Paylaş
Türkiye dendiğinde akla önce çay gelir. Demli bir çayın etrafında dönen sohbetler, ince belli bardakların camından süzülen kızıllık, gündelik hayatımızın değişmez ritüelidir. Fakat son yıllarda sessiz ama istikrarlı bir başka dönüşüm yaşanıyor; kahve devrimi. Belki de buna öze dönüş demeliyiz. Zira yüzyıllardır kahvenin Batı’ya açılan anavatanı olarak anılan bu coğrafya, kahveyi yeniden keşfederek ona modern bir kimlik kazandırıyor. Türk kahvesi asırlardır kültürümüzün bir parçası; fincan dibinde saklı fallardan söz-isteme törenlerindeki tuzlu kahvelere kadar adeta bir ritüel. Ama bugünün hikâyesi başka. Espresso bazlı kahveler, soğuk demlemeler, latte’ler, aromalı alternatifler artık gençlerin, beyaz yakalıların, ev kadınlarının hayatına çoktan girdi. Geçen hafta 11’incisi düzenlenen İstanbul Kahve Festivali’nde buna bir kez daha şahit olduk.
Tutkunun ortak dili
Festival alanına adımımızı attığımızda bizi kahve kokusuna karışan bir uğultu karşıladı; kahve çekirdeklerinin öğütülme sesi, fincanların buğusu ve bardakların şıngırtısı arasında sahnede baristalar ve konuşmacılar kahve kültürünün geleceğini tartışıyordu. Bir yanda gençler soğuk kahveleriyle sosyalleşiyor, orta yaş grubu yeni makineleri inceliyor, aileler çocuklarıyla stantların arasında dolaşıyor ve herkes kahve tutkusunun ortak diliyle konuşuyordu. Bense etrafa şöyle bir bakındıktan sonra hemen son zamanlarda pek merak edilen o çok iddialı, bol fonksiyonlu makinelerinin standına yanaşıp, kahvemi alıp Versuni Türkiye Genel Müdürü Esin Karadede’yle sohbete giriştim. Ve tabii Esin Hanım’ı bulmuşken bu kahve çılgınlığıyla alakalı merak ettiklerimi sordum. “Türkiye’de kişi başı kahve tüketimi yılda 1,1 kilo civarında. Avrupa’yla kıyaslandığında küçük görünebilir ama bir çay ülkesi için bu oran yadsınamayacak kadar önemli” diyor Esin Hanım. İlginç bir bilgi de kahvenin hayat evreleriyle nasıl özdeşleştiği üzerine geliyor: “Gençler kahveyi sosyalleşmek için içiyor; orta yaş enerji ve odaklanma için, ileri yaşlardaysa kahve bir huzur ritüeline dönüşüyor.”
Bu tablo bana İtalya’daki espresso hikâyesini hatırlattı. 19’uncu yüzyılın sonunda Milano’da işçilerin vardiya aralarında hızla tükettikleri espresso, zamanla tüm İtalyan toplumunun günlük ritüeli haline geldi. Bugün sabah işe gitmeden bara uğrayıp ayaküstü espresso içmek, İtalyan yaşamının ayrılmaz parçası. Türkiye’de de benzer bir dönüşüm yaşanıyor; tek fark, bu kez değişim zincir kafelerden evlere doğru ilerliyor.
Bu dönüşümün en büyük taşıyıcılarından biri teknoloji. Mesela Philips LatteGo gibi makineler, kahveye yalnızca hız değil, yeni bir deneyim de katıyor. “Evde taze çekirdekten öğütülmüş kahve içmeyi tetikleyen makineler aslında daha sağlıklı ve daha lezzetli bir deneyim sunuyor” diyor Esin Karadede. Bir bakıma, kahve çekirdeğini seçmek artık bir alışverişten çok bir yaşam pratiğine, küçük bir ritüele dönüşüyor.
Etiyopya’daki kahve seremonileri bu bağın en otantik örneği. Yeşil çekirdeklerin evde kavrulup havanda dövülmesi, ardından üç kez servis edilmesi...
Bu eskilere gittiğinizde bizde de var olan bir şeydi. Her aşama sohbet, güven ve paylaşım için bir fırsat. Ama zaman değişti. Bir de Türk kahvesi yavaş içilen, sohbet eşlikçisi bir kahve; öyle eline alıp dolaşırken içilecek bir kahve değil. İşte alafranga kahve satan kahve zincirlerinin en parlak dönemlerini yaşaması ve Türkiye’de gençlerin kahveyi sosyalleşme aracı olarak görmesi, aslında bu kadim bağın modern bir yansıması gibi de okunabilir.
Ama kahvenin hikâyesi yalnızca sofralarda değil, ekonomide de yazılıyor. Küçük ev aletleri pazarı Türkiye’de 3,3 milyar euro büyüklüğe ulaşmış durumda ve en hızlı büyüyen segment espresso makineleri. Son üç yılda bu pazar üç katına çıkmış. Yılda 400 bin adetlik bir satıştan bahsediliyor; bu da yüzde 30’luk bir büyümeye denk geliyor. Yani kahve yalnızca damak tadımızı değil, ekonomiyi de besliyor. Bu ivme Türkiye’nin teknoloji ve tüketim alışkanlıklarında akıllı telefon pazarındaki hızlı yükselişe benzer bir sıçramayı andırıyor. İşte burada İskandinavya örneği dikkat çekici: Kişi başı yıllık 12 kilo kahve tüketimiyle Finlandiya dünyanın zirvesinde. Ya da İsveç’teki fika molaları... Yani meslektaşların kahve içip sohbet ederek verdikleri aralar iş hayatında kahvenin ‘denge unsuru’ olduğunun kültürel kanıtı.
Bir başka ilginç noktaysa cinsiyetler arası farklılıklar. Araştırmalara göre erkekler kahveye daha fonksiyonel bakıyor; enerji, odaklanma, pratiklik. Kadınlar içinse kahve çok daha duygusal bir bağa sahip. Keşfetmek, merak, yeni tatları denemek onlar için daha belirgin. Bu da aslında kahvenin neden Türkiye’de çok farklı demografilerde aynı anda büyüdüğünü açıklıyor. Herkes için başka bir anlamı var: Öğrenciler için sosyalleşme, beyaz yakalılar için güne başlama, yaratıcılık gerektiren meslekler için ilham...
Bugün geldiğimiz noktada kahve, artık yalnızca ‘uyandıran bir içecek’ değil. Bir yanda kültürel ritüellerimizi sürdürüyor, diğer yanda modern hayatın ihtiyaçlarına yanıt veriyor. Teknolojiyle birleşiyor, ekonomiyi büyütüyor, sosyal hayatı dönüştürüyor. Türkiye belki hâlâ bir çay ülkesi ama kahve, tıpkı bu topraklardan yüzyıllar önce dünyaya açıldığı gibi, bugün de yeni bir hikâyeyle yeniden doğuyor. Çayın yanına eklenen bu ikinci damar sessiz ama güçlü bir devrimin habercisi; mutfaklarımızın, ofislerimizin, evlerimizin içinde yaşanan bir devrim.
Paylaş