Depresyon nedir, depresyonda olan kişi neler yaşar nasıl hisseder?
Genel isteksizlik, içe kapanma, hayattan kopmuş gibi hissetme, konsantrasyon, uyku ve yeme bozuklukları, hayata dair merak ve heyecanın azalması, karamsarlık, mutsuzluk, cinsel isteksizlik vb… belirtilerin yaşanıyor olması kişinin depresyona olduğunun işaretleri olabilir. (Tabi ki sadece bu bilgilerle kendinize tanı koymayın lütfen. Tanı bir ruh sağlığı uzmanı tarafından daha detaylı öykü alarak konur)
Peki ilişkiler depresyona girer mi? Son dönemde evliliğinizde /ilişkinizde yaşadığınız durum bu olabilir mi?
Çiftler ilişkide yaşadıkları sorunu tanımlarken bazen şu ifadeleri kullanırlar; ‘"Uzun süredir sohbet etmiyoruz, beraber özel bir zaman geçirmiyoruz, başkalarının yanında her şey çok iyi, neşeliyiz, gülüyoruz ancak başbaşa kalınca birden depresif bir ruh hali alıyor ikimiz de, sessizleşiyoruz. Kendi kabuklarımıza çekilip orda kalıyoruz. Hiç bir şey yapmak istemiyoruz. Ev, iş, yemek, uyku…başbaşa zaman geçirmek istemiyorum artık eşimle, hiç konuşmuyoruz …Eşimi seviyorum ancak birbirimize olan isteğimiz çok azaldı sanki."
Eğer düzenli bir ilişkiniz varsa ya da evliyseniz hayatınızın iş haricindeki kısmını eviniz, çocuğunuz ve eşinizle geçirdiğiniz zaman doldurur. Kendinize, dostlarınıza ve hobilerinize zaman ayırabiliyorsanız da şanslı azınlıktasınızdır.
Aynı saatlerde aynı şeyleri yapıyor olmak, rutinler, eşlerin birbirlerine çocukları olmadan özel zamanlar ayırmamaları, kavgalar, biriken kızgınlıklar, öfkeler …vb eşlerin kendilerini birbirlerine kapatmalarına ve uzaklaşmalarına neden olabilir. Bu da ilişkide düşünce ve duyguların sağlıklı aktarımını engeller. Tam anlaşılmadığımız ortamlarda susmayı tercih ederiz. Bu kural eşe karşı da değişmez.
Sustukça ve sadece temel ihtiyaçları karşıladıkça ve susmaya devam ettikçe, ilişkinin enerjisi gitgide azalır ve ilişkinin depresyon döngüsü başlar diyebiliriz.
‘İlişkiler de depresyona girer’ tanımı; ilişkilerin monotonlaşıp, güven alanları zedelendiğinde, ilişkiyi sevgi, şefkat, neşe, güven, keyif, cinsellik vb. değerlerle beslemeyi bıraktığınızda olabilecek süreçle ilgili farkındalık yaratmak için kullandığım bir benzetme bir metafor sadece!
Evliliğe başarılması gereken bir konu, ulaşılması gereken bir hedef gibi bakarsak ya tüm çaba ve enerjimizle bu başarıyı elde etmeye ya da bundan kaçmaya çalışırız. Başarı, başlı başına bile stresi tetikleyebilen bir kelimedir. İlkokuldan beri bizi en çok geren konulardan biridir, başaramamak korkusu. “Ya başaramazsam?”
Sosyal medyanın yanlış yönlendirmelerinin de altını çizmek lazım. Mutluğun pazarlandığı, sosyal medya üzerinden alkış alındığı ve sanal bir popülerliğin yaratıldığı yıllarda yaşıyoruz. Evlenebilme başarısını, mutlu anları paylaşmak ve beğeni almak, o an gerçekten ne hissettiğinizden daha önemli artık. “Bir evleneyim de gerisi kolay” zihniyeti, evlendikten sonraki yıllarda duvara çarpabiliyor.Boşanmaların yüzde altmışı evliliğin ilk yıllarında yaşanıyor. Bu da bize bilinçsizliğin boyutlarını gösteriyor. Bir grup kişi de mutsuz evlilikleri ve ilişkileri çevresinde deneyimlediği için evlilikten bağlanmaktan korkabiliyor.
KAYNAK: MUTLU AİLELERİN 101 SIRRI KİTABI/ HÜRRİYET KİTAP
Evliliğe başarılması gereken bir konu, ulaşılması gereken bir hedef gibi bakarsak ya tüm çaba ve enerjimizle bu başarıyı elde etmeye ya da bundan kaçmaya çalışırız. Başarı, başlı başına bile stresi tetikleyebilen bir kelimedir. İlkokuldan beri bizi en çok geren konulardan biridir, başaramamak korkusu. “Ya başaramazsam?”
Sosyal medyanın yanlış yönlendirmelerinin de altını çizmek lazım. Mutluğun pazarlandığı, sosyal medya üzerinden alkış alındığı ve sanal bir popülerliğin yaratıldığı yıllarda yaşıyoruz. Evlenebilme başarısını, mutlu anları paylaşmak ve beğeni almak, o an gerçekten ne hissettiğinizden daha önemli artık. “Bir evleneyim de gerisi kolay” zihniyeti, evlendikten sonraki yıllarda duvara çarpabiliyor.
Boşanmaların yüzde altmışı evliliğin ilk yıllarında yaşanıyor. Bu da bize bilinçsizliğin boyutlarını gösteriyor. Bir grup kişi de mutsuz evlilikleri ve ilişkileri çevresinde deneyimlediği için evlilikten bağlanmaktan korkabiliyor.
KAYNAK: MUTLU AİLELERİN 101 SIRRI KİTABI/ HÜRRİYET KİTAP
Hayatta öyle anlar oluyor ki sırtımızda tonlarca yük varmış gibi hissettiğimiz, yorgunluğun tüm bedenimizi ele geçirdiği, kafamızın içinde koşan tilkilere söz geçiremediğimiz, ağır pek ağır An lar. O anlar biriktiğinde ve devamlı tekrarladığında ise Her ana yerleşen öyle anlar, ağır AN'lar! Ağrılar, gerginlikler, uykusuzluklar, hastalıklar…
Peki, neden bu kadar yorgun ve ağır hissediyoruz, neden bizlere ulaşılmaz bir yermiş gibi geliyor ANda kalmak ? Aslında doğamız bu kadar ANa müsaitken ne bizleri geçmişin ya da geleceğin dikenli kucağına götürüyor?
Galiba bunun en temel nedeni; zihnimizin, ‘geçmişte olumsuz olaylar yaşadın gelecekte yeniden yaşama’ diye kurguladığı bir ton senaryo yani önlem alma çabaları veya geçmişte yaşadığımız olumsuz , acı ve üzücü ANlardan çıkamamak veya kendimizi hep stres hattında tutmak, işler yetişmiyor, yetişmeyecek, yetişmeli, çok acil butonunu bir türlü kapatamamak vb. duygular...
Aslında duygular doğası gereği şu ana odaklıdır. Hissettiğimiz duygu ne olursa olsun bedenimizdeki ömrü 90 sn kadar bir zamandır. Ancak geçmişe ait üzüntülü bir anının duygusunu ana getirmişsek ya da gelecekte olma ihtimali olan kaygılı bir an senoryamız varsa ve bu düşünceleri devamlı besliyorsak o zaman bedenimiz yoğun kaygı ve endişe hisseder.
AN yani ŞİMDİ hem geçmişin hem de geleceğin duygusunu taşımak için çok sıkışıktır. An aslında çok hafifken birden ağırlaşır, sıkışır. An bunların hepsini taşıyamaz. Yoğun stres oluşturur. Stres anında stresi kontrollü seviyeye çeken en temel şey kendimizi ana getirmek, başımızı biraz yukarı kaldırarak nefes almaktır. Ve sorabiliriz kendimize ‘Şu ANda nasılsın? Zihninden geçen senaryo gerçek mi yoksa geleceğe ait bir kurgunun içinde misin ya da geçmişte kalmış bir acıya mı ait?’ Eğer öyleyse ‘bırak gitsin’ ve ANa gel. O an üzüntü varsa hisset ancak onu senaryosal düşencelerle beslemeden geçmesine izin ver.
An için yaşamak ve anı yaşamak bazen karışır. AN'ı yaşamak bize huzuru hissettirken, AN için yaşamak umursamazlık ya da yok sayışı yaşatır, bu da o an sonuçlarını düşünmeden iyi hissettiren şeyler yapmaktır. Buna inanan insanlar duyguların kontrol edilmesi gereken şeyler olduğuna inanırlar.
An için yaşamak duyguları yok sayma davranışını alışkanlık haline getirebilir. ‘Anı yaşamak’ ise duygularımızı farkındalıkla deneyimlemek ve anı hafızamıza sağlıklı bir şekilde kaydetmemizi sağlar. Anı yaşamak, farkındalık ve enerji gerektirir.
Duygularımızı kontrol etmek, engellemek, değiştirmek ya da kaçınmak yerine duygularla uyumlu yaşamayı öğrenmek, ihtiyaçlarımızı fark edip ifade etmek, acılarımıza yakınlaşmak genellikle daha iyi sonuçlar getirir.
Evliliğin ilk yıllarında en çok vajinismus sorunu çifti zor durumda bırakabiliyor. İlerleyen süreçte ise cinsel istek azlığı, orgazm sorunları kadınların sıklıkla yaşadığı cinsel işlev bozukluklarından.
Vajinismus; vajina girişinde kontrol dışı kasılmalar, bacağı kapatma davranışı, kalçasını kaçırma gibi istenmeyen ve girişe izin vermeyen davranışlar nedeniyle cinsel birleşmenin gerçekleşmemesidir. Kadın, kasılmalar üzerinde hiçbir şekilde kontrol sağlayamadığını ve istese bile bacaklarını açamadığını düşünmektedir. Tamamen psikolojik bir sorundur.
Cinsellikle ilgili yanlış bilgiler, korkular ve abartılı düşünceler vajinismus sorunun kökeninde yatar. Vajinismusun nedenleri arasında;• Yanlış ve abartılı cinsel bilgiler,• Cinsel eğitimin yetersizliği,• Suçluluk, ayıp, günah duyguları,• Çocukluk ve genç kızlık döneminde yaşanan ruhsal ve bedensel cinsel travmalar, tacizler, baskıcı aile ortamı,• Cinsiyet ayrımcılık yapılarak yetiştirilme,• İlk geceyle ilgili bilgisiz ve bilinçsiz olmak,• Penisin girişi anında ‘acı çekme, aşırı kanama, vajinanın parçalanması’ korkuları ve gebe kalma korkuları yer almaktadır.
Vajinismusun tedavisinde ‘cinsel terapi’ bütünsel yaklaşan, etkinliği kanıtlanan bilimsel tek modeldir. Cinsel terapi seansları çiftle birlikte yapılır. Cinsellik, cinsel anatomi ve fizyoloji bilgisi, kontrolsüz kasılmaların nasıl olduğu, cinsel mitler, vajinismus tedavi teknikleri, ev uygulamaları, cinsel yaşamda duyuların ve iletişimin önemi, vajinismus sorunu yaşayan kadınların ve erkeklerin yanlış inançları, zihni olumluya programlamanın önemi gibi konular çalışılır. Terapi de bilişsel ve davranışçı teknikler kullanılır. Kadının tüm kaçınmaları ve korkularıyla ilgili çalışılır. Travma ya da benzeri yaşantı varsa travma teknikleri kullanılır. Aslında cinsel terapide kadın kendi gizli kalmış ya da bildiği ama çözemediği kaygılarla baş etmeyi öğrenerek, cinselliği ile tam olarak barışır. Tedavinin bütünsel yaklaşması da bu demektir.
Sağlıklı her erkek hayatının herhangi bir döneminde en az bir kez cinsel işlev ile ilgili sorun yaşıyor. Örneğin stresli bir dönemde ereksiyon olamayabilir. Bu durumu geneller ve çok takılırlarsa uzun dönem sıkıntı veren bir cinsel işlev bozukluğu sorununa dönüşebilir.Erkeklerde en çok görülen cinsel işlev bozukluğu erken boşalmadır. Boşalma kontrolünün kişide olmaması durumudur.
KAYNAK: MUTLU AİLELERİN 101 SIRRI KİTABI/ HÜRRİYET KİTAP
Evliliğin ilk yıllarında en çok vajinismus sorunu çifti zor durumda bırakabiliyor. İlerleyen süreçte ise cinsel istek azlığı, orgazm sorunları kadınların sıklıkla yaşadığı cinsel işlev bozukluklarından.
Vajinismus; vajina girişinde kontrol dışı kasılmalar, bacağı kapatma davranışı, kalçasını kaçırma gibi istenmeyen ve girişe izin vermeyen davranışlar nedeniyle cinsel birleşmenin gerçekleşmemesidir. Kadın, kasılmalar üzerinde hiçbir şekilde kontrol sağlayamadığını ve istese bile bacaklarını açamadığını düşünmektedir. Tamamen psikolojik bir sorundur.
Cinsellikle ilgili yanlış bilgiler, korkular ve abartılı düşünceler vajinismus sorunun kökeninde yatar. Vajinismusun nedenleri arasında;
• Yanlış ve abartılı cinsel bilgiler,
• Cinsel eğitimin yetersizliği,
• Suçluluk, ayıp, günah duyguları,
Uyuşturucu her türlü maddenin yasa dışı olduğu ülkemizde, kullanımın gitgide artması, ilk kullanım yaşının 11 yaşlara kadar inmesi pek çok soru ve sorunu beraberinde getirmektedir. Küçücük yaşta zehirlenen ve bağımlı hala gelen bedenlerin yaşadığı ruhsal, zihinsel ve fiziksel sorunlar, ailelerin madde bağımlılığı nedeniyle dağılması veya ağır sorunların yaşanması, maddi manevi kayıplar… Gerçekten çok acı.
Bağımlılığın en tehlikeli tarafı; kişinin, işini, gücünü, yapması gerekenleri, ailesine karşı sorumluklarını, tam olarak yerine getirmesini engelleyerek zamanla maddi manevi zarar vermesidir. Pek çok aile bu nedenle dağılmaktadır.
Bağımlı olduğunu kabul etmek, tedavinin ilk ve en önemli adımıdır. Aile terapisi için bize başvuran çiftlerde ilk seansta aldığımız öyküde eğer çiftlerden birinde madde kullanımına bağlı (alkol, hap, esrar vb.) bağımlılık varsa tedavi için yönlendiririz. Aile terapisi sürecine bağımlılık tedavisi bitinceye kadar başlayamayacağımızı anlatırız. Eğer bağımlı olan kişi bunu far keder ve tedaviye başlarsa, o aile için bu umut verici bir adım olur.
Bağımlılığın kabul edilmediği ya da evliliğine hiçbir etkisi olmadığını ve tedaviye başlayabileceğimize dair iknaya çalışın bireyler vardır. Bağımlılığın terapiye neden engel olacağını anlayamadıklarını söylerler. ‘Benim kimseye zararım yok, her gün evimde bir köşede içiyorum’ veya ‘Ben maddeyi almadığımda daha sinirli oluyorum’ vb. ifadeleri de duyarsınız.
Bağımlı olmayan eşin tedavi olması için ısrar cümleleri bile duyulmaz olur o an, yok sayılır.
Aile terapisi; ailenin yeniden yapılandırılması, davranışların düzenlenmesi, güvenin sağlamlaştırılmasıya da o ailede eksik olan değerin arttırılması amacı doğrultusunda çalışır. Taraflardan biri madde kullanımın bitmesini istiyorsa, bağımlı olan kabul etmiyorsa burada güvenin, saygının yeniden inşa edilmesinden bahsedilemez. Sevdiğiniz kişinin her gün kendisini zehirlemesini izlemek ve hiçbir şey yapamamak diğer aile üyeleri için çok zordur. Kızgınlık, çaresizlik, öfke gibi duygular hissettirir.
Bir ailede bir bağımlı varsa o ailede sağlıklı iletişim, sohbet ve zaman geçirmekten bahsedilemez. Çünkü madde; zihinsel ve bedensel sağlığa zarar verdiği için aile içinde güven, saygı ve sevgi alanları ciddi zarar görür. Madde sevdiklerine ayıracağınız zamandan, sağlıktan, neşeden, paradan çalar. Gitgide her şeyi sıfıra indirebilir. İşte bu yüzden eş diğer eşe ‘Yuvan mı yoksa madde mi?’ , ‘Biz mi o mu’ diye sorar. ‘Tabii ki yuvam ve siz daha değerlisiniz ve bunun için gerekiyorsa maddeyi bırakırım, ne yapmam gerekiyor?’ diye cevap veren çiftlerin ailelerini daha iyiye götürmek için bir şansları ve yolları vardır.
Madde tedavisini kabul eden ve tedavi olduktan sonra aile terapisine başladığımız çiftlerde yılların verdiği yıpranmışlık, yorgunlukla birlikte ailelerinin daha sağlıklı, mutlu ve huzurlu olacağına dair umut ve motivasyon aile terapisini olumlu sonuca götüren en önemli etkendir.
5 yaşındaki yeğenimle bir süre vakit geçirme şansı bulunca o yaş grubunun ne kadar özel bir dil yapısına ve saf bir kalbe sahip olduğunu yeniden farkettim.
İlk kez gördüğü bir objeyi gördüğünde onu tanımlarken kullandığı ifadeler biz yetişkinlerin ne kadar kalıplı düşündüğümüzü bir kez daha farkettirdi.
Arabada giderken pencereden, uçakların ve helikopterlerin yüksek gerilim hatlarının tellerine takılmaması için belli mesafelerle hattın tellerine yerleştirilen topları gördüğünde büyük bir şaşkınlık ve sevinçle ‘ Aaaaa havaya top kaçmış’ dediğinde ‘havaya top kaçmış, havaya top kaçmış’ ne demek ya diye biraz düşünmeme ve kalıplaşmış zihin yapımın ters köşe olmasına neden olan bir ifade oldu.
Ya da en sevdiği meyva olan çilek hepimizin yemesi için ortaya gelipte, herkesin yemek için uzandığını gördüğünde, bir çilek miktarına birde insan sayısına bakıp yumşacık bir sesle‘ İsterseniz siz yemeyebilirsiniz’ demesi, oyuncakçıların önünden geçerken gözlerime bakıp naifçe ve sakince ‘ İstersen bana oyuncak alabilirsin’ deyici alamayacağımı söylediğimde ‘Hı hı ‘ demesi bir kez daha çocuk dilinin ne kadar pozitif dil kalıplarına sahip olduğunu farkettirdi.
Ve yüzümdeki saf gülüşünde bu iletişimin bir parçası olduğunu… Saf bir dilin saf bir zihnin yanında çabuçak saflaşabilmek, … bunu ancak gerçekten saflığın ve pozitifin kuddeti yaptırabilir bir yetişkine!
Çocukluktan yetişkinliğe doğru giden süreçte zihnimiz kalıplarla düşünmeyi, egomuz daha kaba ve arsızca BEN demeyi öğreniyor. Tabiki yetiştiğimiz aile, çevre ve toplum bu sürecin oluşumunda çok etkili. Saf bir varlıktan, çocuktan bir bilim insanı, iyi bir meslek sahibi ve iyi bir İNSAN yetiştirebileceğimiz gibi, bir terörist , katil ve iyi bir mesleğe sahip olsa bile kötü bir insan da yetiştirebiliriz.
İnsanın içindeki iyi ve kötüyü, şeytan ve meleği ortaya çıkarmak nasıl yetiştirildiğine, verilen eğitime, sunulan fırsatlara ve tabiki doğumla getirdiklerine bağlı bence. İçimizdeki saf tarafı saklamak ve büyüdükçe bize çaktırmadan ve bazen zorla öğretilen formaların içine biraz bu saflıktan katmak neleri nasıl değişir acaba? Bu değişim bireye, topluma, dünya ya nasıl yansır ?
Kötü ve bencil olmanın çok moda olduğu, satışının yapıldığı günümüzde bizi gerçekten mutlu eden şeyler kötülükle kazandıklarımız mı yoksa paylaştıkça çoğalttıklarımız mı ? diye düşünecek olsak ve kalbimiz iyiliğe ve çocuk saflığına açacak olsak tüm ezberler bozulur mu dersiniz?
Aldatma, şiddet vb. gibi kişileri derinden yaralayan ve tamiri için çok özel çabalara ihtiyaç duyulan durumlar haricinde ayrı yatılmaması önerilir.Ayrıca ayrı uyumayı gerektiren sağlıkla ilgili durumlarda mecburen ayrı uyumak gerekebilir. Bu durumda bile mümkünse tedavinin en kısa sürede yapılması ilişkinin sağlığı için önemlidir.
Küsmek eğer süresi günleri, haftaları buluyorsa ilişkiye zarar veren yıkıcı bir alışkanlıktır. Çiftlerde bazen iki taraf birden bazen tek taraf küser. Bazen günlerce bazen haftalarca küs kalınır. Küslük konusu çoğu zaman basit konular olur. Küslük, “biz” alanına zarar verirken “ben” alanının işine yarar. Küsen kişi kendine küsmeyeceği için kendi alanında istediği şekilde yaşamaya devam eder.Küsmek ilişkiyi uzun süre askıya alan, karşıdaki kişiyi çaresiz bırakan bir durumdur. Küsmek çocuk davranışıdır, yetişkin davranışı değildir. Yetişkinler küsmez. Kavga ya da kırgınlar, kızgınlıklar durumunda “Biraz yalnız kalmaya ihtiyacım var, bir süre nefes almalıyım” diyebilirler, bir süre konuşamayabilir kendi kendilerine kalabilirler. Bu süre bazen saatler bazen de sadece bir kaç gün devam eder. Özür dilemek ve barışmak önemlidir ancak daha sonra mutlaka yaşanılan konuyu konuşmak gerekir. Sakinleşince yaşanılan olay hakkında konuşulmalı ve uzlaşmaya çalışılmalıdır. Bu geliştirici bir davranıştır.
KAYNAK: MUTLU AİLELERİN 101 SIRRI KİTABI/ HÜRRİYET KİTAP
Aldatma, şiddet vb. gibi kişileri derinden yaralayan ve tamiri için çok özel çabalara ihtiyaç duyulan durumlar haricinde ayrı yatılmaması önerilir.Ayrıca ayrı uyumayı gerektiren sağlıkla ilgili durumlarda mecburen ayrı uyumak gerekebilir. Bu durumda bile mümkünse tedavinin en kısa sürede yapılması ilişkinin sağlığı için önemlidir.
Küsmek eğer süresi günleri, haftaları buluyorsa ilişkiye zarar veren yıkıcı bir alışkanlıktır. Çiftlerde bazen iki taraf birden bazen tek taraf küser. Bazen günlerce bazen haftalarca küs kalınır. Küslük konusu çoğu zaman basit konular olur. Küslük, “biz” alanına zarar verirken “ben” alanının işine yarar. Küsen kişi kendine küsmeyeceği için kendi alanında istediği şekilde yaşamaya devam eder.Küsmek ilişkiyi uzun süre askıya alan, karşıdaki kişiyi çaresiz bırakan bir durumdur. Küsmek çocuk davranışıdır, yetişkin davranışı değildir. Yetişkinler küsmez. Kavga ya da kırgınlar, kızgınlıklar durumunda “Biraz yalnız kalmaya ihtiyacım var, bir süre nefes almalıyım” diyebilirler, bir süre konuşamayabilir kendi kendilerine kalabilirler. Bu süre bazen saatler bazen de sadece bir kaç gün devam eder. Özür dilemek ve barışmak önemlidir ancak daha sonra mutlaka yaşanılan konuyu konuşmak gerekir. Sakinleşince yaşanılan olay hakkında konuşulmalı ve uzlaşmaya çalışılmalıdır. Bu geliştirici bir davranıştır.
KAYNAK: MUTLU AİLELERİN 101 SIRRI KİTABI/ HÜRRİYET KİTAP
Türkiye’de ilk evlilik yaşı ortalaması kadınlarda 24 erkeklerde 27. Bu yaşlar kimlik gelişimin devam ettiği yıllar. Evlenmeden önce çoğunlukla pembe hayaller, abartılı beklentiler ile evliliğe adım atıldığını göz önünde bulundurduğumuzda, mutlu bir evliliğin temelleri için evlilik kararı alındığında sadece mutlu olmayı dileyebiliriz.
Aklımız erdiğinden beri çevremiz tarafından bir gün evleneceğimiz ve çocuk sahibi olacağımız öğretildi bize. Sanki evlenmek değişmez bir kanundur ama kimse bize evlilikle ve eş seçimiyle ilgili nelere dikkat etmemiz gerektiğini söylemez. Âşık olmak, sevmek yeterli midir evlenmek için? Yeterliyse neden çiftler boşanıyor?
• Eş adayınızla konuşabiliyor musunuz, sohbet edebiliyor musunuz, birbirinizi dinlemeyi biliyor musunuz? Mutlu evliliğin sırrı sohbet edebilen çiftlerdedir!
• Kendinizi onun yanında rahatça ifade edebiliyor musunuz? Birlikte gülebiliyor musunuz? Neşe bir ilişkide olmazsa olmazlardandır.
• Ortak zevklerinizin var mı? Birlikte zaman geçirmekten keyif alıyor musunuz? Bununla birlikte birbirinize yalnız kalmak içinde izin verebiliyor musunuz yoksa her yerde beraber mi zaman geçiriyorsunuz? Ortak yapılan etkinliklerden ne kadar önemliyse bireysel etkinliklerde bir o kadar önemlidir
• Kıskançlığı normal ve olması gereken bir duygu gibi görüp, nişanlınızın/sevgilinizin her davranışına, giyimine, görüştüğü insanlara karışıp, kısıtlıyor ve yasaklar koyuyor musunuz? Ya da o size bunları yapıyor mu? Kıskançlık normal sınırların dışındaysa emin olun ki ilişkinizi cehenneme çevirebilir.
• İlişkinizde şiddet içeren sözler, davranışlar var mı? Kısıtlayıcı, aşağılayıcı, saygının az olduğu ve şiddet içeren söz ve davranışların sıklıkla yaşandığı, flört evrelerine dikkat etmek gerekir.