak nasıl bir duygudur?
Bir daha öyle bir şey olmayacağı güvencesini nasıl aldı?
*
Ahmet Kural’a sormak istediğim soru ise şuydu:
O olayın ortaya çıktığı gün ona “Psikolojik destek alacak mısın? Öfke kontrolü tedavisi görecek misin” diye sorduğumda “Evet psikolojik destek alabilirim” cevabını vermişti. Tülay’ın mülakatını okuyunca kendisine bir mesaj atıp “Psikolojik destek aldın mı” diye sordum. Bana cevap olarak şunu yazdı:
*
“İnsan, yaşadıklarının toplamı. Her yaşadığı, iyi veya kötü onda bazı şeyleri değiştiriyor.
Bu değişimi bazen tek başınıza yaşıyorsunuz... Bazen de, bu iyiye ve güzele varma yolculuğunda birileri eşlik ediyor size. Çağla ile bize ait bir dünya kurduk.
Sevgi dolu, düzenli ve karşılıklı saygıya dayalı bir dünya bu. Biz de bu şekilde birlikte yürüyoruz.”
*
Bana sanki bu olaydan dersini çıkarmış, hayatının geri kalan kısmını bu kötü tecrübe üzerine yaşamaya hazırlanan bir insan duygusu verdi.
Gerçekten böyleyse ikinci fırsatı verenler iyi bir iş yapmış diyeceğim.
Ve eğer böyleyse ben de Çağla ve ona bu ikinci yolculukta mutluluk diliyorum.
Umarım Ozan Güven’den de benzer bir haber alırız...
GÜNÜN TARTIŞMASI
GÖZKAPAĞIMI KALDIRTMAK İÇİN ESTETİKÇİYE GİTTİM, İŞTE SONUCU
SEDA Sayan ve Hülya Avşar’ın üzerinde oynanmış fotoğrafları günlerdir tartışılıyor.
Bu tartışmaları izlerken hep şunu düşünürüm... Acaba erkekler de aynı şeyi yapmalı mı...
*
Özellikle sağ gözkapağım düşük...
Hatta görüş zaviyemi bile etkilemeye başladı.
Yıllar önce bazı arkadaşlarım “Çok kolay, iki dakikada kaldırırlar” dedi.
![İkinci hayatında bir daha komedi oynayabilecek mi]()
Bunun üzerine Türkiye’nin en ünlü estetikçilerinden birine gittim.
Elime bir ayna verip yarım saat boyunca yüzümün bir tarafını parmaklarıyla gerdi, hangi bölümünü kaç dakikada halledeceğini anlattıktan sonra sözünü şöyle bağladı:
“Ben üç saatlik bir operasyonla senin yüzünü 40 yaşında bir erkeğin yüzü yapabilirim.
Vücudun da genç ve bu yüzü çok güzel taşır... Ama sana son bir sorum var...”
Böyle dedi ve sordu:
“Vücudun 40 yaşında bir erkek yüzünü taşıyabilir, ama sen bu yüzü taşıyabilir misin?”
*
Bir an düşündüm... 40 yaşındaki bir insan yüzünü aynada gördüm... Ve cevabımı verdim.
“Hayır taşıyamam...”
Estetikçi dostum sözünü şöyle tamamladı:
“Sana tavsiyem yüzüne hiç dokundurma... O düşük gözkapakları, gözaltı torbaları bir süre sonra karakterin olur. Bol bol gül... Bir erkeği en genç gösteren şey gülmektir...”
*
Sevgili Seda, sevgili Hülya...
İkinizin de harika kahkahaları var...
Bol bol kahkaha atın Allah aşkına...
MICHELIN TÜRKİYE’YE GELDİĞİNDE NE OLUR
BİR süredir dünyanın en konuşulan “gastronomi rehberi” Michelin’in Türkiye’de de yıldız vermeye başlayacağı konuşuluyor.
Hatta bu yıl geleceklermiş ama pandemi dolayısıyla ertelenmiş.
*
Tabii herkes şimdiden tahminde bulunmaya başladı. Michelin gelirse Türkiye’de hangi restoranlar yıldız alabilir... Benim de kendime göre tahminlerim var ama elimin altındaki en değerli referans Hürriyet’in Karaca ile birlikte hazırladığı “İncili Gastronomi Rehberi”...
*
Bu rehberin iki gizli kahramanı var. Biri Hürriyet’in hep ilgiyle izlediğim ve güvendiğim gastronomi yazarı Müge Akgün...
Öteki de bu tür girişimlere hep büyük destek veren Karaca Grup Yönetim Kurulu Başkanı Fatih Karaca...
*
İncili Gastronomi Rehberi üçüncü sayısını geçen yıl yayınladı. Orada Türkiye’de “5 inci” alan 5 restoran var.
- İstanbul’da “Mikla”, “Neolokal” ve “Sunset”...
- İzmir’de “Od Urla”.
- Bodrum’da “Maça Kızı”.
*
Bunlardan biri veya iki-üçü yıldız alırsa şaşırmam...
KANLI SNEAKER
HER YER KAN REVAN İÇİNDE, BİR DE BEYAZ SNEAKER’IMA SIÇRATMAYIN
KURNAZIN biri hip hop’ın yükselen ismi Lil Nas’ın adına 666 adet sneaker üretip sattı.
Üzerine Nike markasını da bastı ve ayrıca her birine bir damla gerçek insan kanı damlattı... Bir sneaker tutkunu olarak hiç de hoşuma gitmedi bu proje...
Ayrıca bir “collector item” (koleksiyoncu parçası) olarak da görmedim.
Nike dava açıp kazandı ama 666 sneaker çoktan kutulanıp yollanmıştı.
Daha önce de yazmıştım ben sneaker hastasıyım.
Hele bu mevsimlerde klasik beyaz sneaker tutkum saplantıya dönüşür.
Son zamanlarda ayağımdan evde bile çıkmıyor.
Ama benim gözümde ilkbaharı, tazeliği, zindeliği ve mutluluğu ifade eden bembeyaz sneaker’ıma kan sıçramasını asla istemem...
Yaşadığım şu feci dünyada her yerde yeterince insan ve hayvan kanı var zaten...
![İkinci hayatında bir daha komedi oynayabilecek mi]()
YAZA GİRERKEN EN İYİ 10 BEYAZ SNEAKER… AMA BEN SEÇMEDİM
- GQ internet dergisi hafta başında 100 doların altındaki en iyi beyaz sneaker’ları seçmiş.
İlk 10 şöyle:
- Nike Air Force 1’07
- Vans Bault UG OG “Epoch” LX
- Asics Gel Lyte III
- Adidas Originals “Rod Laver”
- Puma “Clyde” foil
- Reebok Club C 85
- New Balance MS”237CB
- New Republic “Kurt”
- Nike Killshot 2
- Converse “Jack Purcell
*
- HASTALARI İÇİN: Bu arada, hastaları için Adidas’ın efsane Stan Smith’in ve yine Converse’in yıldızlı efsanesi Pro Leather Ox Low’un da ilk 20’de yer aldığını belirteyim.