Emel Armutçu

Ne altın, ne mutfak robotu, ne de pazar kahvaltısı... Annelere en güzel hediye: Kreş

9 Mayıs 2015
Annelere, daha kolay bir şekilde de olsa sonuç olarak yine ev işi yaptıracak, 'senin yerin mutfağın, evin' demekten başka bir şey söylemeyen reklamlara değil, onu eve mahkum eden rakamlara bakın.

Birkaçını ard arda okuduğunuzda bile anlayabilirsiniz; annelere en iyi hediyelerden birinin, kaliteli, erişilebilir, düşük maliyetli ve yaygın kreş ve gündüz bakımevleri olduğunu… Üstelik uğraşmanıza da gerek yok; Bernard van Leer Vakfı’ndan Yiğit Aksakoğlu toparlamış hepsini.

Rakamların en başında, her yıl birinciliği kimselere kaptırmayan Dünya Ekonomik Forumu Toplumsal Cinsiyet Uçurumu Raporu’ndan düşenler var: 2014 raporuna göre toplumsal cinsiyet sıralamasında Türkiye 142 ülke arasında 125’inci sırada. Aynı raporda kadın istihdamı sıralamasında daha da geride Türkiye; 132’de. Aksakoğlu TÜİK verilerinin de bunu doğruladığını hatırlatıyor: Yüzde 27,1. Yani Türkiye’de çalışanların üçte biri bile kadın değil.

Bunun en önemli nedenlerinden biri çocuk bakımı. Doğal olarak, ancak çocuğunu güvenilir bir kreşe verebilen anne çalışma hayatını hedefleyebilir. Ama doğal olmayan şu ki son dönemde büyük PR’lar ve ‘müjdeler olsun’larla köpürtülen politikalar, kadınların evini hedeflemesine yönelik. Kimi köpürtmeye bile gerek duymadan açık açık niyetini dillendiriyor: “Hop nereye? İyiydik böyle sen evdeyken? Hem bak senin için en iyi kariyer annelik, daha ne istiyorsun!” Kimiyse tatlı dil, güler yüzle, arka yoldan dolanıyor, o yola ‘iyi niyet’ taşları döşüyor: Altınlar, izinler vaadediyor; bildiğin altın günü muhabbeti yapıyor. Bütün bunlar olurken, işe alımlar, kariyerde yükselmeler hızla devam ediyor. Daha çok erkekler arasında.

Tam bu noktada Yiğit Aksakoğlu’nun toparladığı rakamlara bakmak gerekiyor.

Hak-İş’in yaptığı bir araştırmaya katılan 2.514 kadının yüzde 61’i, çalışma hayatında yaşadığı en önemli sorunlardan birinin çocuk bakımı olduğunu belirterek kreşe ihtiyaç duyduğunu söylemiş. Bernard van Leer Vakfı’nın desteğiyle Boğaziçi Üniversitesi, Hümanist Büro ve Frekans Araştırma tarafından yürütülen 2014 araştırmasına göreyse Türkiye’de 0-8 yaş arası çocuğu olan ailelerin sadece yüzde 34’ü çocuklarını kreş ve benzeri yerlere gönderebiliyor. OECD verileri de 3-5 yaş arasındaki çocukların okula kayıt oranının yüzde 27’de kaldığını gösteriyor. Sıralama mı dediniz? Bu OECD ülkeleri arasındaki en düşük oran. Biliyorum, tahmin etmiştiniz.

Yazının Devamını Oku

Dilden dile geçen milli bir tekerleme olarak "Soruşturma açıldı, gereğini yapacağız!"

14 Mart 2015
Devletin koruması altındaki çocuklara yapılan kötü muameleye, cinsel istismara medyaya yansıyınca el koyması bir tesadüf mü? "Soruşturma açıldı, gereği yapılacak" dilden dile geçen milli tekerlememiz mi?

Elazığ'da kaldıkları yurttan kaçan devlet korumasındaki dört kız çocuğu jandarma tarafından bulunduğunda ortaya çıktı: 6 yıl süren cinsel istismardan kaçıyorlardı. Sadece onları korumakla görevlendirilenler tarafından istismar edilmeleri değildi acıtan; yurdun, hatta bağlı olduğu il müdürlüğünün olaydan haberdar olması ve bir şey yapmamasıydı da aynı zamanda.

“Erkeklere emanet, emanete hıyanet” diyelim anlayın siz gerisini. Üstelik çığlık da atmışlardı!

Üçüncü halkada ise şehir halkının kahve muhabbetleri vardı. Meğer söylentileri epeydir aralarında konuşup ‘duruyorlar’dı. Şimdi de ilçelerinin böyle bir olayla anılmasından üzüntü duyuyorlardı, yazık!

Yazının Devamını Oku

Doktoru, öğretmeni, milli eğitimi, kocası değil O engelli öyle mi!

4 Mart 2015
Gamze Elibol Devlet Tiyatrosu'nun desteklediği tek "engelliler tiyatro ekibi" TEKSEM'in sanat yönetmeni, oyuncusu. Engelli kelimesinin geçtiğine bakmayın bugüne kadar 40 şehirde 8 oyun sergileyen TEKSEM'in açılımı, Türkiye Engelsizler Kültür Sanat ve Eğitim Merkezi.

Türkiye’de engelli imajını değiştirmek için hiçbir şekilde bağış kabul etmeyen TEKSEM, tersine engelli kız çocuklarına yürüme cihazı kazandırıyor, burs veriyor. Yıllar önce, kazanmasına rağmen Güzel Sanatlar Tiyatro Bölümü’ne ‘engelli’ diye alınmayan Elibol da pek engel tanır biri değil. Yürüyebiliyor, sadece ‘normal’ insanlar gibi düz değil, biraz yan yatarak... Ve hayat hikayesi engelin asıl nerede olduğunu gözler önüne seriyor. Elibol, Hürriyet Aile İçi Şiddete Son! Kampanyası desteğiyle 9 Mart’ta oynayacakları “Cebimden Kocam Düştü” oyununda kel kafalı göbekli kocayı canlandırıyor. Yine gazete sayfasına sığdıramadığım haliyle, buyrun:

MUTLU EV Gamze Elibol, genç anne babası, sırdaş anneannesi ve dayılarının elinde, sevgiyle büyüyen mutlu bir çocuktu. 1982’de gayet sağlıklı doğmuştu; bir gün ateşlenip doktora götürülene kadar da öyleydi. Penisilin iğnesini test yapmadan uygulayan doktor, küçük Gamze’nin önce ayaklarındaki damarların, sonra da hayatının büzülmesine neden oldu.

Doktordan eve geldiklerinde yarı baygın olan Gamze uyuyakalmış, anne babası saatlerce başında onu seyretmişlerdi. Sabah kopacak kıyametten hiçbirinin haberi yoktu henüz. “Belki de aileme sorulsa o gecenin sessizliğinden ayrılmak istemezler.” Sabah kahvaltısını hazırlayan annesi, oyunlarıyla oynamadığını görünce, “Kedilerini görmek ister misin?” diye sordu, “Kedi mi? Hiç sanmıyorum, gelemem…”

Aldığı ekmekle eve doğru yürüyen babası sokağın başından duydu evdeki çığlıkları. Gamze’nin iki bacağı birden sallanıyordu. “Neden böyleyim diye defalarca sormuşum. Hiçbirine cevap alamadan uykuya dalmışım … “ Aile büyükleri toplandığında herkeste gözyaşı, şaşkınlık… Kimsede böyle engelli çocuk yok ki, fısıldamaları… Eee şimdi ne olacak konuşmaları. Günlerce ulaşılamayan doktorun sonunda bulunması, “Bunun adı çocuk felci, yapacağımız hiçbir şey yok” demesi... Ellerinde kanıt bile olmayan aile için zor, yorucu, yıpratıcı “hastane yılları”… “O günden tek hatırladığım babamın evde kırdığı vavienler… Karanlıkta kalmıştık.”

HASTANE

Yazının Devamını Oku

Yeni başlayanlar için Toplumsal Cinsiyet EŞİTLİĞİ 101

21 Şubat 2015
Bir kereliğine bırakın dedenizden dinlediğiniz ezberleri. "Elektrikler kesik filan değildi hocam!" İşinize gelene değil, olana bakın bir kez olsun.

Bir milletvekilinin, şu meşhur ve işlevsiz komisyonlardan birinde ilk duyduğunda, “Ne o eşcinsellik gibi bir şey mi?” diye sorduğu Toplumsal Cinsiyet Eşitliği, o kadar da kazık bir ders değil. Okumaya başladığınızda bir tanıdık gelecek ki o kadar olur.

CİNSİYET: İnsanın kadın ya da erkek olarak, genetik, fizyolojik ve biyolojik özellikleri. Doğduğumuz halimiz. Bir şeye fıtrat denecekse, o bu.

Niye tartıştık deliler gibi? Kimse erkeklerle kadınlar arasındaki biyolojik farklılığın birbirinden üstün ya da aşağıda, aynı ya da eşit olduğunu söylemedi. “Valla ben duymadım hocam!” Yalnız arkadaşlar onun adını “cinsiyet farkı” diye koymuş ki doğru olan bu. Dünyanın dönmesi, yer çekimi, saçımızın uzaması gibi, en doğal durumlardan biri. Ha belki, geçenlerde ortaya çıkıp dünyanın dönmediğini söyleyen Suudi imam söylemişse, onu bilemem.

EŞİTLİK: Hukuki bir terimdir. Tüm medeni ülkelerde olduğu gibi, Anayasa’nızı açın, 10’uncu maddesine bakın. Hadi üşenirsiniz şimdi siz: Herkesin dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep vb sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşit olduğunu söyler. Hatta ek bir fıkrası vardır ki AKP hükümeti döneminde konmuştur oraya; “Devlet bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür” der. Oo, bunun daha ne devamları var da şimdi hatmetmek işinize gelmez sizin, yeriniz dar.

TOPLUMSAL CİNSİYET (Gender):

Yazının Devamını Oku

Türkiye'de kadın hakları: 1 ileri 2 geri

6 Şubat 2015
2000'li yılların başlarında Avrupa Birliği'yle uyum yasalarını bir bir çıkarırken kadın haklarına ilişkin pek çok olumlu adım atan Türkiye, son zamanlarda tam tersini savunan bir politikaya sahne oluyor.

Anayasa’da yer alan “eşitlik” kavramının dahi tartışılır hale geldiği, kaç çocuğu hangi yöntemle doğuracağından nasıl edepli olacağına kadar geniş bir yelpazede kadınların ‘yapması gerekenler’in her gün sıralandığı bu yeni dönem, yıllardır bu alanda mücadele veren kadın kuruluşlarının tepkisini çekiyor. Daha önce “hedef” olan kadın istihdamının artırılması, şiddetin önlenmesi, eşit temsil gibi konular öncelikler listesinin daha da altlarına ötelenirken, var olan hakları sekteye uğratacak gelişmeler yaşandığı konusunda uyarıyorlar. İşte son dönemde kadınlar mevcut haklarını kaybediyor kaygılarına yol açan gelişmeler (yine gazete sayfasına sığmayan haliyle):

KADIN GİTTİ, AİLE GELDİ

Hükümet gözünü kulağını yıllardır kadın hakları için mücadele veren sivil topluma uzun süredir kapamış durumda. Bu politika değişikliğinin ilk göstergelerinden biri, daha önce ‘Kadın ve Aileden’ sorumlu olan devlet bakanlığının adının Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı olarak değiştirilmesi oldu. Daha sonraki tüm söylem ve uygulamalarda, birey olarak kadının haklarından çok, ailenin önemi ve korunması öne çıktı. Ayşenur İslam’ın gelmesinden sonra, bakanlığın kapıları kadın örgütlerine tamamen kapandı ve hükümet, sivil toplum ve akademi alanında kendi örgütlerini oluşturmaya başladı.

EŞİTLİK GİTTİ ADALET GELDİ

Yazının Devamını Oku

Bizi bu bakanlığın uzmanlarına emanet etmeyiniz!

3 Şubat 2015
Kocası tarafından vurulan kadına psikolojik destek için mağdurun yaşadığı şehrin Aile ve Sosyal Politikalar Müdürlüğü'nü arayan Aile İçi Şiddete Son Acil Yardım Hattı psikoloğu "biz psikolojik desteği evlilik birliğini korumak için veriyoruz" cevabını aldı.

* * *

Her gün şiddet gördüğü için boşanmaya çalışan ve bu nedenle de ölümle cezalandırılmak istenen yüzlerce kadından biri S.F. (Adı bizde saklı)

Üç ay önce kocası üzerine kurşun yağdırmış; tam dört kurşun yarası almış, biri halen omuriliğinde duruyor.

Öldürmeye teşebbüs eden kocası şu anda tutuklu ama muhtemelen çeşitli indirimlerle salıverileceği günü bekliyor. S.F. ve iki çocuğu ise yaşadıklarının travmasıyla boğuşmakla meşgul. Bir yandan kocası tarafından vurulduğu iş yerinde çalışmaya devam eden S.F., bir yandan da psikolojik tedavi görüyor.

Ama belli ki yetmemiş, tek başına altından kalkamayacağını düşünmüş ki Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu’nu aramış; Federasyon Acil Yardım Hattımıza yönlendirdiği için 212 656 96 96 numaralı telefonumuzu çevirmiş.

* * *

Yazının Devamını Oku

Aile Bakanlığı şiddet araştırmasını neden açıklamıyor?

16 Ocak 2015
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından, ilk ve son olarak 2008'de yapılan "Türkiye'de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması", altı yıl aradan sonra tekrar gerçekleştirildi.

Bakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’nün yürütücülüğünde, Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü tarafından yapılan araştırmanın sonuçları, 30 Aralık 2014’te Ankara’da açıklandı.

Ancak bu toplantıya gazeteciler alınmadı, Hacettepe Üniversitesi Rektörü Prof. Murat Tuncer, bakanlıkla ortak olarak aldıkları bu kararın nedenini “Çünkü soru almak istemiyoruz” şeklinde özetledi.

Her gün 1-3 kadının en yakınları tarafından öldürüldüğü Türkiye’de bu denli önem taşıyan bu araştırma, henüz Bakanlık web sitesinde de yayınlanmadı, geçtiğimiz günlerde CNN TÜRK’te canlı yayına çıkan Bakan Ayşenur İslam, orada da sözünü etmedi.

Dolayısıyla kafalarda soru işaretleri oluştu: Neden?

Araştırmanın, 2008’den bu yana kadına yönelik şiddet konusunda herhangi bir gelişme yaşanmadığını ortaya çıkarmasından mı?

Şiddeti önlemek için yapılan çalışmalarda uygulama sorunları yaşandığını göstermesinden mi?

Kadınları koruma kararlarını alan uygulayıcıların bile yasayı bilmediğini saptamasından mı?

Özet raporun içinde en az birkaç kez, hükümetin hoşlanmadığı “toplumsal cinsiyet eşitliği” kavramının geçmesinden, Türkiye’de kadına yönelik şiddet konusunun 1980’li yılların sonunda kadın hareketi tarafından gündeme getirildiğinin belirtilmesinden mi?

Yazının Devamını Oku

Eşitlik ve Adalet: Sophie'nin Seçimi değil!

25 Aralık 2014
Her şey, bir ay kadar önce Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, kızı Sümeyye Erdoğan'ın kurucusu olduğu Kadın ve Demokrasi Derneği KADEM'in düzenlediği toplantıda, "Kadın ile erkeği eşit konuma getiremezsiniz çünkü o fıtrata terstir" demesiyle başladı. Yağmurlu bir sonbahar günüydü…

Hayır tabii ki böyle başlamadı. Zaten geleceklerin ipuçları ne zamandır vardı ve o gün, uzun süredir yapılan hazırlıklardan sonra ana düğmeye basma günüydü sanki. Sonraki gelişmeler, bunun, son zamanların moda deyimiyle planlı bir algı operasyonu olduğunu gösterdi nitekim.

Ve biz birdenbire “eşitlik” kavramını sorgulamaya başladık. Anayasa’nın 10’uncu maddesi ve ilgili yasalar, imzalanan onca uluslararası sözleşme unutuluverdi ve “eşitlik” tukaka oldu birden. Eşitlik böyle “dar kavram”, “dayatılan yaklaşım” salvolarıyla hırpalanırken, yerine “adalet” gelip yerleşiverdi.

Sanki iki kavram birbirinin muadiliymiş, eşitlik diyenler adaletin karşısındaymış gibi…

KAFA KARIŞIKLIĞIYLA KAFA KARIŞTIRMA KARDEŞLİĞİ

Yazının Devamını Oku