Dr. Gülseren Budayıcıoğlu
Dr. Gülseren Budayıcıoğlu
Dr. Gülseren BudayıcıoğluYazarın Tüm Yazıları

İlk aşk

Sevgili okuyucularım, bu hafta sizlerle, yine sizlerden gelen bir mektubu paylaşmak istiyorum.

Haberin Devamı

Okurken ben çok etkilendim. İlk aşkın izlerini buldum o mektupta. Çok gençken yaşananlar, çocukken yaşananlar kadar derinden etkileyebiliyor bizi. Adeta kaderimizi, hayat yolumuzu değiştiriyor.

Bazen olaylar öyle bir içine alıyor ki, kendimizi öylesine çaresiz hissettiriyor ki bu çaresizlik sonradan üstümüze yapışıp kalabiliyor.

Bakalım okuyunca siz ne düşüneceksiniz?

Merhaba Gülseren Hocam,

Ben Songül, size daha önce de yazmıştım ama o zaman kendimi yanlış anlatmışım. Olsun bana cevap vermeniz bile benim için önemliydi. Nasılsınız hocam, sizi yakından takip ediyorum, umarım iyisinizdir? Bugün size kendimi anlatmak istiyorum. Bu fırsatı bize verdiğiniz için ayrıca teşekkür ederim.

İlk aşk

Haberin Devamı

Hocam, ben 28 yaşında üniversite mezunu bir kızım. Mezun olalı koca 6 yıl geçti ama hâlâ işsizim ve bekârım. Üzerimdeki toplum baskısını düşünün. Evlenmek için evlenmek istemiyorum hocam, sevmek sevilmek istiyorum ama onu da beceremiyorum galiba.

Hocam, ben bu hayatta hep sevmek ve sevilmek istedim. Küçüklükten beri hep bunun hayalini kurdum ama maalesef olmadı. Hayatımda bir tane erkek arkadaşım oldu, tek olsun son olsun kafasındaydım ama öyle olmuyormuş hocam.

Üniversite 3. sınıfta hayatıma biri girdi hocam. Oh dedim, demek beni de seven biri çıktı. O güne kadar yaşadığım bütün sıkıntılar bitti, sanki aniden bir güneş doğdu dünyama. Onunla yakın akrabayız. Bir yıl sürdü ilişkimiz. Çok üzülsem, çok kırılsam da 28 yılın içinde bir tek o yıl yaşadığımı hissettim. Onu bilmem ama ben onu çok sevdim. Başta her şey iyi gidiyordu ama sonra ne olduysa oldu ve biz ayrıldık. Neden ayrıldığımızı hâlâ bilmiyorum.

TEHDİTLERİNE BOYUN EĞDİM

Ayrıldık ama mesajlarla, telefonlarla benimle ilişkisini bir şekilde sürdürdü. Bana hep, beni sevdiğini söyledi. Başka bir erkek hayatıma girerse çok fena şeyler yaparım diye tehdit etti beni. Ben de bunlara boyun eğdim. Ne de olsa ben de seviyordum onu. Ama bir gün yeni bir sevgilisi olduğunu duydum. Ah hocam, o günü size nasıl anlatsam bilmem ki... Kalbime bir hançer saplandı, bir türlü çıkmıyor. Meğer kızı ailesi bulmuş ve yine akrabalardan birinin kızıymış.

Haberin Devamı

Sonra hocam bu nişanlandı, düğün yapacak ama her şeyi gözüme soka soka yaptı. Sosyal medyada görebileceğim her yere attı fotoğraflarını. Ben bu sürede acıyla olgunlaştım, sabrı öğrendim hocam. Düğün davetiyesini bile getirdiler kapımıza kadar. Kalbimin sesini duyar oldum hocam, o acı hiç geçmeyecek sandım. Ve düğün salonu benim mahallemdeydi. Başka düğün salonu kalmadı sanki...

Bütün akrabalar gelecek düğüne, kimi de bizde kalacak. Biz hemen apar topar şehri terk ettik. Bir tanıdığın evine misafirliğe gittik. Herkes yüzüme bakıyor, kalbimde hançer ve ben hiçbir şey olmamış, normalmişim gibi davranıyorum.

Sonra sabah kahvaltı yapıyoruz ve babam aradı düğün iptal olmuş diye. Artık nasıl heyecanlandıysam, elimdeki çay bardağı düştü hocam. Ama ilahi adaletin orada olduğuna bir kere daha şahit oldum. Kalbimde duran hançer bir anda çıktı gitti. Sevincimden ayaklarım yere değmiyor. Gizli gizli döktüğüm gözyaşlarım kurumuş, bu sefer de mutluluktan ağlıyorum.

Haberin Devamı

Akşam bile olmadan bundan mesaj geldi hocam. “Bana ettiğin beddualar tuttu ama teşekkür ederim” diye. Ben cevap vermedim çünkü korkuyorum, nikâhlı adam, sadece düğün iptal. Bir mesaj daha geldi, “Konuşmamız gerek” diye. Tabii annem sakın bir şey yazma diye tembih ediyor. Ne olur ne olmaz diye. Bu mesajlar bir hafta aralıklı sürdü. Her mesajında yüreğim yerinden çıkacak gibi oluyor. Bir yandan da tekrar barışırlar da ben yine ortada kalırım diye korkuyorum.

Ben reddettikçe yeni hesaplar açtı oradan yazmaya başladı. Sonra korktuğum oldu. Araya büyükler girince bunlar yine barışmış. Tabii hançer havada bekliyor. Yine girdi yüreğime. Bunların barışacağı belliydi zaten, niye üzülüyorsun filan diyorum ama yüreğime bir türlü laf geçiremiyorum. Madem niyetin baştan belli, beni niye rahat bırakmıyorsun, neden seni unutmama izin vermiyorsun be adam? Bıraksan, belki ben de yeniden sevilmenin bir yolunu bulamaz mıydım?

Haberin Devamı

Derken düğünleri oldu, boy boy resimleri kondu her yere. Ben de bir başıma kaldım işte...

Aradan üç ay geçmeden sahte hesaplardan istekler, mesajlar gelmeye başladı. Ben mutsuzum sizi tanımak istiyorum, diye. Anladım onun olduğunu, hepsini kapattım. Ama sosyal medyada her yerde o var, karısı var. Sonra bir de oğlu oldu.

BU HİKÂYEDE NEDEN BEN YANDIM

Şimdi herkes kendi hayatını yaşıyor ve ben hâlâ yalnızım. Bir türlü beceremedim sevilmeyi. İlişki başlıyor ama devam etmiyor. Çabuk vazgeçiyorlar benden. Bari işimde başarılı olayım diye çok uğraştım, çok çalıştım ama hâlâ bir yere atanamadım. Ailemin evinde işsiz güçsüz biriyim ben. Herkesin gözünde başarısızım. Ne evlenip bir yuva kurmayı becerebildim, ne de düzgün bir iş sahibi olabildim.

Haberin Devamı

Bizim evimiz hem sessiz, hem de ıssız bir evdi hocam. Ailede saygı vardı ama sevgi yoktu. Ben annemle babamın birbirlerine sevgiyle baktığını da bilmem, kavga ettiğini de... Sanki dil bilmez ahraz gibiydiler. Bundandır belki de çok sevilmek, çok sevmek istemem. Tek başına olmaktan yoruldum. Çevremdeki herkes evlendi gitti. Bir ben kaldım. Çok mücadele ettim hayatla ama bu sefer kendimde ayağa kalkacak gücü bulamıyorum.

Eski sevgilimi affedemediğim için biri hayatıma girmiyor ya da giren durmuyor dedim. Sonra onu da affettim. O hayallerini yaşıyor, oğlunun olmasını çok istiyordu, Rabbim ona oğlan çocuk vermiş. Rabbim onun dualarını kabul etmiş de benimkileri etmemiş.

Peki ama bu hikâyede yanan neden ben oldum? Ben cevabı çok düşünsem de bulamıyorum hocam. Siz biliyor musunuz, neden ben yandım?

Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim.

Songül.

GEÇMİŞİN GELECEĞE DÜŞEN GÖLGELERİ

Mektubu okuyunca ilk aşklar geliyor aklıma.

Sanırım çoğumuz ilk aşklarımızı hiç unutmadık. İyisiyle kötüsüyle, kırılmalarımızla, heyecanlarımızla zihinlerimizin bir köşesinde durmaya devam ediyor.

İlk aşklar bizlerin öncelikle kendimizi keşfettiğimiz zamanlardır. Dünyaya daha yeni merhaba demişken, biri tarafından beğenilmek, sevilmek, hem de çok sevilmek bizi bizimle tanıştırır, tanıştırırken barıştırır, yepyeni biri oluruz.

Dünyayla, hayatla kurulan ilk önemli bağdır ilk aşklar. Duygusal bir bağ... Demek sadece evimizdekiler değil, hayat da sevecek, kabul edecek, onaylayacak bizi. Daha önce soru işaretleriyle, kaygılar, korkularla dolu zihnimize bir güneş gibi doğar o ilk aşklar.

Karşımızdakinin kim olduğu o kadar da önemli değildir. Ama çok daha başka ve çok daha önemli bir şey vardır bizim için. O güneş içimizi ısıtmış, korkularımız, kaygılarımız bir süre de olsa kaybolmuştur. Oh be, deriz. Meğer yaşamak ne güzelmiş! O kadar da korkulacak bir yer değilmiş bu hayat... Ayaklarımızı yerden keser, sırtımızı dikleştirir, gözlerimizi parlatır bizim. Aynalarda gördüğümüz yüzü daha çok beğenir, daha çok severiz.

Dilimize dolanan şarkılar vardır, hatta şarkıların hepsi bizi söyler. Gece uyuyamamanın, sabah yataktan sıçrayarak uyanmanın bile tadı başkadır. Dertmiş, tasaymış, hayatın bize salladığı sopaymış... Hepsi boş. Bizim çok daha önemli, çok daha keyifli, hatta hayati bir meselemiz var artık:

Önce o...

İşte böyledir ilk aşklar.

Ama geleceğimiz, gelecekte yaşayacağımız ilişkiler, ilişkilerdeki başarı ya da başarısızlıklarımız, hatta eğitim hayatımız, mesleğimiz, işimiz gücümüz, sonradan kuracağımız ailemiz... İşte bunların hepsinin üzerine o ilk aşkta yaşadıklarımızın gölgesi düşer.

Hayatımız birbirini izleyen zincirler gibidir. Eğer halkalardan biri eğri duruyorsa, sonrakilerin de yönünü değiştirir.

HAYAL DÜNYASINDAN KOPAMAMIŞ

Songül’de de öyle olmuş. Doğduğu evde yaşayamadığı her şeyi gelecekte karşısına çıkacak sevgiliden beklemiş. Bunu o kadar çok istemiş, o kadar çok hayal etmiş ki gerçeklere kapatmış gözlerini. Ayakları yerden kesilince, öyle kapatmış ki o gözleri, ilişkinin neden bittiğini bile hâlâ bilmiyor. Bir yıl aslında karşısındakini tanımak için uzun bir zamandır. Ayrılmışlar, aradan yıllar geçmiş, o zaman bile hayal dünyasından kopamamış.

Songül öyle ıssız, öyle sessiz ve sevgisiz bir evde büyümeseydi, sizce yine böyle yapar, kendini böyle bir çıkmazın içine sokar mıydı? Anne babası, kızlarının biraz arkasında dursa, onu sevse, yüceltse, kızcağız biraz kendine güvenebilse, bugün o karanlıkların ortasında kalır mıydı?

Oldukça kalabalık bir dünyada yaşıyoruz ve yaşamımız boyunca kimileri sevgilileri tarafından terk ediliyor, kimileri ise bu arada sadece sevgiliyi değil dünyayı terk edip öbür tarafa göç ediyor. Yani bu hayatın tadı olduğu kadar tuzu da var. Aslında biz insanlar, acılarla yoğrulurken o tadı kaçırmamanın peşindeyiz.

Ama o hançer ilk seferde yerle bir etmiş kızcağızı. Zaten Songül, o ıssız evde büyürken aslında hep o hançerin hedefindeymiş. Bu olmazsa bir başkası zaten kalbinin orta yerinden vuracakmış kızı. Kalkanı yok ki onu korusun, hançerin bu kadar derinlere saplanmasına mani olsun.

KALBİMİZDEKİ HANÇERLER

Aklıma yıllardır hayatımın büyük bölümünü geçirdiğim klinikteki kırmızı odam geliyor. Arada bir koca bir hançer yığını görürüm ben o odada. Gelenlerin çoğu yüreklerinde duran hançerden kurtulmak için gelirler oraya. Çoğu o hançeri kırmızı odaya bırakır, öyle gider.

Acıları paylaşırken benim de içim sızlar. O hançerler kalbe girerken olduğu kadar çıkarken de çok acıtır insanı ama sonunda artık yerinden çıkmıştır. Yaralar kapanır, bize de akşam olunca o hançerleri oradan süpürüp atmak kalır.

Düşünüyorum da demek ki ben her akşam onun için o odadan çıkmadan önce bütün camları açar, uzun uzun gökyüzüne bakmadan çıkamam oradan.

Songül o içli mektubunda, aslında çoğu genç kızımızın kimselere anlatamadığı, içlerini parçalayan dertlerini dile getirmiş. Issız evlerin çocuklarının trajedisini anlatmış.

Oysa hayatı bizler duygularımızla yaşarız. Kızarız, küseriz, severiz, nefret ederiz, sitem ederiz, heyecanlanırız, telaşlanırız, seviniriz, coşarız ama bu hayat hep bu zikzakları sever. Duygularımız, bizim tarafımızdan hep kullanılmak ister. Kullanılmazsa kurur, paslanır, gözlerimize öyle bir perde iner ki, herkesin gözünü kamaştıran güzellikleri göremez, hayata olan tutkumuzu kaybederiz.

HAYATIMIZDAKİ ZİKZAKLAR

Geçmişe dönüp şöyle bir düşünürseniz, ne demek istediğimi sanırım daha iyi anlatabileceğim. Hepimizin hayatında irili ufaklı o zikzaklar yok mu? En çok da yönü aşağıya bakan zikzağın bu sefer de ucu yukarı dönerse sevinmiyor muyuz? Kaybedince üzülüp bulunca gözlerimiz parlamıyor mu? Her kayıpta yıkılıp, yıkıla yıkıla yürümeyi öğretmiyor mu hayat bize? Tünelin ucundaki ışığı görmek için az mı bekledik, az mı çabaladık?

Hayat zikzaksız, dümdüz oluverseydi, hep onu hayal etsek de, çok sıkılmaz mıydık?

Sonuç olarak doğa işini biliyor. Her zaman olduğu gibi yine var bir bildiği...

Songül’ün geçmişte yaşadığı ya da yaşayamadığı o ilk aşkın gölgesi düşmüş, geleceğine.

Aslında o gölgeyi Songül düşürmüş. Bunu sadece o değil, zaman zaman hepimiz yapıyoruz. Hani diyor ya, ben bulamıyorum o sorunun cevabını diye... Cevaplar hikâyede saklı zaten.

Önce doğduğu evde, sonra da ilk aşkında yaşadığı başarısızlığın, sevilmemenin acısı, iş başarısını da etkilemiş. Boynu bükük, kendine güvenmeyen, yüzü gülmeyen, hayata sitemkâr bir kız olmuş sonunda. Neden sadece ben yandım derken hepimiz hissediyoruz onun hayata olan sitemini.

Onun yazdıklarını okurken boğazım düğüm düğüm oldu. İçinin nasıl yandığını, kalbine saplanan hançerin her yerini nasıl acıttığını, nasıl kanattığını ta içinde hissediyor insan.

YALNIZ DEĞİLSİN SONGÜL

İçİne girdiği girdaptan bir türlü çıkamamış. O ilişkide uğradığı haksızlığı, yenilgiyi, sevdiği adamın onu nasıl kullandığını, nasıl oyaladığını, bütün bunlara kendisinin nasıl dur diyemediğini, o girdaptan çıkmak mümkünken nasıl çıkamadığını bir türlü içine sindirememiş.

Süre uzadıkça o mağlubiyet duygusu içine nasıl da yerleşmiş...

Affettim derken aslında ciğerinin hâlâ nasıl alev alev yandığını kimselere anlatamamış.

Bu konuda hiç yalnız değilsin Songül. Senin yaşadıklarına benzer acıları ülkemizde pek çok genç kız yaşıyor maalesef. Anne babalarımız, teyzelerimiz dayılarımızdan bile çok duyduk biz bu hikâyeleri. Sadece senin değil, insanlığın hikâyesi bu.

Gençken, hem de çok gençken yaşanan hayal kırıkları hepimizi çok yaralar.

İlk aşk

Ne de olsa ten taze, yürek taze...

Sen her girdiğin sınava, çok çalışsan da “Nasıl olsa buraya da beni almayacaklar”, her yeni başlayan ilişkiye, “Nasıl olsa bu da beni terk edip başkasını bulacak” diye girersen, inan ki sonuç hiç değişmeyecek. Hep sen haklı çıkacak ama hep kaybedeceksin.

Biraz da haklı çıkma, bu sefer de sen yanıl. Bırak da hayat seni şaşırtsın.

Bugün sonuna kadar inandıkların doğru değil aslında. Her yeni gün yeni bir başlangıç, her bitiş yeni başlangıçların habercisidir.

KALDIR BAŞINI VE ‘BEN VARIM’ DE

Ama vazgeçersen, işte o zaman sonsuza kadar hak verir sana hayat. Sadece hak verir ama. Sen sevilmeyeceğine, başaramayacağına inandıkça, hayat hemen ikna olur buna ve onaylar. Hayat duranı sevmez, çalışanı, uğraşanı, onunla mücadele edeni sever. Bir yıkar, iki yıkar, üç yıkar... Sonunda pes etmeyi de bilir. İşte o zaman yokuşlar iniş olur, karşından esen rüzgâr arkana geçer.

Herkesin kaderi güzel olmuyor Songül’cüm, marifet kader yolları kapatsa bile o kapıya yeni bir anahtar uydurabilmekte...

Görmüyor musun, hayat sınıyor seni. Kaldır başını. Ben varım de.

Gözlerindeki ışıltıyı silen geçmişin izlerinden kurtul, gözlerini yeniden parlat ki hayat seni bir an önce görebilsin.

İşte böyle...

Gürültü patırtı eksik olmayan, vurulan, kırılan evlerin çocuklarının trajedisi ayrı, ıssız evlerinki ayrı...

Haftaya görüşmek üzere,

Hoşça kalın,

Sevgiyle kalın.

Yazarın Tüm Yazıları