Ebru Alper

Tüp Bebek Tedavi Basamakları

30 Mart 2021
Tüp bebek tedavisi tek tip bir tedavi değildir ve olmamalıdır da.

Çiftin sorununa yönelik düzenlemeler içermeli ve ona göre planlanmalıdır. Ama geneline baktığımızda, her tüp bebek tedavisi esas olarak 3 basamaktan oluşur: Stimülasyon yani yumurtalıkların uyarılması, yumurta toplama ve embriyo transferi. Hepsi yaklaşık 2,5-3 haftalık bir süreyi kapsayan bu tedaviyi gelin adım adım inceleyelim… 

Tüp bebek tedavisine karar verdiniz ya da doktorunuz size artık tüp bebek yapılması gerektiğini bildirdi. Bu durumda ilk yapmanız gereken, nerede tedavi olacağınızı belirlemek ve bu süreci birlikte götürmek istediğiniz merkezi ve doktoru seçmek olmalı.

Çift olarak sorununuz ve tıbbi öykünüze göre belirlenecek tedavi yöntemi sonrasında eğer yapılması gereken ek bir operasyon ya da girişim yoksa, hemen bir sonraki adette tedavinize başlanabilir.

1. Adım: Yumurtalıkların Uyarılması

Tedaviye adetin 2 ya da 3. günü başlanır. İlk gün yapılan ultrasonda, yumurtalıklarda kist ya da erken gelişmiş yumurta yoksa, gonadotropin iğneleriyle tedavi başlar. Gonadotropinler hipofizden salgılanan ve yumurtalıkları uyaran hormonlardır. Bu iğneler artık küçük, ince ve hastanın kendisinin yapabileceği özellikte olup, tedavinin daha kolay geçmesine yardımcı olur.

Belli aralarla yapılacak ultrason kontrolleriyle yumurtaların gelişimi izlenir ve 17-19 mm çapa ulaştığında yumurta çatlatma iğnesi verilerek yumurta toplama işlemi planlanır. Yumurtalıkların uyarılması ve yeterli olgunluğa gelmeleri yaklaşık 9-12 gün sürebilir ve bu süre içinde 3-4 kez ultrason için kliniğe gitmeniz gerekebilir. Bazı özel durumlarda stimülasyon tedavisi adet döngüsünün herhangi bir gününde de başlatılabilir.

2. Adım: Yumurta Toplama İşlemi

Yumurta çatlatma iğnesi yapıldıktan 36 saat sonra yumurtalar toplanır. Bu işlem ultrason altında, vajinal yoldan özel bir iğneyle yumurtalığın içine girilerek yapılır. İğneyle olgunlaşmış foliküllerin içine tek tek girilerek folikül sıvısı aspire edilir ve hemen yandaki embriyoloji laboratuvarına gönderilir. Embriyolog tarafından sıvı içinde yumurta olup olmadığı kontrol edilir. Bu şekilde gelişmiş tüm foliküller aspire edilir ve yumurtalar toplanır.

Yazının Devamını Oku

Endometriozis Hakkında Merak Edilen Her Şey

25 Mart 2021
Mart ayı endometriozis farkındalık ayı (Endomarch). Endometriozisle ilgili bilinmesi gerekenleri özetleyip bu konuda toplumun bilinçlenmesini sağlamak için de iyi bir fırsat.

Endometriozis kronik ve ilerleyici bir hastalık. Kadınların yaklaşık %10’unda görülüyor ve hayatları boyunca da onlarla birlikte oluyor.

Endometriozis, endometrium adı verilen ve her ay adet döngüsüyle değişikliğe uğrayıp kanamayla atılan rahim iç zarının, rahim dışında başka bölgelerde de yer alması olarak tanımlanabilir. En sık rahim dış yüzeyi, yumurtalıklar, tüpler, rahmin kas tabakası ve bağırsak yüzeyine yerleşse de, karın içine, karın zarının her yerine, mesaneye, diafragmaya, hatta karın ön duvarı ve karın cildine de yerleşebilir. Endometrial doku ulaştığı her yerde rahatlıkla yerleşip büyüme potansiyeline sahiptir ve bu bölgelerde kistler, ağrılı nodül ve kitleler oluşturur. Organlar arasında yapışıklıklara neden olarak anatomiyi bozar ve kronik ağrılara sebep olur.

Her ay adet döngüsü sırasında rahim iç zarı, hormonların etkisiyle gebeliğe hazırlık olarak yeniden yapılandırılır ve gebelik olmazsa da bir sonraki ay yenilenmek üzere adet kanamasıyla birlikte atılır. İşte bu döngü vücutta başka yerde yerleşmiş olan endometriozis odaklarında da aynı şekilde gerçekleşir. Ancak orada olan kanama ve oluşan yeni doku dışarıya atılamadığı için, bulunduğu yerde ya kanamalı kist ya da fibrotik nodüler yapı şeklinde kalarak şikayetleri oluşturmaya başlar.

Endometriozis yumurtalıkta içi kanamalı kistler şeklinde ortaya çıkar; bunlara içeriğinin özelliğinden dolayı “çukulata kistleri” (Endometrioma) diyoruz. Kronik enflamasyon, fibrozis ve kanama, endometriozisin yerleştiği dokuda hasar, çevre organlarla yapışıklık ve şiddetli ağrıya neden olur. Ağrı önceleri adet döngüsüyle ilişkili olsa da, daha sonra sürekli bir hal alır, ilişki sırasında ağrıya neden olur. Bağırsak ya da mesane tutulumunun olduğu olgularda dışkılama ya da idrar yapma sırasında da ağrı ve kanama olabilir.

Endometriozisin bir diğer etkisi de infertilite, yani çocuk sahibi olamamaya neden olmasıdır. Her vaka için sonuç böyle olmasa da, infertil kadınların yaklaşık %40’ında neden endometriozistir.

Endometriozis süreci adet döngüsünün ilk başladığı dönemden itibaren ortaya çıkabilir. Ergenlik döneminde başlayan ağrılı adetlerin bir kısmının altında endometriozis olabilir. En sık 30-45 yaş arasında semptomatik olup, tanı konulur. Pek çok olguda tanı konulması şikayetlerin başlamasından sonra 7-10 yılı bulabilir. Tanı için en önemli kriter, bu hastalığın varlığından haberdar olmak ve şüphe etmektir.

Semptomlar

En belirgin semptomu, döngüsel ya da sürekli olan ağrıdır. Ama çok çeşitli belirtiler gösterebilir, bu da tanıyı güçleştirebilir. Adet kanamasının fazla olması da sık görülen bir semptomdur. Bu şikayetlere sıklıkla kronik yorgunluk, depresyon, otoimmün hastalıklar da eşlik eder.

Yazının Devamını Oku

Doğumumun Başladığını Nasıl Anlarım?

15 Mart 2021
Daha önce doğum yapmış olanların pek çoğu belirtileri tanısalar da, özellikle ilk gebeliğini yaşayanların kafalarında hep bu sorunun olduğunu biliyorum. Gebeliğin son ayında, yani 36. haftadan itibaren düzensiz kasılmalar başlar. Bazen bu kasılmalar doğum eylemiyle karışır ve yanlış alarmla hastaneye başvurmaya neden olabilir.

Doğum eylemindeki  kasılmaların en tipik özelliği, düzenli gelmeleridir. Önce daha seyrek olan ve 20 dakikada bir gelen kasılmalar giderek sıklaşır, araları kısalır, 10 dakikaya, 5 dakikaya düşer ve şiddetleri de artar. Çok düzenlidir, yalancı eylemden ayıran en önemli özelliği de budur. Karında sertleşmeyle birlikte olur. Karnınızın taş gibi kasıldığını, aşağıya doğru baskı hissi olduğunu ve sonra karnınızın gevşediğini elinizle takip edebilirsiniz.

Kasılmalar ilk başta ağrılı olmayabilir ya da çok hafif şiddette olabilir. Belde ya da kasıkta adet ağrısı gibi gelir. Kadınların pek çoğu adet öncesi ya da adet sırasındaki ağrıları tanıdıkları için, aynı nitelikte bir ağrı diye tarif edebilir. Zamanla rahim ağzındaki açılma ve silinme dediğimiz incelme başladıkça daha ağrılı bir hal alır.

Doğum ağrısı pozisyonla değişmez, dinlenmekle, uzanmakla geçmez. Gün içinde ara sıra gelen batıcı bir ağrı, doğum ağrısı değildir.

Doğum eylemi başlamadan önce bazen rahim ağzındaki mukus tıkacı hafif vaginal kanamayla gelebilir. Halk arasında “nişan gelmesi” olarak bilinen bu durum, doğumun birkaç gün içinde başlayacağının habercisidir. Aslında rahim ağzının yumuşaması ve gevşemesiyle içindeki mukus tıkacının düşmesi nedeniyle olur. Rahim ağzında doğum için bir hazırlık olduğunun göstergesidir. Mukus tıkacının gelmesi hemen hastaneye gitmenizi gerektirmese de, doktorunuzu bilgilendirmeniz gerekebilir. Yine kasılmaları beklemek yerinde olacaktır. Nişan gelmesini takip eden ilk 72 saat içinde doğum eylemi genellikle kendiliğinden başlar.

Vajinal akıntıda artış, dikkate alınması gereken bir durumdur. Gebeliğin her döneminde vajinal akıntı şikayeti olabilir, ama özellikle son haftalarda miktarın artması ve daha sulu karakterde bir akıntı rahim ağzının olgunlaşması ve doğuma hazırlık anlamı taşıyacağından, dikkate alınmalıdır.

Su kesesinin açılması, hastaneye gitmeyi gerektiren bir durumdur. Bazen ağrıların başlamasını takip eder ama bazen de hiç ağrı başlamadan amnion kesesi açılıp su gelebilir. Genellikle ağrıların başlaması için 12-24 saat kadar beklenebilir. Ama yine de suyun gelmesi durumunda doktora danışmak ve onun yönlendirmesiyle hareket etmek ya da hastaneye gidip kontrol olmak doğru olacaktır.

Sık idrara çıkmak da gebeliğin son döneminde sık rastlanan bir semptomdur. Bebeğin başının doğum kanalında aşağı doğru yerleşmesi ve idrar kesesine bası yapması nedeniyle mesane kapasitesi küçülür ve sık tuvalete gitme ihtiyacı doğabilir. İdrar yanması olmadan ortaya çıkan bu şikayette diğer belirtiler de izlenmelidir.

Bazen doğum eylemi  ishalin arkasından ya da ishalle birlikte başlayabilir. Doğum ağrıları ishale bağlı bağırsak kramplarıyla karışabilir.

Yazının Devamını Oku

Bitmeyen Kabus: Vajinal Mantar

8 Mart 2021
Kaşıntı, akıntı, kızarıklık… Bu üçlüyü tanımayan kadın yoktur sanırım. Mantar enfeksiyonu, kadınların yakından tanıdığı, günlük hayatı güçleştiren ve kronikleştiği zaman da kelimenin tam anlamıyla çekilmez olabilen bir vajinal enfeksiyondur. Psikolojiyi bozar, ilişkileri etkiler, kabusun ta kendisidir.

Vulvovajinal mantar enfeksiyonları, vajinal akıntı ve kaşıntının en sık rastlanan nedenlerinden biridir. Candida türlerinin neden olduğu kaşıntı, kızarıklıkla karakterize bir enflamasyondur. Kadınların yüzde 25’inde normal vajen florasında zaten bulunabildiklerinden, cinsel yolla bulaşan hastalık olarak kabul edilmez. En belirgin semptomu kaşıntıdır. Vulvada yanma, irritasyon, kızarıklıkla birlikte, cinsel ilişki sırasında acı olması ve bol miktarda beyaz akıntı da sıklıkla görülür.

Üreme dönemindeki kadınların yüzde 9’u, 12 ay içinde 4 ya da daha fazla mantar enfeksiyonu atağı yaşarlar ki, buna rekürran ya da kronik mantar enfeksiyonu diyoruz.

Candida albicans, vulvovajinal candida enfeksiyonlarının yüzde 80-90’ından sorumludur. Vajinaya bağırsak ve perine yoluyla bulaştığı düşünülmektedir. Çünkü bağırsaktan izole edilen mantar türleri vajinadakiyle benzerlik gösterir. Daha az sıklıkla da vajinadaki bir rezervuardan kaynaklanır. Zannedildiği gibi ortak tuvalet kullanımından geçmez.

Candida türlerinin vajinada kolonize olup sessiz kalabildikleri düşünülürse, aktif enfeksiyon nasıl ortaya çıkar? Semptomatik hastalık, mikroorganizmanın çoğalması ve yüzeyel mukoza epiteline penetre olmasıyla ilişkilidir. Bu durum da kişinin bağışıklık yanıtına ve mantarın virülansına bağlıdır.

Mantar enfeksiyonu ataklarının ortaya çıkması her zaman belirli bir nedene bağlanamasa da, bazı kolaylaştırıcı faktörler vardır: Diyabet, antibiyotik kullanımı, yüksek östrojen düzeyleri, bağışıklığın baskılanması, genetik yatkınlık, doğum kontrol hapları ve cinsel ilişki.

Şikayetler başladığı zaman doktora başvurmak, varsa başka enfeksiyon etkenlerinin tespit edilmesi ve gerekli tedavinin tam olarak yapılabilmesi için gereklidir. Tabii ki enfeksiyonun sık tekrarladığı durumlarda sorunu tanımak kolaylaşacağından, hemen tedaviye başlanabilir. Bazen alerjik reaksiyonlar, kimyasalların yarattığı irritasyon, kontakt dermatit de benzer şikayetlere neden olabilir.

Kronik vajinal mantar enfeksiyonunun tedavisinde ilk basamak, öncelikle –varsa- kolaylaştırıcı faktörleri elimine etmek ve yanlış bir alışkanlık varsa ortadan kaldırmaktır. Doğum kontrol hapları kullanılıyorsa bırakılmalı, antibiyotik tedavisiyle birlikte vajinal laktobasil düzeyinin devamlılığını sağlamak için özel fitiller verilmelidir. Bağışıklığı etkileyen tedaviler ya da hastalıklar, kortizon gibi ilaçlar, yüksek kan şekeri düzeyleri mantar enfeksiyonu için kolaylaştırıcı olabilir.

Genital bölgenin temizliği konusu da tartışmalıdır. Bu bölgede kullanılacak temizlik maddelerinin pH’ı 4-4.5 civarında olmalıdır. Normal duş jelleri ya da sabun kullanımı uygun değildir. Aşırı temizlik aktiviteleri vajinanın doğal ortamı ve dengesini sağlayan laktobasil oranını azaltacağından, vajinal duş yapılması önerilmez.

Yazının Devamını Oku

Polikistik Over Sendromu Tanısı Aldım: Beni Neler Bekliyor?

2 Mart 2021
Polikistik over sendromu (PCOS), yumurtlamanın olmamasından ötürü adet düzensizliğine neden olan ve androjen (erkeklik hormonu) düzeylerinin yüksek olmasıyla seyreden bir durumdur.

Kadınların %5-10’unda görülür. Artmış androjen düzeyleri, yüzde kıllanmada artış, akne ve/veya erkek tipi saç dökülmesine neden olabilir. PCOS’lu kadınların hepsi olmasa da pek çoğu fazla kiloda ya da obez olduklarından, önlem alınmazsa ileriki yaşlarında diyabet, kalp hastalıkları, rahim kanseri ve uyku apnesi açısından risk grubuna girerler.

PCOS vücutta nelere sebep olur?

Hipofizden salgılanan LH’nin (Luteinizan hormon) ve androjenlerin yüksek düzeyleri yumurtlama fonksiyonunu bozar ve adet düzensizliklerine neden olur. PCOS olan kadınlarda yumurtalık çeperinde çok sayıda 4-9 mm arasında küçük foliküller bulunur, zaten polikistik terimi de buradan gelmektedir. Bunların hiçbiri büyüyüp olgun yumurta düzeyine ulaşamazlar. Sonuç olarak, üreme hormonları olan östrojen, progesteron, LH ve FSH (folikül stimülan hormon) dengesi değişir.

PCOS aynı zamanda insülin düzeylerinin de arttığı bir durumdur. Kan glukoz düzeylerini kontrol etmek için bazen artmış insülin düzeyleri gerekir ki, bu durum insülin direnci olarak da tanımlanır. İnsülin direnci ve hiperinsülinemi hem normal kiloda hem de aşırı kiloda olanlarda PCOS’lularda ortaya çıkabilir. Kilosu fazla olanların yaklaşık %35’inde 40 yaş sonrasında Tip 2 diyabet gelişebilir.

PCOS belirtileri nelerdir?

Belirtiler genellikle ergenlik döneminde başlar.

Adet düzensizliği: Yumurtlamanın olmadığı durumlarda endometrium adı verilen rahim iç zarı, adet döngüsü olmadığı için zamanında atılmaz ve kalınlaşmaya devam eder. Bu da geciken adetlerin çok kanamalı olmasına ve uzun sürmesine neden olur. Rahim iç zarının kalınlaşması tedavi edilmediği takdirde, uzun dönemde hiperplazi ve rahim kanseri de gelişebileceğinden, adet gecikmelerinin önüne geçilmelidir. PCOS’lu kadınlarda yıllık adet döngüsü 6-8 civarındadır. Bu durum ilk başlarda pubertede normalken, bazen hastanın kilo almasıyla birlikte bozulabilir.

Kilo artışı ve obezite

Yazının Devamını Oku

Postmenopozal Kanama: Menopoz Sonrası Kanama

23 Şubat 2021
Menopozdaki bir kadında ortaya çıkan beklenmedik kanama hemen her zaman endişe kaynağı olur ve kadınların yaklaşık %4-11’inde görülür. Jinekoloğa gitme nedenlerinin yaklaşık %5’ini bu tür şikayetler oluşturur.

Postmenopozal kanama insidansı menopozdan beri geçen süreyle ilişkilidir. Son adet kanamasını takip eden ilk 2 yılda aralıklı olarak bu tür kanamalar görülebilir, ancak zaman geçtikçe sıklığı azalır. Anormal kanama olunca akla ilk olarak rahimden kaynaklandığı gelse de, kanama rahim ağzı, vajina ve vulvadan olabilir. Hatta yumurtalık ve tüplerden kaynaklanan bir patolojinin yansıması da bu şekilde kendini gösterebilir.

Endometrial atrofi (yani östrojenin düşüklüğüne bağlı rahim iç zarı ve vajina mukozasında incelme) ve endometrial polipler, postmenopozal kanamanın en sık nedenidir.

Atrofi: Hipoöstrojenizm, rahim içi ve vajinada atrofiye neden olur. Rahim iç boşluğunu örten endometrium epitelinde östrojen düzeyinin çok düşük olması nedeniyle incelme ve mikroerozyonlar meydana gelir ve az miktardaki kanamaların nedeni de sıklıkla budur. Aynı şekilde, vajina epitelindeki incelme de burada kuruluk, inflamasyon ve erozyona yol açar. Küçük bir travma, kaşıntı ya da temas bu incelmiş epitelden kanamaya neden olur.

Polipler: Rahim boşluğu içinde oluşan, nedeni bilinmeyen endometrial büyümedir. Lekelenme tarzı kanamaya neden olur. Genellikle benign olmakla birlikte, postmenopozal dönemde yüzeyinde hücre değişikliği olma riski olduğundan, tanı konulduğunda çıkartılması önerilir. 

Kanser: Endometrial kanser, kanama olgularının sadece %9’unda etkendir ve kanser riski ilerleyen yaşla birlikte artar.

Postmenopozal hormon tedavisi: Verilen hormonal tedavi rejiminin özelliğine göre zaman zaman düzensiz kanamalar görülebilir.

Endometrial hiperplazi (Rahim zarının kalınlaşması): Menopoz sonrası rahim iç zarı kalınlığının 5 mm’nin altında olması istenir. Yapılan rutin jinekolojik kontrollerde de doktorunuz bunu değerlendirir. Bu kalınlığın artmış olması dikkat çekicidir ve mutlaka açıklanması gereken bir durumdur. Hiperplaziler genellikle karşımıza kanama şikayetiyle gelir.

Miyomlar:

Yazının Devamını Oku

Gebelik ve Postpartum (Doğum Sonrası) Dönemde Egzersiz

17 Şubat 2021
Gebelik her türlü sağlıklı yaşam tarzı modifikasyonu için kadının son derece motive olduğu bir dönemdir. İşte bu süreci fırsata çevirip egzersiz alışkanlığı kazanmak sizin elinizde...

Gebelikte egzersizin minimal riskleri olsa da, gösterilmiş pek çok yararı var; fiziksel güçlenme, kilo kontrolü, bel ve kasık ağrısı gibi kas iskelet sistemiyle ilgili yakınmaların azalması, gestasyonel diyabet ve preeklempsi gelişme riskinin azaltılması gibi. Orta dereceli egzersiz, gebede herhangi bir olumsuz sonuca neden olmaz, ancak gebelerin burkulma, düşme ve karna alınacak bir travma riskine karşı daha korumasız oldukları unutulmamalıdır.

Herhangi bir egzersiz programına alınmadan önce gebenin genel sağlık ve riskler açısından değerlendirilmesi ve egzersiz için herhangi bir medikal ya da obstetrik kontrendikasyonun olup olmadığının belirlenmesi gerekir. Genellikle ilk 3 aydan sonra egzersize izin verilir.

Egzersiz sırasında su içmek, vücudun hidrate edilmesi ve hipoglisemiyi önlemek için yeterli kalori alımı önem taşır. Dehidrasyon yani su kaybı, özellikle sıcak ya da nemli ortamda uzun süre yapılan egzersizlerde risk oluşturur. Bu nedenle, hem egzersiz öncesi hem de spor yaparken mutlaka yeterli su içilmelidir.

Egzersiz sıklığı gebeye özel faktörlere göre belirlenir. Pek çok sağlıklı gebe için orta yoğunlukta (egzersiz sırasında normal konuşmaya devam edebilecek durumda olmalı), günlük 30 dakikalık, haftada 5-7 kez yapılan aerobik egzersiz ve fitness çalışmaları içeren programlar uygun olacaktır. Hamilelere özel ve bir eğitmen gözetiminde yapılacak pilates ya da yoga programları tercih edilebilir. Bu tür egzersizler vücudun normal doğum için de hazırlanmasına yardımcı olur.

Daha önce sedanter yaşayan, spor yapmayan gebelerin öncelikle haftada 3 kez, 20 dakika ile başlayıp, ilerleyen dönemde sıklık ve yoğunluğu artırmaları önerilir. Yapılmış retrospektif çalışmalarda, sağlıklı ve komplike olmayan gebeliklerde hafif-orta yoğunluktaki egzersizin düşük ya da erken doğuma neden olmadığı gösterilmiştir.

Gebelikte ne tür egzersizler yapılabilir?

Genellikle geniş kas gruplarını ritmik ve sürekli şekilde çalıştıran (yürüyüş, yüzme, aerobik dans, bisiklet), ayrıca kas gücünü de artıran (elastik bant)  egzersizler tercih edilmelidir.

Gebelik öncesinde de spor yapan gebeler, programlarını gebeliğe uyarlayarak devam edebilirler.

Yazının Devamını Oku

Gebelik Öncesi ve Gebelikte Beslenme, Vitamin ve Mineral Kullanımı

11 Şubat 2021
Gebelik, annedeki fizyolojik pek çok değişikliğe hızlı bir fetal büyüme ve gelişmenin eşlik ettiği bir süreçtir.

Besinlerin, vitamin ve minerallerin yeterli alınması bu süreci desteklerken, yetersiz ya da aşırı beslenmek olumsuz sonuçlara neden olabilmektedir. Bu nedenle annenin beslenmesi daha gebelik öncesinden başlanarak değerlendirilmeli, gerekirse düzeltilmeli ve gebelik süresince de monitörize edilmelidir. Anne adayının nutrisyonel riskleri ve alışkanlıkları değerlendirildikten sonra, ortaya çıkabilecek ve konunun uzmanı bir diyetisyenle birlikte takibini gerektirecek durumlar şunlardır:

Gebelik süresince “iki kişilik yemek” günümüzde geçerliliğini yitirmiş, yanlış bir inanıştır. Gebenin günlük kalori gereksinimi ilk 3 ayda değişmediği gibi, sonraki süreçte de çok az artar (340 kcal/gün’den 450 kcal/gün). Bu nedenle, çok miktarda değil de, sağlıklı ve yeterli porsiyonlarda yemek önemlidir. Gebelikte “sağlıklı diyet” dediğimizde şunları anlıyoruz; taze meyve, sebze (tabii ki porsiyon ölçüsünde), tam tahıllı ürünler, düşük yağ içeren süt ürünleri ve protein çeşitliliği. Besin değeri olmayan, gereksiz kalori veren gıdalardan uzak durulması yerinde olacaktır.

Gebelikte sağlıklı beslenmenin 5 anahtarı vardır:

Gebelik öncesi kilo ve gebelikte kilo alımı

Sağlıklı, normal kiloda bir annede tüm gebelik boyunca kilo alımı 11.5-16 kg arasında değişir. İlk üç ayda 2 kg’a kadar alınması tavsiye edilirken, sonraki süreçte haftalık ortalama en çok 500 gr alınması hedeflenmelidir. Annenin gebelik öncesi kilosu düşükse, gebelik süresince alınmasına izin verilen kilo 18 kg olurken, kilolu annelerde bu sınır 9 kg’dır. Kilo alımı yetersiz, düşük kilodaki gebelerin bebeklerinin düşük doğum tartısıyla doğma riski artarken, aşırı beslenen ve kilo alan gebelerin bebeklerinin de doğumdan sonraki yaşamlarında obezite riskinin artmış olduğu çalışmalarda gösterilmiştir.

Gebelikte besin alımı

Kilogram başına günlük protein alımı 1.1 gr, karbonhidrat 175 gr olmalıdır. En bazal protein kaynağı yumurtadır ve gebenin diyetinde mutlaka bulunmalıdır. Kırmızı et ve balık, diğer önemli protein kaynaklarıdır ve Toxoplasma ve Listeria gibi gıda kaynaklı enfeksiyonlardan korunmak için mutlaka çok iyi pişirilerek tüketilmelidir.

Balık seçiminde de dikkat edilmesi gereken en önemli detay, cıva birikiminin fazla olabileceği kirli denizlerin balıklarından uzak durmaktır. Buna dikkat ederek haftada 2-3 porsiyon balık yenilmesi tavsiye edilir.

Yazının Devamını Oku