Dr. Gülseren Budayıcıoğlu
Dr. Gülseren Budayıcıoğlu
Dr. Gülseren BudayıcıoğluYazarın Tüm Yazıları

Şiddet artık insana yakışmıyor

Sevgili okurlarım, Sizlerle bir süre daha şiddeti konuşmaya, bunun örneklerini sizlerle paylaşmaya devam edeceğim.

Haberin Devamı

Şiddet artık bilimde ve teknolojide inanılmaz keşiflere imza atmış, sanatın her dalında harikalar yaratmış, ciltler dolusu kitaplar yazmış, internet aracılığıyla dünyayı ayağımıza getirmiş, uzaya gitmiş biz insanlara hiç yakışmıyor.

Şiddet sadece karşınızdakine gösterilen fiziksel saldırı değildir. Bunun karşındakini öldürmeye kadar gideni var, yaralama var, tehdit var, şantaj var, aşağılama, kınama, utandırma var, cinsel taciz ve tecavüz var.

Şiddet artık insana yakışmıyor

HER ALANDA MEVCUT

Şiddet aslında hayatımızın her alanında var.

Geçen günlerden birinde sanatçılarımızdan biri, konsere çıkarken giydiği kıyafet nedeniyle sosyal medyada adeta linç edildi. Bizler onu beğenmek zorunda değiliz. Ama linç etmek, hakaret etmek neden?

Haberin Devamı

Bizim toplumumuzda açık giyen de var, kapalı giyen de. Başını örten de var, açan da... Onlar bizim düşmanımız değil, hepsi de bizim insanlarımız, yani içimizden biri onlar. Tam tersine birbirimize kenetlensek; yargılamak, ayıplamak, yermek, aşağılamak yerine elimizden geldiğince birbirimize destek olmaya çalışsak ne güzel olurdu.

Bizler aslında çok sevecen, çok merhametli bir toplumuz. Sevdiklerimiz için hiçbir fedakârlıktan kaçınmayan, gerekirse canımızı veren insanlarız. Hayır diyemediğimiz için başımıza gelmeyen kalmadı. Çoğumuz ömrümüz boyunca “ben” diyemedik, “biz” dedik. Bu yüzden çok acılar çektik. Bunları bir anda unuttuk mu?

SÜPERSTAR’I MUTLU ETSEK...

Ardından sevgili süperstarımız Ajda Pekkan sosyal medyada bir fotoğraf paylaştı. Onun hâlâ genç ve diri oluşu benim çok hoşuma gitti doğrusu. Ne de olsa hayatımızın her döneminde onun şarkılarından biriyle güldük, ağladık, coştuk, eğlendik. Ajda artık koca bir kuşağın tarihine yazdırdı adını. Onu hepimiz desteklesek, ona moral versek, onu hâlâ çok sevdiğimizi ve hiç unutmadığımızı yazsak Ajda sanırım çok mutlu olurdu.

Birini mutlu edebilmek, mutlu olmanın anahtarıdır aslında. Ancak yorumları okuyunca tüylerim diken diken oldu. Övmeyi, güzel sözler söylemeyi değil, incitmeyi, birilerinin canını acıtmayı yani şiddeti sever olduk.

Haberin Devamı

ŞİDDET BULAŞICIDIR

Şiddet virüs kadar bulaşıcıdır sevgili okurlarım ve nesilden nesle geçer.

Maalesef bu virüs az çok hepimize bulaştı. Birilerinin canını acıtmayı sever olduk çünkü bizim de canımızı çok acıtıyorlar. İçimiz öfkeyle dolunca, bunu en kolay sosyal medyada boşaltabiliyoruz.

Bir toplumda şiddet ne kadar çoksa, bizler de ondan mutlaka nasibimizi alırız. Üstelik sadece maske takarak bu virüsten kendimizi koruyamayız. Şiddet gösterenleri kınarken aynı şeyleri biraz farklı bir yöntemle bizler de yapıyoruz.

Sosyal medyaya bir şeyler yazarken onu okumadan göndermeyelim. İçinde sevgi sözcüğü geçiyorsa, okumasanız da olur.

Çünkü sevgi ve şefkat de şiddet kadar bulaşıcıdır. Bir güzel söze, tatlı bir gülümsemeye hepimizin öyle çok ihtiyacı var ki...

Haberin Devamı

Şiddet artık insana yakışmıyor

PROFESÖR HANIM NEDEN DAYAK YEDİ

Sizce o güzel, o tertemiz, o çok başarılı kadın doğduğu evde sevgiyi, şefkati, merhameti, değerli ve önemli olmayı öğrenebilseydi, yine de evlenirken o adamı seçer, annesinin kaderine razı olur, hâlâ kocasından dayak yemeye devam eder miydi? O adam, kendini önemli ve değerli hisseden bir kadını dövmeye cesaret edebilir miydi?

Gelelim, geçen hafta yazdığım kocasından dayak yiyen profesör hanıma.

Profesör hanım şiddete bu kadar aşina olmasaydı, yani baba evinde şiddetin her türlüsünü görmeseydi, eşinden ilk tokadı yediği gün nasıl bir tepki verirdi?

Maddi manevi öyle bir eş olmadan da gayet rahat yaşayabileceğini bildiği halde, bu evliliği neden sürdürüyor? Neden bu kadar korkuyor?

Haberin Devamı

Sınavlara girerken de çok korktuğunu söylemişti, hatırladınız mı, ya yapamazsam diyerek çok korktuğunu. Şimdi de kendi kendine aynı şeyleri söylüyor, ya yapamazsam...

ÖZGÜRLÜĞÜ TADAMIYORUZ

Biz kadınlar bizim ülkemizde çoğu zaman hiç özgür olamadan, kendi kararlarımızı kendimiz alamadan yaşayıp gidiyoruz. Çocukluğumuz ve gençliğimiz ailemizin kurallarına uyarak geçiyor. Ben de işte o kadınlardan biriydim. Annem izin vermedikçe okul dışında bir yere gidemez, kendi başıma alışveriş yapamaz, her konuda aileme hesap vermek zorunda kalırdım. Bizim nesil hep böyle yaşadı zaten.

ÖNCELİK DE KOCALARIMIZDA

Sonra evlendik, bu sefer de o hesapları eşimize verir olduk. Sadece hesap mı, önceliği de eşlerimize verdik. Yalnız yaşamayı, özgür olmayı hiç denemedik, hiç öğrenmedik ki... Ana ocağından koca evine transfer olduk.

Haberin Devamı

Ben eşimi kaybettikten sonra öğrendim yalnız yaşamayı, özgür olabilmeyi, kendi kararlarımı kendim alabilmeyi. Çocuklarım ve çok sevdiğim bir işim olmasaydı sanırım çok bocalardım.

Onun için ailelere hep çocuklarını liseden sonra üniversite eğitimi için başka şehirlere yollamalarını öneririm. Gençler yalnız yaşamayı, kendi ayakları üzerinde durmayı, kendilerini korumayı hayata başlarken bir an önce öğrensinler isterim.

Şiddet artık insana yakışmıyor

HİÇ YALNIZ KALMAMIŞTI

Babam öldüğünde annem 47 yaşındaydı ve henüz bir bankaya para yatırmayı ya da çekmeyi, elektrik, su faturalarını ödemeyi hiç bilmiyordu. 16 yaşında evlenmiş ve hayatında hiç yalnız kalmamıştı. Sonradan biraz da bizim desteğimizle hepsini öğrendi ama hiç sevmedi yalnızlığı, babamın lafını hiç ağzından düşürmedi. Gardırobu açtığınızda ilk gözünüze çarpan babamın son zamanlarda en sık giydiği lacivert, çizgili takım elbisesi olurdu. “Ona baktıkça kuvvet alıyorum” derdi.

İnsan alışkanlıklarından kolay vazgeçemiyor. Bizim profesör hanım da bütün bunları hiç öğrenemeden evlenmiş. Yalnızlıktan korkuyordu. Dayak da yese, hep aşağılansa da, demek ki yalnızlık ve alışkanlıklarından vazgeçme korkusu ağır basıyordu.

BOŞANMAK HEP ÇÖZÜM DEĞİL

Ayrılmak duruma çözüm getirir mi? İnsanın kendini iyi tanımadan, duruma doğru teşhis koymadan eşinden ayrılması genellikle soruna çözüm olmuyor. Yılların birikimiyle bir tahmin yapmam gerekirse, bizim profesör hanım onu döven doktor eşinden ayrılsa bile, ona şiddet gösterecek bir başkasını mutlaka bulurdu gibi geliyor bana. Hani sık sık “Kader Motifi” adlı bir kavramdan bahsediyorum ya, onun motifinde şiddet var. Şiddet dolu bir ortamda dünyaya gözlerini açmış. Ona iyi davranan, onun kararlarına ve haklarına saygı duyan bir dünyayı hiç tanımıyor. Biri ona çok iyi davranıyor, sevgi ve saygı gösteriyorsa bunun altında bir şeyler arar, onlara güvenmez. Öyle bir ortama yabancı hisseder kendini. Hiç tanımadığı, yabancı bir ülkede yaşamak gibi bir şey yani...

Bu motif değişir mi? Tabii değişir ama öncelikle bu değişimi gerçekten istemek, buna cesaret etmek gerekir.

Kader motifi konusunu bir gün mutlaka yazacağım.

KARISINI NEDEN DÖVÜYOR

O adam, yani pek çok hastanın derdine deva olan bir doktor bey, eşini neden döver?

Bu iki zıt kutup yani dünyanın hep ona hizmet etmesini bekleyenler ve dünyaya başkalarına hizmet etmek için gelenler birbirini bulur zaten. Ayrılsalar, doktor bey de ona köle olacak başka birinin peşine düşerdi bence.

Şiddet artık insana yakışmıyor

KÜÇÜK BİR HİKÂYE DAHA...

Yazıyı artık bitirmem gerekiyor ama son anda aklıma gelen bir küçük hikâyeyi de yazmadan edemedim.

Genç, ailesinin el üstünde büyüttüğü kızımız, ailenin bütün itirazlarına rağmen sevdiği delikanlı ile evleniyor. Bu sefer her şeye itiraz eden, sorun çıkaran erkek değil, kızımız. Bir gün eşinin o kadar üstüne gidiyor ki, delikanlı ona okkalı bir tokat atıyor. Bizim kız durur mu, hemen yerinden fırlıyor, atıyor kendini balkona ve başlıyor bağırmaya: “İmdat... Adam öldürüyorlar, imdat... Kurtaran yok mu, imdat...”

Tokadı atan delikanlı nasıl biri bilmiyorum ama o gün yaşadığı paniği tahmin edebiliyorum.

Haftaya yeniden görüşmek üzere,

Hoşça kalın,

Sevgiyle kalın.

 

Yazarın Tüm Yazıları