Eski Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü Filiz Çağman, Edirne’de aramızdan ayrıldı ve ebedi istirahatgâhına tevdi edildi.
Önceki akşam iyi karikatürist Semih Poroy, Filiz Çağman’ı kaybettiğimizin haberini verdi. Ertesi sabah da eski Kültür Bakanı İstemihan Talay aradı.
Talay, bakanlığı döneminde Topkapı Sarayı Müzesi’ne Filiz Çağman’ı atadı, restorasyonu da başlatmasını sağladı.
Çağman, 2005 yılında emekli olmuş, görevi İlber Ortaylı’ya teslim etmişti.
Yaşamı boyunca çalışmalarıyla müzecilik dünyasına büyük hizmetlerde bulundu, kitaplarıyla da kalıcı bilgileri bize bıraktı.
Birçok ödül aldı.
Nazan Ölçer
‘Türk Edebiyatının Yaşlanmaz Şair Çocuğu’.
Çevrimiçi düzenlenecek sempozyumun paydaşları:
Türk Dil Kurumu
Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü
Urla Kaymakamlığı
Urla Belediyesi
Kaleme aldığı şiir, hikâye, roman, oyun ve deneme türündeki eserleriyle Türk edebiyatına ve sanatına önemli katkılar sunan ve
‘Dört El Brahms – Macar Dansları’ ilk albümleri.
Albüm kitapçığının başındaki bir Çingene şarkısının sözleri yer alıyor:
“Dinle, rüzgâr nasıl da dalların arasında kederli ve yumuşak ağıt yakıyor;
Tatlı yârim, ayrılmalıyız: İyi geceler.
Ah ne mutlu ki, kollarında dinlendim,
Ama ayrılık vakti yaklaşıyor, Tanrı seni korusun.
....
Gece karanlık, iğne kadar bir yıldız ışığı bile yok.
Kuvâyi Milliye
Nâzım Hikmet
Yapı Kredi Yayınları
Nâzım Hikmet’in ‘Kuvâyi Milliye’ kitabının ciltli baskısı yayımlandı.
Şiirin büyük ustasına ben, sadece yazdıklarıyla değil, diğer edebiyatçılara katkıları nedeniyle de saygı duyarım.
Edebiyat dünyasında eleştirilerin, dostlukların çizelgesi yapılmıştır.
Belleğimde kalan, Nâzım Hikmet’in bir yazıdan sonra Maçka’da Abdülhak Hâmid’in evine giderek, ona saygılarını sunmasıdır.
Bu yıl ödül Yan Lianke’nin 1997 tarihli romanı ‘Günler Aylar Yıllar’ın çevirmeni Erdem Kurtuldu’ya verildi. Roman, Jaguar Yayınları tarafından yayımlandı.
Erdem Kurtuldu kimdir?
1981 yılında İstanbul’da doğdu. 2006 yılında Ankara Üniversitesi DTFC’nin Sinoloji bölümünden mezun olduktan sonra, Çin hükümetinden kazandığı bursla Pekin Dil ve Kültür Üniversitesi’nde Çince eğitimine devam etti.
2012 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Mo Yan’dan ‘Kızıl Darı Tarlaları’, ‘İri Memeler ve Geniş Kalçalar’, ‘Yaşam ve Ölüm Yorgunu’, ‘Değişim’, Yan Lianke’den ‘Patlama Kayıtları’, Yu Hua’dan ‘Kanını Satan Adam’ı Türkçeye çevirdi.
Ödül seçici kurulu aşağıdaki adlardan oluşuyor:
Doğan Hızlan (Başkan)
Sevin Okyay
Ayşe Sarısayın
Hoca kendi hastalığıyla mücadele ettiği Amerika’da ülkesine dönmeye çalışırken pandemi kısıtlamaları nedeniyle çaresiz kalmıştı. Telefonda ülkesine dönme isteğini anlattılar. Hemen çare düşünmeye başladım, uyuyamadım.
Dün gece uçaktaki fotoğrafını görünce de tatlı bir rüyaya daldım.
Konuyu özetlemek isterim:
Bilim insanı İlhan Başgöz, hocalık yaptığı Indiana’da birçok hastalıktan mustaripti ve Türkiye’ye dönme arzusunu açıklamıştı.
Bir pazar günü aziz dostum Dr. Fahrettin Koca’yı telefonla aradım, durumu izah ettim.
İlgileneceğini söyledi. Bunca iş arasında, bir salgın döneminde bu olaya kendini adamasına teşekkür borçluyum.
Dr. Koca’yı yakından tanırsanız, abartısız kişiliği sizi etkiler. Ben Cumhurbaşkanı seçiminin ardından Ankara’ya kutlamaya giderken uçakta tanıştım, yanımdaki koltukta oturuyordu.
Bana Sirkeci’deki I. Abdülhamid külliyesiyle ilgili yazımdan söz etti, tarihi yarımadanın önemine değindi, az kişinin ilgileneceğini düşündüğüm bir konuda konuşuyordu.
O serginin de bir kataloğu yapıldı.
Kataloğun başında ‘Arkas Sanat Merkezi’ binası hakkında bilgi veriliyor.
Lucien Arkas, Önsöz’de hem fotoğraf hem Ara Güler üzerine düşüncelerini yansıtıyor:
“Yaratıcı fotoğrafçılığın uluslararası alanda ün kazanmış en önemli temsilcilerinden biri olarak kabul edilen Ara Güler genç yaşlarından itibaren, tüm hayatını fotoğraf makinesi kadrajından izlemiş, bizlere de gördüklerini tüm içtenliği ile aktarabilmiş büyük bir sanatçı.
Bugüne kadar 21 sergiye ev sahipliği yapmış olan Arkas Sanat Merkezi’nde, Ara Güler’in fotoğraflarını farklı yaş gruplarından birçok ziyaretçi ile buluşturabilmekten büyük mutluluk duyuyordum.
Ara Güler’in kendisinin de her zaman dediği gibi, ‘İnsanlar bakarak görerek, yaşayarak bir şeyler öğreniyor değil mi?
Ben de baktım, gördüm, yaşadım, öğrendim işte. Bir de çektim... Haydi merhaba!’...”
Doktorların her isteğinin karşılanması gereken bir dönemde bu talebi hemen yerine getirdim. Eğer bu yolla faydam olursa ben de artık kendimi doktor yardımcısı olarak göreceğim.
Bence doktor artık reçetelerine bu listeyi de eklemeli. Böylece ben de doktor onaylı liste yayınlarım.
Üç bestecinin de adını veriyor.
Beethoven, Mahler, Chopin.
Elbet bunları dinleyerek hem maddi hem de manevi sıkıntımızı gideririz.
Hiç kuşkusuz bunlara ekleyeceğim adlar da var.
Beethoven’dan başlayalım, senfoniler çok bilindik, çok icra edilen eserleri olduğu için tavsiye listesine yazmadım.
Şu anda piyano sonatları büyük rahatlıktır.
MEHMET AKİF ERSOY İÇİN YENİ KİTAPLAR
Mehmet Akif Ersoy’un yazdığı İstiklal Marşı’nın ulusal marş olarak kabulünün 100’üncü yılı. Yayınevleri, üniversiteler, bu marş ekseninde onun eserlerini, düşüncesini inceleyen toplantılar, sempozyumlar düzenlemeli. Hiç kuşkusuz marşın bestecisi Zeki Üngör’le orkestrasyonunu yapan Edgar Manas da unutulmamalı. Meclis’te şiiri okuyan Hamdullah Suphi Tanrıöver’in de gündeme getirilmesini öneriyorum. Okuma listenizde Beşir Ayvazoğlu’nun Mehmet Akif üzerine yazdığı ‘1924 Bir Fotoğrafın Uzun Hikâyesi’ isimli kitabı mutlaka bulunmalı.
YENİ YILDA İYİ ÇEVİRİLER
İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından düzenlenen Talât Halman Çeviri Ödülü’nün değerlendirmelerinde dört çevirmen finale kaldı. Böylece kısa liste belirlenmiş oldu. Bu liste içinden kazanan kitap bu ay belli olacak:
- Yan Lianke, ‘Günler Aylar Yıllar’, çevirmen: Erdem Kurtuldu
“Günler gelip geçmektedir
Kuşlar gibi uçmaktadır
Ehli-i fesadın yeri nar
Ehl-i salâh uçmaktadır”.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ı çağrıştırır Aziz Mahmut Hüdai.
Aylardır sokağa çıkmayınca, evde yaşamanın bütün sınırlarını zorladım, sırlarını öğrendik/öğrendim.
Şair Nedim “Tahammül mülkünü yıktın” demişti. Çoğumuz evde kalarak tahammül mülkünün sağlamlığını, yıkılmazlığını gördük.
Dışarıya, işyerimize gidince, günün telaşına, ritmine kapılıyorduk, dost sohbetlerine dalıyorduk.
Ancak sergi için hazırlanan katalog, ressam hakkında bir referans kitap olma özelliğini taşıyor.
İstanbul’da başlayıp Fransa’da sonlanan bir hayatın bütün trajedisi, yaratma sürecindeki ıstırapları, dostları tarafından yazılan mektuplar, belleğimizde silinmeyen izler bırakıyor.
Bir mektubunda ne yazmıştı:
“Acılar sayısız derecededir”.
Devletin, dışişleri bakanlarının sanata ilgi ve saygı göstermelerini her zaman destekledim.
Fikret Muallâ, 1967’de Fransa’da öldü ve gömüldü.
1974 yılında Cumhurbaşkanı
Cumartesi gece yarısında Umut Özkan imzalı bir e-mail aldım. Türk halk edebiyatının uluslararası önemdeki bilim insanı İlhan Başgöz’ün Amerika’da, Indiana’da hasta olduğunu bildiriyordu. Daha sonra da hocanın yanında olan Balım Yetkin’le telefon görüşmesi yaptım. Başgöz’ün Türkiye’ye dönmek, yurdunda iyileşmek isteğini söylemişti. Indiana Üniversitesi Ural-Altay Dilleri ve Folklor Enstitüsü’nde profesör ve Türkçe programının direktörlüğünü uzun süre yürüten ve oradan emekli olan Başgöz’ün son dönemde yaşadıklarını ve bana yazma sebebini şöyle açıklıyordu edebiyat öğretmeni Umut Özkan:
‘İLHAN HOCA ADINA YAZIYORUM’
‘Bu duyuruyu İlhan Hoca adına yazıyorum. İlhan Hoca hepimizin bildiği gibi yüz yaşına merdiven dayamış durumda. Yıllardır kanser tedavisi görüyor. Buradan sizlere doğrudan seslenme olanağı maalesef yok. Son iki yıldır sağlık durumu giderek ağırlaşıyor ve ağustos ayında yatağından kalkmaya çalışırken düşmesi sonucunda kaburgaları kırıldı. O tarihten beri yatağından kalkamıyor ve tedavisi salgın nedeniyle evinde yürütülmeye çalışılıyor. Sık sık hastaneye gitmesi gerektiği için mevcut koşullarda türlü zorluklarla karşılaşıyor. Bir yılı aşkın zamandır ısrarla Türkiye’ye dönmek istemesine rağmen küresel salgın ve sağlık durumu nedeniyle olağan yollardan bunu gerçekleştirmesi mümkün olamadı.’
DİLERİM EN KISA SÜREDE GELİR
Birkaç dize daha okuyalım:
“İnsanların türküleri kendilerinden güzel,
kendilerinden umutlu,
kendilerinden kederli,
daha uzun ömürlü kendilerinden.
Sevdim insanlardan çok türkülerini.
İnsansız yaşayabildim
türküsüz hiçbir zaman.
AYFER TUNÇ - OSMAN
Mirasyedilerin umutları, hayalleri, gerçeklerle karşılaştıklarında davranışları. Dışardan görünenle içerde yaşananların trajik dünyaları. Cilanın döküldüğü o anların başarılı tasviri...
JOHN LE CARRÉ - SOĞUKTAN GELEN CASUS
Kısa süre önce kaybettiğimiz yazarın en çok beğenilen, en çok okunan kitabı. Yılın listesine bu yüzden girdi. Soğuk Savaş’ın soluk soluğa günlerinde casusların mücadelesi. Bu alanın kitaplarını inceleyenlerin yargısı şu: “Tüm zamanların en iyisi.”
AYDIN BÜKE - BEETHOVEN
İstiklal Caddesi’ndeki Meşher’de sergilenen eserler, MÖ 6. bin yıldan 20. yüzyıla uzanan bir zaman dilimini kapsıyor.
Sergi için hazırlanan ‘Maziyi Korumak’ başlıklı kataloğun ilk sayfasında, Boğaz’daki müzenin fotoğrafı yer alıyor.
Ömer M. Koç, kataloğun Önsöz’ünde müzenin özelliğini, içindeki eserleri anlatıyor:
“Sadberk Hanım Müzesi’nin 14 Ekim 1980’de kurulduğu günden itibaren büyük bir heyecanla üstlenmiş olduğu ana hedefi, kültürel mirasımızın birer parçası olan eserlerin muhafaza edilmesi ve gelecek kuşaklara aktarılmasıdır.
Müzemizin Arkeoloji Bölümü’nden seçilen eserler Anadolu uygarlıklarını kesintisiz bir kronolojiyle ve çarpıcı örneklerle ziyaretçiye gösteriyor.”
Katalogda, Sadberk Koç’un bir fotoğrafı var.
Giriş’i ‘Bir Zaman Yolculuğu’ başlığıyla Hülya Bilgi yazmış. Sonraki sayfalarda açılışlardan, müze ziyaretlerinden fotoğrafları görebiliyoruz.
Sadberk Hanım Müzesi Müdürü, serginin küratörlüğünü yapan
Elbette benim için birinci armağan kitaplardan seçilmeli. Seçerken ödül kazanan kitapların listesini gözden geçirin. Bir yılın öne çıkan kitaplarını okursanız, Türk ve dünya edebiyatının seyrini öğrenmiş olursunuz.
Yıllar önce, kitap dergilerinin olmadığı dönemlerde, yeni yayınları izleme olanağı yoktu. Ayrıca bugünkü gibi büyük kitabevleri de yoktu, seçimde hepimiz zorlanırdık. Şimdi büyük kitapçılarda konu sınıflaması yapıldığı için çocuğunuzla birlikte gidebilirsiniz.
Aslında birçok tanıdığım, uzun tatil günlerinde ve evde geçirecekleri geniş zamanlarda kendilerini yormayacak, dikkat yoğunluğu istemeyen kitap adları vermemi istiyorlar.
Okur profili değişti, şimdi yerli ve yabancı polisiye kitaplara ilgi çoğaldı. Düzenlediğim istek listelerinde ağırlık bu tür kitaplarda.
Eski yıllarda hafif aşk romanları revaçtaydı. Beyaz diziler, Barbara Cartland romanları şaşırtıcı sayıda baskı yapardı. O roman anlayışındaki Türk yazarlarının kitapları da çok satıldı. Aşk romanları sinemaya da aktarıldı.
Kısa bir süre önce eski dönemin ünlü yazarlarının yeni baskıları yapıldı ama okurun ilgisini çekmedi.
Onların yerini yeniden yayın dünyasına sunulan, Türk edebiyatının kurucu yazarlarının kitapları ilgi gördü. Çoğu bugünün Türkçesine aktarıldı.
Telifleri düşen birçok yazarın kitapları farklı yayınevleri tarafından değişik baskılarla okura ulaştırıldı. Bu adların başında
İÜ OMAR Müdürü bu alanda yoğun çalışmalarıyla dikkati çekiyor.
Yeni çalışma ‘Serhanende Nurettin Çelik ve OMAR Türk Müziği İcra Heyeti tarafından Suzidil Faslı’.
Fasıl müziğini çok severim, Aras plaklarının tamamını edinmiştim, diğer fasıl kayıtlarını da topladım.
Radyolu günlerde saat 17.30’da İstanbul Radyosu’nda fasıl saatiydi. Fasıl seven bir başka dostum da
Türk edebiyatının önemli yazarlarını mutlaka okumak gerekir. Onlar edebiyatın öncü takımındandır. ‘Tarık Buğra Kitabı’ onu bütün yönleriyle tanımanızı sağlayacak bir çalışma. Böyle kitapları benim tercih etme gerekçem; birçok yazarın, eleştirmenin onun çeşitli türlerdeki yapıtlarını değerlendirmesidir.
Onu okumaya başladığınızda hem daha yakından, derinlemesine tanırsınız hem de Türk edebiyat tarihindeki yerini tespit etmiş olursunuz.
Asım Öz’ün hazırladığı kitabın altbaşlığı: ‘Hatırlayıp Yeniden Bulmak’.
Ömer Arısoy, ‘Kıymetli Okurlar’ başlıklı yazısında, yazarın doğumunun 100’üncü yılı olan 2018’de düzenlenen sempozyumun kitap haline getirildiğini belirtiyor.
Asım Öz, ‘Bu Kitap Hakkında’ yazısında Tarık Buğra’nın (1918–1994) etkili dönemini özetliyor: “Asıl şöhretine 1960’lardan itibaren yayımladığı, Osmanlı’dan Cumhuriyet devrine Türk tarihinin ve toplumunun önemli aşamalarıyla kırılma süreçlerini mesele edinen, bireysel dramlar içinde toplumsal dramları anlatan romanlarıyla kavuşur.
Tarık Buğra, özellikle 1950 sonrası kültür, sanat ve matbuat dünyamızda kalıcı izler bırakmış isimlerdendir. Hikâyelerinden edebiyat zevkine, sanat yorumlarından eleştirmenliğe, tiyatro oyunlarından romanlarına kadar uzanan büyük bir yazar.”
Tarık Buğra Kitabı
“2013 yazıydı, gezi arkadaşımız Aygül Karagöz telefon etti ve Kuzguncuk’taki evine akşam yemeğine davet etti. Yeni komşusu İngiliz gazeteci okurumdu ve benimle tanışmak istiyordu. Eşim Nur’la birlikte gittiğimiz yemekte, serbest gazeteci Tim Cornwell ile karısı, Amerikalı romancı Alice Greenway’i hemen benimsedik. Birikimli ve kibardılar, İstanbul ve Kuzguncuk dostuydular. Tim, ‘Bizans Sultanı’ romanımın İngilizcesini okumuştu, uzmanlık alanı sanat ve tarihti. Adını gözde dergim Cornucopia’daki yazılarından anımsadım.
Ertesi hafta onları Çengelköy’deki bir balıkçı restoranında ağırladık. Tim ile Alice, Edinburgh’da yaşıyorlardı ve Samuel Beckett’in yayıncısı John Calder’ın komşusuydular, bana efsanevi Calder’dan imzalı bir kitap getirmelerinden de etkilenmiştim. Tim yemek boyunca İstanbul’da bazı mekânlar ve camilerle ilgili sorular sordu, sanırım oraları birlikte gezmemiz için nabız yokluyordu. O yaz sıcağında içimden gelmedi, yol göstermekle yetindim.
1985’te Adam Sisman’ın ‘John le Carre-The Biography’ adlı yaşamöyküsü kitabını hemen getirttim, usta yazarın tüm kitaplarını da çıkar çıkmaz alır okurdum. Kitabın fotoğraflar kısmında bir aile portresi dikkatimi çekti, ailenin üçüncü ve en küçük bireyi Tim, John le Carre’nin kucağında, merakla kameraya odaklanmıştı. Birden aklıma geldi, John le Carre’nin gerçek adı David Cornwell’di. Aygül Hanım’ı arayıp sordum, hayır o da Tim’in babasının John le Carre olduğunu bilmiyordu. ‘Hatta baban ne iş yapıyor diye sordum’ demişti. Yazar diye kestirip atınca, ne tip kitaplar yazdığını sormuş, ‘John le Carre tipi’ yanıtını alınca gülerek susmuştu.
Tim Cornwell’e bir e-posta attığımı, beş yıldır bir yanıt alamadığımı anımsıyorum.”
John le Carre, benim severek okuduğum bir yazardı, romanlarından çekilen filmleri de seyrettim.
Bizde böyle şöhretli casuslar var mıydı?
Evet, adı Ahmet Esat Tomruk.
Hem müzede hem çevrimiçi yoluyla satışlar yapılabiliyor.
Her çarşamba, tasarımcılar yarattıkları konusunda konuşuyorlar.
16 Aralık saat 16.00’da Aral Ağış, “Tasarımın Geleceği: Pandemi ve Sonrası”, mağaza yöneticisi ve tasarımcı Bilge Ökten’in moderatörlüğünde gerçekleşecek.
23 Aralık saat 16.00’da moda tasarımcısı Hatice Gökçe ve Birleşmiş Milletler Kadın Birimi’nden Gönül Sulargil’in ‘Kadın İstihdamının Desteklenmesinde Tasarımcıların Rolü’ konuşması SSM’nin YouTube kanalından canlı izlenebilecek.
Tasarımlar 10.00–17.00 arasında müze giriş bölümünde görülebilir.
Kalıcı armağanları çok severim, özellikle müzelerin eserlerini sergiledikleri sanatçının yapıtlarından üretilen armağan malzemesine yabancı ülkelerdeki müzeleri ziyaret ettiğimde imrenirdim.
Ayrıca SSM’de Osmanlı hat ekolünün ustası Şeyh Hamdullah ölümünün 500’üncü yılında özel sergiyle anılıyor.
Sergi, 15. yüzyılın ikinci yarısı ve 16. yüzyılın ilk yarısında üretilmiş nadir elyazması, kitaplar, Kuran-ı Kerim nüshaları, kıtalar ve albümlerden oluşuyor.
Hasan Ferit Alnar üzerine
Pazar günü ‘Neden yapamıyoruz?’ başlıklı yazım üzerine sevgili arkadaşım Ertuğ Karakullukçu bana önemli bir metin gönderdi.
Kaynak Gültekin’in Hasan Ferit Alnar’la yaptığı bir konuşma.
TRT’de 1975’te ölümünden 3 yıl önce yayınlanan programın adı ‘Sanatçının Dünyası’ idi. 69 yıllık yaşamını 32 dakikada özetlemişti.
Bu röportaj tam kırk yıl arşivlerde kaldıktan sonra, iyi müzisyen, iyi kanun sanatçısı Tahir Aydoğdu’nun eline geçti, artık YouTube’da izlenebiliyor.
Burada yaşamından önemli notlar yer alıyor.
Alnar, iyi bir kanuni olarak Darüttalimi Musiki’den geldi.
Ben kanun konçertosunu da çok severim, iki kanun sanatçısı, Ruhi Ayangil ve Tahir Aydoğdu’dan dinledim.
Alnar, Darüttalimi Musiki’den geldiği için bu besteyi yapabilmişti.
Anımsatalım, Türk Beşleri’nin bestelerinde bizim geleneksel müziğimizin, halk müziğimizin de izleri vardır.
Bugün CD satan bir mağazaya girseniz, bu konçertoyu da, çello konçertosunu da bulamazsınız.
Viyana Senfoni Orkestrası’nın kemancısı beğenmeyince son bölümünü tekrar yazmış.
Batı müziğini bilen bir besteci kanun konçertosu için kimden esinlenmiş biliyor musunuz?
Konya’da Mevlânâ’yı ziyaret ettikten sonra konçerto için gereken ilham geldi diyor.
Ben Doğu ile Batı’nın kesişmesinden doğacak bir kültürün özgünlüğü konusuna sık sık değinirim. Konçertonun ilhamı konusundaki bilgi sanırım bu düşüncemi destekleyen örneklerden biri.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Cumhurbaşkanı’na bağlı Senfoni Orkestrası ile Türk Müziği Topluluğu’na bizim önemli bestecilerimizin eserlerini kaydettirebilir. Bu kayıtlar gerek Cumhurbaşkanı’nın gerek hükümet ve devlet adamlarının yurtdışına gittiklerinde verilecek armağanlar arasında olabilir.
*
MÜZİĞİ seven, önemini bilen Melih Cevdet Anday’ın kanun konçertosu için yazdığı bir yazının başlığı: ‘Çok güzel bir yapıt’.
Yazıdan bir bölüm:
“Geçen salı günü öğleyin TRT 3’te Hasan Ferit Alnar’ın Kanun Konçertosu’nu dinledim ilgi ile ve birçok bakımdan ilginç buldum.
Bir müzik yapıtı nasıl dinlenir? Özellikle çoksesli müzik için bunu öğrenmek gerekir. İlk yapılacak olan, işi sadece kulağa bırakmamaktır; başka bir deyişle, ezgi ile melodi ile yetinmemektir. Çoksesli müzik akılla dinlenen bir müziktir; akıl, müziksel yapıtın yapısını anlamaya yönelik olmalıdır. Melodi, müziğin yüzeysel görünüşüdür; asıl önem verilmesi gereken armoni için ise ‘melodinin giysisi’ deyimi kullanılır.
Hasan Ferit Alnar’ın yapıtında orkestra ile kanunun uyumu çok başarılı idi.
Bir besteci, yaratırken her türlü melodiden yararlanabilir.
Benim, yeni çoksesli müziğimizde tanıdık eski ezgilerle karşılaşmaktan pek hoşlanmadığımı bilen eşim, ‘Batılı bestecilerin hangi eski ezgileri kullandıklarını biliyor muyuz?’ diye sordu.
Haklıydı.
Teksesli müziği yazgımız sayanlar yanılıyorlar. Hasan Ferit Alnar bunun tanıtıdır.”
*
UMARIM Hasan Ferit Alnar’ın bestelerini dinlersiniz
ARŞİVLER NASIL YOK OLUYOR
Neyzen Halil Can ile bir konuşma, bizim arşiv konusundaki duyarsızlığımızı ortaya koyuyor.
Can diyor ki:
“Türk musikisinin 18 önemli koleksiyonu tarumar edildi.”
Örneklerini veriyor, nasıl bunların satıldığını belgeliyor. Elde kalanların korunması için ne yapılması gerektiğini belirtiyor.
İSTANBUL MÜZİK MÜZESİ KURULUYOR
Yıllardır gerçekleşemeyen müzik müzesine sanırım kavuşacağız.
Gülhane Parkı içinde bir birim kurulmuş.
İstanbul Müzik Müzesi Müdürlüğü’ne de Halil Arça getirilmiş.
Bu eksikliğimizin bir an önce giderilmesi gerekir.
Haber Yorumlarını Göster
Haber Yorumlarını Gizle