‘Bir peynirin doğduğu yer onun ilk kimliğidir’

Fransa’da peyniri olgunlaştırma bir zanaat olarak kabul edilir. Bu işi yapanlara ‘affineur’ denir. Bir affineur’ün işi peynire şekil vermek değil, zaten içinde var olan potansiyeli görünür kılmaktır. İş teknikten çok sezgiye dayanır, bu da yıllar içinde gelişir. Bu işi en iyi yapanlardan biri olan Jean-François Antony yakında İstanbul’a geliyor. Elbette o özel peynirleriyle birlikte...

Haberin Devamı

Sizce hangi ülkede ‘peynir olgunlaştırma ustası’ diye bir meslek vardır? Evet, çoğunluğun cevabını duyar gibi oluyorum; olsa olsa Fransa’dır. Malum sadece gastronomide değil, peynirde de bu işin kitabını yazan Fransızlardır. Fransa’da peynir sadece ustasının elinde yoğrulmaz; kulağında da olgunlaşır. Ve orada ‘peyniri dinleyen’ bu kişilere zanaatkâr gözüyle bakılır. Bu zanaatkârların adı dahi vardır: Affineur. Düşünsenize, biz “Bu peynir hangi sütle yapıldı” diye merak ederken, onlar “Bu peynir hangi ruhla büyüdü” diye sorgularlar. Ve bir peyniri büyüten yani olgunlaştıran ustaya büyük saygı duyarlar. Gastronominin Fransa’da bu kadar derinleşmesinin ve bir düşünce sistemine dönüşmesinin nedeni de budur.

Babasından el almış

Affineur’ün işi peynire şekil vermek değil, zaten içinde var olan potansiyeli görünür kılmaktır. Çünkü her peynir kendi doğasının içinde olgunlaşır ve affineur’ün görevi, o sessiz süreci sabırla izleyip doğru anlarda müdahale etmektir. Bu meslek, teknikten çok sezgiye dayanır, bu da yıllar içinde gelişir.

Haberin Devamı

Yıllandırma yani olgunlaştırma için en elverişli aile sert ve yarı sert, pişirilmiş-baskılanmış (cooked pressed) peynirlerdir: Parmigiano reggiano/grana padano, comté/gruyère/beaufort, cheddar, gouda, manchego, pecorino romano, Kars gravyeri, eski kaşar gibi. Taze yumuşak peynirlerse (mozzarella, taze keçi peyniri, ricotta) yüksek nemli yapıları nedeniyle uzun yıllandırmaya uygun değildir. Olgunlaştırma, peynire sadece yaş değil, anlam katar. Bu süreçte başrol, proteoliz (proteinlerin peptit ve serbest aminoasitlere ayrılması) ve lipolizindir (yağların kısa/orta zincirli yağ asitlerine parçalanması). Peynirler bu uzun yolda umami kazanır, fındık, karamel, et suyu katmanlarıyla derinleşir; ağzınızda hissettiğiniz o minik kristal kıtırtılarsa doğru yapılmış bir affinage’ın küçük imzalarıdır. Bu imzayı atmak için mahzenin mikroflorasından tuz/nem yönetimine, düzenli çevirme ve kabuk bakımına kadar zamanla kurulan özenli bir ortaklık gerekir.

Ve ben geçen günlerde bu ortaklığı en iyi yapan affineur’lerden biriyle, Jean-François Antony’le sohbet etme fırsatı yakaladım. Jean-François, Alsace’ın Sundgau bölgesinde mütevazı bir çiftçi ailesinin ferdi olan babası Bernard Antony’den el almış bir usta. Babası da Fransa’nın ünlü peynir ustası Pierre Androuët’den affinage’ın yani peyniri olgunlaştırma sanatının sırlarını öğrenmiş. Antony 1981 yılında aile çiftliğinin altında ilk mahzenini kurmuş ve bu mahzen, bugün hâlâ yaşayan en eski comté cru’sunun doğduğu yer olmuş.‘Bir peynirin doğduğu yer onun ilk kimliğidir’

Haberin Devamı

Antony ailesi için peynir bir ürün değil, yaşayan bir varlık. Onların anlayışında affinage, kimyanın ötesinde bir şey; doğanın mikroorganizmalarıyla insanın sabrını birleştiren gizli bir dönüşüm. Comté yaş aldıkça olgunlaşan, olgunlaştıkça konuşan bir peynir. ‘Réserve’ ve ‘grande garde’ gibi uzun affinage dönemlerinden geçen tekerlekleri, zamanla diyaloğa giren canlı varlıklar gibi görüyorlar. Ve bakın iyi olgunlaşmış bir comté peynirini nasıl tanımlıyorlar: “Kristalleşmenin zirvesine ulaşmış dokusu, kırılgan kabuğuyla yaş almış bir bilgeyi andırır. İncecik dilimlendiğinde tuzluluk öne çıkar, ot notaları kurumuş, yağ zarifçe geriye çekilmiştir. Her lokma yılların ağırlığını taşır; ucunda trüfün, ceviz kabuğunun, kuru meyvenin yankısı duyulur. Bu peyniri yerken, aslında zamanı tadarsınız.”

Haberin Devamı

Jean-François Antony için peynir, değişen dünyaya karşı bir tür direnç biçimi. “Modern dünya, gelip geçen modaların ritmine göre dans ediyor ama gerçek peynir, denizdeki bir fener gibi sarsılmaz kalmalı” diyor. Ona göre modalar geçer, lezzet anlayışları değişir, ama sabırla olgunlaşan bir ürünün asla modası geçmez. “Ayakta kalmak istiyorsan, her yeni trendle yok olmamayı öğrenmelisin” diyor. Bu sözleri, sadece peynire değil, zanaata ve hayata dair bir öğüt gibi. Onun gözünde ustalık, hızlı tüketime, endüstriyel üretime, kolay kâr arayışına karşı sessiz bir duruş. Her peyniri bir yolcu, her olgunlaştırma sürecini de bir yolculuk olarak görüyor.

Haberin Devamı

Sundgau bölgesinde doğup büyüyen Antony, coğrafyasının peynir üzerindeki etkisini neredeyse biyolojik bir kader gibi anlatıyor. “Ailem nesillerdir aynı topraklarda yaşıyor ve belki de asıl şansımız, bu toprakların bakteriyolojik atmosferinin peynirlerimize ev sahipliği yapmasıydı. Her bölgenin mikroflorası -yani havadaki, topraktaki, sütteki görünmez yaşam katmanı- peynirin kaderini belirler. Peynirin kabuğundaki her mikroorganizma, bulunduğu yerin rüzgârını, nemini, otlarını, hayvanların beslendiği merayı yansıtır.”

Ne kadar doğru bu söyledikleri; Bizde de Kars yaylalarının soğuğu gravyerin dokusuna, Divle’de obruklardaki bakterilerin kızıl renge, Çanakkale’de zeytin ağaçları arasındaki mikroklimanın Ezine’nin aromasına, Van’ın yüksek otlaklarının otlu peynirin kişiliğine yön vermesi gibi... Antony “Bir peynirin doğduğu yer onun ilk kimliğidir, biz sadece onun yolculuğuna eşlik ederiz” diyor.

Haberin Devamı

Ve asıl güzel haberi sona sakladım. Jean-François Antony yanında getireceği peynirlerle ve keyifli anlatımlarıyla Türkiye’deki peynirseverlerle buluşmaya geliyor. İlgilenenler
13-14 Ekim akşamları için Four Seasons Hotel at the Bosphorus’taki seanslara rezervasyon yapabilir.

Yazarın Tüm Yazıları