Bir zamanlar suya gösterdiğimiz itinayı hatırlamamız gerek...

Bir su someliyesi olarak son yıllarda geliştirilen en dâhiyane pazarlama tekniklerinden birinin suyun içindeki oksijen miktarını arttırmak olduğunu söyleyebilirim ki bu da suyun tazeliğiyle doğru orantılı. Zaten vaktiyle Anadolu’da, suyun tazeliğini korumak için toprak altından çıkan su yine toprak testilerde korunur, yani su meselesi çok ciddiye alınırmış. Osmanlı dönemine baktığımızda suyla ilgili öyle incelikli bilgiler görüyoruz ki... Gelin, 22 Mart Dünya Su Günü’yle birlikte su kültürümüz üzerine yoğunlaşalım.

Haberin Devamı

Kaynaklarımızı dikkatli kullanmanın her geçen gün daha hayati olduğu bir dönemdeyiz. Su, işte o kaynaklardan biri. 22 Mart Dünya Su Günü vesilesiyle haydi gelin, su kültürümüz üzerine yoğunlaşalım... “Bizim su kültürümüzden de ne olacak” demeyin sakın. Osmanlı dönemine uzandığımızda öyle incelikli ve derin bilgiler görüyoruz ki...

Mesela eskiden sokak sucularının su taslarına akik mercan gibi taşları koyması enerji açısından son derece manidar. Su yaşayan bir varlıktır. Enerjiyi çok çabuk çeker. Hani bazen kötü enerjili ortamlarda enerjimiz düşer, auramızın dengesi bozulur ya, işte bunun en büyük nedeni vücudumuzun yüzde 70’inin sudan oluşmasıdır. Çinliler ayinlerinde kullanacakları suları, suyun hafızasını silmek ve geçmişten bu yana barındırdığı enerjiden tamamen temizleyip saflaştırmak için üç saat kaynatır. Almanya’da yapılan bir araştırmaya göre dolunay zamanı kaynaktan doldurulan suların bazılarının iyileştirici etkisi bile var. Üst segment tüketiciye hitap eden bir markanın çıkardığı yarı değerli taşlarla doldurulmuş sürahiler özellikle enerji çalışması yapanlar tarafından kapış kapış satın alınıyor. Oysa biz bu işi asırlar önce çözmüşüz su taslarımızın içine bu taşları atarak...

Haberin Devamı

Osmanlı’daki su kültürüne dair en çarpıcı bilgilere İstanbul’a gelen yabancı seyyahların gözünden ulaşıyoruz. Bunlardan biri, ünlü Fransız yazar ve şair Gérard de Nerval (1808-1855). Nerval, 1843’te Mısır, Lübnan, Suriye ve İstanbul’a yaptığı uzun seyahatin ardından ‘Voyage en Orient’ (Doğu’ya Yolculuk) adlı kitabı çıkarmış. Hatta İstanbul’dan çok etkilenerek en geniş yeri buraya ayırmış. Yazarın İstanbul gözlemlerini içeren bu kapsamlı bölüm ‘Muhteşem İstanbul’ adıyla da yayımlandı. Kitaplığınızda bulunmasını tavsiye ederim, internet satışı olan sahaflardan almak mümkün.

Bir zamanlar suya gösterdiğimiz itinayı hatırlamamız gerek...
Seyyar su satıcıları, Osmanlı’da kent yaşamının önemli bir parçasıydı.

PADİŞAHLAR NİL SUYU İÇERMİŞ

Kitaptaki ‘Su Medeniyeti’ bölümünde “Suyun tadı var mıdır” diye soranlara cevap olacak şu özete rastlamıştım: “İstanbul’a içme suyu Valens borularıyla (Bozdoğan Kemeri’nden geçen su yolu) gelir, sarnıçlarda depo edilir ve burada hoş olmayan bir koku alır. Tatlı suyun nadir oluşu yüzünden İstanbul’da bir ‘su içiciler ekolü’ meydana gelmiştir. Bu su tiryakilerinin içki evlerinde muhtelif memleketlerden gelmiş ve muhtelif yıllara ait sular bulunur. Suları yıllara göre de ayırıyorlar. 1833’ün suyu çok beğeniliyor ve bu yüzden kapalı şişelerde pahalı bir fiyata satılıyor. Suların içinde en makbulü Nil suyudur. Sultanın içtiği su da budur. Bu su ona İskenderiye’den ve bir miktar vergiye karşılık olarak getirilir. Cinsin kudretli olduğu ve üretici tohumu arttırdığı söylenmektedir ve bunun için meşhurdur. Fırat suyu biraz yeşil ve sarımtıraktır, zayıf ve gevşek tabiatlılar için tavsiye edilir. Tuna suyunuysa daha çok enerjik kimseler tercih eder.”

Haberin Devamı

Su tiryakileri, su içiciler ekolü, yıllara göre su ayrımı... İnanılır gibi değil. Ama bir su someliyesi olarak şunu da eklemek isterim ki son yıllarda su üzerine geliştirilen en dâhiyane pazarlama tekniklerinden biri suyun içindeki oksijen miktarı ki bu da zaten suyun tazeliğiyle doğru orantılı. Tam da bu noktada Anadolu’da suyun tazeliğini korumak için toprak altından çıkan suyun topraktan yapılmış testilerde korunması yine son derece manidar. 

EVLERE SU TAŞIMA GEREKLİLİĞİ...

Yüzyıllar boyunca İstanbul’a gelen yabancı seyyahların sakalara ve sebilcilere gösterdiği ilginin nedeni, söz konusu meslek topluluğunun kent yaşamındaki önemli yeri. Bu konudaki en güzel kaynaklardan biri de tarihçi Marianna Yerasimos’un 30 yıl önce İSKİ için derlediği belgeler. Yerasimos’un anlattığına göre sakalar ve sebilciler İstanbul için bir gereklilik. Çünkü kentin birçok çeşmesi olmasına rağmen evler çeşmelerden uzak ve İstanbullu kadınların ayağına suyun taşınması için bir hizmet sektörüne gerek olmuş. İşte bu ihtiyacı 15’inci yüzyıldan 19’uncu yüzyılın sonuna dek Sakalar Loncası’na kayıtlı sakalar karşılamış.

Haberin Devamı

Evliya Çelebi’nin verdiği bilgiye göre, 17’nci yüzyılın ortalarında “İstanbul’un 9 bin 999 çeşmesinden’’ evlere su taşıyan sakalar iki gruba ayrılırlarmış. Birinci grup, sayıları 1.400’ü bulan ‘atlı sakalar’, ikinci grupsa sayıları 8 bini bulan ‘yaya’ veya ‘arka sakaları’ymış. Her mahallenin locaya kayıtlı belli sayıda sakası varmış ve her saka kırbasını (suyu taşıdıkları deri) ancak belli bir sebilden doldurabilirmiş. Gedik yani izin belgesi olmadıkça hiçkimse bir sebilden su alıp satamazmış, bazı sebillerdense ticari amaçla su almak tümüyle yasakmış.

Sakaların kılık kıyafetleri zaman içinde çok değiştiyse de yazma bağlı fesi, kısa şalvarı ve elbiseleri sudan koruyan sahtiyandan kolsuz uzun yeleği son temsilcilerin bile giydiğini o döneme ait gravürlerden görmekteyiz. Sebilcilerse genellikle yalınayak, başlarında üzerine ağbani sarık sarılmış beyaz külah, sırtlarında kolsuz deri yelek ve ellerinde pirinç tasla dolaşırlarmış. Sebilcilerin çoğu derviş veya bir dini vakıf adına ya da kendileri hayır işlemek istedikleri için yoldan geçenlere ve yazın çalışanlara su dağıtırlarmış.

Haberin Devamı

Zamanla İstanbul’un suyu sebil olmaktan çıkınca sokaklarda sebilcilerin yerini seyyar sucular almış. 19’uncu yüzyılın sonlarında esnaf loncalarının kaldırılmasıyla sakalar da mesleklerini bağımsız sürdürmeye başlamışlar.

Bir süre sonra kırbaların yerini gaz tenekeleri aldı tabii, sonra damacanalar çıktı, çok sonra da artık her yerde karşımıza çıkan plastik pet şişeler... Belki de Dünya Su Günü’nü bahane ederek suya gösterdiğimiz itinayı hatırlamak ve bu günü geliştirmek üzerine düşünmek sandığımızdan daha önemli...

Yazarın Tüm Yazıları