Acılar elbette sayılarla ifade edilmez.
Durumumuzu başka türlü anlatamıyorken Kovid-19 da dalgasına bakıyor…
Bu kaçıncı dalga?
Sanırım 3.
Böyle devam ederse dalgalar tsunamiye dönüşecek.
56. maddesinde ‘sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması’ ile ilgilidir demişiz ve; “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir” diye de lafı çakmışız.
*
Ödev!.. Devlete ve vatandaşa birlikte yüklenmiş.
Çevrenin geliştirilmesi, çevre sağlığının korunması ve kirlenmesini önlemek işinin yerine getirilmesi veya yapılması kişinin vicdanından doğar.
Yasa açısında da gerekli ve zorunlu görülen bu durum ‘iş ve davranış olarak’ devlete yüklenmiştir.
DOĞAYI KORUMADA ROLLER
Ödevin yerine getirilmesinde, işin gerçekleştirilmesinde roller sırasıyla şöyle paylaşılıyor;
Birçok şeye ‘Türk tipi’ demeye nasılsa alıştık, mesela ‘Türk tipi başkanlık sistemi’ gibi.
Hala yerli yerine oturmasa da, giderilemeyen bir takım eksiklikleri ve tıkandığı yerler olsa da sonuçta ‘Türk tipi’, bizim icadımız…
AKIL, BİLİM VE PANDEMİ
Pandemiyle mücadeleyi deneme yanılmayla sürdürüyoruz.
Bilim Kurulunun bu süreçte çok etkin olduğunu iddia etmek yanıltıcı olabilir.
Önlemler vatandaşlara güven vermedi, vermiyor.
Efendim;
Bursa’mızın Yunuseli Havaalanı varken zamanın rantçıları tarım kenti Yenişehir ilçemizden toprak toplamaya başlamışlar, sonra da kentin turizmini, sanayisini, ekonomisini uçurtmak propagandasıyla 1944 yılından beri askeri üs ve havaalanı olarak kullanılan tesislere ilave pist ve donanımlar yapılmasını teşvik etmişler.
Pistler yapılmış.
2001 yılında da “askeri - sivil havaalanı” olarak yolcu taşımacılığına başlamış.
İLK AÇILIŞ TÖRENİ
Bursa Yenişehir Havalimanı’nın açılışı için yapılan sade törene ben de katılmıştım.
Karanfiller dağıtıldı, süslü açıklamalar yapıldı.
Çentikli günlerden olduğu için rutine bağlanan konuşmalar, kutlamalar, anmalar, yer yer de protestolar yapıldı.
Şunu söylemeliyim ki Türkiye’de “kadın meselesi” politikacıların propaganda malzemesi olmamalıdır.
Toplumsaldır, geniş ve derin, köklü bir sorundur.
Kadın için dezavantaj olan konuların düzeltilebilmesi için uzun süreli ve istikrarlı süreçlere ihtiyaç vardır.
*
Herkesin kafasında farklı kadın olgusu var;
Dünyanın dört bir köşesi Covid-19 salgınından az veya çok etkilendi.
‘Birlikte Türkiyeyiz’, ‘Biz Türkiyeyiz’ ve ‘Biz bize yeteriz’ sözleri kulağa çok hoş geliyor.
Keşke öyle olsa…
İYİ DEĞİLİZ
İyi değiliz.
Hekim olarak söylüyorum bunu, iyi değiliz!..
Virüs ve hayat pahalılığı,
Hastane acilleri buzda düşüp yaralananlar ile doldu.
Kırıklar, çıkıklar.
Yaralananlar ölenler.
Alçılar, ateller, askılar.
Koltuk değnekleri, tekerlekli sandalyeler.
Sedyeler, ambulanslar, tabutlar…
Bursa ovalarında 20 yıl önce 30-40 metreden gürül gürül çıkan su, son yıllarda ancak 140-150 metrelerde yakalanıyordu.
Durum o kadar kritik yani.
Yeraltı suyunu da hoyrat ve kontrolsüz kullandık.
SU KAYNAKLARINA DOKUNMA
Su kaynaklarına doğrudan müdahale etmemek gerek. Dokunulacaksa uygunsuzluk yapanlara dokunulmalı!..
- Ruhsatlı ya da ruhsatsız açılan kuyular,
- Bilinçsiz tarım sulaması,
Birkaç gün estirdiğinde havayı tertemiz edip manzarayı güzelleştirir. Görüş açımızı genişletir.
Dağlarda zar zor biriken karları eritiyor.
Gözüm Uludağ’ın yamaçlarındaki beyazlıklarda; ama günbegün eriyip kayboluyor.
Çatılar uçuyor, kiremitler savruluyor, ağaçlar kırılıyor, birçok şey oradan oraya savruluyor…
Tabii bir de uyutmuyor…
SESSİZ ÖLÜM
Lodos Bursa için ‘sessiz ölüm’ demektir.
-0-17 yaş: Ergen
-18-65 yaş: Genç
-66-79 yaş: Orta yaşlı
- 80-99 yaş: Yaşlı olarak kabul ediliyor. 100 ve üzerini de artık ileri yaşlı sayalım gitsin.
Ancak DSÖ 65 yaş’ı hala genç olarak görüyor.
ÖMÜR UZUYOR
Ülkelerin gelişmişlik düzeyleri yaşam sürelerini belirliyor.
Yıkılmış, viraneye dönmüş bir evin önünde durup, bir zamanlar oradaki canlılığı, sevinçleri, hüzünleri hayal edip fotoğraflayıp oradan ayrılmak… Ayrılsanız bile aklınız orada tutuklu kalıyor.
Malikhane, yalı, saray,
Cami, türbe, han, hamam, kervansaray, köprü,
Çeşme, sarnıç, şadırvan,
Kilise, havra,
Mezarlık, kabir,
Çarşı, pazar,
Arzuhalci kimdir?
Adliye, kaymakamlık, valilik, belediye, tapu gibi devlet dairelerine ya da özel kişilere başkaları için mektup veya dilekçe yazandır.
Şikayet, itiraz, istek…
‘Bir masa, bir daktilo’ olarak gördüğümüz arzuhalcilerin hikayesi eskidir.
Osmanlı’ya dayanır.
1762 yılında padişah fermanıyla usule bağlanır. Loncası oluşturulur.
Susuz bir sonbahar yaşadık.
Bu kış da sıcak ve yağışsız geçiyor.
Güneyi kuzeyi, doğusu batısı her bölgesiyle Türkiye yağmur bekliyor.
Pandemi, ekonomi, bir de yağışsız mevsimi konuşuyorduk kaç gündür.
Yüce Tanrı acıdı da yağışları gönderdi.
Teşekkür ederiz.
YOKSULLAR ÜŞÜR
Şiddetli kar yağışında, sağanak yağmurlarda, iliklerimizi donduran ayazlarda fakirleri ve yoksulları düşünürüm.
530 yıl önce iyi bir mimar, çalışkan ve yetenekli ustalar, kalfalar ve işçilerin emekleriyle inşa edilen, ipekböceği kozasının alınıp satıldığı ticaretinin döndüğü, konaklamaların yapıldığı eser günümüze kadar ufak tefek onarımlarla geldi.
Taş gibi bir eserdir Koza Han.
Hanlar o günün ticaret merkezleri.
Tüccarlar, yolcular konaklar, kervanlar, develer, atlar bağlanır, mal alınır satılır, yenilir içilir…
Ticaret merkezi işte…
*
Hanın üst ve alt katları bir medeniyetin hayata bakışını yansıtır.
Öyle bir yılı geride bıraktık ki tek kelimeyle felaketti.
2020 soğuk algınlığı, nezle, grip şikayetleriyle başladı.
Türkiye gripten kırılırken dünya da koronavirüsü konuşuyordu.
KITADAN KITAYA PANDEMİ
2019 ‘un Kasım, Aralık aylarında Çin’de yarasadan, yılan çıyandan insana bulaşan, sonra da insandan insana, devletten devlete, coğrafyadan coğrafyaya, kıtadan kıtaya yayılan virüs Türkiye’ye değmeden geçiyordu.
Koronavirüs yakın komşularımız Yunanistan, Bulgaristan, Romanya, Rusya, İran, Irak, Suriye’de can almaya başlamış ama bize bulaşmamıştı!
İtalya, Avusturya, Almanya, İngiltere, Fransa, Polonya, Avusturalya, Amerika ve Kanada da vardı ama o lanet virüs Türkiye’de yoktu!
*
Çok büyük can kayıpları verdik, vermeye devam ediyoruz.
Hüzün yılı diyelim en iyisi bu yıla.
Hüzün yılı…
*
Başımıza pandemi geldi.
Madem geldi başa katlanmalıyız dostlar.
*
Nasıl bir yıl olacak acaba, merak ediyor musunuz?
Mesela bu yılı bile arar mıyız?
İnşallah öyle bir şey olmaz…
Yine de ihtiyatlı olmalı.
Boşuna mı demiş eskiler, ‘gelen gideni aratır!’ diye…
*
Koca bir hafta var demiştim.
Geçmiş yılların destansı hikayelerini fısıldayan heybetli Çınarları, mezarlıklarda yükselen selvileri, tarihimizin şahitleri Muradiye ve Yıldırım külliyeleri, Yeşil Türbe, Ulucami, Emirsultan, Üftade, Murat Hüdavendigar camileri beyaza bulanır, çatılardan mızrak gibi sarkıtlar sallanır, daracık sokaklar kapanırdı.
Mahallenin düşkünleri, yoksulları, hastaları, ihtiyarları, yalnız yaşayanları korunur, gözlenir, ihtiyaçları giderilirdi.
Tıpkı sokak kedileri, köpekleri ve kuşların merhametli Bursalılar tarafından kollandığı gibi...
KAR VE BURSA
Çekirge, Muradiye, Pınarbaşı, Tophane, Hisar, Yeşil, Işıklar’dan ne muhteşem görüntüler yansırdı...
Hele hele Uludağ’ın yamaçlarına yaslanan o yorgun orta sınıfın gariban ama vakarlı mahalleleri Alacahırka, İvazpaşa, Mollafenari, Kuştepe’nin büründükleri harika manzaralar...
Yaşama, umuda dair ne varda hepsi örselendi.
Kapanan iş yerleri, iflaslar, işsizlik, geçim sıkıntısı.
Ekonomik durgunluk ve kriz...
Eğitimden ulaştırmaya, tarımdan hayvancılığa, imalattan ticarete her sektör derin sıkıntılar içinde kıvranıyor.
Sağlık…
Kora kor bir mücadele içerisindeyiz.
Aklıma gelen başıma geldi; Evrene mesaj verdim
Biraz moda deyimle evrene mesaj verirken dikkatli olmalı. Ya mesaj vermeyeceksin ya da verdiğin mesajın sonucuna katlanacaksın.
Mutlu, sağlıklı, huzurlu, şanslı ve başarılı insanlar nasıl düşünürler, nasıl dilekte bulunurlar meselesi ince bir konu. Sanırım onlar iyimser olmayı, pozitif ve olumlu düşünmeyi alışkanlık haline getirmişler.
Yaşamda karamsarlığa yer vermemeli.
Hayata olumlu bakan insanlar genellikle;
Strese girmez.
Sakin olur.
Mide krampları olmaz.
Baş ağrıları tutmaz.
Aşırı kilo almaz.
Yüzleri asılmaz.
Asapları bozulmaz.
Gerilmez.
Kavga çıkarmaz.
Kansere yakalanmazlar…
*
Evrene mesaj göndermeyi izah etmeyeceğim, mevzuu karışık… Çekim yasasını, kuantum fiziğini, paralel ve manyetik alanı anlatacak değilim.
Bir şeyler oluyor ki, bunlar da oluyor.
Canımızı sıkan, istenmedik bir iş ve durumla karşılaştığımızda tüh, aklıma gelen başıma geldi deriz değil mi?
Ya da bir fırsatı kaçırdığımızda…
Aklıma gelen başıma geldi!
Bazen insanı aklından fikrinden şüphe ettirir.
Ben neymişim, erenler sınıfına mı karışıyorum bile dedirtir insana.
Bazen de korkutur kişiyi.
*
Sahi başımıza gelecekleri nereden biliyoruz?
Aklımıza gelenleri nasıl yaşıyoruz?
Daha önce ki deneyimler mi düşüyor aklımıza?
Bilemem, net değil, karışık işler!..
Belki kehanet, belki atalardan gelip DNA’larımıza işlenen kodlar…
Kimbilir!
Acayip durumlar…
*
Tam bir ay önce güzel ülkemiz beyaza bürünmüştü ya hani.
Beklenen kar yağışı yağmış, dibi görünen barajlar su tutmuş, bereket gelmişti.
Şükürler olsun Tanrıya, dualarımızı boşa çıkartmamıştı.
ÇOCUKLUKTAN MİRAS
Kar yağınca köydeydik. Bahçedeki kar diz boyunu geçmişti.
Soba gürül gürül yanarken karda üşüyen parmaklarımızı soba borusuna yaklaştırıp ısıtmak, çocukluğumuzdan miras kalan bir alışkanlıktı…
Kuzinede çay demlemek, kestane kebap ya da sobanın gözünde patates yapmak,
Kar taneleri yüzüne, gözüne, kirpiklerine düşerken mis gibi, dumanı üstünde salebi yudumlamak,
Ve penceren üç gün boyunca kar yağışını izlemek dinlendiriyor insanı.
Bizim gibi tuzu kurular için böyle!..
*
Pazar, pazartesi, salı, çarşamba…
Buraya kadar 4 güzel gün.
İşe de gidemedik, kafamızı dinledik.
Gidecektik belki ama köy içi yollar kapalıydı, açılmadı.
ESKİ KÖYLER MAHALLE OLDU
Köy demişsem alışkanlıktan, buralar yıllar önce mahalle oldu.
Büyükşehirlere bağlı ne kadar köy varsa hepsi mahalleye döndü.
Köylüler açısından iyi bir şey değil bu!..
Neyse…
Mahallede su parası ödüyoruz, atık parası ödüyoruz…
Ama yolumuz 4 gün boyunca açılamıyor!
Kent meydanından burası 15-20 dakika…
Burası neresi mi?
Osmangazi sınırları içerisindeki Gündoğdu Mahallesi…
Vergileri almaya gelince mahalle, hizmete gelince köy!..
*
Yollar kapalı, arabalar mahsur.
Yine Allahın şanslı kullarıyız, çarşamba günü yani dördüncü gün hava kararmaya yakın, kapalı yolu açmaya ufak bir iş makinası geldi.
Bir bıçaklık yol açıldı.
Teşekkür ettim makine operatörüne, Gündoğdu Mahallesi Muhtarı Savaş Özkan ‘a…
*
“Bi dakka, buraya tuz atmayacak mısın?” diye sordum operatör arkadaşa. O da;
- ‘Yok abi, atmayacağım. Tuz vermedi Belediye’ dedi.
Bunun üzerine ben de ‘Gece ayaz olacak, açtığın yol buz tutacak, yarın biz de kayıp düşeceğiz, kolumuz bacağımızı kıracağız o zaman’ diye söylendim.
Hay dilimi eşek arısı soksaydı da söylemez olsaydım!
Hem söylendim de ne oldu, iki kürek tuz mu atıldı sanki…
AKLIMA GELEN BAŞIMA GELDİ
Yol bildiğiniz cam…
Gemlik Körfezi’nden gece esen rüzgar yolu cilalamış, buz pateni sahasına döndürmüş. Biz de paten yaparken birden ters döndük… Bacaklar havaya...
İçimi bir acı kapladı.
Anladım tabi, sol kolda, bilekte kırık olduğunu.
Bir arkadaş sağ elimden tutup kaldırdı.
*
Eee kaç yılın hekimiyim…
Hem tecrübeli de sayılırım.
Kırk yıl önce tıp fakültesi öğrencisiyim. Hocalar, asistanlar, öğrenciler şimdi timsah başlı yeni Bursa şehir stadyumunun olduğu yerde, Veledrom dış sahada maç yaparken radyoloji bölüm başkanı sevgili Ercan hocamın tekmesiyle yere serilmiş sağ bileğimi de öylece kırmıştım.
Her iki bilek açısından eşitlik sağlandı şimdi…
*
Ne günlerdi, anlı şanlı hocalarımızla, proföserler, doçentler, asistanlar, öğrenciler hep birlikte tozlu topraklı sahalarda futbol müsabakaları yapıyorduk…
Gel de o günleri özleme şimdi arkadaş…
*
Konuyu dağıtmayalım.
Birkaç kürek tuz yokluğu sebebiyle kim bilir kaç kol, bacak, kafa kırılmıştır o karda?
Bu tür kaza ve yaralanmalar tamamen önlenebilir olaylardır.
Bir aydır kolum alçıda.
Yaşam kalitem bozuldu…
Bu işin bir de yasal boyutu var, dava açsam belediye özensizlik gösterdiği, görevini yerine getirmediği için tazminata mahkum olur.
Bu yolu ben kullanmayacağım ama başka vatandaşlar kullanmazlar diyemem!..
Kent yöneticilerimiz daha planlı, daha organize ve daha yararlı işler için bakış açılarını düzenlemeliler.
18 Şubat’ta iki kürek tuz yokluğu sebebiyle boynumuza asılan kolumuzun alçısı yarın, 19 Mart’ta çıkacak.
Bu da bana ders olsun!..
‘UY GENE DÜŞECEĞUM’
Temel kaldırımda yürürken yolunun üzerinde ki muz kabuğunu görünce;
- Uyy gene kayup düşeceğum da! demiş.
*
Ne gerek vardı, niye iş makinası operatörüne ‘yarın kayıp düşeceğim, kolumu kıracağım’ dedim ki!..
Demek ki ‘evrene mesaj’ böyle veriliyor. Sonra da ‘aklıma gelen başıma geldi’ oluyor…
*
Sizler sağlıkla kalın efendim.