Bunu çizen kızın adı Sara Barakzay...
Afganistan’ın ilk kadın çizgi romancısı...
Adını ilk defa dün Guardian gazetesinde gördüm.
Ben onun hakkındaki bu haberi okurken, Türkiye’de gazetelerin, internet haber sitelerinin, haber televizyonlarının bir numaralı gündemi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıkladığı İnsan Hakları Reform Paketiydi...
İkisinin aynı güne gelmesi benim için çok anlamlı bir sürpriz oldu.
Çünkü bu çizginin Türkiye’ye uzanan bir ucu var.
Nedenini anlatayım.
“Don’t F...k With Cats...”
“Kedilere Bulaşma: İnternette Katil Avı...”
*
Üç bölümlük dizinin girişinde ‘Buradaki kişiler hayal mahsulüdür’ diye bir yazı yok. Dizideki her kare gerçek...
Mekânlar gerçek.
Olaylar gerçek...
Ve en önemlisi...
Yaşanan bütün vahşet gerçek...
Adalet, demokrasi ve insan hakları reformu...
Tabii bu reform aynı zamanda ifade ve haber alma özgürlüklerinin de çerçevesini çizecek...
İşte böyle bir günde ben de size Türkiye’nin “haber coğrafyasını” anlatan bir çalışmadan söz edeceğim.
*
Hürriyet İnternet’in eski yöneticisi Emre Kızılkaya dün ilginç bir çalışmanın sonuçlarını açıkladı.
Kızılkaya ve arkadaşları 2 hafta boyunca Türkiye’de yayınlanan 1.1 milyon haberi inceleyip analizini yapmışlar.
Türkiye’de 19 ulusal, 165 ise yerel TV kanalı var...
Devlet kontrolünde ise 13 TV kanalı bulunuyor...
Böyle bir derbiye klasik mantıkla, rasyonel bir değerlendirme yapmak mümkün değil. O yüzden maç boyu gözlemlerimi anarşik biçimde alt alta yazıyorum...
Göreceksiniz ki, bu bir uzman yazısı değil, hepimizin maç sırasında aklımıza gelen düşüncelerden ibaret olacak bu.
BİR KERE DAHA GÖRDÜK DÖRT ÜÇTEN BÜYÜKTÜR
1- Trabzonspor yıllar önce bileğinin hakkıyla kırılmaz denilen ‘Üç Büyük takım’ zincirini en zayıf halkasından kırıp ‘Dört Büyük Kulüp’ karesini, futbolun yeni fotoğrafı olarak kafamıza yerleştirdikten sonra ‘derbilerin’ de anlamı değişti. Ben dahil kimse bir derbi sonucu hakkında önceden rahatlıkla kehanette bulunamadık. Bu maçta öyleydi.
2- Şaşırtmayan, heyecanlandırmayan derbilere alışmıştık. Bu derbi de öyle olacak derken, maçın 67’inci dakikasından sonra beklemediğimiz bir heyecan geldi.
ÖZİL’İ GÖREVDEN ALANIN YENİ BİR HİKAYESİ OLMALIYDI
3- 67’inci dakika önemliydi. Çünkü Fenerbahçe Teknik Direktörü çok az teknik direktörün yapabileceği bir şeyi yaptı. mesut Özil gibi uluslararası bir starı maçtan kulübeye aldı.
4- Böylesine cesur ve kritik kararı alan bir teknik direktörün maçın geri kalanı için yeni bir hikayesi olmalıydı. O hikaye gol olarak geldi.
Yıllarca önünden geçtiğim efsanevi Atlas Sineması yeniden açılıyordu.
*
Atlas Sineması’nın açılış tarihi 1948...
Yani benimle aynı yaşta sayılır...
Çok satan kitaplara imza atmış bir yazar...
Başı açık...
Duruşu, tarzı ile kendine özgü...
*
Öteki tarafta Ayşe Böhürler...
Gelen haberler şunlardı:
*
SABAH HABER 1: Biden yönetiminin CIA’in başına getireceğini açıkladığı William Burns yaptığı açıklamada Çin’i “otoriter düşman” olarak niteledi.
Bu kavramı ilk defa işitiyorum... Demek ki artık dünyanın gündeminde “otoriter düşman” diye yeni bir kavram olacak.
*
SABAH HABER 2: İspanya geçmişin acımasız diktatörü Franco’nun son heykelini de indirmiş.
Franco
“FinTech”, “Bitcoin” ve “Blockchain”...
İtiraf edeyim, üçünün de ne olduğunu tam olarak bilemiyorum.
Oysa bunlar giderek günlük hayatımıza şuradan buradan girmeye başladı.
Özellikle de “FinTech...”
Belki inanmayacaksınız, aramızdan 2 milyon insan bu teknoloji üzerinden alışveriş yapıyor. Pandemi sırasında online ödemelerde çok öne çıktı.
Bu ödeme sistemi hayatımızın belki de en önemli kavramlarından birini yavaş yavaş tarihe gömüyor.
Parayı...
Yani bir zamanlar cebimizde en çok gördüğümüz şeyi artık görmüyoruz.
Hem de iki yüksek yerden aldığım izinle...
Biri “devlet başkanı”ndan...
Öteki “patron”dan...
İkisi de bana “Döneklik ve hainlik artık bütün dünyada şerefli bir payedir. Çık göğsünü gere gere halkın arasına gir” dediler.
Dün gece sabaha karşı cep telefonuma Deadline Hollywood haber sitesinden bir haber düştü.
ABD’nin eski başkanı Barack Obama ile ABD’nin en büyük rock şarkıcısı Bruce Springsteen Spotify üzerinden ortak bir podcast’e başladılar
Yani yaptıkları sohbeti şarkı gibi Spotify üzerinden streaming olarak yayınlıyorlar.
Vallahi dinlerken yıkıldım...
Bir kere daha söylüyorum...
Cem Yılmaz pandemi dolayısıyla çekilince, stand-up sahnesi Cübbeli Ahmet Hoca’ya kaldı...
Yani kavuk ona geçti...
Allah için o da acayip bir performans sergiliyor...
Geçen hafta iki gelişme oldu.
Geçen perşembe akşamı NASA Mars’a
Ekinoks, her yıl gündüz ile gecenin eşit olduğu güne verilen isim.
*
Yılda iki ekinoks var...
Biri 21 Mart ilkbahar ekinoksu...
Öteki ise 23 Eylül sonbahar ekinoksu...
Sözünü ettiğim cadılar dizisi bir sonbahar ekinoks günü başlıyor.
*
1. Ülke olarak başımızda büyük bir sorun patlamak üzere...
Ve bu sorunun adı “Brezilya poposu...”
Ama yavaş yavaş bu deyimin yerini “Kim Kardashian poposu” alıyor.
*
Bunun ilk işareti de dün İngiliz Guardian gazetesindeki tam sayfa bir haberle geldi...
Üstelik haberi New York Times gazetesi de duyurdu...
Diyeceğim “Kardashian’ın poposu” deyip dudak bükmeyin, konu ciddi konu.
*
En iyi okuduğum şey de bakanlık sitesine konan fotoğraflar...
Bu etkileyici fotoğrafı da dün Savunma Bakanlığı’nın web sitesinde gördüm.
*
Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın makamını ilk defa bu kadar geniş bir kadrajla görüyoruz.
Fotoğrafta bakanın sağında Türk bayrağı, solunda ise NATO bayrağı görünüyor.
Arkada ise bir Atatürk portresi var.
Zaten sitenin sayfası da sol üste bir Atatürk fotoğrafı ile açılıyor.
Bir de “82’nci gibi” olanı...
Bir Türkiye şehri değil, ama bir Türk şehri gibi olmaya doğru hızla gidiyor.
Burası Suriye sınırları içindeki Afrin...
Bilmiyordum, meğer Türkiye bir süre önce bazı yabancı gazetecileri Suriye içinde Türk ordusunun kontrolündeki Afrin’e götürmüş.
Giden gazetecilerden ilk yazı dün New York Times’ta yayınlandı.
Bu şehir hakkında bilmediğimiz bazı şeyleri bu yazıdan öğrendim.
Ve öyle bir yazı ki...
Nereden üzerine düştüyse durup dururken bir anayasa tartışması başlattı...
Allah’tan ne Cumhurbaşkanlığı, ne iktidar partisi ne de Diyanet bu tartışmaya girdi...
Ama baktım bugün muhalif diye bilinen bazı eski liberal yazarlar da “Anayasa’nın değişmez maddelerini tartışamazsak buna demokrasi denmez” demeye başladılar
Ben de diyorum ki:
İyi hadi gelin tartışalım... Tartışalım da neyi tartışacağız...
*
Madde 1 diyor ki: Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir...
Bunu mu tartışacağız?
Tabii ki konu, onun için yazdığım şu sözlerdi:
“Seçim gecesi üç-beş saati yönetemeyen bir siyasetçi bir partiyi 360 gün nasıl yönetecek...”
Allah için Muharrem İnce’nin rahmetli Süleyman Demirel’e benzeyen bir tarafı var.
Alınmıyor, kızmıyor, küsmüyor...
Türk siyasetinde artık unutmaya başladığımız güzel bir meziyet bu.
Neyse, hemen söze girdi:
“Seçim gecesi için bana haksızlık ediliyor”
Türkiye’de geçen hafta V.I.P köpekler dönemi açıldı.
Size bu haberin hikâyesini ve perde arkasını yazayım.
*
Son yıllarda Türkiye’de en beğendiğim yeni markalardan biri Les Benjamins...
Gümüşhane kökenli bir ailenin çocuğu olan Bünyamin Aydın’ın yarattığı bir giyim markası.
Başlarda “Ottoman Punk” tarzı deniyordu.
Lüks sokak modasının önde gelen isimlerinden biri oldu.
Özellikle fesli James Dean desenleri falan bütün dünyada tutuldu.
- 73 yaşımdayım...
- Bugüne kadar oy verdiğim hiçbir parti iktidara gelemedi.
- Bugün “Türkiye Cumhurbaşkanlığı Mevzuat Bilgi Sistemi” sitesine girip TC Anayasası yazdığım zaman karşıma çıkan metnin üzerinde şu yazıyor:
“Kanun numarası: 2709
Kabul tarihi: 18/10/1982”...
Güzel isim ama itirazım var.
İngilizce veya başka Hint Avrupa dillerinde telaffuzu sorun yaratabilir.
“Kakabey” olarak söylenir ve bu da yanlış anlamalara yol açar...
Onlar eğlenir biz üzülürüz...
Ama önce size önemli bir haber vereyim.
*
Türk “Silikon” dünyasında geçtiğimiz günlerde önemli bir gelişme daha oldu.
Dünyanın önde gelen dijital araştırma kuruluşlarından YouGov, Türkiye’de “Wizsight” adlı online araştırma şirketini satın aldı.
Wizsight 2017 yılında N. Özge Akçizmeci adlı genç bir girişimci tarafından kurulmuş bir startup şirket.
Böylece BluTV’nin yüzde 30 hissesinin bir dünya devi olan Discovery’ye satılmasından sonra ikinci bir Türk startup’ı daha dünya piyasasına girdi.
YouGov ilginç alanlarda online araştırmalar yapan bir şirket.
Dün bir şair öldü öyle böyle bir şair değil çok büyük bir şair öldü
BAZI ölümler var...
İşittiğim zaman üzülürüm... Çok üzülürüm ama yine de kendimi şanslı hissederim.
Onun hakkındaki düşüncelerimi o daha yaşarken, daha hasta bile olmamışken gıyabında yazmış, sonra vicahiye çevirmişimdir.
O yüzden bu ancak hayatı, kaybettiği çok sevgili insanların arkasından “post mortem” yazılar döşenmekle geçmiş insanların anlayabileceği bir sevinç ve bir hüzündür benimki...
*
Bayanlar baylar...
Dün ülkemizde bir şair öldü...
küçük İskender...
Adındaki tevazu şiirinin büyüklüğünden gelir...
*
- Türkçe harflerin, Türkçe kelimelerin ve Türkçe bir cüretin şairidir...
- Kendi ahlak kitabını kendi yazan, kendi imla kurallarını kendi tayin eden, hayatının hudutlarını kendi çizen, hep Araf’ta oturup, kendi cennetinin ve kendi cehenneminin kapılarını kendi açıp kendi kapatan büyük bir şairdi...
*
Yeri benim gönlümdeki en mutena yerdir... Öteki tarafta da mekânı cennet olsun...
*
Şimdi size onun için 2011 yılında yazdığım yazıyı sunuyorum. O gün “mortem post” (ölüm öncesi) bir yazıydı.
Bugün “post mortem”...
BÜYÜK BİR ŞAİR İÇİN ‘MORTEM POST’ BİR YAZI
UZUN zamandır bu dizeyi bekliyordum. Bir vahiy gibi çıkıp gelmesini, daha ilk okuduğum an beynime saplanmasını.
Daha ilk kelimede hafıza dediğim karakutunun en mutena kuytusuna kendi kendini yazmasını. Hafızamın, meydan okumaya azmettiren en kıymetli locasına, işte oraya yerleşsin diye bekliyordum.
O cümleyi...
*
“Şiirimiz mor külhanidir abiler” gibi geniz tadı bırakan...
“Kime baksam sensin” gibi biricik kılan...
“Öyle kadınlar sevdim ki” gibi efsaneleştiren...
“İçime çektiğim hava değil gökyüzüdür” gibi uçuran...
“Ne de olsa adımız insanların hanesine yazılmıştır” gibi yücelten...
*
İşte öyle hafıza tutkalı bir dize gelsin diye bekliyordum.
Epeydir yıl, böyle bir cümle için istiharelere yatıp, sabahları mahzun, umutsuz kalkıyordum.
O cümle dün sabah geldi...
Sabah kalktım ki, yattığım yerdeyim.
Gece yatağıma aldığım kitaplardan birine baktım.
Yine bir “küçük İskender” kitabı. “Bu Defa Çok Fena”... Kitabı ortasından bir yerden açtım... Siz deyin kader, ben diyeyim alın yazısı...
O cümle gelmişti.
Gelmemiş, inmişti...
*
“Gözleri gözlerime bir katarakt gibi indi...”
Al sana beklediğin cümle, fazlasıyla, ziyadesiyle o cümle.
“Oğlum sen aramıyormuşsun, basbayağı aranıyormuşsun” dedim...
Buldun işte, al başına belayı.
*
“Gözleri gözlerime katarakt gibi indi” ya, orada kalsa iyi... Daha bu cümlenin parça tesirini bertaraf edemeden, tarrakalar başlıyor.
“Önce yüzüm tutuştu, ellerim sonra yanar, kalbim şimdi.”
Sonra hepimize geliyor, hepimizin hesaplaşmalarına:
“Nasıl bir zor denge birbirimizin sıratından geçişimiz
Benim bin katilim var - senin bin eşgalin: Eşit sayılırız”.
*
Dur bitmedi, sabah bıraktığın dağınık yatakla da hesaplaşacaksın.
“Nasıl bir cinayettir ki bu
Kan gruplarımız farklı, parmak izlerimiz aynı çıktı
Söyle arkadaş, ‘Apple’ın ısırılmış elmasının’ sırrını çözdün mü şimdi?
Her ilişkinin bir olay yeri incelemesi var.
Cinayet mahallinde umumi ahlak örtüsünün altından bir ses geliyor:
Katil benim diye bağırdı ceset”.
DÜN GECE ÇOK İÇTİM BE ARKADAŞIM... HEM DE SADECE SENİN YÜZÜNDEN
ÖLÜMÜNDEN önce demişti ki:
“Benim öldüğümü duydukları gün dansa gitsinler... Bir gün önce dansa gidenler de çok özledikleri sevgililerini arasınlar. O gece ben öldüm diye eğlenmesinler. Böyle bir adam yaşadı diye eğlensinler...”
Vasiyetini dün gece yerine getirdim sevgili arkadaşım.
Dün gece Akbük’te iskelemin ucunda yakamozlar vardı.
Öyle güzel içtim ki...
Sonra o mahur dizelerini Ege sularına öyle avaz avaz haykırdım ki...
“Ölecek miyim doktor hanım, tıp yetersiz mi kalıyor
Ameliyathane hazırsa elimde sağlam ve cesur cesetler var...”
MERSİN’DEN GELEN ŞU MANŞETİN ALTINDAKİ
- İLK HABER: İlk haber sabah bir arkadaşımdan geldi.
“Alkollü içkilerin ÖTV’si sadece 2019’da yüzde 24 arttırıldı...”
Hiç ilginç değil.
İçki içen herkesin bildiği bir gerçek.
*
- İKİNCİ HABER: Bir arkadaşımdan saat 11.00’e doğru geldi.
Bu yılın ilk üç ayında Türkiye’de alkollü içki tüketiminde görülmedik bir düşüş olmuş.
Rakamlar da şöyle:
- Rakıda yüzde 39.37
- Şarapta yüzde 18.27
- Birada yüzde 16.88
- Votkada yüzde 20.94
Ohh muhafazakârlar ve Yeşilaycılar için ne sevindirici haber değil mi...
Çabuk sevinmeyin...
Üçüncü haber de var.
*
- ÜÇÜNCÜ HABER: Kötü haber erken gelir. Daha bir gün önce Mersin’den gelmişti bile.
Hürriyet internet sitesinin manşet haberi şöyleydi:
“Mersin’den kötü haberler gelmeye devam ediyor”.
Haber ne mi diyorsunuz?
Şuydu: Mersin’de son bir haftada metil alkol zehirlenmesinden 5 kişi öldü.
Yaralı sayısı 16’yı geçti...
Bu haberin ardından dün akşam 2 kişi daha öldü.
*
Türkçesi ne mi?
Kaçak içkiden zehirlenme...
7 ölü 14 yaralı...
Bir de alttaki kutuyu okuyun.
İÇKİNİN EN KATI ÜÇ KURALI
- Fiyatı arttırırsanız: Kaçağı azdırırsınız.
- Yasaklarsanız: Mafyayı palazlandırırsınız.
- İçkiyi, ne fiyatla, ne yasaklamayla azaltamazsınız. Tek yol bilinçli bir eğitimdir.
İMAMOĞLU’NUN İLETİŞİMCİSİ EROL OLÇOK İÇİN NE DİYOR
23 Haziran’daki İstanbul seçiminde ‘millet ittifakı’ adayı Ekrem İmamoğlu’nun stratejisini çizen kişi Necati Özkan’dı... Stratejiyi 23 Haziran akşamına kadar, onun başında bulunduğu Öykü Ajansı’nın 18 çalışanı yürüttü. Türkiye’de solun 1987’deki ünlü “limon gibi sıkılma” kampanyasından beri gördüğü en başarılı kampanyaydı. Sözcücom.tr’de Özlem Gürses’in onunla yaptığı mülakatı kelime kelime izledim. Bir iletişimci olarak beni çok etkiledi. Şimdi bugün de onun AKP’nin 15 Temmuz’da ölen iletişimcisi Erol Olçok için söylediklerini aktaracağım.
AKP’NİN SIKINTISI ORADA BİR OLÇOK’UN OLMAMASI
- “Erol, evladı ile birlikte vurulduktan sonra o gece, ben gerçekten çok üzüldüm. Türkiye için de büyük bir kayıptır yokluğu.
Onunla ilgili bir de yazı yazdım, o yazıyı hem Erol’un ailesi, akrabaları, hem de AKP’de ona yakın isimler çok paylaştılar.”
*
- “Bugün anlıyoruz ki Erol, AKP için, zannedilenden çok daha değerli ve çok daha önemli imiş.”
*
- “Elbette sonuçta ekonominin kötü gidişatının etkisi vardır ama bu kampanyada gördük ki rakibimizin tek bir tane bile doğru mesajının bulunmamasının nedeni, orada yeni bir Erol’un olmayışıdır.”