Çok satan kitaplara imza atmış bir yazar...
Başı açık...
Duruşu, tarzı ile kendine özgü...
*
Öteki tarafta Ayşe Böhürler...
Gelen haberler şunlardı:
*
SABAH HABER 1: Biden yönetiminin CIA’in başına getireceğini açıkladığı William Burns yaptığı açıklamada Çin’i “otoriter düşman” olarak niteledi.
Bu kavramı ilk defa işitiyorum... Demek ki artık dünyanın gündeminde “otoriter düşman” diye yeni bir kavram olacak.
*
SABAH HABER 2: İspanya geçmişin acımasız diktatörü Franco’nun son heykelini de indirmiş.
Franco
“FinTech”, “Bitcoin” ve “Blockchain”...
İtiraf edeyim, üçünün de ne olduğunu tam olarak bilemiyorum.
Oysa bunlar giderek günlük hayatımıza şuradan buradan girmeye başladı.
Özellikle de “FinTech...”
Belki inanmayacaksınız, aramızdan 2 milyon insan bu teknoloji üzerinden alışveriş yapıyor. Pandemi sırasında online ödemelerde çok öne çıktı.
Bu ödeme sistemi hayatımızın belki de en önemli kavramlarından birini yavaş yavaş tarihe gömüyor.
Parayı...
Yani bir zamanlar cebimizde en çok gördüğümüz şeyi artık görmüyoruz.
Hem de iki yüksek yerden aldığım izinle...
Biri “devlet başkanı”ndan...
Öteki “patron”dan...
İkisi de bana “Döneklik ve hainlik artık bütün dünyada şerefli bir payedir. Çık göğsünü gere gere halkın arasına gir” dediler.
Dün gece sabaha karşı cep telefonuma Deadline Hollywood haber sitesinden bir haber düştü.
ABD’nin eski başkanı Barack Obama ile ABD’nin en büyük rock şarkıcısı Bruce Springsteen Spotify üzerinden ortak bir podcast’e başladılar
Yani yaptıkları sohbeti şarkı gibi Spotify üzerinden streaming olarak yayınlıyorlar.
Vallahi dinlerken yıkıldım...
Bir kere daha söylüyorum...
Cem Yılmaz pandemi dolayısıyla çekilince, stand-up sahnesi Cübbeli Ahmet Hoca’ya kaldı...
Yani kavuk ona geçti...
Allah için o da acayip bir performans sergiliyor...
Geçen hafta iki gelişme oldu.
Geçen perşembe akşamı NASA Mars’a
Ekinoks, her yıl gündüz ile gecenin eşit olduğu güne verilen isim.
*
Yılda iki ekinoks var...
Biri 21 Mart ilkbahar ekinoksu...
Öteki ise 23 Eylül sonbahar ekinoksu...
Sözünü ettiğim cadılar dizisi bir sonbahar ekinoks günü başlıyor.
*
1. Ülke olarak başımızda büyük bir sorun patlamak üzere...
Ve bu sorunun adı “Brezilya poposu...”
Ama yavaş yavaş bu deyimin yerini “Kim Kardashian poposu” alıyor.
*
Bunun ilk işareti de dün İngiliz Guardian gazetesindeki tam sayfa bir haberle geldi...
Üstelik haberi New York Times gazetesi de duyurdu...
Diyeceğim “Kardashian’ın poposu” deyip dudak bükmeyin, konu ciddi konu.
*
En iyi okuduğum şey de bakanlık sitesine konan fotoğraflar...
Bu etkileyici fotoğrafı da dün Savunma Bakanlığı’nın web sitesinde gördüm.
*
Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın makamını ilk defa bu kadar geniş bir kadrajla görüyoruz.
Fotoğrafta bakanın sağında Türk bayrağı, solunda ise NATO bayrağı görünüyor.
Arkada ise bir Atatürk portresi var.
Zaten sitenin sayfası da sol üste bir Atatürk fotoğrafı ile açılıyor.
Bir de “82’nci gibi” olanı...
Bir Türkiye şehri değil, ama bir Türk şehri gibi olmaya doğru hızla gidiyor.
Burası Suriye sınırları içindeki Afrin...
Bilmiyordum, meğer Türkiye bir süre önce bazı yabancı gazetecileri Suriye içinde Türk ordusunun kontrolündeki Afrin’e götürmüş.
Giden gazetecilerden ilk yazı dün New York Times’ta yayınlandı.
Bu şehir hakkında bilmediğimiz bazı şeyleri bu yazıdan öğrendim.
Ve öyle bir yazı ki...
Nereden üzerine düştüyse durup dururken bir anayasa tartışması başlattı...
Allah’tan ne Cumhurbaşkanlığı, ne iktidar partisi ne de Diyanet bu tartışmaya girdi...
Ama baktım bugün muhalif diye bilinen bazı eski liberal yazarlar da “Anayasa’nın değişmez maddelerini tartışamazsak buna demokrasi denmez” demeye başladılar
Ben de diyorum ki:
İyi hadi gelin tartışalım... Tartışalım da neyi tartışacağız...
*
Madde 1 diyor ki: Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir...
Bunu mu tartışacağız?
Tabii ki konu, onun için yazdığım şu sözlerdi:
“Seçim gecesi üç-beş saati yönetemeyen bir siyasetçi bir partiyi 360 gün nasıl yönetecek...”
Allah için Muharrem İnce’nin rahmetli Süleyman Demirel’e benzeyen bir tarafı var.
Alınmıyor, kızmıyor, küsmüyor...
Türk siyasetinde artık unutmaya başladığımız güzel bir meziyet bu.
Neyse, hemen söze girdi:
“Seçim gecesi için bana haksızlık ediliyor”
Türkiye’de geçen hafta V.I.P köpekler dönemi açıldı.
Size bu haberin hikâyesini ve perde arkasını yazayım.
*
Son yıllarda Türkiye’de en beğendiğim yeni markalardan biri Les Benjamins...
Gümüşhane kökenli bir ailenin çocuğu olan Bünyamin Aydın’ın yarattığı bir giyim markası.
Başlarda “Ottoman Punk” tarzı deniyordu.
Lüks sokak modasının önde gelen isimlerinden biri oldu.
Özellikle fesli James Dean desenleri falan bütün dünyada tutuldu.
- 73 yaşımdayım...
- Bugüne kadar oy verdiğim hiçbir parti iktidara gelemedi.
- Bugün “Türkiye Cumhurbaşkanlığı Mevzuat Bilgi Sistemi” sitesine girip TC Anayasası yazdığım zaman karşıma çıkan metnin üzerinde şu yazıyor:
“Kanun numarası: 2709
Kabul tarihi: 18/10/1982”...
Güzel isim ama itirazım var.
İngilizce veya başka Hint Avrupa dillerinde telaffuzu sorun yaratabilir.
“Kakabey” olarak söylenir ve bu da yanlış anlamalara yol açar...
Onlar eğlenir biz üzülürüz...
Ama önce size önemli bir haber vereyim.
*
Türk “Silikon” dünyasında geçtiğimiz günlerde önemli bir gelişme daha oldu.
Dünyanın önde gelen dijital araştırma kuruluşlarından YouGov, Türkiye’de “Wizsight” adlı online araştırma şirketini satın aldı.
Wizsight 2017 yılında N. Özge Akçizmeci adlı genç bir girişimci tarafından kurulmuş bir startup şirket.
Böylece BluTV’nin yüzde 30 hissesinin bir dünya devi olan Discovery’ye satılmasından sonra ikinci bir Türk startup’ı daha dünya piyasasına girdi.
YouGov ilginç alanlarda online araştırmalar yapan bir şirket.
“Bazen bir ülkede bir adam gelir...”
Sonra birasından bir yudum alıp devam ediyordu:
“Bazen o ülkede bir adam daha gelir...”
Geçenlerde bu tiradı yazmıştım...
Amerika Birleşik Devletleri’nde bir adam geldi...
Ülkeyi tam ortasından ikiye böldü...
Şimdi bir adam daha geldi....
‘Hiç’ diye karşılık verdim. ‘Kendimce bakıyorum, burnuma, şu burun deliğimin içine basınca biraz acıyor da’...
Karım gülümsedi...
‘Ben de ne yana doğru çarpık diye bakıyorsun sandım’ dedi.
Kuyruğuna basılmış köpek gibi döndüm:
‘Çarpık mı? Benim burnum mu?’
Karım dingince:
‘Elbette canım, İyi bak: Sağa doğru çarpık...”
*
Tartışmanın konusu “Afrodit” adlı bir kitaptı...
Yani Yunan mitolojisinin “Aşk ve güzellik tanrıçası” üzerine...
Daha doğrusu Fransız yazar Pierre Louys’un 1896 yılında yayınlanmış “Afrodit” adlı kitabı üzerine patlayan tartışmaydı bu.
*
Önümde bir kitap duruyor.
Adı “Türkiye Tarihini Değiştiren 110 Kadın”...
Hürriyet’in eski yazıişleri müdürlerinden Doğan Satmış’ın kitabı.
*
Kendince Türkiye tarihini değiştiren 110 kadın belirlemiş ve hepsinin küçük birer portresini yazmış. Listeyi tek tek inceledim. Böyle seçimler çoğu kez keyfidir.
Yani her zaman bir “Bana göre” payı vardır.
Bu da öyle...
*
Ve kendimize yeni ve güvenli bir dijital ev aramaya başladık.
Türkiye’de iki isim öne çıktı.
Telegram ve BİP...
Telegram Rus asıllı bir adamın kurduğu haberleşme sistemiydi...
BİP ise milli ve yerli...
Turkcell’in bir hizmeti.
İşte bu arayış içinde vatandaş olarak gidip Turkcell’in CEO’su Murat Erkan’ı buldum.
Bu yazıişleri masasında hiç sorulmayan o soru
Bu masada, Hürriyet yazıişleri masasında 20 yıl oturdum.
O soruyu bugüne kadar bir defa sormuştum...
“Arkadaşlar içimizde Alevi var mı?”
Göçmen ailemde hiçbir zaman, kimseye sorulmamış bir soruydu...
Hafızamda, şahsi lügatimde yoktu böyle bir soru cümlesi...
1995 yılıydı...
Gazi Mahallesi olayları başlamıştı...
İşte öyle bir gün, sırf merakına sormuştum.
Aramızda iki Alevi, bir Bektaşi, bir de Kürt varmış...
*
Kim neyin nesidir, nereden gelmiştir, nerede doğmuştur sorusu o masada bir daha hiç sorulmadı.
Sorulmadığı için de pazar akşamı kaybettiğimiz arkadaşımız Necdet Doğan’ın bir Akdeniz çocuğu olduğunu da yeni öğrendim.
*
Nüfusa kayıtlı olduğu yer Bilecik’ti ama Dalaman’da doğmuş...
Üstelik anne ve babası benim annem ve babam gibi Bulgaristan doğumluymuş...
Babası Dalaman Üretme Çiftliği’nde çalışan bir atölye ustasıymış...
Çocuklarını çok iyi yetiştirmişler.
Necdet parlak bir gazeteci oldu.
Kız kardeşleri çok iyi bir avukat.
Ağabeyi ise kalp cerrahı...
*
Bir mesleki çelişkiler insanıydı Necdet...
Gazeteciler gürültücüdür, sesleri cüsselerinden daha yüksek desibelde çıkar...
O ise tanıdığım en sessiz gazeteciydi...
Ancak çok gerekli yerde, çok gerekli zamanda yükseltirdi sesini...
Konuşmadan tasarruf ettiği zamanı, araştırmaya harcardı...
“Araştırmacı gazetecilik” kavramının laga luga bir insan harcama, bir linç sanatının irkiltici kamuflajı haline getirildiği bu meslekte, gerçek araştırmacıydı.
*
“Gerçek acıtır” sözünü her gün kafamıza çakardı...
Manşet kıtlığı çektiğimiz günlerde, önümüze bir haber gelir, üzerine atlarız ve işte tam o sırada onun bizi delirten sesi duyulur.
“Bu çok eski bir haber, daha önce şurada şurada yayınlanmıştı.”
Moral balonlarımız bir anda patlar...
İfrit oluruz ona, keyfimizi kaçırdığı, fiyakamızı bozduğu, bir an önce işimizi bitirip barda bir kadeh atma hazzımızın içine ettiği için...
*
Oysa bizi büyük bir yanlıştan kurtarmıştır...
Araştırmacı gazeteciliğe gerçek anlamını vermiş, araştırmış, aramış, bulmuştur...
*
Bir tür erken haber alma sistemimizdir...
Koruyucu meleğimizdir Necdet...
Sessizliğin gücü, sükûnetin en başarılı muhabiridir.
*
Bir de arkeolog yanı vardır...
Allah’ın verdiği bir algılama, görme kabiliyeti ile bir başka gazetenin fark edemeyip en münzevi arka sayfa mağaralarına gömdüğü bir satırı bulur, araştırır ve onun arkasındaki keşfedilmemiş haberi kordu önümüze...
*
Özdemir İnce’nin edebiyat ve kültür için söylediği bir söz vardır:
“Doğan Hızlan bir yerde ise orası meşrudur” der...
Ben de diyorum ki...
“Necdet bir yeri kazmışsa, orası gazetecilik arkeolojisinin Göbeklitepe’sidir...”
Oradan hepimizi aydınlatacak, manşetlerimize oturacak bir hakikat çıkar...
Hem de öyle son günlerin moda deyişi ile “yeni normalin küresel hakikat diye yutturulmaya çalışılan çakma hakikati” değil...
Sahici hakikattir o...
*
Mesleğimiz Kafka romanlarından çıkmış, kendi kuytusunda gerçeği arayan sessiz, şöhretsiz, abartısız, kibirsiz bir kahramanını kaybetti...
Dün önümüze koyduğu hakikatlerle, tarafsızlığıyla, vicdanıyla, sinirimizi çok bozdu...
O nedenle bugün çok hayır duamızı alıyor...
*
Güle güle sevgili kardeşim...
Bilirim, benim sende çok hakkım kalmıştır...
Bilirim hep helal etmişsindir onu...
*
Ama senin de bende kalmış üç, beş, on hakkın varsa...
Bin kere, yüz bin kere helal olsun sevgili kardeşim...