Paylaş
“TOBB’un en hızlı büyüyen 100 firması arasına girmişiz” dedi gülümseyerek.
“Başkan Rıfat Hisarcıklıoğlu’ndan ödülümüzü almaya gidiyorum.”
Bu haberi duyunca hafızam beni hemen yıllar öncesine götürdü.
Çünkü Barçın’ı eskiden beri tanırım.
İzmir’in Kemeraltı’sında 35 metrekarelik küçük bir dükkanla başlayan bir hikayenin, bugün Türkiye’nin dört bir yanına yayılan bir başarıya dönüşeceğini kim tahmin ederdi?

1958 yılı...
İzmir’de spor malzemesi bulmak neredeyse imkansız.
O günlerde bir isim çıkıyor ortaya; Ali Barçın.
Spor tutkunu, bir gün, “Artık kendi işimi kuracağım” diyor.
Ama o kadar kolay değil.
Vali, istifasını hemen kabul etmiyor; “Önce dükkan iş yapsın, sonra konuşuruz” diyor.
Ve 35 metrekarelik küçük bir dükkan, hem İzmir’in spor mağazacılığının hem de Türkiye’de bir markalaşma hikayesinin ilk sayfası oluyor.
Deniz Barçın, işte o dükkanın içinde büyüyor.
Müşterilerin ilgisini, vitrin düzenini, babasının sabrını izleyerek öğreniyor ticareti.
Ama zaman değişiyor.
1980’lerde ithalat serbestleşiyor, Türkiye’nin alışveriş alışkanlıkları farklılaşıyor.
Deniz Barçın, prensipli çizgisine saygı duyarken bir yandan da büyüme gerekliliğini hissediyor.
Ve ilk adımı atıyor.
Karşıyaka ve Alsancak’ta iki yeni şube.
O gün alınan o cesur karar, bugün 30 mağaza ve 800 kişilik dev bir ailenin temelini atıyor.
Barçın “Babam bana iki şey öğretti” diyor.
“Soy isminin hakkını ver. Ve ticarette borca girmekten kaçın.”
Pandemi geldiğinde, dünyanın dev markaları bile sendeledi.
Ama Barçın ayakta kaldı.
Çünkü o iki öğüt, sadece bir baba nasihati değil; bir kurumsal DNA’ya dönüşmüştü.
Ali Barçın yıllar önce “Dünyanın her hali var, dükkanlar kapanabilir” demişti.
O söz, bir kriz döneminde yeniden yankılandı.
Bugün Barçın teknolojiyle gelenekten beslenen bir marka.
Oğlu Ali Barçın, 2003 yılında Türkiye’nin ilk e-ticaret sitelerinden birini kurdu.
Diğer oğlu Efe, mağaza içi operasyonları yeniden tasarlayarak ürünün depodan müşteriye ulaşma süresini 42 saniyeye indirdi.
Bu sayede müşteri memnuniyeti zirveye çıktı, marka dijital dönüşümün en başarılı örneklerinden biri oldu.
Bugün Barçın, Türkiye’de Nike’ın en büyük iki bayisinden biri.
Nike Türkiye satışlarının yüzde 70’ini tek başına gerçekleştiriyor.
Üstelik Nike’ın Avrupa genelinde yaptığı denetimlerde yüzde 96 ortalamayla “Avrupa’nın en iyi firması” seçildi.
Haliç’te, 600 yıllık bir tornavida fabrikasının restore edilmesiyle açılan Tersane mağazası, Nike yetkilileri tarafından “Avrupa’nın en otantik mağazası” olarak tanımlanıyor.
35 metrekarelik bir dükkandan Avrupa’nın en iyi mağazasına...
Ali Barçın’ın hayali, Deniz Barçın’ın vizyonu ve yeni kuşağın teknolojisiyle büyüyen bir hikaye.
Ve o hikayenin özünde hala aynı cümle var.
“Soy isminin hakkını ver.”
Condé Nast Traveler’ın
Listesinde bir İzmirli
Dünyanın dört bir yanından 750 bin gezgin oy verdi.
New York, Londra, Milano, Tokyo...
Ve o dev listenin altıncı sırasında İzmir’den bir otel var.
Hyatt Regency İzmir İstinyePark.
Bu yıl Condé Nast Traveler’ın “Okuyucuların Seçimi Ödülleri” nde Türkiye’nin en iyi 10 oteli açıklandı.
İzmir’den ilk kez bir otel o listeye girdi.
Hyatt Regency İzmir İstinyePark, “Türkiye’nin en iyi 10 oteli” arasında 6. sırada.
Bu, İzmir’in uzun süredir beklediği bir alkış.

Bir “dünya sahnesi” daveti.
Çünkü biliyorum...
İzmirli, sahneyi sever ama ışığı hak ettiğinde çıkar o sahneye.
Dünyanın en prestijli seyahat dergilerinden biri olan Condé Nast Traveler 38 yıldır bu listeyi yayımlıyor.
Her yıl yüz binlerce gezgin oy kullanıyor.
Oylamada sadece lüks değil; hizmet, atmosfer, konum, gastronomi, hatta his önemli.
Yani o listeye girmek, sadece “beş yıldızlı yataklar” la olmuyor. “Beş yıldızlı bir ruh” gerekiyor.
Hyatt Regency İzmir İstinyePark bunu başardı.
Ege Denizi’ne bakan odalarıyla, modern tasarımıyla, mutfağıyla, servisiyle bir otelden çok, bir İzmir hissi yarattı.
Genel Müdür Zafer Canbaz diyor ki:
“Bu başarı, uluslararası standartlarda sunduğumuz hizmetin bir göstergesidir. Bu gurur bizi gelecekte daha da yenilikçi, misafir odaklı deneyimler sunmak için motive ediyor. Aynı zamanda İzmir’i dünya turizminde hak ettiği noktaya taşımak için de önemli bir adım.”
İzmir daha fazla potansiyele sahip
İzmir’in daha çok otele ihtiyacı var.
Çünkü kentin bir potansiyeli var.
Tıpkı Amsterdam gibi, Barselona, Atina gibi yılın her zamanında, her ayında, her mevsiminde İzmir’e gelmek için bir neden de var.
Üstelik Urla, yarımada, giderek daha fazla konuşulur hale geliyor.
Yarımada’da yeterince otel ve yatak kapasitesi yok.
Ve bence bu haliyle de korunmalı.
O yüzden şehir içine daha fazla otel yapmalıyız.
Şehir otellerinin sayısı artmalı.
Paylaş