“FinTech”, “Bitcoin” ve “Blockchain”...
İtiraf edeyim, üçünün de ne olduğunu tam olarak bilemiyorum.
Oysa bunlar giderek günlük hayatımıza şuradan buradan girmeye başladı.
Özellikle de “FinTech...”
Belki inanmayacaksınız, aramızdan 2 milyon insan bu teknoloji üzerinden alışveriş yapıyor. Pandemi sırasında online ödemelerde çok öne çıktı.
Bu ödeme sistemi hayatımızın belki de en önemli kavramlarından birini yavaş yavaş tarihe gömüyor.
Parayı...
Yani bir zamanlar cebimizde en çok gördüğümüz şeyi artık görmüyoruz.
Vallahi dinlerken yıkıldım...
Bir kere daha söylüyorum...
Cem Yılmaz pandemi dolayısıyla çekilince, stand-up sahnesi Cübbeli Ahmet Hoca’ya kaldı...
Yani kavuk ona geçti...
Allah için o da acayip bir performans sergiliyor...
Geçen hafta iki gelişme oldu.
Geçen perşembe akşamı NASA Mars’a
1. Ülke olarak başımızda büyük bir sorun patlamak üzere...
Ve bu sorunun adı “Brezilya poposu...”
Ama yavaş yavaş bu deyimin yerini “Kim Kardashian poposu” alıyor.
*
Bunun ilk işareti de dün İngiliz Guardian gazetesindeki tam sayfa bir haberle geldi...
Üstelik haberi New York Times gazetesi de duyurdu...
Diyeceğim “Kardashian’ın poposu” deyip dudak bükmeyin, konu ciddi konu.
*
En iyi okuduğum şey de bakanlık sitesine konan fotoğraflar...
Bu etkileyici fotoğrafı da dün Savunma Bakanlığı’nın web sitesinde gördüm.
*
Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın makamını ilk defa bu kadar geniş bir kadrajla görüyoruz.
Fotoğrafta bakanın sağında Türk bayrağı, solunda ise NATO bayrağı görünüyor.
Arkada ise bir Atatürk portresi var.
Zaten sitenin sayfası da sol üste bir Atatürk fotoğrafı ile açılıyor.
Bir de “82’nci gibi” olanı...
Bir Türkiye şehri değil, ama bir Türk şehri gibi olmaya doğru hızla gidiyor.
Burası Suriye sınırları içindeki Afrin...
Bilmiyordum, meğer Türkiye bir süre önce bazı yabancı gazetecileri Suriye içinde Türk ordusunun kontrolündeki Afrin’e götürmüş.
Giden gazetecilerden ilk yazı dün New York Times’ta yayınlandı.
Bu şehir hakkında bilmediğimiz bazı şeyleri bu yazıdan öğrendim.
Ve öyle bir yazı ki...
Nereden üzerine düştüyse durup dururken bir anayasa tartışması başlattı...
Allah’tan ne Cumhurbaşkanlığı, ne iktidar partisi ne de Diyanet bu tartışmaya girdi...
Ama baktım bugün muhalif diye bilinen bazı eski liberal yazarlar da “Anayasa’nın değişmez maddelerini tartışamazsak buna demokrasi denmez” demeye başladılar
Ben de diyorum ki:
İyi hadi gelin tartışalım... Tartışalım da neyi tartışacağız...
*
Madde 1 diyor ki: Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir...
Bunu mu tartışacağız?
Tabii ki konu, onun için yazdığım şu sözlerdi:
“Seçim gecesi üç-beş saati yönetemeyen bir siyasetçi bir partiyi 360 gün nasıl yönetecek...”
Allah için Muharrem İnce’nin rahmetli Süleyman Demirel’e benzeyen bir tarafı var.
Alınmıyor, kızmıyor, küsmüyor...
Türk siyasetinde artık unutmaya başladığımız güzel bir meziyet bu.
Neyse, hemen söze girdi:
“Seçim gecesi için bana haksızlık ediliyor”
Türkiye’de geçen hafta V.I.P köpekler dönemi açıldı.
Size bu haberin hikâyesini ve perde arkasını yazayım.
*
Son yıllarda Türkiye’de en beğendiğim yeni markalardan biri Les Benjamins...
Gümüşhane kökenli bir ailenin çocuğu olan Bünyamin Aydın’ın yarattığı bir giyim markası.
Başlarda “Ottoman Punk” tarzı deniyordu.
Lüks sokak modasının önde gelen isimlerinden biri oldu.
Özellikle fesli James Dean desenleri falan bütün dünyada tutuldu.
- 73 yaşımdayım...
- Bugüne kadar oy verdiğim hiçbir parti iktidara gelemedi.
- Bugün “Türkiye Cumhurbaşkanlığı Mevzuat Bilgi Sistemi” sitesine girip TC Anayasası yazdığım zaman karşıma çıkan metnin üzerinde şu yazıyor:
“Kanun numarası: 2709
Kabul tarihi: 18/10/1982”...
Güzel isim ama itirazım var.
İngilizce veya başka Hint Avrupa dillerinde telaffuzu sorun yaratabilir.
“Kakabey” olarak söylenir ve bu da yanlış anlamalara yol açar...
Onlar eğlenir biz üzülürüz...
Ama önce size önemli bir haber vereyim.
*
Türk “Silikon” dünyasında geçtiğimiz günlerde önemli bir gelişme daha oldu.
Dünyanın önde gelen dijital araştırma kuruluşlarından YouGov, Türkiye’de “Wizsight” adlı online araştırma şirketini satın aldı.
Wizsight 2017 yılında N. Özge Akçizmeci adlı genç bir girişimci tarafından kurulmuş bir startup şirket.
Böylece BluTV’nin yüzde 30 hissesinin bir dünya devi olan Discovery’ye satılmasından sonra ikinci bir Türk startup’ı daha dünya piyasasına girdi.
YouGov ilginç alanlarda online araştırmalar yapan bir şirket.
“Bazen bir ülkede bir adam gelir...”
Sonra birasından bir yudum alıp devam ediyordu:
“Bazen o ülkede bir adam daha gelir...”
Geçenlerde bu tiradı yazmıştım...
Amerika Birleşik Devletleri’nde bir adam geldi...
Ülkeyi tam ortasından ikiye böldü...
Şimdi bir adam daha geldi....
‘Hiç’ diye karşılık verdim. ‘Kendimce bakıyorum, burnuma, şu burun deliğimin içine basınca biraz acıyor da’...
Karım gülümsedi...
‘Ben de ne yana doğru çarpık diye bakıyorsun sandım’ dedi.
Kuyruğuna basılmış köpek gibi döndüm:
‘Çarpık mı? Benim burnum mu?’
Karım dingince:
‘Elbette canım, İyi bak: Sağa doğru çarpık...”
*
Tartışmanın konusu “Afrodit” adlı bir kitaptı...
Yani Yunan mitolojisinin “Aşk ve güzellik tanrıçası” üzerine...
Daha doğrusu Fransız yazar Pierre Louys’un 1896 yılında yayınlanmış “Afrodit” adlı kitabı üzerine patlayan tartışmaydı bu.
*
Önümde bir kitap duruyor.
Adı “Türkiye Tarihini Değiştiren 110 Kadın”...
Hürriyet’in eski yazıişleri müdürlerinden Doğan Satmış’ın kitabı.
*
Kendince Türkiye tarihini değiştiren 110 kadın belirlemiş ve hepsinin küçük birer portresini yazmış. Listeyi tek tek inceledim. Böyle seçimler çoğu kez keyfidir.
Yani her zaman bir “Bana göre” payı vardır.
Bu da öyle...
*
Ve kendimize yeni ve güvenli bir dijital ev aramaya başladık.
Türkiye’de iki isim öne çıktı.
Telegram ve BİP...
Telegram Rus asıllı bir adamın kurduğu haberleşme sistemiydi...
BİP ise milli ve yerli...
Turkcell’in bir hizmeti.
İşte bu arayış içinde vatandaş olarak gidip Turkcell’in CEO’su Murat Erkan’ı buldum.
Türkiye’nin Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Ersoy...
Yine muhtemelen bazılarınız soldakini tanıyor.
Aksiyon filmlerinin ünlü oyuncusu Jason Statham.
*
Gelelim en sağdakine.
O adam ünlü İngiliz sinema yönetmeni Guy Ritchie...
Bir kısmınız belki onu Madonna’nın eski kocası olarak biliyor.
Ama bizim gibi “kült sinema” tutkunları için o “Snatch” filminin olağanüstü yönetmeni Guy Ritchie...
20 Temmuz 1970...
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Abdülhamid zamanından kalma 1416 sayılı kanunu ile devlet bursu almışım...
O gün doktora eğitimi için Paris’e ayak bastım.
*
İlk işim iki filmi seyretmek oldu...
Biri “Woodstock”...
Öteki ise “Strawberry Statement”...
Fransızcaya
Bir ‘sonradan görme’nin kısa araba sevdası tarihi
Her insanın kendine ait bir “araba” ve “berber” tarihi vardır.
O nedenle küçük şahsi tarihlerimizde mutlaka “Bir hayata kaç araba, kaç berber sığar” bölümleri bulunur.
Ha bir de “Bir hayata kaç sığar bölümü”...
*
Benim hayatta kendime ait sadece iki arabam oldu.
![Bir ‘sonradan görme’nin kısa araba sevdası tarihi]()
Biri 9 yaşındayken kendi yaptığım tel araba...
Bir de babamın aldığı arkadan kurmalı siyah oyuncak araba...
Yani benim kendime ait bir berber tarihim var, ama kendime ait bir araba tarihçem yok.
Anlayacağınız, “Tahsis edilmiş şirket arabaları tarihidir” benimki.
*
Nedeni de basit...
Genç ve solcu bir öğretim üyesiyken, araba alma hayalim yoktu...
O nedenle hiç arabam olmadı...
Arabam olmayınca onu kullanmak için ehliyetim de olmadı...
Hasan Cemal, Sedat Ergin, Kanat Atkaya gibi araba kullanmayı bilmeyen gazeteciler sınıfında yer aldım.
Ama araba kullanmayı bilmemem, arabamın olmaması benim çok eğlenceli bir araba tarihimin yazılmasına engel olmadı...
İşte “bir sonradan araba görme” olarak benim “küçük araba sevdası tarihim”...
50 KUŞAĞI YAZARLARI 50’Lİ AÇIK ARABADA
- Kemal Özer
- Orhan Duru
- Hilmi Yavuz
- Erdal Öz
- Adnan Özyalçıner
- Ülkü Tamer
![Bir ‘sonradan görme’nin kısa araba sevdası tarihi]()
- Ahmet Oktay
- Doğan Hızlan
- Konur Ertop
- Demirtaş Ceyhun
İLK ARABA
1. ‘A KLAS UNVAN’, C KLAS ARAÇ, ‘A PLUS’ SÜRÜCÜ
BANA ilk araba, 39 yaşında Hürriyet’in yayın koordinatörü olduğumda İstanbul’da tahsis edildi.
Tam tahsis de sayılmazdı...
Renault 12 bir taşeron arabası vermişlerdi ve sabahları getirir akşamları götürürdü. Gazetenin tepesinde yazılı unvanım ‘A Class’tı..
Arabam C, ama o arabayı kullanan sürücü Galip Bey A Plus bir insandı...
Bugün ilk arabamı hatırlamıyorum ama sürücüsü o güzel insanı hiç unutmadım.
Hürriyet’in tepesinde yazan “yayın koordinatörü” unvanı belki başkalarına çok şey ifade ediyordu...
Ama bana anlattığı şey o kadar fazla değildi.
Tıkır tıkır çalışan bir mekanizmada kendimi gösterecek bir yer bulamıyordum.
Gazetecilik yapmak, yazı yazmak istiyordum.
İşte bu arzumla birlikte hayatımın ikinci araba dönemi başladı...
TERFİ ARABASI
2. İLK TUHAFLIK: BEN TENZİLİ RÜTBE OLURKEN ARABAM TERFİ ALIYOR
O sırada Ankara temsilciliği boşalmıştı.
Erol Simavi’den beni oraya tayin etmesini istedim.
Kabul etti ama beni uyarmayı da ihmal etmedi: “Özkök, bu kararınla Amiral Gemisi’nin kaptan köşkünden alttaki bir kamaraya iniyorsun. Tenzili rütbedir bu. Babıâli’de seni tefe korlar...”
Gençtim, ataktım, gözüm karaydı...
Ama bu sözün ne anlama geldiğini, daha Ankara Esenboğa Havaalanı’na ayak bastığımda öğrenecektim.
Orada karşılaştığım askerlik arkadaşım Raşit Çiçek’in merhaba demeden ilk cümlesi şu olmuştu: “Ne o şutlamışlar seni İstanbul’dan...”
Babıâli’nin zehirli şerbetini ilk adımda içtim. Ama iyi oldu... O zehre karşı şerbetlendim...
Havaalanının kapısından çıktığımda ise beni bir sürpriz bekliyordu. Karşımda pırıl pırıl parlayan yepyeni bir Nissan araba duruyordu. Kapısında da araba gibi parlayan genç bir adam...
“Buyurun Ertuğrul Bey bu sizin arabanız” dedi...
Tenzili rütbemi kabul eden rahmetli Erol Simavi, bana yeni görevimde destek vermek için arabamı terfi ettirmişti.
Hürriyet bir yöneticisine ilk defa ithal bir araba tahsis ediyordu.
Küçük bir Nissan’dı ama Ankara’nın yerli Renault 12’leri, Murat 131’leri ve Kartal’ları arasında bu araba ile epey sükse yaptım.
3. TAŞERONA DÖNÜŞ
NİSSAN’da 3.5 yılım geçti...
Sonra genel yayın yönetmenliğine getirildim...
![Bir ‘sonradan görme’nin kısa araba sevdası tarihi]()
Tenzili rütbe olduğumda arabam terfi etmişti, kendim terfi ettiğimde bu defa arabam tenzili rütbe oldu.
Yine bir taşeron araba ile başladım ve hayatımın en ilginç anlarından birini İstanbul Atatürk Havaalanı’nın çıkışında yaşadım.
Ankara’dan dönüyordum, tesadüfen uçakta en büyük rakibimiz Sabah’ın patronu ve üst düzey insanları vardı.
Çıkışta hepimiz arabalarımızı bekliyorduk. Önce büyük bir Mercedes geldi ve gazetenin sahibi Dinç Bilgin’i aldı...
Sonra bir Cadillac gelip genel yayın yönetmeni Zafer Mutlu’yu, büyük bir BMW ise başyazar Güngör Mengi’yi...
Son alarak da gazetenin birinci sayfa yazarı Güneri Cıvaoğlu’nun arabası geldi.
Bir Jaguar’dı galiba...
Allah’tan sona kaldım ve rakiplerimiz beni almaya gelen gri taşeron Renault 12’yi görmediler...
O gün en mütevazı maskemi takıp olay mahallinden uzaklaştım.
Kafa bozukluğumu tevazu olarak gösterme kabiliyetimi de ilk o gün keşfettim.
4. HAYATIMI KURTARAN İKİNCİ EL TAUNUS ARABA
DÖNÜŞTE bunu gazetenin genel müdürüne anlattığımda bana ikinci el bir Taunus verdiler...
Sonradan görme damak tadımı kesecek bir araba değildi ama hayatımı kurtardı.
Doğan Hızlan’la birlikte Kanlıca’da gazetenin kurucusu Sedat Simavi’nin mezarı başında ölüm gününü anmaya giderken kar yağmaya başladı ve ikinci elde hantallaşmış arabam patinaj yaptı.
Mezarın başına geldiğimde saat 10.03’tü ve o an anormal bir patlama oldu... Bir yıl önce konuşma yaptığım yere bomba konmuştu ve benim gecikmem yüzünden orada bulunanların da hayatı kurtuldu.
O nedenle o araba küçük araba tarihi müzemde müstesna bir yere sahiptir.
5. HOLDİNG PATRONLARININ DOĞAN’A CADILLAC SİTEMİ
SONRA Aydın Doğan’lı yıllar başladı.
Hürriyet yıldız gibi parlıyordu...
Aydın Bey “Hadi git kendine güzel bir araba seç” dedi...
“Lüks” denince aklıma hâlâ Amerikan Cadillac markası geliyordu...
Lakin İstanbul’da Cadillac araba bulmak mümkün değildi...
Yine de şanslıydım ve o günün Çiftkurtlar şirketinden bir haber geldi.
Sıfır kilometre bir Cadillac vardı ama yeni değil bir eski modeldi. Ve bana çok ucuza vermeye hazırdılar.
Neticede 90 bin dolara bir Cadillac Deauville arabam oldu... Ancak bu araba başıma hiç beklemediğim bir iş açtı.
Türkiye’nin en büyük holdinglerinden birinin patronu Aydın Bey’e bir mektup yazmış ve şunu söylemiş: “Aydın Bey ne yapıyorsunuz, yöneticinize Cadillac araba almışsınız, şimdi bizim yöneticilerimiz de isteyecek...”
Oysa ortada şöyle bir durum vardı. Onların yöneticilerinin çoğunun altlarında BMW, Audi gibi arabalar vardı ve fiyatları benimkinden fazlaydı...
O gün anladım ki, adınız lükse çıktıysa, fiyatı düşürmek onu aşağı indirmiyor...
6. BİR TÜSİAD ÜYESİ OLARAK HALK ARABASINA GEÇİYORUM
ARTIK 50’li yaşlarımın ortalarına gelmiştim ve çocukluk hayallerim yeterince tatmin olmuştu.
Hürriyet’te işler çok iyi gidiyordu Aydın Bey yine aynı bonkörlükle “Git kendine bir araba seç” dedi...
Artık TÜSİAD üyesiydim ve bu defa birlikte toplantılara katıldığım başka şirketlerin patronlarını daha fazla endişelendirmemek için Cadillac’tan vazgeçtim.
Gidip kendime bir Volkswagen seçtim...
Tabii şöyle bir tuhaflık olduğunu belirtmem lazım.
Seçtiğim model Phaeton’du. Hani Almanya’nın o günlerdeki sosyal demokrat başbakanı Schröder’in makam arabası...
Bir halk arabası olan Volkswagen, Mercedes’e ve BMW’ye rakip bir üst model yaratmıştı.
Türkiye’de fiyatı 140 bin Euro’ydu...
Yani aldığım Cadillac’ın neredeyse iki katı... Ama bir tek kişi tek kelime etmedi... Çünkü aldığım marka Volkswagen’di... Böylece Türk iş dünyasını büyük bir sorundan kurtardım. Hayatımda bindiğim en iyi arabalardan biriydi...
7. GYY KOLTUĞUNDAN KALKIYORUM ARABAM TENZİLİ RÜTBE OLUYOR
VEEE genel yayın yönetmenliği dönemim sona eriyor.
Onunla birlikte Doğan Grubu’nun bütün şirketlerinin yönetim kurullarından da ayrıldım.
Artık araba seçme dönemim kapanmış yine tahsis edilen arabaya binmeye başlamıştım.
Böylece gazetedeki terfilerimle ters orantılı olan araba hiyerarşim ilk defa doğru orantılı hale geldi.
Ben üç-beş basamak aşağı inerken, arabam da 2 basamak aşağı inmişti.
Ford Mondeo ile tanıştım...
Evime dönerken, Cadillac döneminin bir daha açılmamak üzere kapandığını anladım.
8. VE YILLARCA KÜÇÜMSEDİĞİM MERCEDES’LE TANIŞIYORUM
ARTIK 70’li yaşlardayım...
Genç yıllarımda nedense Mercedes’i pek sevmezdim. Binenleri de küçümserdim.
![Bir ‘sonradan görme’nin kısa araba sevdası tarihi]()
Tasarım bağımlısı dimağım onun çizgilerini çok geri görürdü...
Soğuk Savaş yıllarının sahneleri gözümün önüne gelirdi hep.
Bir de sonradan görme zengin arabası gibi gelirdi...
Şimdi hayatımda ilk defa bir Mercedes’e biniyorum. Ama bir Maybach değil tabii...
600 veya 500 değil yani...
“S” sınıfı da değil...
1 rakamıyla başlayan bir model...
Mercedes façasını düzeltti... Çok hoşuma giden bir tasarıma ve çizgiye ulaştı...
İç donanımında, orta halli arabalarında bile bana lüks duygusunu fazlasıyla veriyor...
Sanrım “küçük araba sevdası tarihim” ulaşması gereken istasyona ulaştı...
Utanacağım “şatafat” dedikodularına uzak, ama utanmayacağım bir lükse yakın...
Sonradan görme tarihimi kapatan bir araba yani...