Ercan Kumcu

Dünya durgunluktan ne zaman çıkar

20 Kasım 2008
BUGÜNLERDE küresel ekonomik durgunluktan ne zaman çıkılabileceği konusunda farklı tahminler yapılıyor. İyimser olanlar gelecek yılın ilk üç ayından sonra toparlanmanın başlayabileceğini söylüyorlar. Kötümserlerse, toparlanmanın ancak gelecek yılın üçüncü üç ayından sonra (ekim ayı) gelebileceğini belirtiyor. Bu tahminlerde, kimin, neleri varsayım olarak aldığı belli değil. Dolayısıyla, yapılan varsayımlardan yola çıkarak tahminlerin gerçekçi olup olmadığını söyleyebilmek olanaksız. Bilemediğimiz bir süre geçtikten sonra elbette ekonomik durgunluk yerini belli bir ekonomik canlılığa bırakacaktır. Krizler ilelebet sürmezler. Ama, ekonomik canlanmanın ne zaman gerçekleşeceği büyük ölçüde alınmakta olan ve ileride alınabilecek ekonomi politika duruşuyla yakından ilgili.

VARLIK FİYATLARI

Hızla içine girilen küresel kriz daha önce yaşanmış krizlerden oldukça farklı. Sorun yalnızca varlık fiyatlarının düşmesi ve bankaların kredileri kısması değil. Küresel durgunluğu körükleyen en önemli unsur finansal sistemin küçülmeye çalışması (de-leveraging). Finans sisteminin geri vitesi yoktur. Küçülmeye çalıştığında, geri gittiğinde, vites kutusunu dağıtır. Şimdi de böyle oluyor.

Finansal sistemin küçülmeye çalışması demek; daha önce alınmış kredilerin bir bölümünün geri ödenmesi; kredilerin bir bölümünü geri ödeyebilmek için finansal ya da finansal olmayan varlıkların satılması; varlıkların satılmasıyla varlık fiyatlarının düşmesi; varlık fiyatlarının düşmesiyle tüketim ve yatırım kararlarının (toplam talep) ertelenmesi; toplam talebin düşmesiyle üretimin düşmesi ve işsizliğin artması anlamına geliyor.

Bu zincirleme tepki ne zaman ve nasıl durdurulabilir? Durduğunda, finansal sistem yeniden büyüme eğilimine girebilecek midir? Zincirleme tepkinin durması ekonomik çöküşün durmasına ya da hafiflemesine yol açar. Ama, ekonomilerin yeniden canlanabilmesi için finansal sistemin yeniden büyüme eğilimine girmesi şarttır.

Ekonomik çöküntünün durması için finansal küçülmenin (de-leveraging) durması gerekiyor. Burada kritik alan varlık fiyatlarının düşüşünün durması. Toplam talebi artırmaya yönelik önlemeler tasarruf eğilimlerinin artması nedeniyle çok fazla etkin olamayabilir. Ama, varlık fiyatlarındaki düşüşün durması kredilerin geri çağrılması eğilimlerini de dizginleyecektir. Martin Feldstein gibi iktisatçılar aylardır bu yönde öneriler yapıyorlar.

KATI DÜZENLEME RİSKİ

Finansal küçülme durduktan sonra finans kesiminin yeniden büyüme eğilimine ne zaman ve ne boyutta gireceği çok büyük ölçüde finans kurumlarının ve finans piyasalarının nasıl bir gözetim ve denetim sistemi içine alınacağı ile yakından ilgilidir. Aynı bizde 2001 Krizi’nde yaşandığı gibi, Batı’da da kamuoyu finansal kurumların ve finans piyasalarının düşmanı kesildiler. Kurumların da, piyasaların da, kişilerin de cezalandırılması isteniyor. Bu yaklaşım Amerika ve Avrupa’da siyasetçilerde de oldukça yaygın.

Finansal sistemin bir daha kriz çıkmasın beklentisiyle aşırı bir düzenleme içine alınıp hareket yeteneğinin (rekabetin) azaltılması durumunda ekonomik canlanma geç başlayabilir. Göreli olarak erken de başlasa, geçmişte alışılan düzeylere gelmeyebilir. Finansal sistemin gözetim ve denetimine tepkisel yaklaşımlar göstermek önümüzdeki dönemde küresel büyüme konusunda kendi ayağımıza kurşun sıkmak gibi olacak.
Yazının Devamını Oku

Büyüme haberleri iyi değil

19 Kasım 2008
DÜNYANIN gelişmiş ülkeleri tek tek ekonomik durgunluğun derinleştiğine yönelik veriler açıklıyorlar. Gelişmekte olan ülkelerde de ekonomik büyümenin düştüğüne yönelik işaretler var. Euro Bölgesi’nde yılın üçüncü çeyreğinde üretilen milli gelir bir önceki üç aya göre yüzde 0.2 azaldı. Geçen üç ayda da durum aynıydı. Amerika’da yılın üçüncü çeyreğine kadar olan yıllık milli gelir bir önceki üç aya kadar üretilen yıllık milli gelire göre yüzde 0.3 düşüş gösterdi. Bu rakamın aşağıya doğru güncelleştirilmesi çok büyük bir olasılık. Japonya’da da aynı dönemde milli gelir yüzde 0.5 azaldı. İngiltere ekonomisi yılın ikinci çeyreğinde bir büyüme yaşamamışken, yılın üçüncü çeyreğinde yüzde 0.5 küçüldü.

Çin’de ekonomik büyüme yüzde 12’ye varmışken, yılın üçüncü üç ayında yüzde 10’un altına geldi. Diğer Asya ekonomilerinde durum çok daha kötü. Oralarda büyüme eksiye dönüştü.

Türkiye’de de yılın üçüncü üç ayına yönelik veriler çok hoş değil.

EKONOMİ HIZLA ZAYIFLIYOR

Tablo’da ekonomik büyümeyi tahminde kullanılabilecek yılın üçüncü üç ayına yönelik bazı ekonomik verilerin geçen yılın aynı dönemiyle karşılaştırmaları yer alıyor.

Cari işlemler açığı geçen yılın üçüncü çeyreğinde 6.8 milyar dolarken, bu yıl aynı dönemde 8 milyar dolar oldu. Enerji ithalatı hariç, cari işlemler fazlası ise geçen yıldan bu yıla 718 milyon dolardan 3.8 milyar dolara geldi. İç tasarruflar artma eğilimine girdi.

Dış ticaret açığı aynı dönmemde 17.6 milyar dolardan 21.2 milyar solara yükseldi. Enerji ithalatı hariç dış ticaret açığı ise geçen yılın üçüncü çeyreğinde 10.1 milyar dolarken bu yıl aynı dönemde 9.5 milyar dolara geriledi. Enerji hariç ara malları ve yatırım malları ithalatında bir düşüş söz konusu. İmalat sanayi malları ithalatı miktar endeksinin geçen yılın üçüncü çeyreğinde 189’a yaklaşmışken, bu yılın aynı döneminde 186’ya düşmesi de bu yöndeki bir izlenimi güçlendiriyor.

İmalat sanayi üretimi bu yılın üçüncü çeyreğinde geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 3 düştü.

BEKLENTİLER KÖTÜLEŞİYOR

Tüketici eğilimleri de bozulmaya devam ediyor. Çeşitli kuruluşların yayınladıkları tüketici güven endeksleri geçen yıldan bu yana yüzde 20’yi aşan düşüşlerin olduğuna işaret ediyor. Bazı diğer çalışmalar da reel olarak tüketim harcamalarının bu dönemde düştüğünü gösteriyor. Yılın ikinci üç ayına yönelik milli gelir verileri de iç talep artışında dikkate değer bir yavaşlamanın başladığını gösteriyordu.

İşsizlik oranı geçen yılın temmuz-ağustos-eylül döneminde yüzde 9.2 iken, bu yılı aynı dönemde yüzde 9.8 oldu. Kurumsal olmayan nüfusun istihdamı geçen yıl aynı dönemde 22.1 milyon kişiyken bu yıl 22.5 milyon kişiye yükseldi. İşsizlerin sayısı ise 2.2 milyon kişiden 2.4 milyon kişiye çıktı.

Tarım kesimi üretimi hakkında elimizde güvenilir bilgiler yok. Ama, tarım kesiminde belli bir büyüme gerçekleşse dahi, bu yılın üçüncü çeyreğinde milli gelirin düşmüş olabileceği çok yüksek bir olasılık. Türkiye ekonomisi de dünyadaki genel eğilimlere paralel bir performans gösteriyor. Kötüleşen performansın bir bölümü dış kaynaklı.
Yazının Devamını Oku

IMF ile anlaşacaksak

18 Kasım 2008
SONUNDA ekonomik gerçekler galiba siyasi kaygıların önüne geçiyor. IMF ile bir uzlaşmanın yolları aranıyor. Geç de olsa, yanlıştan dönmek de olumludur. IMF ile bir uzlaşma geçmişten farklı olmalı. Farklı bir bakış açısıyla farklı konuları öne çıkarmalı. İçinde yaşanan kriz ortamı bizim iç dengesizliklerimizden kaynaklanmadı. Yurtdışından kaynaklanan "kredi çöküşü" ile beraber Türkiye’nin yurt dışından kaynak bulabilmesi zorlaştı. Bu zorluk içinde, şimdi Türkiye ekonomisi kısıtlı dış kaynak ortamına uyumda doğal olarak sıkıntılar yaşıyor. O halde, IMF ile varılacak bir uzlaşma ve ortaya konacak program (mali destekle beraber) Türkiye ekonomisinin iç dengelerini daha da sağlamlaştırırken, dış kaynaklara erişim sorununu da hafifletmeyi amaçlamalı.

YURTDIŞI  PİYASALARI İKNA

Türkiye, IMF ile yapılacak bir programda ekonomik büyümeye kafayı takmamalı
. Bu çeşit programlarda "ekonomik büyüme" bir hedef değil, tahmin olarak algılanmalı. 2001 yılından sonra hedeflenen büyüme rakamı genelde yüzde 5’di, ama büyüme yüzde 7’lerede gerçekleşmişti. Dolayısıyla, belli varsayımlar altında ekonomik büyümenin yüzde 2 gibi tahmin edilmesi ne moralleri bozmalı ne de çok fazla umuda kapılmalıyız. Bilmeliyiz ki, varsayılandan daha çok dış kaynak bulabildiğimizde, ekonomik büyüme hızlanacak. Dış kaynak akışı tahminlerin altında kaldığında, düşük bulduğumuz ekonomik büyüme rakamlarını dahi tutturamayabiliriz.

Hedefimiz IMF yoluyla gelecek mali desteğin boyutunun özellikle 2009 yılına yönelik olarak dış kaynak ihtiyacımızla tutarlı olmasıdır. Elbette, tüm dış kaynak ihtiyacımız IMF tarafından karşılanmayacaktır. Ama, IMF’nin Türkiye’ye tahsis edeceği mali desteğin boyutu yurtdışı piyasaları olumlu yönde etkilemelidir. Türkiye ekonomisinin riskini aşağıya çekmelidir.

Mali piyasalar küçülürken, Türkiye’nin de uluslararası piyasalardan alabileceği kaynak doğal olarak azalacaktır. Önemli olan, diğer gelişmekte olan ülkelere göre, Türkiye’nin daha az riskli bir konumda olduğunu gösterebilmek ve piyasaları bu yönde ikna etmektir. IMF ile yapılacak program ve o programa dayalı mali desteğin birinci hedefi bu olmalıdır.

ÖNDEN YÜKLEMELİ MALİ DESTEK

IMF ne denli büyük mali destek verirse versin, bir standby düzenlemesi çerçevesindeki mali destek performansa dayalı olarak taksitler halinde verilecektir. Halbuki, küresel krizin bugünkü halinde bizim gibi ülkelere belli bir "dövizde emniyet stoku" (buffer stock) gereklidir. Yani, performansa dayalı taksitlerin ötesinde, Türkiye’nin önden belli bir mali destek alması küresel piyasaların Türkiye’ye bakış açılarını olumlu yönde değiştirebilecektir.

IMF ile bir program yapacaksak, aynı programa ek olarak IMF’nin geçen ay açıkladığı kotanın beş katına kadar olabilecek döviz desteğinden yararlanması gündeme getirilmelidir. Böyle bir destek döviz rezervlerimize küçümsenmeyecek bir destek sağlarken, dış kaynak sorunumuzu da bir ölçüde hafifletecektir.

Kısacası, Türkiye’nin kısa dönemde önden yüklemeli bir mali desteğe ihtiyacı vardır. Ancak bu yolla, dış kaynak kısıtı bir ölçüde hafifletilebilir. Önden yüklemeli mali destek hem azalan dış kaynaklara bir katkı yapacaktır hem de yurtdışı piyasaların Türkiye ekonomisine yönelik çekingenliğini bir ölçüde hafifletecektir. Küresel piyasalar normalleşene kadar önden yüklemeli mali destek diş kaynak kısıtından doğan sorunları bir ölçüde hafifletecektir.
Yazının Devamını Oku

Onarmak mı bozmak mı

17 Kasım 2008
TÜRKİYE’de küresel krize karşı fazla pasif bir yaklaşım içinde olduğumuzdan şikayetçiyiz. Yurtdışında da, galiba hükümetler çok fazla aktif bir tutum içindeler. İkisinin de bazı sakıncaları var. Krizlerle mücadelenin en önemli unsurlarından biri olayların önünde koşmayı becerebilmek. Hükümetler aldıkları kararlarda inandırıcı olmak zorundalar. Böyle ortamlarda, nedenleri ne olursa olsun, yalpalamak yarardan çok zarar getiriyor. Ekonomik birimler önünü görmek istiyor. Yalpalama ortalığı daha da sisli hale getiriyor. Son gelişmeler Amerika’da onarayım derken bozulmaya katkı yapıldığı izlenimini güçlendiriyor.

KARARLAR DEĞİŞİYOR

Krizle mücadelede Amerikan İdaresi çok aktif. Her gün yeni bir yaklaşım sergileniyor. Olayların gelişimine göre, yeni paketler açılıyor. Alınacağı söylenen önlemlerde ne parasal genişleme ne de bütçe dengesi herhangi bir kısıt oluşturmuyor. Bütün bunlara rağmen, genel görüntü ve algılama "çok sesin çıktığı, ama görüntünün olmadığı" yönünde.

Krizin en kritik döneminde Başkanlık ve Kongre seçimleri yapıldı. Yepyeni ve bambaşka bir yaklaşım getireceğini iddia eden bir aday Başkan seçildi. Ama, görevi iki ay sonra devralacak. Kararlı, inandırıcı ve maliyeti yüksek olabilecek stratejik kararlar almaya yönelik bu dönemde bir boşluk söz konusu.

Kongre’nin onayladığı 700 milyar dolarlık finansal sistemi kurtarma paketi eylül ayında onaylandı. Üç sayfalık bir yasa teklifi şeklinde sunulan plan finans kurumlarının elindeki değeri ve piyasası kalmamış varlıkların öncelikle satın alınmasına yönelikti. Üç sayfalık yasa teklifi 440 sayfalık yasaya dönüştü. Her Kongre üyesi kendi gündemini yasaya koydurdu. Paketin toplam maliyeti 900 milyar dolara yaklaştı.

Teklifin yasalaşmasından iki hafta sonra kötü varlıkları satın almadan önce, bankalara sermaye yardımı yapılmasına karar verildi. Bu çerçevede, 200 milyar doların üzerinde bir meblağ büyük ve bazı yöresel bankalara sermaye olarak aktarıldı. Bu bankalara kredi musluklarını açın diye talimat verildi. Ekonomik durgunluğun içinde kredi değerliliğinin ölçülmesi zorlaştığından, kredi muslukları açılamadı.

Kasım ayının ortasına gelinirken, bankaların elindeki kötü varlıklardan daha bir dolarlık alım yapılmadı. Şimdiye kadar toplam harcanan para 300 milyar doları dahi bulmadı. Ne oldu diye herkes merak ederken Amerikan Hazine’si bir kez daha fikir değiştirdi. Bu kez, Kongre tarafından onaylanan kaynağın, kötü varlıkları değil, bireysel kredilere (kredi kartları, tüketici) dayandırılan varlığa dayalı menkul kıymetlerin Hazine tarafından alımında kullanılmasına karar verildi.

BOZULMA HIZLANIYOR

Bu yaklaşım değişiklikleriyle, Amerikan Hazine’si olayların önünde değil, arkasında koştuğunu ve gerçekten ne yapmak istediğini bilmediğini piyasalara gösteriyor. Bu şartlarda doğal olarak bankalar kredi musluklarını açmaktan çekiniyorlar. Yatırımcılar paralarını sermaye piyasası araçlarında değerlendirmekten korkuyorlar. Tüketiciler, "başımıza başka ne gelebilir?" endişeleriyle tüketimlerini erteliyorlar. Her gün büyük 15-20 şirket binlerce kişinin işine son vereceğini açıklıyor. Otomotiv şirketleri kurtarılmayı bekliyorlar. Yarın başka sektörler ve yerel idareler kurtarılmak için sıraya girecek gibi görünüyor.

Geriye doğru bakıldığında, Amerikan İdaresi içinde yaşanan ekonomik şartları onarmaya çalışırken, aslında daha da bozduğu izlenimini veriyor. Hatırlanacak olursa, ekonomik görünüm, kurtarma paketleri gündeme geldikten sonra daha da kararmaya başladı. Beklentiler düzeleceğine, daha da bozuldu.

Önlem paketlerinin, bozulmanın hızlandığında gündeme getirildiği söylenebilir. Ama, önlem kararı alınıp da önlemlerin para politikası dışında devreye sokulamamasını açıklamak o denli kolay değil.

Amerika’daki kafa karışıklığı dünyanın diğer bölgelerine doğal olarak sıçrıyor. Çünkü, dünya ekonomisinin en azından şimdilik amiral gemisi durumundaki bir ekonomi kafa karışıklığı içinde bocalarken, Avrupa ve gelişmekte olan ülkeler de zorlanıyorlar.
Yazının Devamını Oku

Ekonomik gerçekler ve sosyal kaygılar

16 Kasım 2008
FİNANSAL kriz gelişmiş ülkelerde hızla reel sektöre kayıyor. Her krizde olduğu gibi, bu krizde de ilk darbe alan reel sektörlerden biri otomotiv sektörü oldu. Amerika’da şimdi üç büyük otomotiv şirketi çok zor durumda. Dünyanın başka yerlerinde de durum farklı değil. Otomotiv satışları hızla düşüyor.

Otomotiv sektörünün Amerika’nın sanayileşme ve toplu üretime geçiş sürecinde çok önemli bir yeri var. Dolayısıyla, ekonomik katkıları yanında sektörün Amerikalılar gözünde hissi bir konumu da var. Ama, Amerika’da otomotiv sektörünün küresel gelişmelere ayak uyduramadığı da bir gerçek. Hızla pazar payı kaybediyor.

KURTARMAYA DEVAM

1970’li yıllarda yaşanan petrol şokları sonucunda dünya benzin tasarrufunu öne çıkaran otomobil tüketimine ve üretimine yöneldi. Başta Japonya olmak üzere, Uzakdoğu ülkeleri göreli olarak ucuz işgücünden de kaynaklanan nedenlerle küresel piyasada bu sektörde de ağırlığını artırmaya başladı. Amerikan şirketleri hızlı değişime ayak uyduramadılar. O dönemde, Chrysler mali açıdan zor duruma düştü. Carter İdaresi şirketin 6 milyar dolar civarındaki borçlarına garanti vererek şirketin batmasını engelledi.

1980 ve 1990’lı yıllarda petrol fiyatlarının reel olarak (bazı dönemlerde nominal olarak da) gerilemesiyle yakıt tasarrufunu öne çıkaran otomotiv sektörü üretimi üzerine baskılar hafifledi. Amerikan şirketleri fazla bir uyum göstermeden yollarına devam ettiler.

2000’li yıllarda petrol fiyatlarının yeniden artışa geçmesiyle otomotivde yakıt tasarrufu yeniden gündeme geldi. Amerikan şirketleri büyük ölçüde yeniden hazırlıksız yakalandılar. Finansal krizin derinleşmesiyle borç bulmakta tıkanmalar yaşanmaya başladı. Küresel talebin düşmesiyle de, bu sektörde büyük zararlar oluştu. Sektörün geldiği büyüklük düşen talep (yaklaşık yüzde 30) karşısında ekonomik olmaktan çıktı. Şimdi, Amerikan otomotiv şirketleri yeniden kurtarılmayı bekliyorlar. Yakıt tasarruflu otomobil üretimine geçmeleri için devletin Amerikan otomotiv şirketlerine verdiği 25 milyar dolar kimseye yetmedi. Kaldı ki, o paralar zaten zararların finansmanında kullanıldı.

En büyük otomotiv şirketi General Motors (GM) iflas aşamasında. Söylendiğine göre, GM’in acilen 10 milyar dolara ihtiyacı var. Ama, önümüzdeki birkaç yıl içinde kendine gelebilmesi için ek 30 milyar dolara daha ihtiyaç duyabilir.

SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK

Amerikan devleti böyle bir desteği otomotiv sektörüne vermeli mi? Otuz yıldır kendine çekidüzen verememiş bir sektörün suni teneffüsle yaşatmanın maliyeti ortada. Diğer taraftan, bu sektördeki ve bu sektörün tedarikçisi durumundaki yan sektörlerde yaratılan istihdam önemli bir kaygı. Konunun küçümsenmeyebilecek sosyal bir boyutu var. Bu sektörden ekmek yiyenler çok büyük bir çoğunlukla siyasi yelpazenin Demokratlar tarafında yer alıyor.

Bütün bu gerekçelerle içinde yaşanan krizden çıkabilmeleri için otomotiv sektöründeki şirketlere devlet yeniden yardım yapacak gibi görünüyor. Kongrenin Demokrat kanadı ve yönetimi devralacak Obama 50 milyar dolara yaklaşan yeni bir kurtarma paketi oluşturma gayreti içinde. Bu şirketler bir süre daha yaşayacaklar. Ama, ileride yeniden devlete muhtaç olmaları da çok büyük bir olasılık.

GM’in hisse senedi fiyatı 1940’ların başındaki düzeye geriledi. Şirketin eski CEO’larından birinin 1950’lerde Hazine Bakanı olmasından sonra söylediği söz ilginçtir: "GM için iyi olan, Amerika için de iyidir."

Bu söz o dönem için belki doğruydu. Ama, GM’i yaşatmanın ekonomik mantığı artık tartışılır hale geldi. Yaşatılacaksa, daha çok sosyal kaygılarla konuya yaklaşılacak. Sosyal kaygılarla alınan kararların ekonomik mantığı olmadığında "sürdürülebilirlik" sorunu er ya da geç yeniden gündeme gelecek.
Yazının Devamını Oku

Sanayi üretimine ne oluyor

14 Kasım 2008
AĞUSTOS ayından sonraki gerilemenin ardından, eylül ayında imalat sanayi üretimindeki düşme hızlanmış görünüyor. Bir yıl öncesinin aynı ayına göre, imalat sanayi üretimi ağustos ayında yüzde 5.8 gerilemişti. Eylül ayında aynı bazda yüzde 6.4 düşüş yaşandı.

Yurtdışındaki kriz içsel nedenlerin katkılarıyla reel sektörü çok çabuk vurmuş görünüyor. Çünkü, imalat sanayi üretimindeki son aylardaki düşüşün ana kaynağı yurtdışında talebi kesilen ihracata yönelik sektörler. Örneğin, radyo-TV ve motorlu taşıtlar üretimleri son aylarda üretimi çok ciddi boyutlarda düşen sektörler.

Bunların yanında, tekstil ve giyim eşyası üretimleri de hızlı bir düşüş içinde. Şaşırtıcı olan gıda üretiminin de, diğerleri kadar olmasa da, bir düşüş eğilimi içine girmiş olması. İç talepteki daralma gıda sektörü üretimini etkilemiş olabilir.

ÇAKILMA

Ekonomik faaliyetlerin düşüş eğilime girdiği ortamlarda talebi daralan sektörler genellikle dayanıklı mallar oluyor. Benzer bir eğilim bugünlerde gelişmiş ülkelerde de yaşanıyor.

Perakende sektöründe zorunlu gıda ürünlerinin talebi göreli olarak istikrarlı giderken, dayanıklı tüketim malları talebinde ciddi sıkıntılar yaşanıyor. Temel gıda maddeleri satan perakendeciler çok fazla etkilenmezken, dayanıklı tüketim malları ağırlıklı iş yapan perakendeciler ve üreticiler sıkıntıya giriyorlar.

Bizde fazla ayrıntılı veri olmadığı için bu çeşit gelişmeleri yakından takip etme olanağı olmuyor. Ama, sanayi üretimi verileri belli ipuçları veriyor.

Grafikte imalat sanayi üretiminde üçer aylık ortalamaların bir önceki yılın aynı üç ayına göre yüzde değişmelerinin aylık eğilimleri veriliyor. Grafikte bu yılın mart ayından itibaren imalat sanayi üretiminin kafa üstü çakıldığı çok belli. Bu yılın mart ayı itibariyle üç aylık imalat sanayi üretimi geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 6.3 artmıştı. Nisan ayı ile beraber büyümede hızlı bir düşüş başladı. Eylül ayı itibariyle son üç aydaki (yılın üçüncü üç ayı) imalat sanayi üretimi geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 3 düştü.

DEĞİŞTİRMEK ZOR

Üç aylık bazda değerlendirildiğinde, son üç aydaki imalat sanayi üretimi performansı 2001 Krizi sonrasının en kötüsü. Aynı bazda, yılın üçüncü üç ayında gıda sektörü üretimi yüzde 0.8, tekstil yüzde 19,8, giyim yüzde 13.7, radyo-TV yüzde 26.7 düştü. Motorlu taşıtlar üretimi yüzde 3.8 artmış görünüyor. Ama, üretimdeki artışın hızla yavaşlamakta olduğu bir gerçek. Yılın son üç ayında büyük bire olasılıkla motorlu taşıtlar üretimi de düşüş yaşayacaktır.

İmalat sanayindeki bu gelişmeler iyi analiz edilmelidir. Görünen o ki, ne iç talebi canlandırarak ne de para basarak sanayi sektöründe üretim azalmasını durdurmak çok kolay olmayacak. Küresel daralmadan bizde nasibimizi kaçınılmaz olarak alacağız.
Yazının Devamını Oku

Ekonomik büyüme ve kaynaklar

13 Kasım 2008
GELİŞMİŞ ülkelerden sonra gelişmekte olan ülkelerde de "ekonomik büyüme" konusu öncelikli hale geldi. G-20’nin Maliye Bakanları ve Merkez Bankası Başkanları toplantısından "ekonomik büyüme için gereken ne varsa yapılsın" kararı çıktı. Liderler toplantısını beklemeden Çin yarım trilyon doları aşan (milli gelirlerinin neredeyse beşte biri) bir paket açıkladı. Harcamaların artırılmasıyla altyapı projelerine öncelik verileceği vurgulandı. Amaç, daha fazla harcama ile ekonominin uyarılması ve ekonomik büyümeden fedakarlık yapılmaması.

Benzer yaklaşımları daha önce gelişmiş ülkeler de göstermişti. Özellikle finans kurumlarının ayakta kalabilmeleri için Euro Bölgesi ülkeleri, İngiltere ve Amerika trilyon dolarları aşan paketler açıkladılar. Özellikle Amerika’da, yeni Başkan Obama’nın altyapı projelerine öncelik vereceği konuşuluyor.

BÜTÇE KISITI YOK

Yakın tarihin en derin küresel ekonomik durgunluğunun beklendiği bir ortamda ekonomik büyümenin uyarılması tek başına iyi bir şey. Sorun, ekonomik büyümenin fiyat istikrarı içinde sürdürülebilir bir biçimde hızlandırılması için yeterli kaynakların olup olmadığında yatıyor.

Şimdiye kadar "ekonomik büyüme paketleri" açıklayan tüm ülkeler, Çin hariç, zaten çok yüksek bütçe açıkları veren ülkeler. Almanya ve Fransa gibi ülkeler bütçe açıklarında Avrupa Birliği kriterlerinin içinde kalmakta zorlanıyorlar. Amerika’da Obama’nnı yeni projelerini hesaba katmayan bütçe açığının 2009 yılında bir trilyon dolar civarında (milli gelirin yüzde 7’sinden fazla) olacağı bekleniyor.

Zaten kötü olan bütçe dengeleri ekonomik büyümeyi uyarabilmek için daha da kötüleşecek. Aslında, bütçe kısıtı diye bir olgu şu sıralarda hiç kimseyi ilgilendirmiyor. Artan bütçe açıkları borçlanarak finanse edilecek. Demek ki, devlet harcamalarını artırırken, birileri de tasarruflarını artıracak ki, artan bütçe açıkları için borçlanma yapılabilsin. Bütçe açıklarının bir bölümü de kaçınılmaz olarak parasallaşacak.

İki yol görünüyor. Birincisi, bütçe açıklarının arttığı ülkelerde özel sektörün daha fazla tasarruf yapması. Aslında bu yol da tercih edilmiyor. Çünkü, devletin harcamalarını artırdığı kadar özel sektörün harcamalarını kısıp tasarruf yapması ekonomik büyümeye arzulanan ivmeyi kazandıramayacak. İkinci yol enflasyon gibi görünüyor. Hemen olmasa da, planlanan devlet harcamaları devreye girdiğinde, birçok ülke enflasyon riskiyle boğuşacak. Bu ülkelerin başında da, Avrupa ve Amerika geliyor.

ÖZEL KESİMİN TAVRI

İleriye dönük ekonomik belirsizlikler ekonomik birimleri zaten daha tutucu yaptı. Yani, özel kesimin tasarrufları artma eğiliminde. Son bir yıldır gelişmekte olan ülkelerde küçümsenmeyecek servet kayıpları oluştu. Gayrimenkul fiyatları düştü. Borsalar tepe taklak oldu. Hammadde fiyatları hızla geriledi.

Ekonomik birimlerde öne çıkan dürtülerden biri kaybedilen serveti yeniden yerine koyabilmek için tasarrufların artırılması olmakta. Bu eğilim şimdi de kendini gösterirse, özel sektörün reel olarak harcamalarını artırmasını beklemek çok gerçekçi değil.

Bu açıdan, Batı’da gayrimenkul fiyatlarındaki düşüşün durması önemli olgulardan biri durumunda. Yani, ekonomik büyümeyi ateşleyebilmek için servet kayıplarının ekonomik birimlerin tasarruflarını artırması yoluyla telafisi değil, varlık fiyatlarının yeniden yükselişle geçerek servet kayıplarının telafi edilmesi arzulanıyor.

Yalnızca devlet harcamalarını bütçe kısıdı yokmuşçasına artırılması, ekonomik büyümeyi arzulanan ölçüde uyaramayacağı gibi, artan enflasyonla yeni ekonomik kayıpların da gündeme gelmesini sağlayabilecek.
Yazının Devamını Oku

Gelişmekte olan ülkelerin görünümü hoş değil

12 Kasım 2008
KÜRESEL kriz kendini gelişmekte olan ülkelerde eskiye göre daha fazla hissettirmeye başladı. Çin’i bir tarafa bırakırsak, tüm gelişmekte olan ülkeler az ya da çok döviz likiditesi kaygıları yaşıyor. Dünyanın en fazla döviz rezervine sahip üçüncü ülkesi olan Rusya dahi sıkıntıda. Ruble’nin devalüe edilebileceği konuşuluyor. Türkiye’nin dışında olduğu birçok gelişmekte olan ülke ekonomilerinin ya kredi değerliliği düşürüldü ya da kredi değerliliği olumsuz görünüme değiştirildi. Kredi derecelendirme kuruluşları bu hareketiyle yabancı yatırımcılara "gelişmekte olan ülkelere artık daha dikkatli yaklaşın" diyor. İster istemez, biz de bu gemideyiz.

Bu ülkelerin paraları değer kaybetti. Faizler yükseldi. Büyümeleri düştü. Son IMF tahminlerine göre, ekonomik büyümelerinin daha da düşeceği düşünülüyor. Bazılarının yüksek sayılabilecek cari işlemler açığı var.

ANLAŞILAMIYORUZ

Türkiye’nin notu değişmedi. Görünümü aynı kaldı. Bir görüşe göre, iyi günlerde zaten notumuz düşüktü. Şimdi, notumuzla oynanmayarak göreli olarak olmamız gereken yere geldik. Bu yaklaşımın doğru bir tarafı var. Ama, gelişmekte olan ülkelere yönelik şimdiki kaygılardan Türkiye ekonomisinin muaf olacağını düşünmek de fazla iyimserlik olur.

Küresel piyasalar olumsuz haberlere çok daha fazla ağarlık veriyorlar. Eylül ayında imalat sanayi üretiminin Türkiye’de yüzde 6’nın üzerinde düşmesi herkesin dikkatini çeken bir haberdi. Bizler kriz ortamını farklı tanımlasak da, yabancı yatırımcılar açısından ekonominin küçüldüğüne yönelik veriler krizin de tescili anlamına geliyor. Finansal kesim büyüyen şirket ya da ülkeyi sever. Büyümeyeni kimse sevmez.

Yurtdışında Türkiye’nin IMF ile bir standby düzenlemesinden kaçınması da bir haber. Olumsuz bir haber. Ek olarak Türkiye ekonomisinin 50 milyar dolar civarında bir cari işlemler açığı verilen bir dönemden geliyor olması da hiç kimsenin dikkatinden kaçmıyor. Hazine faizlerinin yüzde 23’e dayandığı, dolar kurunun da 1.60 YTL civarında olmasının alışılmış piyasa şartlarını yansıtmadığı biliniyor.

Bütün bunların üzerine, bizim dışımızdaki gelişmekte olan ülkelere yönelik çıkan olumsuz haberler bir ölçüde bizim de görümümüzü olumsuza döndürüyor. Bu şartlarda, yurtdışı piyasalar Türkiye’nin neden IMF ile bir uzlaşmaya gitmediğine fazla bir anlam veremiyor. Yerel seçimlerin yaklaşmakta olduğu gerçeği IMF’den kaçınmanın bir nedeni ise, görüntü daha da kararıyor. Çünkü, bu kez, yerel seçimlerin ekonomik maliyetinin nerelere varabileceği merak konusu oluyor.

Bir anlamda, Türkiye’nin duruşu bizim dış kaynak sağlamayı umduğumuz çevrelerce pek anlaşılamıyor.

DAVETİYE ÇIKARMAK

Nazik bir dönemden geçiyoruz. Yurtdışında açıklanan ekonomik büyüme paketlerinin birkaç haftada küresel dengeleri değiştirmemesi beklenmemeli. Bugünkü olumsuz piyasa şartlarının en az üç-beş ay devam edebileceği beklentisiyle gelişmeler değerlendirildiğinde, Türkiye "pasif" bir tutum almış görünüyor.

Bizden ve diğer gelişmekte olan ülkelerden gelecek birkaç olumsuz haber bizim de kredi değerliliğimizi kredi derecelendirme kurumları gözünde farklılaştırabilir. O takdirde, daha zor günlere davetiye çıkarmış olacağız. O aşamada, temel eğilimleri geri çevirmek zaman alacak. Önleyici değil, tedavi odaklı önlemleri uygulamaya koymak zorunda kalacağız.
Yazının Devamını Oku