Türkiye’nin tamamı tedbirlerin biraz olsun gevşetilmesini bekliyor.
Gerçekten de hepimiz için zor bir sınav oldu.
Ve anlaşılıyor ki, birkaç yıl daha pandemiyle yaşayacağız.
Ama ortada bir fatura varsa herkesin birlikte ve eşit ödemesi gerekiyor.
Bilim Kurulu’nu, devlet bürokrasisinin ihtiyatlı olmasını anlıyorum.
Ellerinde verilerle hareket ediyorlar, riski minimize etmek istiyorlar, sistemin sağlıklı çalışması için her türlü alternatifi düşünüyorlar.
Gazetecilikte muhabirlikten yöneticiliğe geçtiğim yıllarda ekonomi sayfaları bana emanetti.
O günlerde sağlık editörü görevinden ayrılınca o sayfalar da bana kaldı.
Geçici olarak bakılan süre, kalıcı hale geldi ve yıllarca sağlık haberlerini de yönetmek zorunda kaldım.
Bu sayede, o kadar çok doktor arkadaşım, dostum oldu ki...
Onlarla sohbet ettikçe tıbba, yeni gelişmelere hep ilgi duydum.
“Yüz gram doktorluğum” da oradan geliyor.
Dönüşte yaşadığı bazı olayları benimle paylaştı.
Aslında yurtdışına çıkan birçok kişi de benzer örneklerle beni aramışlardı.
Yücel Okutur’dan başından geçen olayları yazmasını istedim.
Özet halinde aktarıyorum...
“ABD’nin Florida Bölgesi’ne gittim. Amerika, 26 Ocak itibariyle ülkeye girişlerde, 90 gün içerisinde Kovid-19 testi pozitif çıkıp, tedavisi biten ziyaretçileri, sonuçları ve tarihini gösterir belgenin sunulması halinde ülkeye girişlerde yeni bir PCR testi yaptırılmasına gerek kalmaksızın kabul ediyor. Ülkemize dönüşte Sağlık Bakanlığımızın son 3 günde yapılmış negatif sonuç içeren PCR testi istemesi bizi çok zor durumda bıraktı. Sadece bizi değil, ülkemize gelecek turist ve ziyaretçileri düşünerek karşılaştığımız zorlukları paylaşarak bu uyarıyı yapma gereğini hissettim. Öncelikle 90 günde Kovid-19 geçirip, tedavi olmuş biri olarak, kendi ülkeme girerken daha az zahmetli ve ucuz olan antijen testinin bile kabul edilmeyip PCR istenmesi yüzünden; hem zaman kaybı, hem de ekstra masraf yapmak zorunda kaldık. Örneğin bulunduğumuz eyalette ücretsiz PCR testi yapılmasına rağmen, sonuçların 5-7 günde verilebilmesi nedeniyle fiyatları 150-279 dolar arasında değişen ve hızlı PCR sonucu veren yerleri bulmak zorunda kaldık. Pazar günü her yerin kapalı olması sebebiyle testi yaptırabileceğimiz iki günümüz vardı. Uçuşumuzun 10 Şubat’ta olduğu düşünüldüğünde 7’si pazar olduğu için 8 veya 9 haricinde alternatifimiz yoktu. 8 Şubat’ta randevuların tamamı dolu olduğu için test 9 Şubat’a kaldı. Kişibaşı 150 dolardan testleri yaptırdık. Daha 16 Aralık’ta ailece tedavimiz bittiği halde benim test sonucum pozitif ve diğer aile bireylerinin negatif gelmesi bizi çok şaşırttı. Hiçbir belirti vermediğim için eşim testin tekrarlanmasını istedi. Sağlık kuruluşu bir 150 dolar daha ödememiz halinde kabul etti, ancak randevuların dolu olduğunu söyledi. Ertesi gün uçağımız olduğunu da söylememiz işe yaramadı. Sonunda 16.30’da bir randevunun iptal olma ihtimaliyle saatlerce bekleyip testi yaptırdık ve negatif çıkmasıyla yurdumuza dönebildik. Test sonucunu kabul etmiş ve tekrarlamamış olsaydık, 14 gün de ABD’de karantinada kalacaktık. PCR testlerinin çok güvenilir olmadığını bir kez de kendimiz test etmiş olduk. Ülkemize gelecek turistler, son 90 günde koronavirüs geçirip tedavi olmuşlarsa PCR testi yerine hızlı test ya da antigen testi ya da belki de hiçbir şey istemeden ülkemize giriş yapabilmeleri tekrar değerlendirilmeye sunulabilir. Ülkemizde satılan paket tur fiyatlarını düşündüğünüzde, 4 kişilik bir ailenin PCR testi için yapacağı masraf ve 3 gün sınırlaması ile yasayacağı telaş caydırıcı olacaktır. Daha kolay seyahat edecekleri destinasyonları tercih edecektir. Sık seyahat eden iş insanlarının 3 gün için iş gezisine gitmiş kişiler için de test laboratuvarlarına gitmek, virüsün daha yoğun olabileceği bu alanlarda daha büyük risk oluşturacaktır.”
Bu konuda benzer yorumlar çok geldiği için Yücel Okutur’un bu mesajını önemli görüyorum.
“Ben Binbaşı Faik Bey” kitabını büyük bir keyifle okudum.
Bir dönemi en iyi özetleyen eserlerden biri, okumanızı tavsiye ederim.
Erdal Kabatepe şöyle diyordu:
“Esas amacım, Şehit Binbaşı Ali Faik Bey’in alay komutanlığı yaptığı 1. Balkan Savaşı ve tabur komutanlığı yaptığı Çanakkale Savaşı sırasında tuttuğu günlükleri gün ışığına çıkarmaktı. Büyük Atatürk ‘Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa, değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak bir hâl alır’ demiş. Amacım tarih yazmak değildi. Bu kitabı yazarken incelediğim nice tarih yazan eserlerin gerçeklerden ne kadar kopmuş, sapmış, uzaklaşmış olduğunu gördüm. Ben sadece ve sadece gerçekleri dillendirmeye çalıştım. Bu yapıttan yararlanacak tarihçiler yanıltılmadıklarından emin olabilirler.”
Kabatepe, Gelibolu’da hem kitabını imzaladı, hem de bir sergi açtı.
Şimdi de bir ricası var.
23 Şubat tablosu şöyleydi...
“Son 24 saatte 123 bin 734 Kovid-19 testi yapıldı, 9 bin 107 kişi pozitif, 75 kişi hayatını kaybetti. Ağır hasta bin 185 oldu, 5 bin 546 kişinin Kovid-19 tedavisi, karantinasının sona ermesiyle iyileşen sayısı 2 milyon 534 bin 996’ya yükseldi.”
Bir ara 5 - 6 binlere kadar gerileyen pozitif sayısı yine 9 binlerin üzerine çıktı.
Bütün uyarılara, tedbirlere, önlemlere rağmen böyle...
Şimdi Bilim Kurulu diyecek ki...
“Restoranları, lokantaları, kafeleri açamazsınız. Bunları açmanız için binli rakamlara düşmesi gerekir...”
Erdoğan’ın İzmir’e olan ilgisini biliyorum.
Kentle ilgili gelişmelerden zaman zaman bilgi aldığını, projeleri takip ettiğini de çok iyi biliyorum.
Örneğin Körfez Geçiş Projesi onlardan biri…
İzmir milletvekili, eski Başbakan Binali Yıldırım’ın özellikle üzerinde durduğu projelerin başında geliyordu.
O günlerde bu yatırıma destek verdim, aynı görüşümü koruyorum.
İzmir giderek büyüyor ve alternatif yolları şimdiden düşünmek zorundayız.
25-27 Şubat 2021 tarihlerinde ttidigital.izfas.com.tr adresinde düzenlenecek olan fuarı takip etmenizi tavsiye ediyorum.
Hürriyet olarak ilk günden bu yana bu fuara hep destek verdik.
Türkiye’nin ve İzmir’in geleceğinde turizmin önemli bir yer tuttuğuna hep inandım.
O yüzden Travel günlerini hep önemsedim.
Geçen yılın açılış konuşmalarından birini de ben yapmıştım.
Bu sektörün ilk sanal fuarı olacak.
Yarattıkları markalarla katma değer yarattılar. Çoğunu takip ediyorum ve çok da başarılı buluyorum.
Pandemi süreci aslında bazı gerçeklerin yeniden masaya gelmesini sağladı. Tarımsal yatırımlarını yapmayan hiçbir ülkenin güçlü olması mümkün değil.
İyi ki yerel girişimler, iyi fikirler var da tarım gündemden düşmüyor.
Bugün size çok başarılı bulduğum bir girişimden bahsedeceğim.
Döngü Kooperatifi...
Farklı mesleklerden 9 kadının girişimiyle, bir AR-GE Kooperatifi olarak 20 Aralık 2018 tarihinde İzmir’de kuruldu. Aralarına sonradan bir kişi daha katıldı, 10 oldular.
Birincisi Antalya’da doktor Kaan Bozkurt, tartıştığı eşi diyetisyen Gamze Kaçar Bozkurt’u tabancayla vurarak öldürdükten sonra aynı silahla intihar etti.
İkincisi de Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde asistan doktor olarak görev yapan Mustafa Yalçın ardında mobbing gördüğüne dair bir mektup bırakarak yaşamına son verdi.
Bu arada kadın cinayetleri de devam ediyor.
Bitmeyeceğini de çok iyi biliyoruz.
Dünyanın her yerinde benzer olaylar elbette oluyor.
Gönül ister ki; ayrılıklar bu kadar acı olmasın.
Pandemi süreci bazı alışkanlıkları değiştiriyor. Örneğin eylül, ekimde terk edilen yazlıklarda bu yıl kalınmaya devam edildi.
Birçok kişi Çeşme’deki, Bodrum’daki, Marmaris’teki, Kuşadası’ndaki evlerinden geri dönmediler.
Aslında son rakamlar da bunu doğruluyor.
Türkiye genelinde gayrimenkul yani konut, iş yeri, arsa, tarla başına beyan edilen ortalama tapu değerinin en yüksek olduğu il 413 bin lirayla İstanbul olmuş.
Şaşırtıcı değil.
Bin kişiye sorsanız cevapları İstanbul olurdu.
Doğan Cüceloğlu hayatımıza dokunan insanlardan biriydi.
Arada yazarım.
Bazı insanlar iz, bazıları da is bırakır.
Cüceloğlu iz bırakanlardandı.
Olayları, yaşadıklarımızı, yaşayabileceklerimizi örnekleriyle anlatır ve farkındalık yaratmaya çalışırdı.
Birçok kitabını okudum, defalarca kendisini dinledim ve kendime göre notlar çıkardım hep...
“İzmir için çok güzel projeler hazırlıyoruz. Ama kimin fikri varsa dinlemeye hazırız...”
Gerçekten de İzmir’i kucaklayan, kent kimliğini öne çıkaran birçok konu gündeme geldi.
Bazıları konuşulurken tanıklık ettim, gazeteci olarak bunların bir kısmı haberlerimize, yazılarımıza yansıdı.
Benim de üzerinde çalıştığım bir konu vardı.
İzmir’e bir Kent Müzesi kazandırmak...
İzmir’deki son deprem de böyle bir etki yarattı.
Çok güzel insanlar öldü, yuvalar yıkıldı, hayaller paramparça oldu.
O günleri hatırlayın.
Bütün Türkiye İzmir’deydi.
Devlet, yerel yönetimler, sivil toplum örgütleri elbirliğiyle bu enkazı kaldırdılar.
Çocukluk arkadaşım Tevfik Sakıpağa, yüksek lisans için Amerika’ya gittiğinde Cris’le tanıştı.
Tabii, bizler de o günden itibaren arkadaş olduk.
Tevfik, Türkiye’ye döndü, ama aklı Brezilyalı Cris’te kaldı.
Biz de hep ona takıldık, “Brezilyalı bir gelinimiz olsun” diye...
Cris’i ikna etmek zor olsa da sonunda oldu.
Çeşme gibi, Bodrum gibi, Marmaris gibi, Alanya gibi, Kuşadası gibi, Fethiye gibi yerleri bu bütçelerle yönetmek gerçekten zor.
Turizmin kalbi olan bu yerlerin yaz nüfusları bazen 1 milyonu geçiyor.
Bodrum’da geçen yaz Turgutreis’ten havalimanına bir buçuk saatte zor gittim.
İstanbul trafiğinden beterdi.
Bence Bodrum’a bir çevre yolu şart oldu.
Aynı şekilde Çeşme de öyle...
Bu Meclis’ten yeni bir anayasa çıkar mı, bilemiyorum.
Geçmişte de metinler üzerinde çalışıldı ama her seferinde dosyalar rafa kaldırıldı.
O yüzden ihtiyatlı iyimserliğimi korumak istiyorum.
Ama gazeteci olarak şunu görüyorum.
Toplum ihtiyaçlarını, beklentilerini karşılamayan, gelecek hayali de kurdurmayan bir anayasaya sahibiz.
Ama şunu biliyoruz.
Aşılar pandeminin süresini azaltacak.
Asıl müjde tedaviyle ilgili ilaçların bulunmasıyla olacak.
Pandeminin ilk aylarında ekonomilerde sert frenler oldu.
Bunun etkilerinin rakamlara yansıdığını görüyoruz.
Bazı sektörlerde toparlanma hızlı oldu.
Beklediğimizden çok daha uzun bir pandemi dönemi yaşıyoruz.
Hafta içleri 21.00’den sonra dışarıda olamıyoruz; hafta sonları ise evlerde kalmak zorundayız.
Ve bu dönemde bütün belediyeler şöyle haberler geçtiler; “Sokaktaki dostlarımızı unutmadık. Şu kadar ton mamayı sokak hayvanları için harcadık...”
Gerçekten de tonlarca mama sokaklara, caddelere bırakıldı.
Bazılarına şahit oldum, bazılarının haberlerini sayfalarımıza verdik.
Peki dünya medyasında böyle ve benzer haberlere rastladınız mı?
Ama tarımı unutmamalıyız. Güzelim topraklarımızı kentleşme adına gökdelenlerle doldurmalıyız. Bugün görüyoruz ki; geleceğin stratejilerinde tarım, su, çevre gibi konular çok daha öne çıkacak.
Ve yine bir süredir tarım teknolojilerini okuyorum. Yeni dünyanın sunduğu imkanları ve buna ilgi duyanları...
Takip ettiğim şirketlerden biri de Plant Factory...
İstanbul Dragos’taki tesislerinde topraktan ve güneşten bağımsız yüksek besin değerine sahip üretim yapıyorlar.
Plant Factory’nin genç kurucu ortakları; Halil Beşkardeşler, Ahmet Güney, Anıl Sönmez ve Emre Kaynar Türkiye’de dikey tarımın geleceğini şekillendirmeyi ve kendi geliştirdikleri teknolojilerle bütün dünyaya ihracat yapmayı hedefliyorlar.
Azalan ekilebilir araziler, mevsimsel sınırlı üretim ve yüksek su tüketimi gibi problemler yok bu işletmede...
Ajlan Haskök’ü iyi tanıyorum.
Kimya mühendisidir. 43 yıllık aile şirketini iki kuzen birlikte yönetiyor. Türkiye’de sektöründe liderdir. Teknik Balans “Messmatic” markasıyla otomotiv ve endüstriyel balans makineleri üretimi yapıyor. Yurtiçinden daha çok yurtdışı piyasalarda tanınıyorlar; 35 ülkeye ihracat yapıyorlar.
Türkiye’de Teknik Balans gibi başarılı çok şirket tanıyorum.
İhracat yapan, araştırma geliştirmeye önem veren ve sektörüne yenilikler getiren başarılı şirketlerimizi öne çıkarmalıyız.
Ajlan da; 27 yıldır şirketin başında yöneticilik yapıyor.
Ve ikinci kuşağın şirkete değer kattığını görüyorum.
Yeni bir adım atmamız gerekiyor
ARALIK başından beri yazıyorum.
Bir pandemi döneminden geçiyoruz ve önceliğimiz toplum sağlığımız...
Tedbirleri bu parametrelere göre alıyoruz, yeni normali güncel rakamlara göre yapıyoruz.
Mart ayındaki gibi karamsar değiliz aslında, çünkü aşılar bulundu ve yaygın bir şekilde dünyanın her yerine ulaşmaya başladı.
Bölgesel gecikmelere de takılmayalım.
Göreceksiniz mart ayından itibaren daha çok kişi aşılanacak.
Bu arada yerli aşılarımız da yaza hazır olacak.
Hepsi tünelin ucunun gözüktüğünü bizlere gösteriyor.
Ve ısrarla yazıyorum.
Bazen neden bu kadar sık yazdığımı eleştirenler oluyor.
“Önce sağlık, daha salgın bitmedi” diye hatırlatmalar yapıyor.
Ben de bitmediğini ve yılın sonuna kadar çok dikkat etmemiz gerektiğini biliyorum.
Ancak çarkları dönen işletmeler olduğu gibi “Kapat, açma” dediklerimiz var.
Türkiye’nin yiyecek içecek sektörünün büyüklüğünün herkes farkında olmayabilir.
65 milyar dolarlık bir büyüklükten söz ediyoruz.
En az 2 milyon kişinin istihdam edildiği bir sektör, aileleriyle birlikte 8-10 milyon nüfustan bahsediyoruz.
“Kapat” dediğimizde bu insanların önüne bir plan koymak lazım.
Çünkü bu insanlar geleceğe, Türkiye’ye güvendikleri için yatırım yaptılar, işletmeler açtılar.
Gelir varsa piyasaya borçlarını ödeyecekler, bankalardan kullandıkları kredileri kapatacaklar.
Olmazsa ne olacak?
Bazı mülk sahipleri bu işletmelere yardımcı oldular, bazıları ise sözleşme kurallarını uygulamaya devam ediyorlar.
Kime ne diyeceksiniz ki...
Sözleşme olabilir ama dünyanın şartları hangi sözleşmeye uyuyor ki...
O zaman devletlerin bu işletmelere yardımcı olması gerekir.
Avrupa Birliği ülkeleri de restoranlara, benzer işletmelere kapat dedi.
Ama sonra da döndüler ve bir önceki yıl gelirlerinin yüzde 75’ini ödediler.
Şimdi bu işletmeler açıldıklarında yüzde 25’lik bir gelir kaybıyla işe başlayacaklar.
Bu telafi edilebilir.
Türkiye’de ise paket servisi yapabilen işletmeler var ama çoğu da yapamıyor.
Hem fiziki imkanları yeterli değil hem de lojistik olarak hizmet veremiyorlar.
Ve birçok büyük işletme sahibiyle konuştuğum için biliyorum.
En iyisinin yaptığı ciro normal koşulların yüzde 5’ine denk gelmiyor.
Bir yandan pandemi şartları, bir yandan ekonominin koşulları...
Biliyorum bu dengeyi bulmak kolay değil, imkan meselesi aynı zamanda...
Ama tekrarlıyorum. Bu işletmeleri kaderine bırakamayız.
Kredilerini ötelemeliyiz.
Kira yardımı yapılıyor ama belki de rakamı artırmalıyız.
Ve bu işletmeleri artık açmalıyız.
HES kodunu ilk öneren bendim.
Ve yine söylüyorum.
Açalım yoksa bir çoğu batacak.
Türkiye’nin 2 milyon çalışanı, aileleriyle 10 milyon insan haber bekliyor.
Turizm ormanını destek bekliyor
İZMİR’in ormanları yanarken içimiz karardı. Hatay da yanarken öyleydi. Yüzlerce kilometre uzakta olmamıza rağmen yüreğimize bir ateş düştü. Şimdi bu alanları yeniden yeşille kavuşturmalıyız. Türkiye çapında büyük bir kampanya yapılıyor. Ben de destekliyorum.
“Daha Yeşil Bir Dünya için Turizm Ormanı” sloganıyla başlayan proje sürüyor.
Hatay; 2019 yılında toplam 79 yangında 72 hektar ormanını kaybetti. 2020 yılının Ekim ayında ise 300 hektar orman kül oldu. Milyonlarca ağaç yok oldu, binlerce hayvan yaşamını yitirdi ve yaşam alanlarını kaybetti, dünyanın akciğerlerinden biri daha söndü.
Hatay’da yok olan ormanları geri getirmek mümkün olmasa da yeni bir orman yaratmak, geleceğe hep birlikte nefes olmak mümkün.
Türkiye’nin önde gelen 17 turizm sivil toplum kuruluşu “Turizm Ormanı” projesini hayata geçirdi ve 2020 yılının kasım ayında Orman Genel Müdürlüğü ile protokol imzaladı.
Hatay’da kül olup giden ormanları yeniden yeşillendirmek için hedef 2021 yılında 100 bin ağaç olarak belirlendi.
Turizm Ormanı Projesi’nin ortakları şöyle;
Türkiye Seyahat Acentaları Birliği (TÜRSAB), Türkiye Otelciler Federasyonu (TÜROFED), Türkiye Otelciler Birliği (TÜROB), Türkiye Turizm Yatırımcıları Derneği (TTYD), Türkiye Turist Rehberleri Birliği (TUREB), Turizm Restaurant Yatırımcıları ve İşletmecileri Derneği (TURYİD), Uluslararası SKAL Dernekleri Federasyonu (SKAL), Profesyonel Otel Yöneticileri Derneği( POYD), Turizm Otel Yöneticileri Derneği (TUROYD), Sağlık Turizmini Geliştirme Konseyi (THTC), Turizm Akademisyenleri Derneği (TUADER), Tüm Aşçılar ve Pastacılar Federasyonu (TAŞPAKON), Türkiye Aşçılar Federasyonu (TAFED), Turizmciler Derneği (TURDER), I-MICE, İstanbul Doğa Sporları Kulübü ve Turizm Yazarları ve Gazetecileri Derneği (TUYED)...
Turizm ormanına kısa mesaj yoluyla destek vermek için;
TURIZM ORMANI yazıp 2026’ya gönderebilirsiniz.
Turizm ormanı hesabına para transferi yoluyla destek vermek için de https://turizmormani.tuader.org/ adresine girerek yapabilirsiniz.
Projeyi destekliyorum.
Kalabalıkları özledik
AVM’ler kapandığı dönemde e - ticaret patladı. Perakende de öyle... Ama bu restoranlar için geçerli olamaz. Paket servisini herkes istemeyebilir. Ama daha önemlisi ve güzel olan insanların restoranlara gidip sosyalleşmesiydi. Arkadaşlıkların dostluğa dönüşmesiydi. İş görüşmelerinin olgunlaşması imza aşamasına gelmesiydi. Ya da bir veda için o masada buluşmaktı. Yani özledik. Kalabalık sofraları gerçekten özledik.
Boş tribünler de hüzün veriyor
AŞILAR yaygınlaşmadı ama mart sonuna doğru rakamlar yeniden gözden geçirilip aşı olanlar maçlara gidebilmeli. Nasıl boş restoranlar hepimize hüzün veriyorsa boş tribünler de bana aynı duyguyu veriyor. Bence aşı olup antikoru oluşanlar maçlara gidebilmeli.