Bursa ovalarında 20 yıl önce 30-40 metreden gürül gürül çıkan su, son yıllarda ancak 140-150 metrelerde yakalanıyordu.
Durum o kadar kritik yani.
Yeraltı suyunu da hoyrat ve kontrolsüz kullandık.
SU KAYNAKLARINA DOKUNMA
Su kaynaklarına doğrudan müdahale etmemek gerek. Dokunulacaksa uygunsuzluk yapanlara dokunulmalı!..
- Ruhsatlı ya da ruhsatsız açılan kuyular,
- Bilinçsiz tarım sulaması,
Birkaç gün estirdiğinde havayı tertemiz edip manzarayı güzelleştirir. Görüş açımızı genişletir.
Dağlarda zar zor biriken karları eritiyor.
Gözüm Uludağ’ın yamaçlarındaki beyazlıklarda; ama günbegün eriyip kayboluyor.
Çatılar uçuyor, kiremitler savruluyor, ağaçlar kırılıyor, birçok şey oradan oraya savruluyor…
Tabii bir de uyutmuyor…
SESSİZ ÖLÜM
Lodos Bursa için ‘sessiz ölüm’ demektir.
-0-17 yaş: Ergen
-18-65 yaş: Genç
-66-79 yaş: Orta yaşlı
- 80-99 yaş: Yaşlı olarak kabul ediliyor. 100 ve üzerini de artık ileri yaşlı sayalım gitsin.
Ancak DSÖ 65 yaş’ı hala genç olarak görüyor.
ÖMÜR UZUYOR
Ülkelerin gelişmişlik düzeyleri yaşam sürelerini belirliyor.
Yıkılmış, viraneye dönmüş bir evin önünde durup, bir zamanlar oradaki canlılığı, sevinçleri, hüzünleri hayal edip fotoğraflayıp oradan ayrılmak… Ayrılsanız bile aklınız orada tutuklu kalıyor.
Malikhane, yalı, saray,
Cami, türbe, han, hamam, kervansaray, köprü,
Çeşme, sarnıç, şadırvan,
Kilise, havra,
Mezarlık, kabir,
Çarşı, pazar,
Arzuhalci kimdir?
Adliye, kaymakamlık, valilik, belediye, tapu gibi devlet dairelerine ya da özel kişilere başkaları için mektup veya dilekçe yazandır.
Şikayet, itiraz, istek…
‘Bir masa, bir daktilo’ olarak gördüğümüz arzuhalcilerin hikayesi eskidir.
Osmanlı’ya dayanır.
1762 yılında padişah fermanıyla usule bağlanır. Loncası oluşturulur.
Susuz bir sonbahar yaşadık.
Bu kış da sıcak ve yağışsız geçiyor.
Güneyi kuzeyi, doğusu batısı her bölgesiyle Türkiye yağmur bekliyor.
Pandemi, ekonomi, bir de yağışsız mevsimi konuşuyorduk kaç gündür.
Yüce Tanrı acıdı da yağışları gönderdi.
Teşekkür ederiz.
YOKSULLAR ÜŞÜR
Şiddetli kar yağışında, sağanak yağmurlarda, iliklerimizi donduran ayazlarda fakirleri ve yoksulları düşünürüm.
530 yıl önce iyi bir mimar, çalışkan ve yetenekli ustalar, kalfalar ve işçilerin emekleriyle inşa edilen, ipekböceği kozasının alınıp satıldığı ticaretinin döndüğü, konaklamaların yapıldığı eser günümüze kadar ufak tefek onarımlarla geldi.
Taş gibi bir eserdir Koza Han.
Hanlar o günün ticaret merkezleri.
Tüccarlar, yolcular konaklar, kervanlar, develer, atlar bağlanır, mal alınır satılır, yenilir içilir…
Ticaret merkezi işte…
*
Hanın üst ve alt katları bir medeniyetin hayata bakışını yansıtır.
Öyle bir yılı geride bıraktık ki tek kelimeyle felaketti.
2020 soğuk algınlığı, nezle, grip şikayetleriyle başladı.
Türkiye gripten kırılırken dünya da koronavirüsü konuşuyordu.
KITADAN KITAYA PANDEMİ
2019 ‘un Kasım, Aralık aylarında Çin’de yarasadan, yılan çıyandan insana bulaşan, sonra da insandan insana, devletten devlete, coğrafyadan coğrafyaya, kıtadan kıtaya yayılan virüs Türkiye’ye değmeden geçiyordu.
Koronavirüs yakın komşularımız Yunanistan, Bulgaristan, Romanya, Rusya, İran, Irak, Suriye’de can almaya başlamış ama bize bulaşmamıştı!
İtalya, Avusturya, Almanya, İngiltere, Fransa, Polonya, Avusturalya, Amerika ve Kanada da vardı ama o lanet virüs Türkiye’de yoktu!
*
Nasıl bir yıl olacak acaba, merak ediyor musunuz?
Mesela bu yılı bile arar mıyız?
İnşallah öyle bir şey olmaz…
Yine de ihtiyatlı olmalı.
Boşuna mı demiş eskiler, ‘gelen gideni aratır!’ diye…
*
Koca bir hafta var demiştim.
Geçmiş yılların destansı hikayelerini fısıldayan heybetli Çınarları, mezarlıklarda yükselen selvileri, tarihimizin şahitleri Muradiye ve Yıldırım külliyeleri, Yeşil Türbe, Ulucami, Emirsultan, Üftade, Murat Hüdavendigar camileri beyaza bulanır, çatılardan mızrak gibi sarkıtlar sallanır, daracık sokaklar kapanırdı.
Mahallenin düşkünleri, yoksulları, hastaları, ihtiyarları, yalnız yaşayanları korunur, gözlenir, ihtiyaçları giderilirdi.
Tıpkı sokak kedileri, köpekleri ve kuşların merhametli Bursalılar tarafından kollandığı gibi...
KAR VE BURSA
Çekirge, Muradiye, Pınarbaşı, Tophane, Hisar, Yeşil, Işıklar’dan ne muhteşem görüntüler yansırdı...
Hele hele Uludağ’ın yamaçlarına yaslanan o yorgun orta sınıfın gariban ama vakarlı mahalleleri Alacahırka, İvazpaşa, Mollafenari, Kuştepe’nin büründükleri harika manzaralar...
Yaşama, umuda dair ne varda hepsi örselendi.
Kapanan iş yerleri, iflaslar, işsizlik, geçim sıkıntısı.
Ekonomik durgunluk ve kriz...
Eğitimden ulaştırmaya, tarımdan hayvancılığa, imalattan ticarete her sektör derin sıkıntılar içinde kıvranıyor.
Sağlık…
Kora kor bir mücadele içerisindeyiz.
Kızıyordular bize…
Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar misali sorumluluğu gereği halkı aydınlatan hekimler ve meslek örgütü alenen linç edilmeye çalışıldı.
Neymiş halkı paniğe sürüklemek, kargaşa çıkarmaya çalışmak..!
DOĞRUYU SÖYLEMELİ
Şaşmamak gerek, pandeminin daha ilk günlerinde Çin’de virüs konusunda meslektaşlarını uyaran Dr. Li Venliang ‘a da hükümet ve sağlık bakanlığı soruşturma açtırmamış mıydı?
Açtırmıştı…
Hüzünlüyüz...
Her gün uzaktan yakından, dosttan arkadaştan, can evinden bir acı dağlıyor yürekleri.
Bu nasıl bir zaman, bu nasıl bir acı...
Sevdiklerimiz, canlarımız, cananlarımız.
Offf off... Bakmaya kıyamadıklarımız, koklamaya doyamadıklarımız.
Ciğerlerimiz yanıyor.
Bu ne beladır? Ocaklar söndü, bu nasıl devrandır?..
*
Toplumda büyük bir bıkkınlık olduğu kesin.
Ancak gündemi de es geçmemek gerek…
*
‘Yeni normal’ ile başlayan ‘gevşeklik’ geride kaldı.
İçinde bulunduğumuz endişe verici durumu ‘ikinci dalga’ olarak adlandırmanın da çözüme bir katkısı yok.
Tanımlamalarla hastalık önlenmiyor…
SALGIN RAKAMLARI KONUŞUYOR
Koronavirüs…
Bilinen ve üzerinde çalışmalar yapılan bir mikrobiyolojik etken. Sığır, köpek, kedi, tavuk ve hayvanlarda enfeksiyonlar oluşturan bu virüsün dünyayı derinden etkileyeceğini kim düşünebilirdi?..
Bu virüs ailesinin bazı tipleri 2002-2003 yıllarında yine Çin’de SARS, daha sonrada MERS adıyla Çin ve yakın coğrafyasında salgın yapmış, bin civarında insanın ölümüne yol açmıştı.
İLK COVID SORUŞTURMASI
Hayvanlarda görülen bu virüsün hayvandan insana, daha sonra da insandan insana bulaşması, bir kaç ay içerisinde de tüm kıtalar da görülmesi, 21. Yüzyılın en büyük Pandemisini oluşturması insanlık için talihsizlik sayılmalı. Ancak yüzyıl önceye, 1918-1920 yıllarına gidip, İspanyol gribinin 100 milyona yakın ölüme neden olduğu hatırlanınca buna da şükür demek geliyor içimizden…
*
Hastalık etkeni olan koronavirüsün hayvan pazarından yayıldığı söylendi.
Türkiye, afet ve kazalarda ağır bedeller ödüyor. Ölen, yaralanan ve sakat kalanlar bakımından ortada kara bir tablo var. İşin birde ekonomik kayıplar kısmı var ki onunla hiç mi hiç ilgilenmiyoruz.
*
Tabloya bakar mısınız;
Deprem ölümlerinde dünya 3.’sü
Trafik kazası ölümlerinde Avrupa 1.’si
Kaza sayısı açısından Avrupa 2.’si.
Her yıl dünyada 1 milyon 300 bin, Türkiye’de 5-6 bin hayatını kaybediyor.
28 Ekim günü Gazi Mustafa Kemal Atatürk Çankaya Köşkü’nde milletvekillerini toplayarak “Efendiler, yarın cumhuriyeti ilan edeceğiz” söylemiyle ülkenin rotasını belirledi.
Milletine ve özellikle gençliğe güveniyor;
“Ey yükselen yeni nesil! gelecek sizsiniz. Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve yaşatacak sizsiniz” diyordu.
*
Mustafa Kemal, geleceği önceden gören kabiliyete sahipti ve “Cumhuriyet, fikir serbestliği taraftarıdır. Samimi ve meşru olmak şartıyla her fikre hürmet ederiz.” sözlerini söylerken demokrasi kavramının artık dünyada yaygın bir idare şekli olacağını da biliyordu.
*
Gazipaşa’nın vefatından sonra işbaşına gelen Cumhuriyet yönetimleri devletin ‘kuruluş felsefesi’ni örseleye örseleye bugünlere gelindi.
Sanayileşme ve kentleşme sonucudur da diyebiliriz bu duruma.
Bu duruma yılların yanlış yönetim anlayışları da sebep oldu denilebilir.
Son tahlilde ‘Büyükşehir yasası’ köyleri mahalle yaptı.
O mahallelerde köy yaşamı bir şekilde, zorlukla devam ediyor.
Kırsal köy ve mahallelerde genç nüfus kalmadı. ‘Çocuk sesine hasret köylerimiz’den bahsetmiştim bir yazımda. Yaşlılar, herhangi bir üretim, hayvancılık ve zirai faaliyet yapmadan yaşam mücadelesi veriyorlar buralarda.
Yapanlar da ancak kendilerine yetecek, oyalanacak kadar…
Üretim genç ister, çalışacak güç ister.
DEVLET BÖYLE İSTEDİ
Sakin sakin oturup izlemek mümkün mü?
Bir yandan ağaçlar, çalılıklar, otlaklar diğer yandan da tavşanlar, ceylanlar, kaplumbağalar, sincaplar ve böcekler yanıyor.
Yani ciğerimiz yanıyor.
*
Sebep arıyoruz, neden!?
Rant çetesi parmağı, terör kafası var mı diye sorguluyoruz.
CİĞERİMİZ YANARKEN
Hatay, Trabzon, Kahramanmaraş ve Osmaniye aynı günlerde çıkan/çıkartılan orman yangınları hakkında çok şey yazıldı, çizildi...
Hüzün yılı, Eyüp sabrı
Zor zamanlardan geçe geçe geldik yılın son gününe. Hastalık, ölüm, karantina, izolasyon, sokağa çıkma yasağı, yaş kısıtlılığı, seyahat engelleri, ticari hayatın yavaşlaması, iflaslar, işsiz kalanlar, geçim sıkıntısı gibi durumlar içimizi acıtıyor.
Çok büyük can kayıpları verdik, vermeye devam ediyoruz.
Hüzün yılı diyelim en iyisi bu yıla.
Hüzün yılı…
*
Başımıza pandemi geldi.
Madem geldi başa katlanmalıyız dostlar.
*
Devletimiz de, halkımız da çok büyük güçlükler içerisinde.
Bireysel olarak mal mülk değil, herkes ‘virüs aman bana bulaşmasın’ derdinde.
“Maske-Mesafe-Temizlik” ile korunmanın dışında kişileri bu virüsten uzak tutacak diğer önlem ise aşı.
Tarlada patates, biber yetiştirmeye benzemiyor bu iş.
Aşıdan bahsediyoruz!..
Tartışmalar aleni yapılıyor.
Güvenliği ve etkisi bakımından itiraz edilmeyen, şüphe duyulmayan aşılar yanında bağımsız tıp adamlarının kaygı duydukları aşı var…
Kafalar karışık!
UMUDUMUZ AŞIDA
Ülkemiz 2-3 ay önce aşı siparişi verdi.
Gönlümüzü Çin’e kaptırdık…
Faz çalışmalarında insanlarımız ‘denek’ olarak aşının gelişimine katkı verdiler…
*
Türkiye umudunu bu aşıya bağladı, 50 milyon doz aşı alacağız.
Geldi, geliyor, yola çıktı falan derken gelişi bir hayli uzadı.
İki kez gelemedi!..
*
Çin’den gelecek aşı,
Bugün yarın, bugün yarın,
Yolunu gözleye gözleye,
Gözlerimizi etti şaşı…
*
Aşı gelecek yüzler gülecek…
Dün sabaha karşı, Pekin’den havalanan 3 milyon doz Covid-19 aşısı THY ’nın Boeing 777 ‘inden yere indi, Sağlık Bakanlığı’nın Ankara’daki depolarına yerleşti.
Tanrı’ya şükürler olsun.
50 milyon dozluk inaktif Covid-19 aşısının ilk partisi geldi.
İnşallah beklenen bağışıklığı eksiksiz ve yan etkisiz sağlar.
BURSA VE LODOS
Bugünlerde şehir ayna gibi.
Hava o kadar güzel ki, rahat rahat temiz hava soluyoruz.
Görüş açımız bir uzadı bir uzadı teee uzakları görebiliyoruz.
Hatta Uludağ’dan bakılınca İstanbul’un adalarını bile görebiliyoruz.
“Bursa’dan bakılınca İstanbul görülür mü?” tartışması hep yapılır efendim.
Sakın kimseyle iddiaya girmeyin görülür efendim, görülür.
Üstelik fotoğrafları bile var…
*
O kadar temiz oldu ki hava.
Bu havada gezilir, yürünür, fotoğraf çekilir,
Dostlarla köpürtüle köpürtüle Yeşil’de kahve, semaverden de demini almış tavşan kanı çay içilirdi…
Ama neredee…
Yasaklar yasaklar…
Neyse geçer bugünler de, sabredeceğiz,
Başka yolu yok.
O zaman acısını çıkartmak farz olsun…
PEYGAMBER MESLEKLERİ
Bilirsiniz dostlar her peygamberin bir özelliği, yaptığı iş ve mesleği vardır.
Kutsal kitaplarda yazar.
Esnaflarımız onları mesleklerinin piri olarak kabul ederler.
Adem peygamber; Çiftçi,
İdris; Terzi,
Davut; Demirci,
Lokman; Tabip ve eczacı,
Zekeriya; Marangoz,
İsa; Marangoz,
Zülkif; Fırıncı,
Yunus; Balıkçı,
İlyas; Dokumacı,
Musa; Çoban,
Peygamberimiz Hz. Muhammed; Çoban ve tacir.
*
Her peygamberin bir işi ve sanatı varmış.
Ahi geleneğine sahip güzel esnaflarımız, asırlar boyunca bu peygamberleri meslek ve sanat büyükleri, pirleri olarak kabul etmişlerdir.
*
Değinmeden geçmek istemem!
Bugün kendisine tarikat önderi, şeyh, şıh, molla diyenlerin mesleklerini bilen var mı?
Tek meslek ve sanatlarının ‘para, iktidar ve güç avcısı’ oldukları konusunda toplumda bir kanaat var da!...
SABIR PEYGAMBERİ
Bir peygamberimiz var ki onun özelliğini yazmadan geçemem!
Eyüp peygamber…
*
Başına gelen tüm dertlere ve sıkıntılara tahammül etmesini bilir. ‘İmtihan dünyası’ der, sabrederdi.
Bizler gibi mızmızlanıp halinden şikayet ve isyan etmezdi…
Eyüp peygamberin diğerlerinden farkı, O’nun ‘sabır peygamberi’ olmasıdır.
Halkımız ‘Eyüp sabrı’nı bilir, Peygamberi de sıklıkla yad eder.
ERZİNCANLI EYÜP
Bilirsiniz doğuda kış ağır geçer, kar çöktü mü aylar sonra kalkar.
Haliyle ısınmak zordur oralarda.
O yüzden kış hazırlıklarına yaz aylarında başlanır.
Kömür falan kullanılmaz, yerli ve milli yakıt olan ‘tezek’ kullanılırdı.
Hammadde de boldu zaten…
Ama yeterli tezeğin hazırlanması için herkes elini çabuk tutmalıydı…
*
Köyün birinde, ekim ayında hazırlığa başlayan Eyüp, komşulardan yeterli miktarda inek gübresini alıp, samanla karıştırıp, yoğurmuş, briket gibi kesmiş 2 bin tezeği güneşe bırakmış.
İyi kuruması için de zaman zamanda çevirip alt üst etmiş.
Bakmış kupkuru… Tamam, artık toplamalıyım demiş.
Yığın yapacağı yeri hazırlayana kadar bir yağmur gelmiş ki, gök delinmiş adeta.
Koşup gelmiş, ne görsün günlerdir gözü gibi hazırladığı tezekler sele suya karışıp gitmiştir…
Yarabbi der… gerisini getirmez!
*
Üzülür ama yapacak bir şey yoktur.
Yeniden konu komşuya gitmiş. Ama hammadde azalmıştır, zira herkes aynı şekilde hazırlık yapmış.
Neyse bulur gübreyi, samanla karıştırıp bin tane tezek yapar, güneşe bırakır.
Çevirip, kurutur.
Havaya bakar çok güzeldir.
İlçe pazarına gidip gelebilirim der.
Gelene kadar bir yağmur, Eyübün tezekleri yine sele karışır.
Yarabbim der yukarı bakar, yutkunur…
KARIŞTIRMA!
Kış yaklaşmak üzeredir, ortada tezek yoktur…
Diğer köylere gider, biraz ordan biraz burdan toparlar bir miktar gübreyi. Samanla karıştırıp, beş yüz tane kesip, güneşe dizer.
Artık gece gündür tüm dikkati bunların üzerindedir.
Parmakla vurunca tak tak tak ederler, kupkuru olmuşlar.
Tamam deyip kaldırmaya başlar.
Hanımı ‘yemek yaptım, soğutma gel’ diye seslenir.
Havaya bakar, yağmur bulutu yoktur, cam gibidir gökyüzü.
Sofraya kurulur…
Ama bir anda hava patlar. Yağmur güğümden boşanırcasına dökülür Eyübün tezeklerinin üzerine.
Hepsi su olup akıp gider…
*
Dışarı fırlayıp manzarayı gören Eyüp ellerini semaya kaldırıp, üzüntülü ve kızgın, hatta isyankar bir halde;
- “Yarabbi… Ben Erzincanlı Eyüp, Erzincanlı Eyüp, karıştırma!” der…
*
Pandemide sabrı da öğreniyoruz.
Her şey yoluna girecek, yeter ki umutlarımızı yitirmeyelim…